Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Fransa sanat ve mimarlık

  • Okunma : 1353

Fransa sanat ve mimarlıkFransa'daki en eski sanat kalıntıları Cilalıtaş Devri'nden kalmadır. İ.Ö. V. yy. sonu ile İ.S. I. yy. arası Kelt kültürü döneminde ve İ.S. I. yy. ile V. yy. arasında Roma işgali döneminde, kentler kurulmaya ve çeşitli sanat yapıtları gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Bununla birlikte, Merovenj ve Karolenj sülalelerinin bölgeye egemen oldukları İ.Ö. V. yy'ın ortalarından önce, ayrı bir ulusal Fransız sanatından söz etmek yanlış olur.

MEROVENJLER VE KAROLENJLER DÖNEMİ

Roma imparatorluğu'nun çöküşünün ardından Fransa, Roma istilası öncesinde olduğu gibi, çok küçük bölgesel klanlara bölündü. Bunlar, İ.S. II. -VII. yy'lar arasında bazı küçük krallıklar ve düklüklere dönüştü. Bu dönemde bölgede hıristiyanlığın yayılmasıyla, V. - VII. yy'lar arasında birçok manastır ve manastır topluluğu kuruldu. Adını Clovis'in kurduğu Frank kralları sülalesinden alan Merovenjler döneminden (Bk. MEROVENJ SANATI VE MİMARLIĞI) günümüze pek az sanat yapıtı kalmıştır. Merojenjler döneminden günümüze kadar varlığını koruyan en önemli mimarlık anıtı, Poitiers'deki VII. yy'dan kalma Saint Jean vaftiz yeridir. Taban planları roman üslubunda bazilikaları temel alan Merovenjler dönemi kiliseleri de, taş duvarlar, ahşap çatılar, yüksek çan kuleleri ve klasik motiflerden esintiler taşıyan süslemeleriyle dikkat çeker.

VIII. yy'da, ülkeyi ilk kez birleştirip bütünleştiren Charlemagne'ın döneminde, geniş çaplı bayındırlık çalışmaları da yapılmıştır. Karolenj kiliseleri, duvar resimleri, mozaikler, altın işlemeler ve resimli dokumadan duvar kaplamalarıyla karmaşık biçimde süslenmiştir.

Bu arada Reims, Tours, Metz ve Paris okullarında minyatürlerle süslü görkemli elyazmaları üretilmiştir. Karolenj dönemi kiliselerinin en iyi korunmuş olanı, Aachen'daki (Aix-la-Chapelle) Charlemagne kilisesidir (796-804): Sekizgen sahnı, erken hıristiyanlık, Bizans ve Yunan-Roma geleneklerinin etkilerini taşıyan Karolenj mimarlık üslubunun en iyi örneğidir. Aachen kilisesinde Ravenna'daki San Vitale Bizans kilisesinin (526-47) planları örnek alınmıştır.

VIII. yy.- X. yy. arasında yapılan, daha büyük boyutlu benediktin tarikatının manastır kilisesi olmuştur (yapımına 1088'de başlanmış, XIX. yy'da yıkılmıştır). Bir taş tonozun taşıdığı kubbeyle örtülü bu geniş hacimli manastır kilisesi beş şahın, iki çaprazsahın bir absida ve çevresindeki dua yerleri, görkemli bir anaceephe ve bir narteksten oluşuyordu. Sonradan Fransa'daki benedktin kiliselerinin çoğunda taklit edildi.

Kubbenin ahşap kirişlerden destek almasının gerektirdiği sınırlamalar, taş tonoz uygulamasıyla ustalıkla azaltılmış ve Cluny'nin mimarlarına şahın açıklığını geniş tutma olanağı vermiştir. Ahşap kirişli çatılar Kuzey Fransa'da günümüzde de varlığını sürdürmekle birlikte, taş tonoz, roman üslubunun getirdiği en başarılı yeniliklerden biridir. Taş tonoz, Autun katedralinde (1120-1132) beşik tonoz, Vezelay'de (1089-1206) haçtonoz gibi farklı biçimlerde kullanılmıştır. Taş tonozlan destekleyebilmeleri için duvarların son derece sağlam tutulmasına karşın, şahın duvarlarında, yan sahınların alçak kubbelerinin yukarı bölümünde açılar yüksek camsız pencerelerden gelen ışıkla, kiliseler iyice aydınlatılmıştır.

Heykelcilik. Ortaçağ'da hıristiyanların temel özelliği, Roma'ya ya da kutsal kalıtların bulunduğu birçok Avrupa kentine yapılan hac yolculuklarıydı. Hac yolları ülke sınırlarını aşarak, sözgelimi İspanya'da Santiago de Compastela gibi çok uzak yörelere kadar uzanıyordu; dolayısıyla da hacı akışının yoğun olduğu, çoğu Fransa topraklarından geçen bu yollar üstünde kiliseler yapıldı. Bu "hacı kiliselerinde roman üslubu heykelciliği bir süsleme sanatı olarak gelişti; temel özelliği, doğal biçimlerden esinlenilerek yapılan, iyice üsluplaştırılmış heykellerdir. Bu dinsel heykeller için en uygun, en gözönündeki yer, kilisenin ana cephesindeki taçkapının üstünde yeralan alınlık tablası olduğundan, heykelciler alınlık tablaları üstünde, hacıların yabancı olmadığı, onları dinsel düşüncelere yöneltecek sahneler yaratmışlardır. Alınlık tablalarına yapılan bu kabartmaların zarif bir örneği, Motssac’taki Saint Pierre kilisesindedir. Sütunlar, sütunbaşlıkları, manastır çeşmeleri ve lahitler de kabartmalarla süslenmiştir.

Minecilik Kökeni eskilere dayanan minecilik sanatı Fransa'da, Merovenj ve Karolenj dönemlerinde daha da gelişmiş ve XI. - XII. yy'larda metalin asitle aşındırılmasına dayanan yedirme işlemi tekniğinin yaygınlaşmasıyla, olağanüstü boyutlara ulaşmıştır. Özellikle Limoges kenti bir minecilik sanatı merkezine dönüşmüş, burada üretilen mine işleri, Avrupa'nın her yanına dağılmıştır.

GOTİK ÜSLUBU DÖNEMİ

Gotik üslubu XII. yy. ortalannda, roman üslubunun yerini almıştır (Bk. GOTİK ÜSLUBU). Bu dönemde ekonominin gün geçtikçe gelişmesi, yeni ticaret merkezlerinin ortaya çıkmasını sağlamış, ticaret yoluyla elde edilen zenginlik bu merkezlerde görkemli katedrallerin yapılmasına ve önceki yüzyıllarda kırsal bölgelerde yapılmış manastır ve hac yolu kiliselerinde bazı yenileme çalışmalarına, parasal destek sağlamıştır. Gotik üslubu Kuzey Fransa'da gelişip, daha sonra Avrupa'nın her yanına yayılarak, XIII. yy'dan XVI. yy'a kadar evrensel bir üslup özeliği kazanmıştır. Roman üslubu etkisinin Fransa içinde yayılmış olmasına karşılık, gotik üslubu, Avrupa'ya egemen olan ilk Fransız mimarlık üslubudur. Mimarlık. Mimarlıkta gotik üslubu, Noyon (1150-1170) ve Laon (yapımına 1160'ta başlandı) katedralleri ile Paris yakınındaki Saint Denis manastır kilisesinin yapımıyla başladı. Paris'in yanı başındaki Senlis (1153-84) ve Sens (yapımına 1140'ta başlandı) kiliseleriyle, Reims (yapımına 1210'da başlandı) ve Rouen (yapımına 1200'den sonra başlandı) katedralleriyle gelişmesini sürdürdü. Erken gotik mimarlığının en başarılı yapıtı olan Saint-Denis manastır kilisesi, 1137-1144 arasında, aynı yerde geçmiş dönemlerde yapılmış bir kilisenin temelleri üstünde yapıldı. Yapımına önayak olan Rahip Suger, kilisenin, Fransa'nın krallık manastır kilisesi ve Fransa krallarının gömüldükleri yer olma işlevlerini sürdürecek görkemli bir görüntüde olmasını istemişti. Gotik üslubunda kiliselerde, iç mekânı daha da genişletmek amacıyla, sivrikemer, bölümlendi; dilimlendi. Pencere boşlukları daha da genişletilerek, sivrikemerler iyice yükseltildi; dev boyutlu pencerelerin altlarında, yan şahın üstünde triforium denen bir galeri katı oluşturuldu; pencere boşlukları, şahın yanlarında sıralanan ince yüksek sütunlar üstünde yükselen kemerlerle desteklendi. Bu dar ve yüksek mekânı taşımak ve pencere bölümlerini daha da geniş tutabilmek için, bir dış pekitme ayağı ya da destekkemer sistemi geliştirildi. Bu düzen, şahın mekânı ile yansahınlar ve ambulatorium dua yerleri arasında büyük bir uyum sağladı. Gotik mimarların ustalık dönemindeyse, Paris Nötre Dame katedrali (yapımına 1163'te başlandı), Chartres katedrali (1145; bir yangından sonra 1194'te yeniden yapıldı), Amiens katedrali (yapımına 1220'de başlandı), Paris Sainte-Chapelle katedralin 243-1248) ve Reims katedrallerinde, üslup daha süslü bir görünüm aldı. Pencereler bu kez içeriye daha bol ışık almak amacıyla değil, vitray kullanımını yaygınlaştırmak için genişletildi; bu üslup, XII. ve XIII. yy'ların sonunda Chartres ve Sainte-Chapelle katedrallerinde, doruk noktasına ulaştı. Heykelcilik. Gotik üslubunda kiliselerin gerek dış cepheleri, gerek iç mekânları, özenli, güzel heykellerle bezendi. Cepheler, büyük boyutlu kral figürleriyle süslenirken, taçkapıların her iki yanında, pencere pervazları ve yan dikmeleri azizlerin, meleklerin, havarilerin figürleriyle süslü sütun heykellerle donatıldı.

Gotik üslubu döneminde heykelciler, kendilerinden önceki roman üslubunda çalışan heykelcilere oranla, bağımsız figür anlayışlarıyla ve birer kabartma niteliğinde olmaktan çok, yarı yarıya ayakta duran heykel anlayışlarıyla, önemli bir gelişme gerçekleştirdiler. Gotik üslubunda heykelcilik, Chartres katedralindeki sütun heykellerden, Reims katedralindeki (1224-45) kişilikleri de yansıtan heykellere doğru hızla gelişti. Sonraki yüzyıllardaysa, üslup daha yapmacıklı, doğallıktan uzak bir biçime büründü. XIV. yy. Gotik heykelciliğinin en zarif örneklerinden biri Paris'te Nötre Dame katedralinin güney çaprazsahnı cephesinde yeralan, inceden inceye çalışılmış, yapmacıklı Meryem heykelidir.

RÖNESANS DÖNEMİ

Charles Vlll'in Napoli seferinden (1496) birçok İtalyan sanatçıyla dönmesinden sonra, İtalyan Rönesansı, XV. yy'ın son on yılında Fransız sanatını etkilemeye başladı. İtalyan üslubu, ilk kez Loire vadisi şatolarında kendini gösterdi ve François l'in krallık döneminde (1515-47) yaygınlaştı. Bununla birlikte, İtalyan süsleyici öğeleri, körükörüne taklit edilmeyip, gotik üslubunun ilkeleri üstüne oluşturuldu. Üslubun ilk örneklerinden biri, Leonardo da Vinci'nin yaşamının son yıllarında çalıştığı Amboise şatosu oldu (1495). Chambord şatosunda (1519-36), gotik üslubu mimarlığı ile İtalyan süsleme sanatının daha gelişmiş bir bileşkesi ortaya kondu. Bu üslup, 1540'tan sonra kendisini Fontainebleau şatosunun yapımına adayan Sebastiano Serlio, vb. İtalyan mimarların yapıtlarında daha da geliştirildi.

Fontainebleau'da geniş hacimli iç galeriler ve balo salonları, sonradan ilk Fontainebleau okulunu oluşturacak İtalyan sanatçıları tarafından süslendi. Fontainebleau okulunun başlıca temsilcileri arasında, Rosso Fio-rentino, Francesco Primaticcio ve Niccolo dell'Abbate (1512-1570'e d.) sayılabilir. Fransa'da gravür sanatı da, İtalyan üslubunu ülkeye yayan yabancı sanatçılar tarafından geliştirildi. Jacques Androuet da Cerceau (1520-1585), Philibert Delorme (1510-70), Giacomo Vignola ve Pierre Lescot gibi birçok yetenekli sanatçı, kral ve soylu sınıf tarafından desteklendi, Fransız Rönesansı'ndan günümüze kalan en zarif anıtlardan biri, Paris'te Lescot'nun tasarımını yaptığı, dış oyma süslemeleriyse Jean Goujon tarafından gerçekleştirilen, Louvre sarayının Cour Carree'sidir (Kare Avlu): Rönesans üslubu Henri II ve Henri lll'ün dönemlerinde gelişmesini sürdürürken, güçlü okullar da ortaya çıkmaya başladı.

BAROK ÜSLUBU DÖNEMİ

Henri IV dönemi (1589-1610), sanatın desteklediği bir dönem oldu. Kralın, Floransa'yı yöneten Medici ailesinin kızı Marie de Medici'yle evlenmesi, İtalyan sanatçılarla yakın ilişkiler kurmasına yol açtı. Adı sonradan Kral alanına (Place Royale) dönüştürülecek Vosges alanı (1605) ile Dauphine alanı (1607), Henri IV döneminde yapıldı. Paris'te ikinci bir sanatçı kuşağı (ikinci Fontainebleau okulu), Henri IV'ün koruması altında İtalyan sanat geleneğini sürdürmesi için eğitildi. Mimarlık. Yüzyılın ikinci ve üçüncü çeyreklerinde, kardinal Richelieu'nün Louis Xlll'ün, kardinal Mazarin'in de küçük kral Louis XIV'ün naipliği dönemlerinde Fransa Avrupa'nın en güçlü devletine dönüşken devlet adamları da, dönemin mimarlarına görkemi konutlar sipariş ettiler. Çağın mimarlarından Jacques Lemercier (günümüzdeki adı Palais Royale sitesi olan Richelieu'nün kardinallik sarayının ve Sorbonne kilisesinin tasarımcısıdır), François Mansart ve Lois Le Vau, İtalyan barok üslubunu Fransız gereksinmelerine uyarladılar (Bk. BAROK ÜSLUBU).

Louis XIV'ün mutlakıyetçi yönetimi sırasında (1661-1715), bütün sanatlar, güçlü Ticaret ve Bayındırkık bakanı Jean Baptiste Colbert'in yönetimi altında, devlete hizmet amacıyla kullanıldı. Louvre genişletildi; Fransa krallannın gücüne yakışır bir saray olarak görkemli Versailies sarayı yapıldı. XVII. yy'ın son çeyreğinin öncü mimarı Jules Hardouin-Mansart, Versailles sarayının ek bölümleri ile Orangerie'yi ve Paris’teki birçok alanı ve kamu yapılarını gerçekleştirdi.

Resim. İtalya, XVII. yy'daki Fransız resmini yönlendirmede temel rolü üstlendi. Nicolas Poussin ve Claude Lorrain gibi bazı Fransız sanatçıları, sanat yaşamlarının bîr bölümünü İtalya'da geçirirken, dönüşte yeni resim üslupları da getirdiler. Simon Vouet gibi bazı sanatçılarsa, Fransa’ya özgü bir barok üslubunun öncülüğünü yaptılar. Colbert bu sanatçı topluluğunu korumak ve devlete hizmet etmelerini sağlamak amacıyla Krallık Resim ve Heykel Akademisi'ni kurdurdu (1633). Ressam Charles Le Brun, resmî krallık sanatçılığına ve Akademi başkanlığına atandı. Sanatçılar, Le Brun'ün öncülüğünde "Güneş Kıal"ın zaferlerini, başarılarını yüceltmeye koyuldular. Louis XIV dönemi ile, klasik dönemin

büyük hükümdarları ve olayları arasında yakınlıklar kuran duvar resimleri, kiliselerde mihrap arkalıkları, duvar halıları, resimleri, vb. büyük boyutlu yapıtlar gerçekleştirildi Heykel sanatında da aynı yol izlenip büyük alanlar, krallık ve çevresindeki bahçeler, kralın anıtsal heykelleriyle ve dev boyutlu heykel gruplarlarıyla süslendi.

İtalya'yı hem klasik üslubun, hem de rönesans üslubunun en büyük okulu savan Colbert, 1666'da Roma Fransız Akademisi'ni kurdurup, yetenekli Fransız sanatçılarının ve mimarlarının devlet hesabına eğitilmesi için bu akademiye gönderilmesi geleneğini başlattı.

XVIII. YÜZYIL

Louis XIV 1715'te ölünce, 5 yaşındaki büyük oğlu Louis XV tahta çıkarıldı ve ülke 1723'ekadar, kral naipliğine getirilen, Louis XIV    yeğeni Philippe d'Orleans tarafından

yönetildi. Naiplik (rejans) döneminde, Louis XIV döneminin sanat ve sanatçılar üstündeki mutlakıyetçi etkisi ortadan kalktı ve sanatçılar arasında bireycilik, kişisel özgürlük gelişmeye başladı.

Resim ve heykel. Louis XIV döneminin son yılları ile XVIII. yy'ın ilk yarısında Fransa'da, XVII. yy. Hollanda sanatının ikindi  türleri ile İtalyan barok üslubunun mitolojik sahneleri gibi hafif, coşku dolu konulara bir eğilim başladı. Bu konular Fransız sanatçılarının elinde, toplumun yüksek sınıflarının ince beğenisini ve lüks düşkünlüğünü yansıtan bir anlayışa dönüştü. Süsleme sanatlarında ve iç mekânların tasarımındaki bakışımsız, doğal biçimler, rokoko üslubunun gün geçtikçe yerleşmesiyle dönüşüme uğratıldı.

Louis XIV. döneminin görkemine akademiler katkıda bulunurken, bu kez genel beğeni, Versailles'ın odağını oluşturduğu, kurallarını koyduğu bir eğilim olmaktan çıkıp, soyluların, zenginleşen burjuvazinin Paris'teki konaklarından yönlendirilir oldu. Eğitimli, özgür düşünceli soyluların sanat beğenisi, zengin süslemelere ve insan duygularının anlatımına ağırlık veren hoş bir resim ve heykel üslubunun doğmasına öncülük etti. Bu yeni sanat anlayışının en iyi örneklerinden biri, Flaman ressamı Antoine Watteau'nun yapıtları oldu. Watteau'nun şık giysiler içinde, mitolojik bir dünyada eğlenen, yaşama coşkusuyla dolu insanları yansıtan tabloları, Fransa'da resim sanatında köklü bir değişikliğe yol açtı. François Boucher, vb. sanatçılar, Watteau'nun hayranlık verici renk bileşimleriyle incelikli biçimler yaratmaktaki ustalığından, içten gelen canlılığından ve teknik kusursuzluğundan esinlendiler. Sanattaki bu gelişme, Paris beğenisini XVIII. yy'ın ikinci çeyreğinde kral sarayı üslubu olarak kabul eden Louis XV tarafından da desteklendi.

XVIII.    yy'ın üçüncü çeyreğinde, başta krallık sanat ve bayındırlık müdürü Marquis de Marigny (1727-81), Krallık Akademisi ve Sanat Yönetimi Kurumu üyeleri,

XVII.    yy'da Louis XIV ve bakanı Colbert tarafından belirlenmiş olan sanatta disiplini ve yüceliği amaç alan anlayışı canlandırmaya çaba gösterdiler. Didaktik ve yüceltici bir üsluba olan talep, yüzyılın son çeyreğinde, kendilerini sanatın yüce ilkelerine ve devlet hizmetine adayan sanatçıların ortaya çıkmasına yol açtı. Bunların en ünlüsü, Poussin temeli üstünde, arı bir klasisizmi oturtan öncü ressam Jacques Louis David'dir. Ama, David'in didaktik sanatıyla, Louis XV ve torunu Louis XVI'nın beğenileri arasında büyük bir uçurum vardı; onların tercihi Jean Honore Fragonard ve Hubert Ro-bert gibi sanatçılardan yanaydı. Sonuç olarak, XVIII. yy sonu Fransası'nın temel özelliği, sağlıklı bir çeşitlilik oldu. Fransız Devrimi ve Napolyon'un iktidara gelmesiyle, siyasal ve toplumsal yapıdaki kökten dönüşümle birlikte, David'in didaktik sanatı da, o güne kadar kralların desteğindeki meslektaşlarının hiç el atmamış oldukları yeni bir çıkış yolu buldu.

Mimarlık. XVIII. yy'da Fransız mimarlığı, XVII. yy. Fransası'na özgü klasik eğilimleri sürdürmekle birlikte, klasik motifleri, geç dönem barok üslubu içinde kullanma yolunu seçti. Süslemede sınırlılık, zarif kabartma ayrıntılar ve hacim-ışık oyunları, dönemin özel konut ve kamu mimarlığına abartmasız bir yücelik kazandırdı. Louis XV döneminin en güzel mimarlık yapıtlarından biri, Versailles bahçesi içinde kurulan, boş vakitlerini geçirmek için Ange Jacques Gabriel'e yaptırdığı bir dinlenme yeri olan Petit Trianon (1762) oldu: Neredeyse küp biçiminde olan yapının düzenli, kurallı ve ağırbaşlı boyutları, hantallıktan, kütlükten uzaktır; cephe süslemeleriyle, pencerelerin yerleşimiyle, çatı korkuluklarıyla, ince bir ritmin duygusunu yansıtır.

XVIII.    yy. sonu mimarlığına, resim sanatındakine benzer bir yeni klasikçiliğin canlanması, damgasını vurdu. Yeni klasikçilik, Jacques Germain Soufflot'nun Paris'te yaptığı Saint-Genevieve kilisesinde (sonradan Pantheon diye adlandırıldı) ortaya koyduğu anıtsal mimarlığa son derece uygun bir üsluptu.

XIX. YÜZYIL

XVIII.yy'ın duygu ve coşku eğilimi, bir sonraki yüzyılın romantik sanatının (Bk. ROMANTİZM) duygularda en uç noktaya varan aşırılık eğilimine dönüştü.

Resim. Resimde romantizmin Fransa'daki başlıca temsilcileri Theodore Gericault, Eugene Delacroix ve Jean Auguste Dominique İngres'dir. Gericault, bir deniz kazasının kurbanlarını görüntüleyen Meduse Salı (1818-19; Louvre müzesi, Paris) adlı yapıtında, umutsuzluktan, sevince varan bir yelpaze içinde insan duygularını yansıttı. Delacroix, Sardanapal'ırı Ölümü (1827; Louvre), tablosunda dramatik ve anlatımsal bir bağlamda, duyguların yüceltilmesinde rengin ve fırçanın etkisini, gücünü araştırdı. Harem sahnelerini işlediği Odalık (1814; Louvre) gibi temalarda İngres, XIX. yy. Avru-pası'nın bütün görkemini, duyu canlılığı ve egzotik yabancı kültürler aracılığıyla yansıttı.

XIX. yy. ortasında, sanatçı ile işlediği temalar arasındaki ilişkinin değişmesiyle, romantizm ılımlı bir özellik almaya başladı. Gustave Courbet, resmin hiçbir sanat okuluna ya da üslubuna bağlı kalmaması ve sanatın ülküleştirilmeden yansıtılan bir gerçekliğin birbirinden kopuk gözlemlerini aktarması gerektiğini vurguladı. Courbet'nin Ornans'da Bir Cenaze Töreni (1850; Louvre) gibi köylülerin yaşamını konu alan resimleri, o dönemde bir rezalet olarak karşılandıysa da, Courbet'nin resmindeki güçlü doğa betimlemeleri, Jean François Millet ve Honore Daumier gibi yeni yorumcularda varlığını sürdürdü (Bk. GERÇEKÇİLİK). Gerçekçiliğin doğuşu ve gelişmesi, ele aldığı temaların klişelerden uzak olması ve kurumsal, geleneksel değerlerde bir hafiflemeye yol açmasıyla, yeni bir sanat anlayışının ortaya çıkmasına neden oldu. Sanattaki bu yeni tutum, resimde ışık ve renk etkilerinde yoğunlaşan bir resim akımı olan izlenimciliğin doğmasına gerekli ortamı oluşturdu. Claude Monet'nin, Pierre Auguste Renoir'ın ve Camille Pissarro'nun en sevdikleri, sıkça işledikleri konular, ışığın, biçimleri, net çizgileri yumuşattığı deyim yerindeyse erittiği deniz kıyısı ve ırmak boyu sahneleri oldu. Esnek bir ressamlar topluluğu niteliğindeki izlenimciler arasında, geleneksel kompozisyon kuramlarına meydan okuyan iç mekân sahneleriyle Edgar Degas da yeralıyordu.

Paul Cezanne, Paul Gauguin, Vincent Van Gogh, Georges Seurat, Pierre Bonnard gibi ressamların yapıtklarını nitelendirmek için genel bir terim olarak kulanılan izlenimcilik sonrası (postempresyonizm), izlenimciliğin içerdiği, ele alınan konu karşısında yansız tavır ve biçimlerin çözülmesi, dağılması gibi olgulara bir tepki olarak gelişti. Bu sanatçıların ortak nitelikleri çok az olmakla birlikte, bireysel üslupları ayrı ayrı, resim sanatının XX. yy'daki yönelişlerinin belirlenmesini önemli ölçüde etkiledi. Heykel. XIX. yy'da heykelcilik tutucu bir eğilime girdi. François Rude, Jean Baptiste Carpeaux ve Antoine Louis Barye'nin romantizm etkisinde heykelleri bunun en iyi    Auguste    Rodin se, insan bedeninin

doğrudan incelenmesine geri dönerek, heykele bir canlılık getirdi;  insan yüzü ve bedeninin yardımıyla duyguları yansıtan heykelleriyle, Rönesans ustaları Michelangelo ve Donatello'dan esinler getirerek, XX. yy. heykelciliğini derinlemesine etkiledi.

Mimarlık. Mimarlıkta XVIII. yy. sonundaki yeni klasikçi eğilim Napoleon III'ün İkinci İmparatorluk döneminin (1852-70) siyasal çıkarlarına hizmet eden anıtsal yapıtlarla varlığını sürdürdü. Daha sonraysa, gerek klasik üslubu gerek barok üslubu temel alan seçmeci bir üslup, Güzel Sanatlar OkuIu'nda eğitim gören mimarların yapıtlarına damgasını vurdu. Jean Louis Charles Garnier'nin görkemi Paris Operası (1861-75) gibi yapılar, Baron Haussmann'ın İkinci İmparatorluk döneminde kenti yeniden yapılandırıp modernleştirmesinde önemi rol oynadı. Henri Labrouste ve Alexandre Gustave Eiffiel gibi öncü mimarlarsa, sanayide üretilen yeni yapı gereçlerinden yararlanarak yeni inşaat teknikleri ortaya koydular. Eiffel'in gerçekleştirdiği Eyfel kulesi, Paris'in simgesine dönüştü.

XX. YÜZYIL

Resim ve heykelcilik. XX. yy. başında Paris, sanat dünyasının merkeziydi; ama Fransa'da sanat (Fransız sanatı değil), özellikle kentte yaşayan pek çok yabancı sanatçı tarafından geliştirildi ve XX. yy. sanatı Paris'te, İspanyol Pablo Picasso, Rus Wassily Kandinsky ve Romen Constantin Brancuşi, vb. çok sayıda yabancı ressam tarafından belirlendi.

XX. yy. dışavurumcu (ekspresyonist) sanatı (Bk. DIŞAVURUMCULUK), Van Gogh ile XX. yy. Fransız sanatçılarının en etkililerinden olan Henri Matisse'in öncülüğündeki fovistler (Bk. FOVİZM) topluluğundan ve öbür izlenimciliksonrası ressamlardan Kaynaklandı. Picasso ve Georges Braque, kübist deneyimleriyle, resimdeki kompozisyon, renk ve biçim (Bk. KÜBİZM) gibi öğeler üstünde oynayarak resim sanatının yönünü değiştirdiler. XX. yy. sanatını etkileyen son Paris kökenli sanat hareketi, bilinçaltının derinliklerini ve akıl dışı olanın keşfini temel alan gerçeküstücülük oldu.

Mimarlık. Fransa, mimarlıkta da, yeni XX. yy. estetiğinin öncüsü oldu. Yüzyılın dönemecinde, art nouveau deneyi. doğal biçimleri temel alan, sevimli süsleyici motiflerin doğmasına yol açtı. Le Corbusier adıyla tanınan İsviçreli mimar Charles Edouard Jeanneret, Fransa'da, mimarlıkta işlevsellik anlayışının öncülüğünü yaptı (bu anlayış, Le Corbusier'nin ünlü "yapılar, içinde yaşanan makinelerdir" özdeyişinde özetlenir). Le Corbusier'nin kuramı ve uygulamaları, Almanya'da Bauhaus'un anlayışıyla güçlenerek, evrensel üslubun ilkelerini oluşturdu (bu üslubun en iyi örneklerinden biri Le Corbusier'nin 1929-31 arasında Poissy-sur-Seine'de yaptığı Villa Savoye'dur). İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki Fransız sanatının temel başarıları arasında Jean Dubuf-fet'nin resimleri, Matisse'in parlak renkli kolajları ve Le Corbusier'nin Ronchamp'da yaptığı Notre-Dame des Pelerins kilisesi (1950-55) sayılabilir.