Tunç Çağı
Tunç Çağı, insanoğlunun kültürel gelişimi içinde bakırı kullanmayı, daha sonra da tunçtan silah ve alet yapmayı öğrendiği bir zaman dilimidir. Taş Devri ile Demir Çağı arasında yer alır. İlk insan avcılıkla uğraştığı göçebe yaşamdan, tarım yapmaya başlayarak yerleşik yaşama geçtiği zaman, uygarlaşmaya doğru büyük bir adım attı. Artık güvenli yiyecek kaynağına sahip olan insan, yaşamını sürdürebilmek için av hayvanları, yabani meyveler ve kökler bulmak zorunda değildi. Eti ve sütü için sığırı evcilleştirdi. Sonra da tarlasını sürerken öküzü sabana bağlayabileceğini keşfetti.
İlk insanlar, bakırı eriterek işlemeyi öğrenince, alet yapımında taşın yanı sıra bu madenden de yararlanmaya başladılar. Bakır aletlerin ağaçtan ya da taştan yapılanlardan daha iyi olduğunu fark ettiler. Taşları yontarak ve yonga çıkararak alet yapmak oldukça zor bir işti. Eritilen bakır ise kalıplara dökülerek kolayca biçimlendirilebiliyordu. Bir taş alet kırıldığı zaman yapıştırılamıyor, ama bakır aletler onarılabiliyor ya da yeniden yapılabiliyordu. İnsanların taş aletlerin yanı sıra bakır aletler de yaptığı bu döneme Bakır Çağı ya da Kalkolitik Çağ adı verildi. Anadolu’da İÖ 5500 dolaylarında başlayan Bakır Çağı yaklaşık İÖ 3500’de sona erdi. Bir Bakır Çağı yerleşimi olan Batı Çatalhöyük’te bu dönemden kalma çeşitli buluntulara rastlanmıştır. Bu çağ, insanların yerleşik düzende tarım ve hayvancılık yaptıkları, çanak çömlek üretiminin yaygınlaştığı bir dönemdir. Bakırın kullanımıyla birlikte ticaret de artmıştır.
İÖ 3500 dolaylarında insanlar daha sert ve kullanışlı bir metal olan tuncu keşfetti. Bakır ve kalay alaşımı olan bu yeni metalin yaygınlaşmasıyla Tunç Çağı başladı.
Bakır ve kalay kıt olduğu için tunç pahalıya mal oluyordu. Başlangıçta yalnızca az sayıda varlıklı kişi tunç eşya ve alet edinebiliyordu. Uzun bir süre, çiftçiler ve zanaatkârlar ucuz taş aletler kullanmayı sürdürdüler. Ama metal eşyaya olan talep arttıkça insanlar bakır ve kalay aramaya başladılar ve tunç aletler daha çok kullanılır oldu.
Metal işçiliği ayrı bir uğraş durumuna geldi ve bazı kişiler bu alanda uzmanlaştı. Tarım yapmaya başladıklarında, insanlar kendi yaşamlarını sürdürmelerine yetecek miktarda daha fazla yiyecek üretebildiler. Böylece, tarımla uğraşmayıp metal işçiliğinde uzmanlaşan kişileri besleyebilecek bir ürün fazlası da oluştu. Bu zanaatkârlar kendilerine özgü gizemli büyü ayinleri olan bir sınıfa dönüştü. Bir topluluktan bir başkasına giderek ürettikleri metal eşyaları başka mallarla değiş tokuş ettiler.
Bu yeni yaşam biçiminde geniş insan toplulukları bir arada yaşayabiliyordu. Belirli yerlerde kentler kuruldu ve gelişti. Bu yerleşim yerlerinin ortak özelliği ırmak boylarında kurulmuş olmalarıydı. Buralarda akarsuların taşıdığı verimli topraklar tarıma elverişliydi. Ayrıca, ırmaklar topluluklar arasında ulaşımı da kolaylaştırıyordu.
Topluluklar halinde yaşamak insanlar arasında işbirliğini zorunlu kıldı. Tarım için yeterli yağmurun yağmadığı bölgelerde sulama gerekiyordu. Sulama topluluğun ortak sorunuydu ve işbirliği içinde çözümlenmesi gerekiyordu.
Zengin ve verimli topraklarıyla Dicle ve Fırat ırmakları arasında yer alan Mezopotamya böyle bir yerdi. Bölgedeki bataklıkları kurutmak ve suyu daha kurak yerlere götürmek için sulama kanalları gerekliydi. Mezopotamya topraklarında hurma ağaçları kendiliğinden yetişiyor, sularında bol balık bulunuyor ve yüksek sazlıklarda av hayvanları yaşıyordu. Taş ya da maden yoktu, ama ırmakların üzerinden ticaret yolları geçiyordu.
Bölgede büyük tapınakları olan kentler ortaya çıktı. Tapınakların çevresinde tahıl ambarları ile fırıncıların, içki yapımcılarının, dokumacıların ve kâtiplerin çalıştığı dükkânlar kuruldu. Üretilen ürünlerin denetimi tapınakların rahiplerince yürütüldü. Rahipler, kil tabletler üzerine çizdikleri, nesneleri simgeleyen kaba resimler ve işaretlerle hesapları tuttular. Günümüzden 6.000 yıl önce ortaya çıkan resimyazının Mezopotamya’da Sümerler tarafından kullanıldığı bilinmektedir. İÖ 3000’de bu işaretler resim olmaktan çıkıp
simgelere dönüşmüştü. Sümerler’in bu yazısına çiviyazısı adı verildi.
Mısır’da hiyeroglif adı verilen resimyazı kullanılırdı. Ama bu yazı Mezopotamya’da görülenden oldukça farklıydı. Mısırlılar bugün kullanılan takvimin öncüsü sayılabilecek bir takvim yaptılar. Nil taşkınlarını 50 yıl
boyunca izleyerek taşkınların her 365 günde bir ortaya çıktığına karar verdiler. Böylece, çiftçiler ekim için ne zaman hazır olmaları gerektiğini bilebiliyordu. Ama Mısırlılar bu takvimde küçük bir yanlışlık olduğunu fark
etmediler. (Günümüzde, her yıl ortaya çıkan altı saatlik fazlalığın yarattığı sorunu, dört yılda bir gün ekleyerek çözüyoruz.) Aradan uzun bir süre geçince, yaptıkları takvim Nil taşkınlarının kesin zamanını gösteremez oldu.
Daha sonra yıldızları inceleyen Mısırlılar bu yanlışı düzelttiler.
Hindistan’da İndus Irmağı ve kollarının yer aldığı vadide başka bir Tunç Çağı kültürü gelişti. Burada yaşayanlar Tunç Çağı’nda başka uygarlıkların evcilleştirdiği hayvanların yanı sıra fillerden yararlandılar. Aynı tahılları yetiştirdiler, buna belki pirinci de eklediler ve tunç yapmak için aynı bakır ve kalay bileşimini kullandılar.
İÖ 3500-1000 arasında Tunç Çağı’nı yaşayan Anadolu’da da benzer gelişmeler oldu. Metal işçiliği ve çanak çömlek yapımında önemli ilerlemeler görüldü. Tuncun yanı sıra altın ile gümüş de dövme ve döküm yöntemleriyle işlenmeye başlandı. Kurulan küçük krallıklar ve beylikler arasında ticaret gelişti ve mallar giderek daha uzak bölgelere ulaştırıldı.
Anadolu’da bakır, gümüş ve altın yatakları zengindi, ama kalay kolay bulunamıyordu. Bu nedenle Anadolu’daki kentler kalayı Asur kentleriyle ticaret yaparak elde ettiler. Böylece Mezopotamya’da bir süredir bilinen yazı Anadolu’da da öğrenildi.
Orta Anadolu’da Hititler, Batı Anadolu’da da Truva, Tunç Çağı kültürünün önemli örnekleridir.
Truva kentinde ilk büyük yerleşimin İÖ 3000’de kurulduğu sanılmaktadır. Bu kent Tunç Çağı boyunca çanak çömlek yapımında ve metal işçiliğinde Batı Anadolu’nun önemli merkezlerinden biri olmuştur. Truva’da bulunan metal alet, silah, takı ve kaplar ile altın ve gümüş eşyalar kentte metal işçiliğinin gelişkinliğini
göstermektedir. Tarım ve hayvancılığın yanı sıra ticaretin de halkın başlıca uğraşlarından olduğu düşünülmektedir. Ege Denizi kıyısındaki kentin coğrafi konumu ve burada yaşayanların Anadolu’da bulunmayan kalayı kullanarak tunç yapmaları bu kanıyı desteklemektedir.
Anadolu’da Bakır ve Tunç çağlarına ait buluntuların günümüze ulaşmış güzel örneklerinin elde edildiği bir başka eski yerleşim de Alacahöyük’tür. İÖ 3500-3000’e tarihlenen en alt kültür katı Bakır Çağı’ndan kalmadır.
Bakırın yeni yeni kullanıldığı bu dönemin buluntuları arasında çanak çömlek ve bakır eşyaların yanı sıra çok sayıda taş silah ve alete rastlanmıştır.
Bir üstte yer alan üçüncü kültür katı İÖ 3000-2000 arasına Tunç Çağı’nın ilk dönemlerine tarihlenir. Buluntulardan, bu dönemde Alaca’da güçlü bir prensliğin kurulduğu anlaşılmaktadır. Yapılan kazılarda bu döneme ait ünlü 13 kral mezarı ile altın, gümüş, tunç eşya ve takılar ortaya çıkarılmıştır. Daha sonraki iki kültür katında Hitit dönemi ile Hitit sonrası dönemden kalma çeşitli buluntular ele geçirilmiştir.
Kayseri ilinde, Karahöyük köyünün yakınlarındaki Kültepe Höyüğü’nde ele geçen buluntulardan, bu yerleşim yerinin de Tunç Çağı’nın önemli merkezlerinden biri olduğu anlaşılmıştır. Yapılan arkeolojik kazılar, Kültepe’nin Tunç Çağı’nın yanı sıra Demir Çağı, Helenistik dönem ile Roma döneminde de yerleşim yeri olarak kullanıldığını ve İS 4. yüzyılda terk edildiğini göstermektedir. Höyükte Tunç Çağı’nın çeşitli evrelerine ait
çanak çömlekler ve mezarlarda değerli metallerden yapılma takılar bulunmuştur.
Hititler döneminde Kaniş adıyla anılan Kültepe önemli bir yerleşim merkeziydi. Kaniş’in hemen yanında, Asurlular’ın kurduğu ticaret kolonisinin kalıntılarına da rastlanmıştır. Burada, çiviyazısı ile yazılmış, Anadolu’da bulunan ilk yazılı tabletler ele geçirilmiştir. Bu tabletlerden o dönemin toplumsal yapısına ve ekonomik işleyişine ilişkin birçok bilgi edinilmiştir. Asur ile çok yoğun ticaretin sürdürüldüğü bu dönemde Kültepe halkının birçok alanda Asurlular’dan etkilendiği görülmektedir.
Uzakdoğu’da, Çin’de Tunç Çağı İÖ 1800’lerde başladı. Her Tunç Çağı topluluğu yeni tür bir yaşamın merkezi oldu. Her birinin çevresinde başka kentler gelişti ve giderek daha uzağa, insanların hâlâ taş aletler kullandığı bölgelere ulaşıldı.
Yeni kentler eskilerinin kopyaları olmadı. İnsanlar yeni sanat ve becerileri kendilerine uyarladılar. Bazı topluluklar, verimli toprakları olan ve ulaşımı kolaylaştıran ırmak vadilerine yerleşerek orada kalmak yerine, denize döndü. İnsanlar Akdeniz boyunca birbiri ardı sıra ortaya çıkan kentlerden, adalara yayıldılar.
Kıbrıs bakır bakımından çok zengindi. Ege’de bulunan ve çok kıraç oldukları için tarım yapılamayan küçük adalarda bakır, obsidiyen ve mermer çıkarıldı. Daha uzakları araştıran serüvenciler Orta Avrupa’da, İrlanda’da ve İngiltere’de kalay ve bakır buldular. İnsanlar bu metalleri kullanmayı öğrendikçe, Avrupa da Tunç Çağı’na girdi. Anadolu ve Ege yöresinde Tunç Çağı İÖ 1200 dolaylarında, Deniz Kavimleri’nin bölgeyi istilası ile sona erdi.
İngiltere’de Tunç Çağı İÖ yaklaşık 2100’de başladı ve İÖ yaklaşık 500’e kadar 1.500 yıl boyunca sürdü. Metal işçiliğinin İngiltere’ye “Beaker halkı” olarak adlandırılan insanlarca getirildiği sanılıyor. İngiltere’nin güneyinde güçlü bir şeflik yönetimi oluşturan Beaker halkı, İngiltere ile kıta Avrupa’sı arasında sıkı ticaret bağları kurdu. Stonehenge gibi tapmaklarda kabile rahipleri ayinler düzenlediler ve yıldızlara bakarak kehanetlerde bulundular. Ölülerini tümsek biçiminde yığma mezarlara gömdüler. Onlarla birlikte, süs eşyaları ve yaşarken kullandıkları silahlar da gömüldü.
İÖ yaklaşık 1500’de Stonehenge’i yaratan örgütlenmenin çöktüğü sanılıyor. Bu dönemden sonra zengin mezarlar yoksullaştı ve giderek kayboldu. Tunç daha yaygınlaştı ve daha kullanışlı alet ve silahlar yapıldı. Tunç Çağı’nın son dönemlerinde insanların dinlerine daha az bağlı ve daha savaşçı oldukları görülmektedir. Bu dönemde tepelerde toprak setler ve hendeklerle savunulan büyük kaleler kurulmaya başlandı. Demir Çağı’nın belirgin özelliği olan bu kaleler Tunç Çağı’nın sonlarında ortaya çıktı. Sabanın basit bir biçiminin yaygın olarak uygulanmasıyla tarımda ileri doğru bir adım atıldı.