Ömer Seyfettin
(1884-1920), “Kaşağı” adlı öyküsüyle hemen hemen hepimizin ilkokul Türkçe kitaplarından tanıdığı bir yazarımızdır. Ömer Seyfettin Türk edebiyatında kısa öykü türünün ilk başarılı örneklerini vermiş, dilde sadeleşme hareketine de öncülük etmiştir.
Gönen’de doğan Ömer Seyfettin’in babası Kafkas göçmenlerinden Yüzbaşı Ömer Şevki Bey’dir. İlköğrenimine Gönen’de mahalle mektebinde başladı. Babasının görev gereği sürekli yer değiştirmesi göz önüne alınarak, annesiyle birlikte İstanbul’a yerleşmesi uygun görüldü. Önce Aksaray’daki Mekteb-i Osmani adlı özel bir okula başlayan Ömer Seyfettin daha sonra Eyüp Baytar Rüştiyesi’nde (ortaokul) yatılı olarak okudu. Edirne Askeri İdadisi’ni (lise) ve 1903’te İstanbul’da Mekteb-i Harbiye’yi (Harp Okulu) bitirerek teğmen rütbesiyle İzmir’de göreve başladı. 1906’da İzmir Zabitan ve Efrat Mektebi’nde (Jandarma Okulu) öğretmenliğe atandı. Bu arada üstteğmenliğe yükselen Ömer Seyfettin 1908’de Makedonya’daki 3. Ordu’da görevlendirildi. 1911’de ordudan ayrılarak Selanik’e yerleşti. Ama 1912’de Balkan Savaşları’nın başlamasıyla yeniden askere alındı. Sırp ve Yunan cephelerinde savaştı. Yanya Kalesi’nin savunmasına katıldı, kale düşünce Yunanlılar’a tutsak oldu. Bir yıl süren tutsaklığın ardından İstanbul’a döndü ve ölümüne değin Kabataş Sultanisi’nde (lise) öğretmen olarak çalıştı.
Ömer Seyfettin edebiyatla ilgilenmeye Edirne Askeri İdadisi’nde öğrenciyken başladı. İlk şiiri yalnızca “Ömer” imzasıyla Mecmua-i Edebiye adlı bir edebiyat dergisinde Harbiye öğrencisiyken yayımlandı. Daha sonraki şiir ve öykülerinde Ömer Seyfettin adını kullanmaya başladı. Ömer Seyfettin’in ilk öyküsü ise yine Harbiye öğrencisiyken Sabah gazetesinde yayımlandı. Yazar, İzmir ve Makedonya’da görevliyken de çeşitli gazete ve dergilere öykü ve şiirlerini göndermeyi sürdürdü.
Ömer Seyfettin kendini tümüyle edebiyata vermek, yaşamını kalemiyle kazanmak amacıyla, devlet hesabına yaptığı öğreniminin karşılığını ödeyerek askerlikten ayrılmış ve Selanik’e yerleşmişti. Önceleri Yunus Nadi'nin başyazarlığını yürüttüğü Rumeli gazetesi ile dönemin edebiyat dergilerine öykü ve makaleler yazmaya başladı. Daha sonra arkadaşları Ali Canip (Yöntem) ve Ziya Gökalp’le birlikte Genç Kalemler dergisini çıkardı. Buradaki yazıları ve öyküleriyle dikkat çekti ve ünlendi. Derginin ilk sayısında yayımladığı “Yeni Lisan” adlı makalesinde savunduğu “ulusal edebiyatın ulusal dilden doğacağı, yazı diliyle konuşma dilinin birleştirilmesinin gerektiği ve Arapça, Farsça kelimelerin dilden atılması” gibi düşünceleri geniş bir çevrenin ilgisini çekti. Bu makale Milli Edebiyat Akımı’nın başlangıç bildirisi sayılır. Tutsaklığından sonra döndüğü İstanbul’da yazılarını Türk Sözü dergisinin başyazarı olarak sürdürdü. I. Dünya Savaşı yıllarında Ziya Gökalp’in çıkardığı Yeni Mecmuamda. yayımladığı öyküleri ününü daha da yaygınlaştırdı.
Ömer Seyfettin’in düşünsel yapısının biçimlenmesinde Osmanlı Devleti’nin içine girdiği gerileme ve çökme sürecinin önemli bir etkisi oldu. Öykülerinin konulan genellikle toplumsal yaşamdan alman olaylardır. Öykülerinde gerçekleri olduğu gibi göstermiş, döneminin sorunlarını yansıtmıştır. Yapıtlarında yer yer alaycı, süssüz ve yalın bir anlatım egemendir. Halk deyimleri ile halk fıkra ve masallarının önemli bir yer tuttuğu öykülerinde çoğunlukla çocukluk anılarını, halk inançlarını, tarihsel
olayları ve toplumun bozuk düzenini anlatır. 1909-13 arasında Makedonya’da iken yazdığı öykülerindeyse, temel konu Balkanlar’daki ulusal kurtuluş mücadeleleridir.
Çağdaş Türk öykücülüğünün doğuşuna büyük katkısı olan Ömer Seyfettin’in Ashâb-ı Kehfimiz (1918), Efruz Bey (1919) adlı romanları ve Harem (1918) adlı büyük öyküsü ölümünden önce kitap olarak yayımlandı. Öyküleriyse kitap olarak ölümünden sonra çeşitli yayınevlerince “toplu eserler” biçiminde yayımlandı. Gizli Mabet, Yüksek Ökçeler, Bahar ve Kelebekler, Bomba, İlk Düşen Ak, Mahçupluk İmtihanı bunlardan bazılarıdır.