Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Abdülhak Hamit

  • Okunma : 863
Abdülhak Hamit Resim

Abdülhak Hamit,Türk şairi (İstanbul 1852-ay.y. 1937). Tarihçi Hayrullah Efendi'nin oğlu, Hekimbaşı Abdülhak Molla'nın torunu olan Abdülhak Hamit Tarhan, ulema çocuğu olduğu için daha beş yaşındayken İstanbul nüfusu (ilmiye rütbelerinden biri) verilerek aylık bağlandı. Öğrenim yıllarında dönemin bilginlerinden özel ders aldı. On yaşındayken Paris'e babasının yanına giderek, Hortus College'e yatılı verildi. Babasıyla İstanbul'a dönünce Tercüme Odası'na alındı (1864). Sonra Tahran elçiliğine atanan (1865) babasının yanında İran'a gidip, sefaret ikinci katipliğine getirildi (1866). Babasının ölümü üstüne İstanbul'a dönerek (1867), Maliye Mühimme Kalemi'ne girdi; Şûrayı Devlet ve Sadaret kalemlerinde bulundu. Paris sefareti ikinci katipliğini (1875), Poti (1881), Golos (1882), Bombay (1883) şehbenderlikleri izledi. Bombay'ın havası eşi Fatma Hanım'a yaramadığı, hastalığını artırdığı için, merkezin buyruğunu beklemeden bir gemiyle Bombay'dan ayrıldı. Fatma Hanım Beyrut açıklarında iyice ağırlaşınca karaya çıkıldıysa da, Hamit'e Makber'i yazdıracak ölüm temasını duyurarak Beyrut'ta öldü (1885).

Londra sefareti başkatipliğiyle (1886) yaşamında yeni bir dönem başlayan Abdülhak Hamit, 1890'da Nelly Hanımla evlenip, Lahey elçiliği (1895-1897), Londra sefareti müsteşarlığı (1897-1906), Brüksel sefirliği (1906-1912) yaptı. Kamil Paşa kabinesi tarafından görevden alınıp (1912), İstanbul'a dönüşünde bir süre işsiz kalarak sıkıntı çektiyse de, 1914'de ayan Meclisi üyeliğine getirildi ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında meclisin başkan vekilliğini yaptı. Cumhuriyet'in ilanından sonra "hizmet-i vataniye faslından" aylık bağlandı; İstanbul Belediyesi de kendisine özel bir ev ayırdı. İstanbul milletvekili olarak (1928) TBMM'ye girip, ölünce Zincirlikuyu mezarlığına "milli merasimle" gömüldü.

Abdülhak Hamit'in sanatı gerek yaşadığı yıllarda, gerek ölümünden sonra çok tartışılmış, döneminde "eskiyeni tartışması" onun yapıtları çevresinde gelişmiş ve kendisini tutanlar tarafından "şair-i azam" ("en büyük şair') sayılmıştır. Özellikle Muallim Naci ve onun görüşlerini benimseyenler, dilinin savrukluğunu ve tutarsızlığını, imgelerinin alışılmışı kıran sınır tanımazlığını eleştirirlerken, yandaşları da onun gerçek yeniliğin izleyicisi olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Abdülhak Hamit, Tanzimat sonrasındaki eskinin kalıplarını kırmaya çalışan şiiri, kişisel yaşantısının ürünü yaparak Servet-i Fünun'a bağlamakla kalmamış, Edebiyat-ı Cedide'yi de ardına takarak Yahya Kemal'e kadar' getirmiş, bütün bu dönemin yenilik girişimleri ondan beslenmiştir. Tiyatro oyunlarını oynanmak için yazmadığını kendisi söylemiştir. Dolayısıyla, oyunlarında teknik bir yana itilmiş, zaten savruk olan dili ve anlatımı giderek ağdalılaşmıştır. Oyunlarının tümü dramdır; gerek olayların kuruluşunda, gerek kişilerin verilişinde aşırılığa kaçılır. Shakespeare ve Corneille'in etkilerinin yanı sıra, Victor Hugo romantizminin etkisi de belirgindir. Bununla birlikte, Abdülhak Hamit'le birlikte, Türk tiyatrosuna insanın ve bireysel sorunlarının girdiğini de belirtmek gerekir.

Abdülhak Hamit Şiirleri

Sahra (1879), Makber (1885), Ölü (1885), Bunlar Odur (1885), Divaneliklerim yahut Belde (1885), BirSefilenin Hasbıhali( 1886), Hacle( 1886), Baladan Bir Ses (1912), Validem (1913), İlham-ı Vatan (1916), Tayflar Geçidi (1917), Ruhlar (1922), Garam (1923).

Abdülhak Hamit Tiyatro oyunları

Macera-yı Aşk(mensur 1873, manzum 1910), Sabr-ü Sebaf (1875), İçli Kız (1875), Duhter-i Hindu(1876), Nazife( 1876), Nesferen(1878), Tarık(1879), Tezer yahut Abdurrahman-ı Salis(1880), Eşber (1881), Zeynep (1906), İlhan (1913), Liberte (1913), Finten(1916), Tarhan (1916), İbn-i Musa yahut Zatülcemal(1917), Sardanapal(1917), Abdullah üs sagir (1917), Yadigar-i Harb (1917), Hakan (1935).

Öbür yapıtları: Mektuplar (Süleyman Nazif tarafından yayınlandı; 2 cilt, 1916), Hatırat (tefrika; İkdam ve Vakine, 1924-1925).

Abdülhak Hamit Resimleri