CAM VE CAMCILIK
Saydam, sert ve çok kırılgan bir madde olan camın günlük yaşantımızdaki varlığına öylesine alışmışızdır ki, bizim için ne kadar önemli ve yararlı olduğunu çoğu kez düşünmeyiz bile. Ama insanlar ilk kez kum ve külü birlikte ısıttıklarında, ortaya çıkan bu yeni ve değişik maddenin çok değerli bir gereç olduğunu fark etmekte gecikmediler. O çağlardan bu yana insanlar cam yapımı konusunda pek çok şey öğrendiler ve cama değişik biçimler vererek çok kullanışlı, birbirinden güzel cam eşya yapmanın yollarını buldular. Bu maddede önce camcılığın çağlar boyunca izlediği gelişme ve cam sanatının başlıca ürünleri anlatılacak, sonra cam yapımının teknik açıklaması ve günümüzde uygulanan yöntemler ele alınacaktır.
Eskiçağlarda cam altın kadar değerli bir maddeydi ve cam eşyayı yalnızca krallar ile soylular kullanabiliyordu. İÖ 2000 yıllarından kaldığı anlaşılan ilk cam nesneler, kötülüğe karşı bir tılsım olarak kullanılan boncuk, nazarlık gibi küçük şeylerdir. O çağlarda zümrüt, yakut gibi değerli taşlardan biri olarak görülen camın işlenmesi ve günlük yaşamda kullanılacak bir eşyaya dönüşmesi için aradan uzun zaman geçmesi gerekti. İÖ 1500’lerde önce Mezopotamyalılar, çok kısa bir süre sonra da Eski Mısırlılar mavi, yeşil, sarı, beyaz ya da kırmızı camdan küçük kaplar yapmayı başardılar.
Eski Mısırlılar değerli doğal taş görünümünde cam yapma geleneğini İÖ 4. yüzyıla kadar sürdürdüler. Bunun için camı renk renk boyayıp tel gibi inceltiyor sonra bu cam telleri yan yana getirerek cam çubuklar yapıyor ve bu çubukları dilim dilim keserek hepsi aynı desende olan yuvarlak cam halkaları elde ediyorlardı. Daha sonra bu cam dilimleri yan yana dizilip ısıtıldığında eriyerek kaynaşmış bir kütleye dönüşüyordu. Bu yöntemle elde edilen ve renk renk damarlı doğal taşları andıran kalın camları ya duvarları süslemek için kullanır ya da ısıtıp kalıba dökerek kâse yaparlardı. “Mozaik cam” denen bu cam işçiliğinin eskiçağdaki en büyük merkezi İskenderiye idi. Bazen renkli cam çubukların içindeki desenlere çiçek biçimi verilir, bu mozaik camdan yapılan kâselere de binçiçek (millefiori) denirdi.
Camcılık tarihinin en büyük dönüm noktası İÖ 1. yüzyılın ortalarında, büyük olasılıkla Suriyeliler’in “cam üfleme” tekniğini bulmasıdır. İleride ayrıntılarıyla anlatılacak olan bu yöntemle, erimiş sıcak cama istenen her biçim verilebiliyordu. Yumuşak camı işlemekte çok usta olan Suriyeliler yaptıkları cam kapları genellikle damar gibi ince çizgiler ve beneklerle süslerlerdi:
Roma Cam İşçiliği
İS yaklaşık 200 yıllarında, cam yapımındaki değişik yöntem ve üslupların kaynaştığı Roma İmparatorluğumun her yerinde tek tip cam yapımına başlandı. Dünyanın birçok yerinde büyük camcılık merkezlerinin kurulduğu o dönemde cam kullanımı öylesine yaygınlaştı ki, cam eşyanın egemenliği ancak 19. yüzyılda yeniden bu noktaya ulaşabilecekti. Romalılar zamanında yağ, şarap gibi sıvıları koymak için en çok şişe üretiliyor ve taşınırken yan yana dizildiğinde fazla yer kaplamaması için şişeler genellikle kare biçiminde yapılıyordu. Buna karşılık parfüm şişelerinde çok daha zengin bir biçim çeşitliliği görülür. Pencere camı ise yalnızca zenginlerin evlerine özgü bir lükstü. Çünkü cam hamurundaki istenmeyen katışkıları, daha doğrusu kumun içindeki mineralleri gidermek için gereken özel işlemler nedeniyle renksiz ve saydam camın maliyeti çok yüksekti. Bu yüzden günlük kullanım eşyası genellikle mavi, yeşil ya da kahverengi tonlarında renkli camlardan yapılırdı.
Romalı cam ustaları, bugün bilinen yöntemlerin çoğunu ve artık tarihe karışmış olan bazı eski teknikleri uygulayarak çok süslü cam eşya örnekleri yarattılar. Örneğin altın varakların (dövülerek çok ince katman haline getirilmiş altın yaprakların) üzerine desenler kazır, sonra bu desenleri iki cam levhanın arasına yerleştirerek sıkıştırırlardı. Ayrıca biri renkli (genellikle koyu mavi), öbürü beyaz iki ayrı camdan çift katlı kaplar yapar ve üstteki beyaz camı istedikleri desene göre kesip tıraşlayarak alttaki koyu renkli camın göründüğü güzel bezemeler elde ederlerdi. Bugün Londra’daki British Museum’da bulunan Portland Vazosu bu cam işçiliğinin en ünlü örneklerinden biridir. Romalılar’ın kesme camdan yaptıkları kadehler de büyük bir ustalık ürünüydü. Bu kadehlerin üzerinde, yalnızca bir ya da iki yerinden cama tutturulmuş, tümüyle kadehin dışına taşan çok zengin bezemeler bulunurdu.
Roma İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Almanya’da da ilk cam atölyeleri kurulmaya başladı. Ama bu atölyelerde üretilen cam eşya Romalılar’ınkinden çok değişik, oldukça basit biçimli ve cam hamurunun içindeki demir oksitler nedeniyle yeşil renkliydi.
İS 5. yüzyılda Roma İmparatorluğu yıkılınca, cam ustaları da yıkılan imparatorluğun hemen her yanma dağıldı. O dönemde Yakındoğu’da cam işçiliği gelişirken, Avrupa’da bütün ortaçağ boyunca yalnızca küçük cam atölyeleri bu sanatı sürdürdüler. Bu atölyelerin çoğu, eritme fırınları için gerekli odunu sağlayabilmek kaygısıyla genellikle büyük ormanların içinde kurulmuştu. 10. yüzyıldan başlayarak kilise pencerelerini süsleyen renk renk vitraylar da ilk kez bu küçük atölyelerdeki cam ustalarının elinden çıktı.
Hafif yeşilimsi camdan, kaba içki kadehlerinin yapımı yerel çeşitliliklerle 15. ve 16. yüzyıllara kadar sürüp giderken, o yüzyıllarda Venedik’te üretilen yeni bir cam. türü yavaş yavaş bütün Avrupa’ya yayılmaya başlıyordu.
Venedik Camı
Renksiz cam yapmanın sırrı Avrupalı cam ustalarına kadar ulaşamadan unutulup gitmişti. 13. yüzyıla doğru bu tekniği yeniden keşfeden Venedikli cam ustaları oldu. Böylece bu İtalyan kentinde giderek büyüyen bir cam sanayisi doğdu. Renksiz camlar bütün Avrupa’da öylesine değer kazanmıştı ki, sonunda İtalyanlar hem tekniklerini gizli tutmak, hem de yangın tehlikesini azaltmak için bu cam yapımevlerini Venedik yakınındaki Murano Adası’na taşıdılar. O yıllarda cam yapımcılarına soylulara tanınan bütün ayrıcalıklar tanınmış, ama Venedik’ten ayrılmaları kesinlikle yasaklanmıştı.
Venedik camı renksiz, duru, saydam ve son derece pahalıydı. Bu camdan üretilen eşyanın üstü de genellikle renkli boyalardan desenlerle bezeniyordu. Bunun için, öğütülerek toz haline getirilmiş cama boya karıştırılıp ısıtılıyor, böylece eriyen renkli karışım kabın yüzeyine yapışıyordu. Genellikle altın yaldızlı bir fon üzerine uygulanan bu “mine işi” ya da emaye boyalar üstelik kolay kolay dökülmüyordu. Venedikli ustalar ayrıca renkli cam yapmayı da biliyor, zümrüt yeşili ya da erguvan rengindeki bu zarif camları mine işiyle süslüyorlardı. 15. ve 16. yüzyılda Venedikli ustaların elinden çıkan en değerli cam eşya arasında kadehler, kâseler ve büyük sürahiler ağırlıktadır.
Venedik camının belki de en büyük üstünlüğü, çok çabuk sertleşmesine karşılık kolayca biçimlendirilebilmesiydi. 16. yüzyılın ustaları da Venedik camının bu özelliğinden yararlanarak çok ince ve zarif yapıtlar ürettiler. Saydam camın içine bazen mat beyaz, bazen renkli, incecik cam çubukları gömerek dantel görünümünde damarlı desenler yapmayı başardılar.
Ne var ki, bu ustalar cezalandırılma tehlikesini göze alarak zamanla Avrupa’nın her yanma dağıldılar ve bütün birikimlerini gittikleri yerlere götürdüler. Böylece 17. yüzyıldan başlayarak A vrupa’nın birçok yerinde, özellikle Normandiya, İspanya, Bohemya, Anvers ve Liege çevresinde Venedik camı üretimine geçildi ve sonunda Venedik kenti bir camcılık merkezi olarak eski önemini yitirmeye başladı.
Kesme ve Kristal Cam
17. yüzyılın sonlarına doğru ince ve kırılgan Venedik camı yavaş yavaş alıcıların gözünden düşmeye başlamış, İngiltere, Almanya ve Bohemya’da üretilen sağlam ve kalın camlar daha çok aranır olmuştu. Özellikle Bohemyalı ustaların yaptığı saydam ve kalın camlar çarkla keserek bezemeye çok elverişliydi. Bu teknikte, hızla dönen metal bir çarkın keskin kenarı camın yüzeyine sürtülerek istenen kesme desenler cama işlenebiliyordu. Oysa böyle bir çarkta işlenemeyecek kadar kırılgan olan ince Venedik camlarındaki oyma desenler ancak elmas uçlu kalemlerle yapılabiliyordu.
İngiltere’de George Ravenscroft adında bir cam yapımcısı, uzun denemelerden sonra 1676’da sağlam bir cam üretmeyi başardı. Kurşun camı adıyla bilinen bu çok ağır ve parlak cam Venedik camından daha duru, kesilmesi de daha kolaydı. İlk yıllarda bu camdan kalın ayaklı, ağır ve hantal kadehler yapıldı. Ama sonradan cam eşyayı ağırlığına göre vergilendirme yasası konulunca kadehler giderek hafifledi. Kurşun camından yapılan bu görece hafif kadehlerin üstü altın yaldızla, mine işiyle ya da oyma yöntemiyle bezenir, bazen ayaklarında hava kabarcıklarından ya da mat camdan oluşan sarmal damarlar bulunurdu. Gene de bu parlak İngiliz camı için en uygun bezeme kesme yöntemiydi. Bu teknikte camın dış yüzü tıpkı bir elması tıraşlar gibi çok sayıda küçük düz yüzey (faseta) oluşacak biçimde kesilir; böylece üzerine ışık vurduğu zaman kesme cam doğal bir mineral kristali gibi ışıltılar saçar. Günümüzde, kesme ve oyma işçiliğiyle bezenmiş çok değişik nitelikteki parlak, renksiz bütün cam eşyaya kristal denirse de, gerçek ve en değerli kristal eşya Ravenscroft’un geliştirdiği kurşun camından yapılanıdır. 18. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere ile İrlanda’da çok yaygınlaşan ve Avrupa’da geniş bir alıcı kitlesi bulan kesme kristal cam, 19. yüzyılın ortalarına doğru çağın genel beğenisine uyarak yerini başka yöntemlerle bezenmiş yeni camlara bıraktı.
19. yüzyılda çok tutulan iki yeni cam işçiliği j bu alanda henüz bir yüzyıllık geçmişi olan ABD’de doğdu. Bunlardan biri, 1825’te Massachusetts’teki Sandwich’te bir cam atölyesi kuran Deming Jarves’in geliştirdiği presle kalıplanmış cam tekniğiydi. İkincisi de, Art Nouveau (Yeni Sanat) Akımı’nın ABD’deki öncülerinden Louis Comfort Tiffany’nin 1880’lerde yaptığı, metal parlaklığındaki renkli camlardı. “Favrile” adıyla bilinen ve A rt Nouveau üslubundaki kıvrak, dalgalı çizgilerle bezenmiş olan bu parlak yüzeyli cam özellikle abajur ve vazo yapımında kullanıldı. New York eyaletindeki Corning’de kurulan Steuben Glassworks’un son derece katışıksız hammaddeden ürettiği çok duru cam eşya ise, ABD’deki camcılığın 20. yüzyıldaki en iyi örneklerindendir.
Türk Cam İşçiliği
Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan ve Türk dönemine tarihlendirilen en eski cam işleri Artuklu ve Selçuklu camlarıdır. Diyarbakır’daki Artuklu Sarayı’nda birinin üzerine ejder figürü işlenmiş mozaik cam küpler bulunmuştur. Konya’daki Kubadâbad Sarayı kazılarında da Anadolu Selçuklularından kalma, “filgözü” denen bombeli ve yuvarlak pencere camları ile kadeh, tabak gibi renkli cam eşya çıkarılmıştır. Üfleme yöntemiyle yapılmış olan bu cam eşyanın üstü altın yaldız ve mine işi desenlerle bezelidir.
Osmanlı döneminde de gelişmiş bir cam sanayisinin var olduğu çeşitli belgelerden ve elyazması kitaplardaki minyatürlerden anlaşılmaktadır. Topkapı Sarayı’nda bulunan ve III. Murad dönemine ait olan Surname-i Hümayun’daki minyatürlerde cam üfleyen ustaların geçişi resmedilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet eliyle desteklenen cam işçiliğinin merkezi İstanbul’ du ve bu atölyeler Eğrikapı, Tekfur Sarayı gibi belirli yerlerde toplanmıştı. 18: yüzyılda, III. Mustafa zamanında bütün şişe ve cam atölyeleri Tekfur Sarayı içine alındı. Bu atölyelerde kullanılan beyaz kumun Yedikule yakınlarındaki Kumboğazı’ndan getirildiği sanılmaktadır.
Osmanlı cam işçiliği 19. yüzyılda büyük bir canlanma göstererek en parlak dönemlerinden birini yaşadı. Bu gelişmenin başlıca odağı Beykoz atölyelerinin kuruluşudur. Bu atölyelerden ilkini, Venedik’te opal cam yapım tekniğini öğrenerek İstanbul’a dönen Mevlevi dervişi Mehmed D ede’nin III. Selim zamanında açtığı sanılıyor. Beykoz atölyelerinde üretilen gülabdan, ibrik, laledan, şekerlik, kâse, tabak, sürahi gibi cam eşya renkli, renksiz ya da opal camdan üfleme tekniğiyle yapılmış, kesme, yaldızlama ve mine işiyle bezenmişti. Bu atölyelerin en güzel ürünleri arasında, gene renksiz, renkli ve opal cam karışımından yapılan çizgili desenli çeşmibülbüller sayılabilir. Farsça’da “bülbül gözü” anlamına gelen çeşmibülbül adının nereden kaynaklandığı tam olarak bilinmiyor. Belki camın içindeki çizgiler bülbülün gözündeki harelere benzetilmişti, belki de atölyenin bulunduğu mahallenin adı çeşmibülbüldü. Bu yapım tekniğinde renkli ve beyaz opal çubuklar saydam cama gömülür, böylece düz ya da sarmal çizgili çok zarif desenler elde edilirdi. Çeşmibülbül yapımında, üfleme piposu denen ve içi oyuk olan ince bir çubuk önce erimiş haldeki renksiz cama daldırılır ve çevrilerek ucunda yeterince cam toplanır. Potadan çıkarılan bu sıcak cam dışarıda biçimlendirilir ve içinde renkli cam çubukların dizili olduğu kalıba batırılıp üflenerek çubukların sıcak cama yapışması sağlanır. Daha sonra pipo yeniden potaya daldırılıp renkli çubukların üzerine renksiz cam sarılır ve pipo döndürülerek yeniden üflenir. Böylece renkli çubuklar saydam ve renksiz iki cam katmanı arasında kalmış olur.
Osmanlı cam sanayisindeki son girişim Saul Modiano adlı bir Musevi’nin 1899’da Paşabahçe’de bir cam fabrikası kurmasıdır. Avrupa’dan ithal edilen camların rekabeti karşısında uzun süre dayanamayarak kapatılan bu fabrikayı, 1935’te gene Paşabahçe’de kurulan, Cumhuriyet döneminin ilk cam fabrikası izledi. Üretiminde çağdaş modellerin yanı sıra çeşmibülbül gibi eski cam işçiliğinden örneklere de yer veren bu fabrikanın ürünleri Türkiye için önemli bir döviz kaynağıdır. Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları AŞ ayrıca 1961 ’de Çayırova, 1969’da Topkapı, 1-980’de Sinop, 1981’de Trakya, 1984’te Kırıkkale cam fabrikalarını kurarak üretimini çeşitlendirmiştir.
Cam Nasıl Yapılır
Mezopotamyalılar ile Eski Mısırlılar kum ve kül karışımının birlikte ısıtıldığında sert, saydam ve kırılgan bir maddeye dönüştüğünü fark etmişlerdi. Bu yöntemle camın oluşabilmesi için, kuma karıştırdıkları külde çok bol miktarda soda (sodyum karbonat) ya da potas (potasyum karbonat) bulunması gerekir; bu külleri büyük olasılıkla bazı deniz bitkilerini yakarak elde etmişlerdi. Tarihin bu ilk “cam yapımcıları” çok geçmeden, camın sıcakken kolayca biçimlendirilebilecek kadar yumuşak ve akıcı bir madde olduğunu, soğuduğunda ise toz halinde öğütülebilecek kadar sertleştiğini anladılar. İÖ 1500’lerde, sıcak camı ip gibi incelterek çamurdan bir kalıbın çevresine dolamayı ve birbirine kaynaşan cam ipler sertleşince bu kalıbı kırıp çıkararak değişik biçimlerde kaplar'yapmayı öğrendiler. Suriyeli cam ustalarının bulduğu üfleme tekniği ise camcılık tarihinde çok ileri bir adımdı. Bu ustalar, çamurdan bir kalıbın çevresine camı ip gibi sarmaktansa, içi boş bir demir çubuğun ucunu sıcak cam kütlesine batırıyor ve delikten üfleyerek camı balon gibi şişirebiliyorlardı.
Yüzlerce yıl önce cam yapımında kullanılan temel hammaddeler neyse bugün de hemen hemen aynıdır. Yalnız bugün, eklenen her maddenin cama ne gibi özellikler kazandıracağı biliniyor ve hammaddelerin türünde ya da oranında küçük değişiklikler yapılarak çok değişik nitelikte camlar üretilebiliyor. Camın değişmeyen temel maddesi silisli, yani silisyum dioksitli kumdur. Bu kuma katılan öbür maddelerin niteliğine göre soda camı, potas camı ya da kurşun camı diye adlandırılan değişik cam türleri yapılabilir. Günümüzde üretilen camların çoğu kum, soda (sodyum karbonat) ve kireçtaşından (kalsiyum karbonat) oluşan soda camıdır. El yapımı zarif kristal eşya ve sofra takımlarının, mercek, prizma gibi optik camların yapımında ise kum, kurşun oksit ve potastan (potasyum karbonat) oluşan kurşun camı kullanılır. Mutfak ve laboratuvarlarda kullanılan, payreks ticari adıyla tanıdığımız ateşe dayanıklı borosilikat camları da kum, soda ve borakstan üretilir.
Cam yapımında ilk adım, hammadde karışımını içindeki bütün maddeler eriyip birbiriyle kaynaşıncaya kadar ısıtmaktır. Eskiçağlarda bu eritme işi, odun ocaklarının üzerine oturtulan kil kaplarda yapılırdı. Oysa bugün genellikle mazot, gaz ya da elektrikle ısıtılan özel eritme fırınları kullanılır. Hammaddelerin oranına göre 1300°C ile 1500°C arasında ısıtılan karışım eridiği zaman macun kıvamında bir cam hamuruna dönüşür. Bu sıcak hamura istenen biçim verildikten sonra, camın soğurken gerilerek kopmasını ya da kırılmasını önlemek için yavaş yavaş soğutulması, yani tavlanması gerekir. Tavlama fırını uzun bir tünel biçimindedir; cam eşya bu tünelden geçirilirken sıcaklık derece derece, öylesine yavaş düşürülür ki, camın soğuması açık havada kendi kendine soğumasından çok daha uzun bir süre alır.
19. yüzyılın sonlarına kadar hemen her çeşit cam eşya el işçiliğiyle üretilirdi. Oysa bugün, bazı özel parçalar dışında, bütün cam işleri çok hızlı makinelerde seri üretimle yapılır. Ama her iki yöntemde de model tasarımı çok önemlidir. El işçiliğinde cam ustası modeli önceden tasarlamış olsa bile yapım sırasında değiştirebilir. Makine üretiminde ise model tasarımı mutlaka önceden yapılır ve üretim sırasında değiştirme şansı yoktur.
Biçim Verme ve Bezeme
Camı üfleme yöntemiyle biçimlendirmede, üfleme ustası demirden yapılmış ince uzun ve içi boş bir boru olan üfleme piposunu ya da çubuğunu potadaki sıcak cama daldırarak, piponun ucuyla gerektiği kadar erimiş cam alır. Bu camı önce demirden bir masanın üzerinde yuvarlayarak küre biçimine getirir. Sonra bir yandan ağız deliğinden üflerken bir yandan da pipoyu kendi ekseni çevresinde döndürerek, ucunda şişen cam balona istediği biçimi verir.
Bu yöntemle yapılan cam eşya tavlandıktan sonra, genellikle, üzerine aşındırıcı toz kaplanmış metal bir çarka tutularak kesme tekniğiyle bezenir. Bazen de kum püskürterek, asit banyosuna daldırarak ya da çok sert ve sivri uçlu bir kalemle oyarak üzerine istenen desenler işlenir.
Erimiş camı, istenen biçim ve büyüklükteki bir kalıbın içine üflemenin çok daha kolay bir yöntem olduğu Romalılar zamanından beri biliniyordu. 19. yüzyılın ortalarından başlayarak şişe ve kavanoz yapımını daha da kolaylaştırmak için birçok makine tasarımı geliştirildi. Günümüzde hemen hemen bütün şişe ve kavanozlar otomatik makinelerde üretilir. Bir kalıbın içine akıtılan erimiş cama basınçlı hava uygulandığında cam kolayca kalıbın biçimini alır. Aynı yöntem cam boruların, su, şarap ve çay bardaklarının yapımında da kullanılır. Bugün dakikada 1.000 elektrik ampulü üretebilecek kadar hızlı çalışan makineler vardır.
Tabak, kâse, fırın tepsisi gibi geniş ağızlı cam mutfak kapları ise genellikle presleme yöntemiyle biçimlendirilir. Bu makinelerde biri kabın dışını, öbürü içini biçimlendirecek olan iki ayrı kalıp vardır. Bazı kapların iki yarısı ayrı ayrı kalıplanır, sonra sıcakken birleştirilir.
Düz Cam
Düz cam ya da pencere camı eskiden elle yapılır ve iki ayrı yöntem uygulanırdı. Bunlardan ilki, 3-4 kilogramlık erimiş bir cam kütlesini bir çubuğun ucuna takıp, yaklaşık 1,5 metre çapında yuvarlak bir “tepsi” haline gelinceye kadar hızla döndürmeye dayanıyordu. Crown yöntemi denen bu teknik gerçekten büyük bir dayanıklılık ve beceri gerektiriyordu. Çünkü ustanın eli kayşa ya da döndürme hızı bir an için bile değişse cam düzgün bir yuvarlak olmaktan çıkıyordu. Böyle bir aksilik olmazsa, dairesel cam levha soğuduktan ve ortasındaki demir çubuk çıkarıldıktan sonra istenen boyutlarda kesiliyordu. Ama camın tam ortasında, çubuğun bıraktığı yuvarlak bir iz her zaman kalıyordu.
Bu yöntemle üretilen cam sertleşmeden önce hiçbir yüzeye değmediği için çok pürüzsüz oluyordu; ama dairesel levhadan ancak küçük boyutlarda düz cam kesilebiliyor, üstelik ortadaki çubuk izi kalın ve mat olduğu için kesip çıkarmak gerekiyordu. Bu yüzden, nitelikli crown camı özellikle mercek, prizma gibi optik camların yapımında kullanıldı.
Silindir yöntemi denen öbür geleneksel yöntem daha büyük, en az 1 m2,lik düz cam üretmeye elverişliydi. Bu yöntemde, cam üflenerek önce bir balon oluşturulur, sonra yassıltılarak büyük bir silindire dönüştürülür. Uçları kesilip ayrılan silindir soğumaya bırakılır; sonra yan kenarı boylamasına kesilip açılarak özel bir fırında yeniden ısıtılır ve pürüzsüz bir yüzeye yayılarak iyice düzleştirilir. Bu yöntemin 1930’larda makinelerle uygulanmaya başlaması 450 kg ağırlığında ve 12 metre uzunluğunda silindirlerin yapılmasına olanak verdi. Silindir yöntemiyle üretilen levha cam''ların yüzeyi çok pürüzsüzdür; ama genellikle lunaparklardaki devaynaları gibi görüntüyü biraz çarpıtır.
19. yüzyıldan başlayarak, hem görüntüyü çarpıtmayan hem yüzeyi pürüzsüz olan büyük boyutlarda düz cam üretmek için çok çeşitli yöntemler denendi. Bunlardan özellikle ikisi, düşey çekme yöntemi ile haddeleme yöntemi, yerlerini yeni bir üretim tekniğine bırakıncaya kadar çok uzun yıllar uygulanmıştır.
Düşey çekme yönteminde, demirden bir çubuk erimiş cam havuzuna daldırılarak yukarı çekilirken, çubuğa yapışmış olan cam eriyiği süzülerek aşağıya doğru akar. Bu arada soğuyarak sertleştiği için düşey bir cam katmanı oluşur. Tavlama kulesine doğru çekilerek döner merdanelerin arasına giren cam katmanı istendiği kadar inceltilip tavlandıktan sonra kesme bölümüne gider ve istenen boyutlarda kesilir. Bu yöntemle elde edilen düz cam pürüzsüzdür, ama genellikle görüntüyü çarpıtır.
Haddeleme yönteminde ise sıcak cam önce eğimli bir tablaya dökülür, sonra merdanelerin arasından geçirilerek istenen kalınlığa getirilir. Ama sıcakken tablaya ve merdanelere sürtündüğü için yüzeyi oldukça pürüzlüdür. Bu nedenle üretimin son aşamasında taşlanıp perdahlanması gerekir. Bu yöntemle üretilen camlara, bir tablaya döküldüğü için dökme cam, merdanelerin arasından geçirildiği için de haddelenmiş cam denir. Banyo penceresi ya da duş kabini camları gibi saydam olması gerekmeyen, hatta yüzeyinin özellikle pürüzlü ya da desenli olması istenen camların yapımında haddeleme yöntemi bugün de sık sık uygulanır. Camın yüzeyine özel bir desen vermek istendiğinde, bu deseni merdanelerden birinin üstüne oymak yeterlidir. Ayrıca, aralarına ince bir tel örgü yerleştirilmiş iki cam levhayı merdanelerden aynı anda geçirerek telli güvenlik camları da yapılabilir. 1950’lerde İngiltere’de geliştirilen “yüzdürme cam yöntemi” bütün bu yöntemlerin sakıncalarını giderdiği için son yıllarda öbür üretim tekniklerinin yerini almıştır. Çünkü bu teknikle üretilen cam hem görüntüyü çarpıtmaz, hem de yüzeyi levha cam kadar pürüzsüz olduğu için ayrıca taşlama ve perdahlama gerektirmez.
Yüzdürme tekniğine bu üstünlüğü sağlayan erimiş kalay banyosudur. Çok yüksek sıcaklıkta eritilen cam hamuru bu kalay banyosuna akıtılır. Bu banyonun yüzeyinde sürekli bir şerit halinde akarak yüzerken, camın içindeki katışkılardan kaynaklanan bütün pürüzler de eriyerek yok olur. Eriyik halindeki kalayın yüzeyi son derece düzgün olduğu için, yüzen cam da çok düzgün bir katman oluşturur. Bu arada banyonun sıcaklığı yavaş yavaş düşürülür ve cam iyice soğuduktan sonra tavlanarak istenen boyutlarda kesilir. Özellikle vitrin, pencere ve ayna camı gibi çok büyük boyutlu cam levhaların ve görüntüyü çarpıtmaması gereken bütün özel camların yapımında en ekonomik yol yüzdürme yöntemidir.
20. yüzyılda yalnızca sanayi ve bilim alanında değil günlük yaşamda da cam kullanımı çok büyük ölçüde arttığı için çok değişik amaçlara yönelik yeni cam türleri geliştirilmiştir. Darbeye dayanıklı kırılmaz camlar, çok yüksek sıcaklıklarda bile erimeyen ateşe dayanıklı camlar, cıva ve sodyum gibi çok aktif elementlerle bile kimyasal tepkimeye girmeyen özel camlar, gözleri güneş ışınlarının zararlı etkilerinden koruyan polaroit gözlük camları cam teknolojisinin sunduğu yeni olanaklardan yalnızca birkaçıdır.