Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Eğitim

  • Okunma : 1163

EğitimBir çocuk ya da bir erişkinin herhangi bir alanda yetiştirilmesi. Tarih boyunca toplumlar, mal ve hizmet üretilmesi için, dünyalarına etkin ve yaratıcı bir tepki gösterebilmek için, meraklarını ve estetik itkilerini tatmin etmek için, üyelerini eğitmeye çalışmışlardır. Bu amaçlardan herhangi birine ulaşabilmek için, insanlara bilgi ve sistemli düşünme yeteneği gereklidir.

EĞİTİMİN TARİHÇESİ

İnsanlık tarihi boyunca eğitim, iki biçimde görülmüştür. Düzenli eğitim; düzenli olmayan eğitim. Önde gelen filozoflar, zihinsel çalışmanın ve somut deneyim kazanmanın da eğitimsel değerini kabul etmişlerdir. Toplumların çoğu, üyelerinin davranışlarını standartlaştırmak istemiş, başvurdukları eğitim biçimlerinden biri gençlerin yetişkinliğe hazırlanması olmuştur. Bu yüzden de çoğunda çıraklık sistemleri oluşmuş, gençler çıraklıkta belirli bir grubun görüş ve davranışlarını taklit etmeyi öğrenmişlerdir. Düşünce okullarında, dinsel kuruluşlarda, manastırlarda, vb. örgütlenmelerde de, öğretmenler istenilen kanıları, bilgiyi ve davranışı oluşturmak için çalışmışlardır. Buddha, Konfüçyus, Pythagoras, İsa, Musa, Hazreti Muhammed ve Karl Marx gibi felsefi ve dinsel önderler, zorunlu olmayan örgütlenmeler yoluyla yandaşlarını eğitmişlerdir.

Eski Çağ'da eğitim: Yakındoğu. İ.Ö. III. bin yıldan başlayarak Mısır'da ve Sümerlerde eğitimin nasıl olduğu, arkeoloji buluntuları sayesinde bilinmektedir: Gençler din adamı, memur, eğitimci ve siyasal yönetici olmaları için seçilip, yazı yazma, matematik, astronomi, mimarlık ve devlet yönetimiyle ilgili bilgileri tapınaklardaki okullarda, din adamlarından öğreniyorlardı; bu din adamları aynı zamanda eğitimi denetliyorlardı.

İbranilerde eğitim, Tevrat'ın incelenmesi,içerdiği öğreti ve ilkelerin benimsenmesi konusunda yoğunlaşmıştı. Tevrat, Lut gölü el yazmaları gibi belgeler sayesinde, eski Filistin'deki eğitim konusunda çok daha fazla bilgi edinilmiştir. Bir Yahudi kastı olan Leviler, başlangıç döneminde tapınaklarda hizmet vermiş ve yasaları öğretmişlerdir. Daha sonra, önceleri hattat, bir süre sonra da haham diye adlandırılan bilginler, sinagoglarda ders vermişlerdir. Ama İbrani toplumunda, çocukların eğitiminden büyük ölçüde sorumlu olanlar aslında ana-babalardı.

Çin ve Hindistan. Çin'de Eski Çağ'da kültürü yönlendirenler, çeşitli krallıklardaki sarayların çevresinde toplanmışlardı. Çinli tarihçiler, İ.Ö. 1000 dolaylarında bu saraylarda "yüz düşünce okulu"nun ortaya çıktığını yazmışlardır. İ.Ö. yaklaşık 600 yılına kadar, düzenli eğitim yalnızca hükümdarlara ve soylulara verilmiş, daha sonraysa devlet görevlileri ve varlıklı sınıflar arasında yaygınlaşmıştır. İ.Ö. 400 dolaylarında büyük ölçüde evlerde yürütülen eğitimi, dört düşünce okulu biçimlendirmiştir: Konfüçyüsçülük, taoculuk, moculuk ve yasacılık ("yasalar okulu").

Han sülalesi döneminde (İ.Ö. 202 - İ.S. 220) konfüçyüsçülüğün ağır basmasıyla, eğitime ve zihinsel etkinliklere olan ilgi de hızla artmış, İ. S. 124'te devlet hizmetine girmek isteyenleri eğitmek amacıyla bir yüksek okul kurulmuştur: Adaylar, Çin'de XX. yy'a kadar geçerli olacak sıkı bir seçme sisteminden geçiriliyorlardı. Buddhacılık ve taoculuk da, Çin'de önemli eğitim güçleri olmuşlardır.

Hindistan'daki eski toplumlar İ.Ö. 2000 - İ.Ö. 1500 arasında büyük ölçüde Ari toplulukların egemenliğine girmişler, Ariler, toplumu kastlara ayıran kutsal yazılar olan Veda'ları geliştirmişlerdir. Hinduluğun ayrılmaz bir parçası olan kast sisteminde, kişinin toplumsal işlevi babadan oğula geçmekteydi; kişi yalnızca biçimsel öğretim ve çıraklıkla bazı şeyleri öğrenmek değil, aynı zamanda ahlâk kuralları yoluyla başka şeyleri de öğrenmemek zorundaydı. Savaşçılar kastının üyesi olan prens Siddhartha Gautama (İ.Ö. yaklaşık 560-480) ya da Buddha, manevi bir yaşam aramış ve buddhacılık adıyla tanınan temel kuralları geliştirmiştir. İ.Ö. III. yy'da öğrencileri, Hindistan'ın her yanını büyük ölçüde etkilemişler, İ.S.I. yy. ile VII. yy. arasında da buddhacılık Tibet, Çin, Japonya ve Güneydoğu Asya'da önde gelen din ve eğitim güçlerinden biri olmuştur.

Eski Yunanistan ve Roma. Eski Yunanistan'da toplumsal değerleri aktarmanın çeşitli yollan vardı. İlyada ve Odysseia adlı epik şiirlerde, fetihte bulunmaya, hükümdarlık etmeye hazırlanan kişilerin ideal davranış biçimleri betimlenmiştir. Miletoslu Thales, dinsel yönelimli bir inanç sistemi kuran Sisamlı Pythagoras ve siyaset ile ekonominin altını çizen devlet adamı Solon gibi öğretmenlerin çevresinde, düşünce okulları oluşmuştur.

Isparta'da erkek çocuklar, özellikle savaş sanatına yönelik olarak eğitilmişler, özel vasiler de akademik bilgiler öğretmişlerdir. Öbür Yunan site-devletlerindeyse, erkek çocuklar askerî eğitime başlamadan önce genel bir eğitim görmüşler, özellikle Atmalılar eksiksiz birey yetiştirmeye önem vermişler, ana-babalar çocuklarına geniş bir konular yelpazesini öğretmeleri için öğretmenlere başvurmuşlardı.

V. yy. Atinasinda ücret karşılığı ders veren öğretmenler olan sofistler, eşitimin bir açığını kapamışlardır. Matematik, siyaset, ahlâk ve metafizik dersleri veren filozof ve belagatçi Protagoras ile öbür sofistler, özellikle devlet adamları için önemli bir konu olan belagat dersleri vermişlerdir. Atinalı büyük filozof Sokrates, sofistlerden bir adım ileri giderek, öğrencileriyle ahlâk ve siyaset konularında söyleşiler (diyaloglar) yapmış ve bunun karşılığında ücret istememiştir.

Sokrates'in öğrencisi Eflatun'un İ.Ö 387'ye doğru kurduğu Akademi, tanınmış bilginlerin öğrencileriyle birlikte ciddi araştırmalar yaptıklar yer olarak kabul edilirse, ilk üniversitelerden biri sayılabilir. Bu tip bir başka üniversite de İ.Ö. 335'te Aristoteles'in kurduğu Lykeion'dur ("lise"). Eflatun ve Aristoteles'in felsefeleri pek çok yüzyıl boyunca eğitici düşünceye egemen olmuşlardır ve günümüzün eğitimini de belirli bir ölçüde etkilemişlerdir.

Birçok Romalı önder de eğitim görmek için Yunanistan'a gitmişler, ayrıca İ.Ö. III. yy'ın ortasından sonra, Roma'da Yunan okulları örnek alınarak okullar kurulmuştur. Roma'da mühendislik, mimarlık ve hukuk dersleri veren öğretmenler de yetişmiştir. Romalılarda erkek çocuklar edebiyatın, dilbilimin, astronominin, geometrinin, müziğin, mantığın, tarihin ve felsefenin öğrenilmesini de içeren genel bir eğitimden geçirilmişlerdir (kızlarsa yalnızca bir ilk eğitim görmekteydiler).

Eski Yunan ve Roma eğitimlerinin Batı kültürü üstünde güçlü ve uzun süreli bir etkisi olmuştur. Tıp alanında Sakız adasında Hippokrates'in öncülüğünde araştırmaya yönelik bir okul oluşturulmuş, onu çok daha sonra Romalı hekim Galenus izlemiş ve uzun yüzyıllar boyunca Hippokrates ile Galenus'un tıbbı, Batı'nın en ileri tıp bilimi olarak kalmıştır. Sokrates'in belagat okuluysa, Quintilianus gibi Romalılara örnek olmuş ve insan doğasının incelenmesini uzun süre etkilemiştir.

İlk hıristiyanlar arasında hem dinsel hem de dünyasal bir eğitim uygulanmıştır. Hıristiyanlar da, birlikte yaşadıkları Yunanlılar ve Romalılarla aynı klasik dünyasal öğretimi görmüşlerdir. İlk hıristiyanlıkta geliştirilen tanrı bilimler ile klasik felsefeler ve tek tanrılı olmayan dinler arasında sıkı bağlar vardır.

Orta Çağ'da, 600 -1400 arasında eğitim: İ.S. 476'da Batı Roma İmparatorluğu'nun çökmesinden sonra, Doğu Roma imparatorluğu bir zihinsel etkinlik ve eğitim merkezi olmayı sürdürmüştür. Klasik Yunan ve Latin edebiyat, felsefe ve bilim metinleri ve gelenekleri Bizans'ta korunmuş, bu konuların öğretilmesi eğitimin temelini oluşturmuştur. İlk Bizans eğitimcilerinin önde gelenlerinden Martianus Capella, De Nuptiis Philologiae et Mercurii (V. yy. ortaları) adlı kitabında, bilgiyi iki alana ayırmıştır: "Trivium" (dilbilgisi, mantık ve retorik); "quadrivium" (aritmetik, astronomi, geometri ve müzik); bunlar günümüzde de "yedi liberal sanat" sayılmaktadırlar. Ayrıca günümüzün hukuk bilginleri de, imparator İustinianus'un Roma hukuku derlemesi olan Corpus Juris Civilis'i (Medeni Hukuk, 529-35) okumaktadırlar. Batı Avrupa. Batı Roma'nın yıkılışından Karolenj İmparatorluğu'nun gelişmesine (yaklaşık 770) kadar uzanan "Karanlık Çağlar"da, Batı Avrupa'da eğitim aşağı yukarı durma noktasına gelmiştir: Bu dönemde düzenli eğitim, dinsel nitelikteydi ve manastırlarda, özellikle de İrlanda ve Kuzey İngiltere'de yapılıyordu. Ama Charlemagne, bütün Germen halklarını kapsayacak büyük bir hıristiyan imparatorluğu kurmak amacıyla, eğitimi desteklemiş, York'taki (İngiltere) büyük katedral okulunun başkanı Alcuin'i bir saray okulu kurması için Aachen'a çağırmış (yaklaşık 781), Alcuin'in kurduğu saray okulu, Charlemagne imparatorluğundaki öbür eğitim merkezlerine bir model olmuştur.

Orta Çağ'ın başlarındaki Avrupa'da, savaş konusunda beceri kazanmış olan soylular, eğitimin bazı yanlarını denetimleri altında tutmuşlardır. Doruk noktasına XIII. yy'da ulaşan şövalyelik sisteminde, genç bir erkek önce nedimlik yapıyor, sonra bir şövalyenin hizmetinde çalışıyor, ancak ondan sonra şövalye olabiliyordu. Böyle bir gencin ahlâk kurallarını,"saray adabı"nı öğrenmek için de Roland Çevrimi ya da Kral Arthur Çevrimi gibi destan çevrimlerini öğrenmesi gerekiyordu.

Gene bu dönemde Batı Avrupa'da en düzenli eğitim, kilise tarafından veriliyordu. İlk olarak İ.S. VIII. yy'da ortaya çıkan din dersi okullarında, hıristiyanlığın temel ilkeleri öğretilmekteydi. Daha sonraki eğitimse manastırlarda veriliyor, bu manastırların çoğunda Aziz Benedictus'un VII. yy'da Monte Cassino manastırında yürürlüğe koyduğu kurallara uyuluyordu. Katedrallerde de, papazların ve siyaseti, ekonomiyi yönetenlerin eğitilmesi için okullar vardı. Bu okullarda ders programı "trivium" ve "quadrivium'u temel alıyordu.

Ayrıca, hıristiyanlık döneminin başlangıcından sonra, pek çok kişi çıraklık yoluyla tıp öğrenmekteydi. İstanbul'da da, önemli bir akademik tıp okulu vardı. İtalya'da Salerno'da da XI. yy'dan başlayarak bir tıp okulunun geliştiği sanılmaktadır. Montpellier, Paris ve Padova da Ortaçağ'da önemli tıp merkezleri olmuşlardır.

Bologna'daki üniversiteyse, İtalya'daki ve Güney Avrupa'daki üniversitelerin ders programlarını ve yönetimini etkilemiştir. İtalya'da eğitim kilisenin denetiminde değildi (bununla birlikte kilise okulları ve din adamı öğretmenler de vardı) ve klasik edebiyatın, klasik metinlerin öğrenilmesi, dinsel öğrenime oranla öncelik taşıyordu. Bu durum XI. yy'da Bologna ve Parma'daki hukuk ve tıp okullarının gelişmesini kolaylaştırdı. Dönemin önemli bilginleri, büyük bir medeni hukuk bilgini olan İrnerius (yaklaşık 1055-yaklaşık 1130) ile kilise hukukunu öğreten Gratianus'tur. İtalyan öğrencileri de iyi örgütlenmişlerdi ve üniversitelerin yönetimine katılıyorlardı.

Fransa'da ve Kuzey Avrupa'da üniversitelerin gelişmesi üstünde belirleyici etkiyi, Paris yaptı. Paris'teki katedral ve manastırlarda büyük bilgin toplulukları gelişti.

Bu toplulukların en önde gelen üyelerinden biri, Nötre Dame katedral okulunda ders veren Pierre Abelard'dı. Paris üniversitesiyse XII. yy'da bu okulun dışında gelişti. Ünlü Sorbonne da yüz yıl sonra Paris'te kuruldu ve büyük bir eğitim, özellikle de tanrıbilim merkezi haline geldi. Sorbonne'de ders veren Aziz Aquinolu Tommaso, Aristoteles felsefesinin Hıristiyanlığa uygun bir bireşimini gerçekleştirdi ve bu bireşim, o tarihten başlayarak katolik felsefesine egemen oldu; ayrıca, Avrupa'da daha sonra ortaya çıkacak önemli eğitim felsefelerini büyük ölçüde etkiledi.

Ingiltere'de Oxford ve Cambridge üniversiteleri de Paris'tekine benzer bir gelişme gösterdiler. Nitekim, Oxford'un ilk öğrencilerinden ve fakülte üyelerinden bazıları Sorbonne'dan, Cambridge'inkiler de Ox-ford'dan geldiler.

İslâm dünyası. İslâm dini yüzyıl içinde inanılmaz bir hızla yayıldı: VIII. yy ortalarında Yakındoğu'dan Hindistan ve İspanya'ya kadar uzanıyordu. Bazı İslâm okullarında okuma, yazma ve matematik öğretiliyor, bazılarında ayrıca toplumun geliştirilmesi dersleri veriliyor, bazılarındaysa yalnızca tartışma yapılıyordu. Bağdat, Kahire, İskenderiye, Kurtuba (Cordoba), vb. kentlerde araştırma merkezleri ve üniversiteler kurulmuştu. İslâm eğitiminde Kur'an'ın incelenmesinin yanı sıra, mühendislik, tıp, astronomi, mimarlık, coğrafya gibi dallar da yer alıyordu. İslâm bilginleri yabancı bilginlerin kendilerini ziyaret etmelerini teşvik ediyor, yabancı dillerdeki klasik yapıtları Arapça'ya çeviriyorlardı. Ayrıca, kendi bilimsel ders kitaplarını da Latince'ye çevirerek, bu bilgileri Batılı bilginler için ulaşılabilir kılıyorlardı.

İslâm dünyasının uçsuz bucaksızlığı da, çeşitli ülkeler arasında düşünce alışverişleri yoluyla, eğitimin büyük ölçüde gelişmesini sağladı.İslâm matematikçisi el-Harizmi (öl. yaklaşık 835), ilk olarak Hindistan'da geliştirilmiş olan, daha sonra "Arap sayı sistemi" diye adlandırılacak sayı sistemini kullanıma sokarak, matematik biliminde büyük ilerleme sağladı.İslâm tıp bilimcileri er-Razi (İ.S. 865-925) ile İbni Sina, Galenus'un düşüncelerini büyük ölçüde geliştirdiler. Meymuni ve İbni Rüşt. Aristoteles felsefesi, hıristiyanlık ve İslâm arasındaki ilişkileri incelediler. Pek çok kuşak boyunca musevi ve hıristiyan bilginleri, Bağdat ve İspanya'da İslâm bilginleriyle yan yana çalıştılar.

Yeni Çağ: XV. yy'da değiştirilebilir harflerin geliştirilmesiyle (yaklaşık 1436), daha çok sayıda kitap yayınlamak ve bilgiyi daha çabuk olarak daha geniş alanlara yaymak olanağı ortaya çıktı. Avrupa'da uygulamaya konan başka buluşların da, eğitim üstünde büyük etkisi oldu.

Avrupa'da Rönesans ve Reform. Hümanist edebiyatta Rönesans, XIV. ve XV. yy'larda en güçlü biçimde özellikle İtalya'da ve Hollanda'da gelişti, İtalya'da Petrarca, Hollanda'da Erasmus, hümanizmin başlılca temsilcileri oldular. Nicolo Machiavelli'nin Hükümdar'ı, Baldassare Castiglionne'nin İl Cortegiano'su (Saray Adamı), (1516) ve Erasmus'un Bir Hıristiyan Prensinin Eğitimi (1516) gibi denemeler, ayrıca François Rabelais ve Michel de Montaigne'in yazıları, eğitimde yeni yapıları zorunlu kıldı. O sıralarda İtalya, Fransa ve İngiltere'de soylu sınıfın çocukları için hümanist okullar, Almanya'da da Gymnasium kuruldu. Ayrıca aristokrat olmayan ailelerin çocukları için de bazı okullar ortaya çıktı.

XVI. yy'da Jean Calvin ve Martin Luther'in öncülüğünde protestan reformu gerçekleşti. Calvin de, Luther de, Kutsal Kitap'ı okumanın hıristiyanlar için önemli olduğuna inanıyorlardı. Her ikisi de devletten bir eğitim sistemi kurması isteğinde bulundular. Calvin'in izleyicileri, herkesin okuma yazma öğrenebileceği ilkokullar kurmaya çalıştılar. Luther'in arkadaşı Philipp Melanchthon, yeni ulusal ders verme biçimlerini savunmada etkili oldu.

O sıralarda katolik kilisesinin içinde de bir tür reform oldu (genellikle "karşıreform" diye adlandırılır). Karşıreformun önderlerinden İgnatius Loyola, 1534'te İsa Derneği'ni kurdu. Bu demeğe bağlı Cizvitler, Avrupa'nın her yanında okullar ve din okulları kurdular.

XVII.yy'da Jean Baptiste de la Salle'ın oluşturduğu "Hıristiyan Biraderler" tarikatı, yoksullar için geniş bir katolik okulları sistemi kurdu. Reims'te de, öğretmen yetiştirilen bir okul açtı.

On yedinci yüzyıl. XVII. yy'da ortaya çıkan çok sayıda kuramcı, eğitimi sürekli biçimde etkilediler. Söz konusu kuramcıların başlıcaları Francis Bacon, John Amos Comenius ve John Locke'tur. Bacon, dönemin bilimsel devrimini yürekten destekleyip, bilginin ilerlemesinin genel olarak insan toplumunun yararına olduğunu çok sayıda eğitimcinin kavramasına katkıda bulundu. Comenius, hangi tip bilginin daha önemli olduğu konusunda ansiklopedik bir görüş yarattı ve fizyolojik duyular ile düşünce biçimleri arasındaki ilişkiden söz etti. Locke, her insanın yalnızca olguları ve ilkeleri anımsayarak değil, aynı zamanda deney, çağrışım ve duyumsal algılama yoluyla dünyayla ilgili bilgi edindiğini savunuyordu.

Mikolaj Kopernik, Galilei, Willam Harvey, Johannes Kepler, İsaac Newton gibi bilim adamlarının buluşları, çeşitli bilimlerin öğretilmesini etkiledi. 1700'e kadar okullarda, hattâ üniversitelerde verilen eğitimde bilimin payı azdı. Ders programları genellikle yazma, okuma, dilbilgisi, tarih, matematik, müzik ve dinden oluşuyordu. 1700'den sonraysa, pek çok okul ve üniversitede, ileri düzeyde bilimsel ve matematik bilgi öğretimeye başlandı.

Batı kültürünün Amerika kıtasına yayılması. Kuzey Amerika'daki İngiliz kolonilerinde ilk kurulan okulların ders programları, din üstünde yoğunlaşmıştı. 1642'de Massachusetts kolonisinde,"Kutsal Kitap'ıanlamak için gerekli bir beceri" olarak, çocuklara okuma öğretilmeye başlandı. 1647'de her küçük cemaatin bir ilkokul kurması, daha büyük cemaatlerinse bir ortaöğretim okulu kurması zorunlu kılındı. İngiliz Kuzey Amerikası'nda kurulan ilk yüksekokullar Harvard ( 1636), William and Mary (1693) ve Yale (1701) oldu. Amerika'daki ilk yüksekokul öğrencileri dilbilgisi, mantık, felsefe, ahlâk, geometri, aritmetik, Eskiçağ tarihi, Yunanca, Latince ve İbranice öğreniyorlardı.

Latin Amerika'da İspanyol misyonerleri XVI. yy'da Kızılderililer için ilkokullar kurdular. Kızılderili soylularının ve İspanyol kökenlilerin çocukları için de, az sayıda ortaöğretim okulu kuruldu. İlk üniversiteler Meksika (1551), Peru (1551), Kolombiya (1573), Arjantin (1613), Bolivya (1624) ve Guatemala'da (1676) yerel krallık yönetimleri tarafından, papalıktan gerekli izinler alınarak kuruldu.

On sekizinci yüzyıl. Ulusal eğitim sistemlerinin ilk belirtileri,XVIII.yy'da ortaya çıkmaya başladı. Fransa'da Jean Jacques Rousseau çocukların doğal biçimde büyüyüp gelişmeleri gereğini savundu; bu görüş, var olan eğitimyöntemleriyle taban tabana çelişmekteydi. Rousseau'nun Emilé'de (1762) açıkladığı düşünceleri, daha sonra kiliseden bağımsız bir evrensel eğitim arayanlara esin kaynağı oldu.

Napolyon Savaşları sırasında Almanlar, Alman kültürünün ayırt edici öğelerini öne çıkaran öğeler aramaya başladılar. Bu ulusal hareket içinde yer alanlardan Johann Gottlieb Fichte, yalnızca ahlaksal eğitim ve bağımsız düşüncenin desteklenmesi yoluyla, hem erkek, hem de kız çocukları kapsayan, anlama temelinde eğitimi savundu. Wilhelm von Humboldt, üniversite öğrencilerinin ve öğretmenlerinin, herhangi bir misillemeye uğrama korkusundan uzak olarak, bir dine uyup uymamakta ve yalnızca devlete hizmet için değil, kendi kendilerini de geliştirmek için hümanist bir eğitim uygulamakta serbest olmaları gerektiğini vurguladı.

İngiltere'de Andrew Bell ve Joseph Lancaster, bir ilkokul sisteminin kurulmasına katkıda bulundular. Bell, sistemli eğitici sistemini geliştirdi, Lancaster bunda değişiklik yaptı: Buna göre çocuklar, sınıfta birbirlerine öğretiyorlardı. Ama bu sistem yaratıcı eğitimi desteklemiyordu; çünkü bu tür yığınsal eğitime katılan öğrencilere, yalnızca kendilerine verilen bilgiyi belleklerinde tutmaları öğretiliyordu.

On dokuzuncu yüzyılda eğitim: XIX. yy'da çeşitli ulusal okul sistemleri modem anlamıyla ortaya çıkmaya başladı. Yeni eğitim kurumlan geniş alanlarda etkili oldu.

Batı Avrupa. XIX. yy'ın en etkili eğitimcisinin İsviçreli Johann Pestalozzi olduğu söylenebilir; eğitimle ilgili kuramları modern ilköğretimi derinlemesine etkilemiştir. Pestalozzi, eğitimin zihinsel ve fiziksel yetenekleri geliştirip, tam ve iyice bütünsel bir kişilik yaratması gerektiğini savunmuştur.

Gene etkili bir eğitimci de, "kindergarten" (çocuk yuvası) hareketini başlatan Friedrick Frobel'dir. Bir bilim olarak pedagojinin kurucusu olan Johann Friedrich Herbart, eğitimi ideal olarak, öğrencinin çıkarlarını ve toplumsal deneyimini, öğrenilecek konularla bütünleştiren bir süreç olarak görmüştür.

XIX. yy'ın başında İngiltere'de bir biriyle bağlantılı bir ilköğretim ve ortaöğretim sistemi yoktu. Hayır severlerin ve gönüllülerin kurdukları okullar herkese açıktı,

ama bunlarda yalnızca temel eğitim veriliyordu. Eton, Harrow, Winchester gibi kamu (yani bağımsız) okullarında klasik bir eğitim veriliyordu ama, bu okullar yalnızca ders ücretlerini ödeyebilenler içindi. İlköğretim Kararnamesi'nin kabulüyle (1870) İngiltere'nin her yanında gönüllü okullar güçlendi, eğitimin yönetimi yerel düzeye verildi ve çocukların ailelerinin isteğine aykırı olarak dinsel eğitim görmemeleri güvence altına alındı. On yıl sonra da ilköğretim zorunlu kılındı. Üniversiteler açısındansa, İngiltere'de altıncı üniversite olan Edinburgh Üniversitesi'nin kurulmasından (1583) sonra, bu ülkede XIX. yy'ın ortalarına kadar yeni üniversite açılmadı; o tarihten sonraysa, gelişmekte olan sanayi bölgelerinde devlet parasıyla kamu üniversiteleri kuruldu. XIX. yy'ın sonlarında da çok sayıda öğretmen okulu ve teknik okul açıldı.

Fransa'da 1833'te mahalle ve köylere ilkokul kurma hakkı tanıyan bir yasa kabul edildi. Ortaöğretimde diller, edebiyat, tarih, coğrafya, sanat, müzik, bilim ve matematik okutuluyor, kızlar da, onlar için açılan ortaöğretim kurumlarında, erkeklerin gördüğü eğitimin biraz farklı bir biçimini alıyorlardı. XIX. yy'ın ortalarında Fransa, eğitimde 16 yönetim bölgesi kurdu. Bunlardan her 
birinin başında bir üniversite vardı. Bu üniversiteler, kendi bölgelerinde ortaöğretimi ve yükseköğretimi sağlamakla görevliydiler.

Almanya'da herkesin okur-yazar olması amacı güdüldü ve bu amaca ulaşabilmek için ücretsiz ve zorunlu ilköğretim yürürlüğe kondu. Okullarda din de öğretiliyordu.Almanya'da üç tip ortaöğretim vardı:Bir gymansium'da verilen klasik ortaöğretim; eski bilgilere daha az ağırlık verilen yarı klasik ortaöğretim; ve bilimlere ağırlık verilen ortaöğretim. Berlin (1809) ve Bonn üniversiteleri, bilimdeki ilerlemelere ayak uydurabilmek için ders programlarının değiştirilip genişletilmesinde öncülük ettiler. Araştırma ile eğitim, ustaca ve başarıyla bir araya getirildi ve bu üniversiteler eğitimde yeni bir dünya standardı oluşturdular.

ABD. ABD'de yerel düzeyde yönetilmesi sürdürülen ilköğretim ve ortaöğretim, bir eyaletten öbürüne büyük farklılıklar gösterdi. New England'da, kamu okullarının ön habercisi olan ortaokullarda bütün çocuklara ücretsiz ilköğretim sağlandı.

Bir eyalet eğitim dairesi kurularak kamu eğitiminin iyice yaygınlaştırılması, 1837'deMassachusetts'de, büyük ölçüde Horace Mann'ın çabalarıyla başladı. Henry Bernard da, Rhode island ve Connecticut'da kamu okullarının öncülüğünü yaptı. Kısa süre sonra öbür eyaletler de bu örnekleri izlediler. Kamu liseleri düşüncesi 1870 yıllarına kadar ele alınmadıysa da, 1821 'de Boston'da bu nitelikte bir okul açıldı. 1870'ten sonra birçok başka kamu lisesi kurulduysa da, XIX. yy. boyunca ABD'de ortaöğretim, genellikle paralı özel okullarda sınırlı kaldı.

Yüzyılın sonlarında, gerek Avrupa'daki, gerek ABD'deki okul ve yüksekokullarda, André Ampère, Charles Darwin, Michael Faraday ve Louis Pasteur gibi bilim adamlarının yeni buluşları öğretilmeye başlandı. Kurumsal ve deneysel araştırmaları yürütmek için daha ileri yöntemler geliştirildi. Thomas Malthus, Karl Marx, David Ricardo ve Adam Smith gibi toplumbilimcilerin ve iktisatçıların yapıtları ders programlarına alındı. Dünyanın başka yerleri. Afrikada sömürgeleri olan Büyük Britanya, Fransa, Belçika, Almanya, İtalya gibi devletlerin yöneticileri, sömürgelerinde, ülkelerindeki eğitim sistemlerini temel alan ilkokullar, ortaokullar, daha sonra da yüksekokullar kurdular. Temel amaçları sömürgelere din adamı, öğretmen, hekim, hemşire, vb. yerli kadroları sağlamaktı. Bu arada sömürge halklarından bazı bireyler, Avrupa'da ortaöğrenim ve üniversite öğrenimi gördüler. 1857-58'de Hindistan'ın bütünüyle Büyük Britanya yönetimine girmesiyle, ilköğretim ve ortaöğretim yaygınlaştı, Bombay, Kalküta ve Madras'ta üniversiteler kuruldu (1857). Hintli önderlerin çoğunun İngiltere'de eğitim görmüş olmalarına karşın, bazılarının Hint kültürünü koruyacak bir eğitim sistemini savunmaları, XIX. yy'ın son çeyreğinde Hindistan'da bu amaca yönelik çok sayıda yüksekokul kurulmasını sağladı.

Yirminci yüzyılda eğitim: XX. yy'da dünyanın heryanında eğitimde önemli ilerlemeler gerçekleştirildi. Okullardaki ders programları, öğrencilerin bilim ve teknolojideki gelişmelere ayak uydurmasını sağladı. Eğitimdeki yeni ülküler Eflatun, Aristoteles, Konfüçyüs, Rousseau, vb'nin düşüncelerinin değişiklik geçirmiş biçimlerinin yanı sıra, Marx, Mao ve Gandhi'nin öğretileri gibi yeni felsefelerin, İvan Pavlov, G. Stanley Hall, Sigmund Freud, Carl Jung, Edward Thorndike, B.F. Skinnerve Jean Piaget gibi bilim adamlarını geliştirdikleri yeni ruh bilim sistemlerinin etkisinde kaldı. John Dewey ve William James'in sistemleri gibi, bütün ulusları etkileyen yeni sistemler geliştirildi. "Herkese eğitim" düşüncesi, pek çok toplumsal ve siyasal önderin birleştikleri nokta oldu: Özellikle, okur-yazarlık oranının çok düşük olduğu yeni devletlerin (eski sömürgeler) önderleri bu düşünceyi benimsediler. XX. yy'ın ikinci yarısında dünyadaki devletlerin çoğu, kendilerini bütün çocuklara eğitim sağlamakla yükümlü kıldılar.

Batı Avrupa ülkelerinde, XX. yy'ın başında çeşitli ilköğretim ve ortaöğretim sistemlerinin denenmesi sonucunda, bütün çocuklara bu düzeylerde eğitim sağlama konusunda gerçek ilerlemeler gerçekleştirildi. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra siyasetçiler ve eğitimciler, herkese yüksek nitelikli ortaöğretim sağlama konusundaki çabalarını yenilediler. Büyük Britanya, Fransa, Almanya, Türkiye, vb. ülkelerde ilköğretim bütün çocuklara zorunlu kılındı. Yüksekokul, üniversite ve özel enstitülerin yaygınlaşmasıyla, eğitimin en yüksek düzeyleri daha çok kişiye açıldı.

Rusya'da XIX. yy'ın ortalarında gerçekleştirilen toplumsal reformlar sayesinde, her sınıftan çocuk okula gitmeye başladı. Yüzyılın sonlarına doğruysa, yaygın eğitime karşı bir tepki oluştu; bunun sonucunda, 1917 Devrimi patlak verdiğinde, Rus halkının yarısından çoğu okuma-yazma bilmiyordu. Devrimden sonra komünist eğitimciler ücretsiz ve zorunlu eğitimin kurulmasını, ayrıca yükseköğretim ve meslek eğitiminin yaygınlaştırılmasını planladılar. Bunu yaşama düzeyinin yükseltilmesi ve SSCB'nin bilim, tarım ve sanayideki hedeflerine ulaşması için gerekli işçileri yetiştirmenin tek yolu sayıyorlardı.

Yüzyılın başında Çin'de geleneksel sınav sistemi kaldırılarak, yerine okul sistemi kondu. Son yıllardaysa daha çok insanın eğitimden yararlanması sağlandı ve okuma-yazma oranı yükseltildi. Eğitimin ana amacı, ülkenin ekonomik hedeflerine ve Çin komünizminin idealist amaçlarına ulaşması için gerekli becerileri edinmiş insanlar yetiştirmek oldu.

XX. yy'ın başında Japonya'daki 4 yıllık zorunlu eğitim, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra zorunlu 9 yıla çıkarıldı. Çeşitli mezheplerin yanı sıra, devlet tarafından üniversiteler kuruldu.

Günümüzde bütün ülkelerde, eğitim sistemleri o toplumun ekonomik, siyasal ve toplumsal gereksinme ve hedeflerine uygun biçimde değiştirilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde eğitim çoğunlukla, okur-yazarlık oranlarının yükseltilmesi ve gereksinme duyulan alanlarda ekonomik ve teknolojik eğitimin sağlanması üstünde yoğunlaşmıştır.

EĞİTİM FELSEFESİ

Eğitim felsefesi, yöntemi felsefi, konularıysa eğitsel olan uygulamalı bir bilgi edinme alanıdır. Anlaşılır ve eksiksiz biçimde düşünmeye, konuşmaya ve yazmaya çalışmak, felsefe yönteminin özünde vardır. Eğitim felsefesi, insanları eğitimdeki önemli konular konusunda daha bilinçli kılmaya yardımcı olmaya çalışır.

Bazı eğitim felsefecileri, alanlarının yukarda tanımlananın dışında başka bir uygulaması ya da konusu olmaması gerektiğini ileri sürmektedirler. Sözgelimi analitik filozoflar, eğitim felsefesinin görevinin yalnızca eğitime ve eğitsel sorunlara yaklaşımları incelemeye ve açıklamaya çalışmak olduğunda ayak diremektedirler; ama bu alan, önemli filozofların eğitim konusunda geçmişte yazdıklarını incelemek gibi daha geniş alanları da kapsar. Eğitim felsefesi ile eğitimin tarihi, kesin bir çizgiyle birbirinden ayrılamaz.

Birçok eğitim felsefecisi de, eğitim felsefesinin yalnızca zihinsel bir alıştırma olmakla kalmayıp, eğitimle ilgili kararların, değerlerin ve yöntemlerin geliştirilmesine öncülük etmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Eğitim felsefesi, eğitsel kuram ile eğitsel uygulama arasındaki ilişkiyle, yani kuramın nasıl uygulanıp sınandığıyla ve uygulamanın kuramı nasıl geliştirdiğiyle yakından ilgilidir. Gene birçok eğitim felsefecisi, eğitim sorunlarının daha açık biçimde ele alınabilmesi için, felsefe ile başka inceleme alanlarını bağdaştırabildikleri doğrultulara ilgi göstermişlerdir.

"Eğitim" teriminin çok çeşitli tanımları vardır. Okullarda ve üniversitelerde yürütülen düzenli eğitim etkinlikleri, eğitim konusundaki geleneksel görüşün bir anlatımıdır. Daha iyi bir tanıma göreyse, eğitim, düzenli öğretimin yanı sıra televizyon seyretme, başkalarıyla ilişkiler, aile yaşamı gibi çoğu zaman okullardaki biçimsel öğretimden daha çok zaman alan ve daha güçlü etkileri olan başka deneyimleri de kapsayan ve yaşam boyu süren bir süreçtir.

Eğitim bir ürün olarak da, bir süreç olarak da, her ikisi birden olarak da görülebilir. Bir ürün (öğretimin ve öğrenme etkinliklerinin ürünü) olarak eğitimin üstünde yoğunlaşan eğitim felsefecileri, özellikle amaçlar, hedefler, uzmanlık, etkili öğretim ve standartlar gibi etmenlere önem verirler. Eğitimi bir süreç olarak görenlerse, öncelikle öğrenenin deneyiminin niteliğiyle, eğitim yöntemlerinin yapısıyla, öğretmenler ile öğrenciler arasındaki ve öğrencilerin kendi aralarındaki ilişkilerle ilgilenirler. Tutucu eğitim felsefecilerinin eğitimi bir ürün, ilerici eğitim feslefecilerininse özellikle bir süreç olarak görme eğiliminde oldukları söylenebilir. Bazı eğitim felsefecileriyse, ürün ile sürecin birbirinden ayrılamayacağını savunmaktadırlar.

Eğitim felsefecileri insanın doğasıyla ilgili farklı kuramlar öne sürmüşlerdir. Bunlardan eğitimle, siyasetle ve uygulamayla ilgili sonuçlar çıkarılabilir. Aşağıda yaygın etkili dört kuram özetlenmiştir.

Eflatuncu idealizm: Eflatun'a göre gerçek, geçici, birçok kişinin gerçekle özdeşleştirdiği fiziksel nesnelerin asıl doğasını oluşturan ideal biçimlerde bulunuyordu. Böyle bir şeyi çok az kişi anlayabilecek yetenekte olsa da, Eflatun'a göre eğitimin amacı, bu ideal biçimleri algılamaya ve anlamaya çalışmak olmalıydı. Eflatun, insanların eğitimde başarılı olup olamamalarına göre kategorilere ayrılabilecekleri kanısındaydı. Devlette ve Yasalar'da çizdiği aşamasırası modeline göre, en yetenekliler en çok eğitimi alacak ve toplumun egemenleri ya da koruyucuları olacaklardı. Daha az zihinsel yeneteği olanlar, savaşçı olacaklardı. En az yeteneklilerse, en az miktarda eğitim görecekler ve işçi olacaklardı.

Batı'daki eğitim sistemlerinin çoğu, Eflatun'un modelini örnek almış, eğitim büyük ölçüde soyut ve entelektüel olmuştur. Birçok öğrenci bu tür konuları kendi gerçek dünya anlayışlarıyla bağdaştırmakta zorluk çektiğinden, bu sürece en az yatkın olanlar eğitimi bırakmaktadır. Bu bırakmalar da çoğunlukla ekonomik aşamasırasında en alt basamaklarda kalmaya yol açmaktadır. Aşamasırasına dayalı elemeci ve ayırımcı eğitim sistemleri, önemli bir parçasını oluşturdukları toplumların bir yansıması olmakta ve bu toplum biçimlerini kalınlaştırmaya yaramaktadır.

Marksçılık: Karl Marx, insan doğasını ideal olarak yabancılaşmadan yaşamaya ve işbirliği halinde çalışmaya göre yaratılmış saymış, ne var ki insanların, kapitalizm tarafından sömürüldüklerini, baskıya uğratıldıklarını ve insanlıktan çıkarıldıklarını savunmuştur. Marx, arı bir toplum, yabancılaşmamış bir çalışma ve eğitim tasarlamış, bunun da ancak komünizme ulaşmayı sağlayacak bir proleter devrimiyle gerçekleşebileceğini ileri sürmüştür. Ona göre, komünizm aşamasında bireyin özgürlüğü ile toplumun otoritesi arasındaki anlaşmazlık ortadan kalkacak, bireyin çıkarları ile grubun çıkarları özdeşleşecektir: Marx'in ideali, toplumsal ilişkilerden kaçmak yerine, özgürlüğe bu ilişkilerle ulaşan, sorumluluk taşıyan kamusal kişidir.

Davranışçılık: insan davranışını bilimsel biçimde inceleyen bilim adamları, bundan insanın doğasıyla ilgili önemli sonuçlar elde etmişlerdir; bu sonuçların da eğitim uygulamaları üstünde önemli etkileri olmuştur. Ruhbilimciler, deney koşullarında insanın bazı davranışlarını önemli biçimde denetim altına almayı başarmışlardır ve belirli bir uyarı karşısında kişinin nasıl yanıt vereceğini doğru olarak tahmin edebilmektedirler. Davranışçılığın (ya da behaviorculuk) başlıca temsilcisi B.F. Skinner, insanların özgür kişiler olduklarına karşı çıkıp, herkesin denetim altında olduğunu, sorunun yalnızca bu denetimin kimin tarafından yapılacağı olduğunu ileri sürmüş, bu denetimi daha iyi biçimde yerine getirmenin iş, siyaset ve din etmenlerinden daha önemli olabileceğini savunmuştur. Davranışçı görüş açısından, insanların davranışlarını bilim ve eğitim yoluyla denetim altına almaya çalışmamak, sorumsuzluktur.

Varoluşçu hümanizm: XX. yy'da insanın doğasıyla ilgili bilimsel görüşe karşı, insanları gözlemlenen, sınıflandırılan, haklarında öngörülerde bulunulan ve denetlenen, nesneler olarak gören bilimsel görüşe karşı bir tepki oluşmuş, bu tepkiye en önemli katkıları varoluşçu hümanistler yapmışlardır. Martin Buber, Martin Heidegger, Gabriel Marcel, Jean-Paul Sartre, vb. filozoflar, başına buyruk bir "ben" anlayışını desteklemişler ve özgürlük, sorumluluk, aslına uygunluk, yeğleme gibi kavramları eğitim tartışmasının merkezine oturtmuşlardır. Buber her kişinin biricikliği ve eğitimin büyük bölümünün diyalogla olduğu düşüncesini vurgulamıştır.

Eğitim ve Bilginin doğası: Bilginin doğası konusunda eğitim felsefecileri arasında genellikle görüş ayrılıkları vardır. Bilgi özümlemenin eğitimin ana işlevlerinden biri olduğunu tümü kabul etmektedir; bununla birlikte, "bilgi"nin)neden|oluştuğu konusunda|anlaşamamakta-dırlar.|Bazı eğitim felsefecileri, "bir şeyi bilmek" ile "birşeyin nasıl olduğunu bilmek" arasında ayırım yapmaktadırlar. "Bir şeyi bilmek" ürünü, eğitim programı sona erdiği zaman öğrenenin yeniden üretmesi beklenen edinilmiş bilgiyi vurgulamaktadır. "Bir şeyin nasıl olduğunu bilmek"se süreci, öğrenenin gelecekteki öğrenme durumlarında uygulayabileceği edinilmiş teknikleri vurgulamaktadır.

Tutucu eğitimciler, bilgiyi hareketsiz ve değişmez bir şey saymaktadırlar. Öğretmen bilen, öğrenciyse bilmesi gereken, ama bilmeyen kişi olarak kabul edilir. Öğrencileri az ilgi duyduKİarı ya da hiç ilgi duymadıkları konuları öğrenmeye isteklendirmek için öğretmenin bu konuda teknikler edinmeye gereksinmesi vardır.

İlerici eğitimcilerse bilgiyi değişen ve yaratılabilir bir şey saymaktadırlar. İlerici eğitim temel olarak öncelikle, Charles Sanders Pierce tarafından kurulan ve William James ile John Dewey tarafından geliştirilen pragmatizme dayanır. Dewey'in geliştirdiği bilgiyle ilgili görüş, ilerici eğitim hareketinin odak noktası olmuştur. Dewey öğrencinin çıkarlarını eğitim sürecinin başlangıç noktası olarak kabul etmiştir. Konular öğretmen tarafından geleneksel akademik bilim dallarından alınmamalı, öğrencilerin kendi deneyimleri konusunda düşünmelerini sağlayacak etkinliklerden oluşmalıdır.

Hümanist eğitimci, bireyi en önemli bilgi kaynağı sayar. Her bir kişi, özellikle kendi algıları, tepkileri, duyguları ve deneyimleri konusunda Kendisi üstündeki en önemli otoriteyi oluşturur. Ama bu kişisel bilginin başkalarının algıları ve geçmişin mirası gibi başka ölçütlerle sınanması, doğruluğunun denetimden geçirilmesi gerekir. Tipik bir bilgi yaratma, oluşturma ve iletme yöntemi, söyleşidir (diyalog); söyleşi, geleneksel öğretmen-öğrenci, üst-ast rollerinin tersine, katılanlar arasında eşitlik sağlamaya açıktır.

Eğitim ve toplumun doğası: Eğitim felsefesi, toplumun doğasıyla ilgili düşüncelerle ve bu düşüncelerin eğitim üstündeki etkileriyle ilgilenir. Tutucu görüş, toplumu bireysel yaşama destek oluşturan, geleneksel bilgi ve değerleri temsil eden ve bunları gençlere aktaran bir yapı olarak görür. Bu görüşe göre eğitimin öncelikle amacı, toplumun gereksinmelerine hizmet etmektir. Tarım ve zanaat toplumlarında ağırlık, taklide ve çıraklığa verilir. Çocuklar ve gençler, kendiİerinden yaşlı olanlara bakıp, onları taklit ederek öğrenirler, Bu öğrenme genellikle bilgi ya da iş bağlamında olur; çocuklar ve gençler genellikle deneme-yanılma yöntemiyle öğrenirler. Bu, bir toplumdaki beceri ve bilgi birikimini aktarmanın iyice etkili bir yoludur. Sanayi toplumlarındaysa, eğitim daha düzenlidir ve okullarda gerçekleştirilir. Tutucu görüş açısından, okulun işlevi okuma-yazma bilen, uysal, etkili ve "azla yetinen" işçiler yetiştirmektir. Bu tür eğitim idealleri, yaratıcılığın artırılmasında ya da toplumsal yenilenmelere gidilmesinde genellikle etkili olmaz.

İlerici görüş, toplumu, amacını ve anlamını kendisini oluşturan bireylerin yaşam niteliğinde bulan bir yapı olarak görür. Bu görüş açısından eğitimin öncelikli amacı, bireyin gereksinmelerine hizmet etmektir. Bu görüş yelpazesi, John Holt ve Edgar Friedenberg gibi aşırı bireycilerin ve İvan İlyiç gibi "okul karşıtlarımın yeniromantizminden, ilerici okulların daha ılımlı bireyciliğine kadar uzanır.

Hümanist eğitimciler toplumu, üyelerinin yaptığı katkılarla değişen bir şey olarak görürler. Hümanist eğitim programlarında yaratıcılığın geliştirilmesi, farklı düşünme, eleştirici değerlendirme ve değişikliğe yol açacak becerilere ağırlık verilir. Hümanist eğitimciler öğrenciyi, ulusal bir grubun üyesi olmaktan çok bir birey olarak gördükleri için, toplumu dünyayla özdeşleştirme eğilimi gösterirler ve dünyadaki kaynaklan korumada, özen göstermede, hümanist-çevreci bir tutum alırlar.

YETİŞKİN EĞİTİMİ

Standart eğitimini tamamlamış insanların beceri, bilgi ve niteliklerini artırmayı hedef alan eğitim etkinliği, yetişkin eğitimi diye adlandırılır; çeşitli eğitim programlarını kapsar. İlk, orta ve yükseköğretim programlarını içermesinin yanı sıra, bunların dışında, sürekliliği olan eğitimi de kapsar. Akşam ve hafta sonu dersleri biçiminde verilen yetişkin eğitimi, birçok insan için elverişlidir. Yetişkin eğitimi ayrıca kütüphaneler ve müzeler gibi kurumlar, toplumsal örgütler ve televizyon, radyo gibi araçlarla da sağlanabilir.

HEDEFLER

Toplumsal bakımdan istenen bir amaca hizmet olarak yetişkin eğitiminin kökü, XIX. yy'a dayanır. Yetişkin okulları üstüne yazıldığı bilinen ilk yapıt, Thomas Pole'un 1814'te yayınlanan bir kitabıdır.

Toplumu ilgilendiren bazı temel sorunları hafifletmek amacıyla, yetişkin eğitim programları çoğunlukla yerel olanaklarla yürütülür, özellikle Batı ülkelerinde yetişkin eğitiminin gelişmesine, sanki eğitim suçun azalmasını güvenceye alıyormuş gibi, "Bir okul açan, bir hapishane kapatır" türünden sloganlar kullanılarak destek verilmiş, işsizliğin arttığı zamanlarda yetişkin eğitimine sözde bir çözüm olarak yatırım yapılmıştır (verilen eğitimin düzeyindeki bazı eksikliklerin işsizliği üreten koşulları yarattığına inanılıyordu).

Batı ülkelerinde, geleneksel olarak yalnızca erkeklere uygun görülen işlere kadınları hazırlamak, olanakları kıt bu toplumsal kesime yardım etmek ve yeni sanayilere işçi yetiştirmek için de yetişkin eğitiminden yararlanılmaktadır. Üçüncü Dünya ülkelerindeyse, yetişkin eğitimi, çağdaşlaşmanın ve sanayileşmenin önemli bir parçasıdır; çünkü okur-vazar oranı artırılmadıkça bu hedeflere ulaşılamayacaktır.

Yetişkin eğitiminden ayrıca, bir fırsat eşitliği sağlamak için yararlanılmaktadır. Bu eğitimin akademik olmaktan çok, pratik, kuramsal olmaktan çok, uygulamalı, olguların bilgisini edinmekten çok, beceri kazanmaya yönelik olması gerektiği başlangıçtan bu yana vurgulanmışsa da, birçok yetişkin, kurslara, yalnızca bilgisini artırmak amacıyla katılmaktadır.

YETİŞKİN EĞİTİMİNDEKİ ENGELLER

Engellerden biri, yetişkinlerin gençler kadar iyi öğrenemedikleri yolundaki yanlış anlayıştır. E. L. Thorndike'ın Adult Learning (Yetişkin Öğrenimi, 1928) adlı önemli çalışması, yetişkinlerin en 70 yaşına kadar iyi öğrenebildiklerini ortaya koymuştur. Daha sonra, araştırmacıların birçok ülkede yaptıkları çalışmalar da, 90 yaşındaki ve daha yaşlı insanların, yabancı dil, vb. güç konuları bile öğrenebildiklerini ortaya koymuştur. Son yıllarda Batı ülkelerinde, birçok lise ve üniversite, yaşlılar için özel programlar hazırlamaktadır.

Birçok araştırma, tam zamanlı yetişkin eğitimindeki başlıca engelin, harcamalar olduğunu göstermektedir. İlgi duymasına karşın sistemli öğrenime katılamadığını söyleyen yetişkinlerin yaklaşık yarısı, parasal olanaksızlıktan söz etmektedir. En önemli ikinci engelse, zamansızlıktır.

Batı ülkelerinde yetişkin eğitiminin karşı karşıya bulunduğu en inatçı sorun, toplumdaki en az eğitimi grupların katılımının olmamasıdır. Okur-yazar olmayan yetişkinler, eğitimi yaşama koşullarını geliştiren bir araç olarak görmemekte, bu yüzden de genellikle söz konusu programlarla ilgilenmemektedirler.