Eski Yunan
İsa’nın doğumundan 2.000 yıl önce, Girit Adası’nda ve Yunanistan Yarımadasında yaşayan insanlar ileri bir uygarlık kurmuşlardı. Bu eski uygarlıklara ilişkin bilgiler, büyük ölçüde, arkeologlarca bulunan yerleşme bölgelerinin ve o dönemlerden kalma yazılı metinlerin incelenmesinden elde edilmiştir.
İÖ 2000 dolaylarında ilk kabileler kuzeyden Yunanistan Yarımadası’na inmeye başladılar. İlk gelenler Akhalar’dı (Akalar). Akhalar’ı İyonyalılar ve Aioloslar izledi. Her biri Yunanca’nın değişik bir lehçesini konuşan bu kabileler, yarımadada öteden beri oturanlarla karıştılar. Yarımadanın yerlilerinin İÖ 3000’lerde Anadolu’dan geldikleri sanılmaktadır. Yeni gelenler onlardan kentler kurmayı ve bu kentleri düşman saldırılarından korumayı öğrendiler; bazı tanrılar onların da tanrısı oldu; dilleri birbirine karıştı.
Ege Uygarlığı
O çağlarda Girit Adası’nda yaşayan Ege halkı ileri bir uygarlık kurmuştu. Buranın halkı, efsanevi Kral Minos’un ardından Minoslular olarak tarihe geçti. Minos uygarlığının asıl merkezi, Girit’te bulunan Knossos kentiydi. Minoslular Mısır, Mezopotamya ve Yunanistan’la denizyoluyla ticaret yaparlardı. Büyük saraylar, altın, gümüş ve çeşitli madenlerden araç gereç ve silahlar yaptılar. Üstün nitelikte çanak çömlek ürettiler. İngiliz arkeolog Sir Arthur Evans 20. yüzyılın başlarında Knossos Sarayı’nda yaptığı kazılarda, o çağda insanların nasıl yaşadıklarını gözümüzde canlandırabilmemizi sağlayan kalıntılar buldu. Sarayın koridorları canlı resimlerle süslüydü. Bunlardan, boğaların Minos dininde önemli bir yeri olduğu anlaşılıyordu. Kral Minos dinsel törenleri yürütürken boğa başına benzeyen bir maske takardı. İnsan vücutlu ve boğa başlı canavar Minotauros’u öldüren Theseus’un efsanesinin de bu törenlerle bağlantılı olduğu sanılmaktadır. Minoslular boğa sıçraması diye bilinen bir tür jimnastik de yaparlardı.
Minos uygarlığı yavaş yavaş Yunanistan Yarımadasının iç kesimindeki kentlere de yayıldı. Yunanlılar Knossos’a haraç ödemeye zorlandılar. Bazı tarihçiler Minoslular’ın Yunan kentlerini işgal etmiş oldukları düşüncesindedir. Theseus efsanesinde Atina’nın haraç olarak her yıl Knossos’a yedi genç erkek ve kadın göndermek zorunda olduğu anlatılır.
Öte yandan gene bu sırada Yunanistan’daki Miken kenti de giderek güçlü bir krallığa dönüşüyordu. Mikenliler’in güçlü bir ordusu Vardı ve Korint Körfezi ile Yunanistan Y arım adasından hemen hemen tamamen ayrılmış olan Mora Yarımadası’nın (Peloponnesos) büyük bölümüne egemen olmuşlardı. İÖ 1500-1400 arasında Mikenliler Knossos’u aldılar ve Miken, Ege uygarlığının merkezi oldu. Kentin taş duvarlarının kalınlığı 6 metreyi geçiyordu. Aslanlı Kapı olarak da bilinen büyük girişte iki dev aslan kabartması vardı. Arkeolog Heinrich Schliemann, kentin iç kısımlarında binlerce altın eşyanın gömülü olduğu kuyu mezarlıklar buldu. Çıkarılan eşyalar arasında, ince işli mücevherler, kamalar, kılıçlar, zırhlar, maskeler ve tabak çanak bulunmaktaydı. Zengin Miken uygarlığı 300 yıl boyunca Yunanistan’da, Girit’te ve Ege Adaları’nda varlığını sürdürdü. Miken uygarlığı, Yunan ve Minos uygarlıklarının bir bileşimiydi. İÖ yaklaşık 1200’de Miken ve öbür kentler, Anadolu kıyısında önemli bir kent olan Truva’yı alabilmek için bir sefer düzenlediler. Bu çarpışma ünlü Truva Savaşı olarak bilinir.
Dor İstilası
Miken uygarlığı İÖ yaklaşık 1100’de sona erdi. O dönemde, kuzeyden gelen Dorlar Yunanistan Yanmadası’m istila etti. Dorlar’ ın demir silahları, Akhalar’ın (Akalar) ve İyonyalılar’ın kullandıkları tunç silahlardan daha üstündü. Dorlar yarımadayı işgal ettiler, yerli halkı sürerek kentlerini yerle bir ettiler. Çoğunlukla Yunanistan’ın batı bölgelerine ve Mora’ya yerleştiler. Yarımadada eskiden oturanların birçoğu doğuya, Ege Adaları’na ya da Anadolu kıyılarına göç etti. Anadolu’ nun batı kıyılarında İzmir ile Büyük Menderes arasındaki bölgeye İyonya dendi. Eski Yunan sanat, edebiyat ve felsefesi bu yörede doğdu.
Dor istilası Yunanistan için bir yıkım oldu. Ülke “Karanlık Çağlar” diye adlandırılan, yoksulluk ve kargaşanın egemen olduğu bir döneme girdi. Miken kültürünün nerdeyse yok olduğu bu dönemin ardından, yavaş yavaş da olsa Yunan dünyası yeniden canlanmaya başladı. “Geometrik Dönem ” adında yeni bir kültür gelişti. Bu dönem, adını İÖ 10., 9. ve 8. yüzyıl çanak çömlekleri üzerine çizilen geometrik desenlerden aldı.
Homeros ve Hesiodos
Yunan edebiyatının en eski örneklerinden Homeros ve Hesiodos’un şiirlerinin, Eski Yunanistan’ın Karanlık Çağlar’dan çıkmakta olduğu sıralarda yazıldığı söylenir. Homeros, İlyada ve Odysseia adlı epik şiirlerin kimine göre tamamının; kimine göre ise bir bölümünün yazarıdır. Hom eros’un İÖ 9. yüzyıl dolaylarında yaşamış olduğu sanılmaktadır, oysa yapıtlarında Miken dönemini ve İÖ 12. yüzyıldaki Truva Savaşı’nı anlatır. Büyük kahramanların yetiştiği bu döneme Homeros Çağı ya da Kahramanlık Çağı da denir. H om eros’un yazılarından, o dönemde halkın kentlerde toplandığını ve bu kentlerin, birer kralı ve meclisi bulunan bağımsız devletler olduğunu öğreniyoruz. Çiftçilik ve çobanlıkla uğraşan halk aynı zamanda savaşta ustaydı. Savaş yüceltilir, direnç, yüreklilik ve onura çok önem verilirdi.
Homeros Çağı’nda Yunanlılar’m birçok tanrısı vardı. Tanrılar insana benzer, ama ölümlülerden daha büyük, daha güzel ve daha güçlü olarak betimlenirlerdi. Tanrıların, Kuzey Yunanistan’da ülkenin en yüksek dağı olan karlarla kaplı Olympos Dağı’nda oturduklarına inanılırdı.
Gökyüzü tanrısı Zeus tanrıların kralı, tanrı ve tanrıçalar ailesinin reisiydi. Hera onun karısı, genç tanrıların çoğu ise Zeus’un çocuklarıydı. Bunlar arasında akıl, erdem ve savaş tanrıçası Athena; savaş tanrısı Ares; tanrıların habercisi Hermes; hekimlik, sanat ve gerçeğin tanrısı Apollon; av ve bereket tanrıçası Artemis ve demirciler tanrısı Hephaistos vardı. Zeus’un erkek kardeşi Poseidon denizlere, öbür erkek kardeşi Hades ise yeraltındaki ölüler dünyasına hükmederdi. Bu tanrılara ilişkin efsane ve mitlere mitoloji denir.
19. yüzyıla kadar, Hom eros’un şiirlerinde geçen öykülerin gerçek tarihle bir ilgisi olabileceğini kimse sanmıyordu. Ne var ki, 1872’de Heinrich Schliemann, Hom eros’un Truva olarak anlattığı yerde büyük bir kentin kalıntılarını buldu. O zamandan bu yana Eski Yunanistan’la ilgili birçok yerleşme bölgesinde arkeolojik keşifler yapıldı. Örneğin Tiryns, Argos ve Sparta’da zengin kalıntılar bulundu.
Truva’da bulunan kalın duvar ve kapılar, Hom eros’un yazdığı gibi, Akhalı kom utanların kenti 10 yılda aldıklarına inandırıcı bir kanıttır. Miken’de mezarlarda bulunan vazolar ve altın eşyalar, Hom eros’un anlatığı kadar güzel ve zengindir.
Daha yakın zamanlarda, gene Hom eros’un sözünü ettiği bir yer olan Navarin’de büyük bir sarayın kalıntıları bulundu. Burada, üzerleri yazılı yüzlerce kil tablet ortaya çıkarıldı. Anlamı çözülen bu yazıların Yunanca olduğu anlaşıldı. Tabletler Yunan alfabesinin harfleriyle değil, ilk olarak Girit’te geliştirilen “Linear B” denen bir yazı biçimiyle yazılmıştı. Knossos’ta daha birçok benzer tablet bulunmuştur.
Homeros’un tarihsel destanlarının aksine, günümüze ulaşan “İşler ve Günler” adlı şiirinde Hesiodos, İÖ 8. yüzyıldan, yani kendi yaşadığı dönemden söz eder. Hesiodos’un çiftçi ya da çoban olduğu sanılmaktadır. “İşler ve Günler”in birinci bölümünde, insanların çok çalışarak ve tanrılara saygı göstererek iyi bir yaşam sürebilecekleri anlatılır. Başka bir bölümde çiftçilikle ilgili bilgi verilir. Hesiodos’ un betimlediği dünya, Hom eros’unkinden farklıdır. Başlıca geçim kaynağı savaşlar ya da ganimetler değil, çiftçilik ve ticarettir. Kent devletleri artık krallar ya da kabile reisleri tarafından yönetilmemektedir. Onların yerini aristokratlar yani soylulardan oluşan yeni bir yönetici sınıf almıştır.
Koloniler Dönemi
İÖ 8. yüzyıla doğru Yunanistan’ın nüfusu, tarıma elverişli olmayan bu engebeli topraklardan elde edilen ürünlerle beslenemeyecek kadar artmıştı. Yunanlılar’ın daha fazla toprağa gereksinimi vardı. Bu nedenle birçok kentin yöneticisi, halkı başka topraklarda koloniler kurmaya özendirdi. Belki bu yolla yönetimden hoşnut olmayanlardan kurtulmayı da umuyorlardı.
Birçok Yunanlı doğuya göç ederek Karadeniz kıyılarına yerleşti. Bir bölümü de batıya gitti; İtalya’nın güneyindeki Sicilya kıyıları ile Güney Fransa’ya yerleşti. Bu yayılmayla Yunanlılar yalnızca yeni topraklar değil, ticaret yapabilecekleri yeni pazarlar da elde ettiler.
Kolonileri kuranlar eski ülkelerinden çanak çömlek ve metal eşyalar getiriyorlardı. Bu mallar tanındıkça, bunlara duyulan talep de arttı. Tüccarlar İÖ 7. yüzyılda Korint’te (Korinthos) ve Khalkis’te üretilen nitelikli çanak çömleği Akdeniz çevresindeki birçok bölgeye götürdüler. Yakın zamanlarda, bu vazoların binlercesi arkeologların yürüttükleri kazılarla ortaya çıkarıldı. Bu buluntulardan eski kentlerin tarihine ilişkin önemli bilgiler edinilmektedir.
Yeni kurulan Yunan kentlerinden biri de, Mısır’da Nil Irmağı üzerindeki Naukratis’ti. Kent zamanla büyük bir ticaret merkezi olmuştu. Yolları Naukratis’e düşen gezginler, Mısır’da matematik ve astronomi alanlarındaki yeni gelişmeleri öğrendiler ve geri döndüklerinde bu bilgileri kendi ülkelerine taşıdılar. İÖ 7. ve 6. yüzyıllarda, ilk Yunan filozofları Thales ve Anaksimandros dünya ve bu dünyanın nasıl oluştuğuna ilişkin kuramlar geliştirdiler. Birçok İyonyalı şair lirik şiirler yazmaya başladı. Bu şairler Hom eros’un yaptığı gibi kahramanlık öyküleri anlatmıyor, tanrılar, aşk, savaş ve siyaset üzerine kendi düşünce ve duygularını dile getiriyorlardı. Bunların en ünlüleri, İÖ 6. yüzyılın başlarında Midilli (Lesbos) Adası’nda yaşayan kadın şair Sappho ve Alkaios’tur. Askeri başarıların hayranlık uyandırdığı Dor kenti Sparta’da ise, savaşa ve cesarete ilişkin şiirler yazıldı.
Ticaret ve üretimin artması, kent devletlerinde tüccar ve zanaatçıların güçlenmelerine yol açtı. Ayrıca, İÖ 7. yüzyılda soyluların savaş arabalarından ve süvarilerden oluşan eski orduların yerini, büyük ölçüde piyadelerden oluşan ordular almış ve kentlerin savunulmasında, giderek orta sınıftan yurttaşlar söz sahibi olmuştu. Soylulara çok borçlanmış, yönetimden hoşnut olmayan köylüler ile birleşen bu yurttaşlar daha fazla hak istemeye başladılar. Eski ailelerden gelen soylular giderek güçlerini yitirdiler. Artık yurttaşların desteğini kazanabilen yetenekli herhangi bir kişi kent devletinin önderi ya da yöneticisi olabiliyordu. Yunanistan’ın dört bir yanında ortaya çıkan bu yeni yöneticiler kentlerinin zenginleşmesine ve güçlenmesine yardımcı oldular. Soylu oldukları için değil kendi güçleriyle iktidara gelen bu yöneticilere “tiran” dendi. O dönemde “tiran” sözcüğü günümüzde olduğu gibi “zalim” ve “gaddar” anlamına gelmiyordu. Tiranlar ticareti geliştirdiler ve bayındırlık işlerine başladılar. Şairleri, ressamları ve heykeltıraşları desteklediler, sıradan yurttaşları soyluların haksız davranışlarından korudular. Böylece tiranlar kent devletlerini daha demokratik yönetim biçimlerine geçmeye hazırladılar. Korintli Periander ve Sikyonlu Kleisthenes bu tiranların en çok tanınmışlarmdandır.
İÖ 6. yüzyıla doğru, Yunan kentlerinin çoğu bağımsız kent devletlerine dönüştü. Bir bölümü ise amphiktyonia adı verilen dinsel birliklere katıldı. Bazı kentler ise Delfi Kâhinleri’ni destekleyen bir birlikte yer aldı. Bu kentlerde yaşayanlar, anlaşmazlıklarının çözüme bağlanması için sık sık Delfi’ye başvururlardı.
Büyük dinsel şenliklere tüm Yunan kentleri katılırdı. Bu şenliklerin en önemlilerinden biri de Zeus’un onuruna her dört yılda bir Olympia’da düzenlenen ve ilki yaklaşık İÖ 776’da yapılan atletizm oyunlarıydı. Oyunlar öylesine önemliydi ki, Yunanlılar zamanı Olimpiyatlarda yani dört yıllık sürelerle ölçerlerdi. Yakınçağda yeniden canlandırılan Olimpiyat Oyunlan en önemli uluslararası spor yarışması durumundadır.
Bu tür ortak etkinlikler, siyasal ayrılıklara karşın Yunanlılar’da, yavaş yavaş tek bir halk oldukları duygusunu geliştirdi. Kendilerine Helenler, üzerinde yaşadıkları topraklara da Helas demeye başladılar. Helenler öteki bütün halkları, “Yunanca konuşmayanlar” anlamında barbarlar olarak adlandırdılar.
Atina ve Sparta
Yunanistan tarihi giderek, yaşam biçimleri birbirinden çok farklı olan Atina ve Sparta kentlerinin mücadelesine dönüştü. Kent devletlerinden birkaçı, komşu köylerin bu kentlerle birleşmesiyle büyümüştü. Atina da bunlardan biriydi. Attika’daki bütün köyler Atina’ya katılmış ve kent topraklarının yüzölçümü 2.500 km2’yi aşmıştı. Sparta ise, İÖ 8. yüzyılda, Messenia’nın da içinde bulunduğu bütün komşu toprakları alarak genişlemişti. Fethedilen topraklarda yaşayan halka Helotlar denir ve bunlara köle gibi davranılırdı. Sparta, Helotlar’ın baş kaldırmalarını önlemek için güçlü bir orduyu beslemek zorundaydı. İÖ. 6. yüzyıla doğru Yunanistan’daki en büyük askeri güç Sparta’nın elindeydi. Kent, Mora Yarımadası’ndaki hemen hemen tüm kent devletlerinin savunma amacına yönelik olarak kurdukları Peloponnesos Birliği’nin merkezi oldu.
Sparta kent devletinde yurttaşların bireysel özgürlükleri yoktu; onlardan beklenen, yaşamlarını devlete adamalarıydı. Sanat ve kültür neredeyse yok olmuştu. Sparta yurttaşlarının tümü savaş eğitiminden geçirilir ve onlara savaşta yiğitlik göstermenin en övünç duyulacak erdem olduğu öğretilirdi. Sparta kent devletini, beş yargıçtan oluşan ephoros ile gerousia denilen bir yaşlılar kurulu yönetirdi. Bu yönetim örgütünün, yasa koyucu Lykurgos tarafından kurulduğu sanılmaktadır.
Atina’nın gelişme çizgisi Sparta’nınkinden farklı oldu; çünkü Atina’da denetim altında tutulması gereken tutsak bir halk yoktu. Attika’da yaşayanlar Atina yurttaşı ve phyle adı verilen dört kabileden birinin üyesiydiler. Ne var ki, onlar da hakları için soylularla mücadele etmek zorunda kaldılar. Demokratik bir yönetim doğrultusunda atılan ilk adım, İÖ 621’de Drakon’un çıkardığı yazılı yasalar oldu. Cinayet suçlarında, öldürülen kimsenin akrabalarınca öç alınması yerine, kamuya açık bir yargılama sistemi getirmesi dışında, Drakon Yasaları’na ilişkin fazla bir bilgi yoktur.
İÖ 594’te Solon Atina’da başyargıç seçildi ve yönetimde reformları başlattı. Borçlanma nedeniyle köleleştirmeyi kaldırdı. Devlete asker olarak hizmet veren herkese yurttaşlık hakkı tanındı. Mülk sahibi olan bütün yurttaşlar yönetime seçilebileceklerdi. Gene bütün yurttaşlar, ceza yargılamalarında sonucu belirleyen jürilere katılabileceklerdi. Ne var ki, Solon’un reformları da soylular ile yoksul sınıflar arasındaki mücadeleyi sona erdiremedi. Atinalı yurttaşlar, bir süre de, tiran Pisistratus’un soylulara karşı kendilerine yardımcı olacağına inandılar.
Pisistratus Dönemi
Yoksullara yardımcı olarak ve ticareti destekleyerek Pisistratus büyük bir varlık dönemine ön ayak oldu. Şairler ve sanatçılar Atina’ya akın ettiler. Kent kısa zamanda Yunanistan’ın edebiyat ve sanat merkezi durumuna geldi. Boyalı Attika çömleklerinin yapımı hem güzel sanatlar içinde bir dala, hem de önemli bir sanayiye dönüştü. Çanak çömlek yapımında en iyi hammadde olan kırmızı kil Atina dolaylarında bulunuyordu. Yerel sanatçıların bu kili kullanarak yaptıkları vazolar dünyadaki en güzel örnekler arasındadır.
Kil, tanrı heykellerinin yapımında ve tapınak süslemelerinde de kullanıldı. En eski Yunan tapınakları ahşaptı ve bunların üzerleri, ahşabı kötü hava koşullarından korumak üzere boyalı kille kaplanırdı. Öte yandan, Yunanistan’ın birçok bölgesinde, özellikle de Atina yakınlarında mermer yatakları vardı. Mermer çok geçmeden yapılarda ve heykellerde kullanılmaya başlandı.
Yunan sanatının “arkaik” dönemi olarak bilinen İÖ 6. yüzyılda heykeltıraşlar insan ve insan biçiminde tanrı heykelleri yaptılar. Seçilen heykel konularının bütün Yunanistan’da aynı olmasına karşın, Dor ülkesinde yani Batı Yunanistan’da yapılan heykeller üslup olarak İyonya’dakilerden farklıydı.
Atina Demokrasisi
İÖ 6. yüzyılın son yıllarında Atina’da tiranlık yönetimi sona erdi ve Kleisthenes adlı bir soylu başa geçti. Kleisthenes yamaçlardaki çiftçiler, kıyılardaki tüccarlar ve ovalardaki soylu toprak sahipleri arasındaki siyasal kavgayı sona erdirmeyi başardı. Tüm yurttaşlara aynı hakları tanıdı. Kabile temsilcileri bir danışma kurulu oluşturdular. Bütün erkek yurttaşlar yasaları yapan halk meclisi ekklesia'nın doğal üyeleriydi. Sistem bütünüyle demokratikti; çünkü bütün yurttaş gruplarına eşit haklar ve yönetimde eşit söz hakkı verilmişti. Ne var ki, var olan demokrasi anlayışı bugünkünden farklıydı. Yalnızca Atinalı ana babadan doğanlar yurttaş sayılıyordu, yabancılar ve köleler yurttaş sayılmadıkları için bu haklara sahip değillerdi.
Pers Savaşları
İÖ 5. yüzyılın başında bütün Yunanistan işgal tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Pers İmparatorluğu, bir dizi yetenekli kralın yönetiminde yavaş yavaş yayılmaktaydı. Kiros (Kuruş) ve Darius’un yönetimindeki Persler, Anadolu’nun batı kıyılarındaki İyonya kentlerinin denetimini ellerine geçirmişlerdi. Ne var ki, İyonyalılar yabancı yönetiminden hoşnut değillerdi. İÖ 499’da Milet kentinde bir ayaklanma çıktı ve kısa zamanda öbür İyonya kentlerine de yayıldı. AtinalIlar, Persler’in güçlenmesinin Yunanistan’ın bağımsızlığı için bir tehlike olduğunu anlamışlardı. Ayaklanan İyonya kentlerine yardım etmek üzere 20 gemi gönderdiler, ama Persler ayaklanmayı bastırmayı başardılar. İÖ 494’te Milet’i aldılar, kenti yerle bir ettiler ve halkını da köleleştirdiler. Ardından, ayaklanmaya yardım eden Atinalılar’ı cezalandırmak için Darius Yunanistan’a saldırdı.
İÖ 490’da büyük bir Pers ordusu Yunanistan’a girdi. Eretria kentini alarak yerle bir etti. Yetenekli general Miltiades’in komutasındaki 10 bin askerlik bir Atina ordusu, Persler’i Atina yakınlarındaki Maraton Ovası’nda karşılamak üzere ilerledi. Atmalılar Sparta ve öbür kentlerden yardım istedilerse de ancak 1.000 kişilik küçük bir güç yardıma gelebildi. Sayıca çok az olmalarına karşın Yunanlılar çarpışmayı kazandılar.
10 yıl sonra İÖ 480’de Pers Kralı Kserkses döneminin en büyük ordusunu toplayarak Yunanistan’ı kesinlikle almak amacıyla yola koyuldu. Bu kez Yunanlılar birlik olmayı başardılar. Sparta Kralı Leonidas, Thermopilai Geçidi’ni tutmak üzere küçük bir askeri kuvvetle Yunanistan’ın kuzeyine yürüdü. Leonidas Pers ordusunu bir hafta süreyle durdurmayı başardı. Pers komutanı birliklerinin bir bölümünü dağların çevresinden dolaştırarak Yunanlılar’a arkadan saldırınca, Leonidas ve askerleri geçitte kıstırılarak yok edildi.
Pers saldırısı engellenemeyince, Atmalılar kenti boşalttılar. Kadınlar ve çocuklar Troizen ve Salamis’e sığındılar. Salamis Boğazı’nda bir araya gelen müttefik Yunan donanması çarpışmaya girmek istemedi. Ne var ki, Atinalı önder Themistokles, Yunanistan’ın kurtuluşu için kent devletlerinin birlikte hareket etmeleri gerektiğini anlamıştı. Persler’e gizlice haber salarak Yunan kentleri arasında görüş ayrılığı çıktığını ve gemilerden bazılarının koyu terk edeceğini duyurdu. Onlara her iki çıkışı da kapatmalarını önerdi. Themistokles’in hain olduğuna inanan Persler bu öneriye uydular. O gece Kserkses’in donanması Yunanlılar’ın çevresini sardı. Sabah olunca durumu gören Yunanlılar savaşın kaçınılmazlığını kavradılar ve çeşitli savaş taktikleriyle Pers donanmasının önemli bir bölümünü yok ettiler.
Yenildiğini anlayan Kserkses ordusunu ve donanmasını geride bırakarak kaçtı. Son bir çarpışma için, bir yıl sonra İÖ 479’da Plataya’ ya döndü. Kserkses burada da yenilince, Yunanistan’ı Pers İmparatorluğu’nun bir parçası yapma umutlarından vazgeçmek zorunda kaldı.
Persler’e karşı kazandığı zaferlerle Atina Yunanistan’ın en ünlü kenti oldu. Themistokles’in önderliğinde, Atmalılar Persler’den gelebilecek yeni bir saldırıya karşı koyacak güçlü bir donanma kurdular. İyonya’yı Pers yönetiminden kurtarmak isteyen birçok Yunan kenti Atina ile birleşerek İÖ 478 ve 477’de, merkezi Delos’ta olan Delos Birliği’ni kurdu. Asıl söz sahibi olan kent ise gene Atina’ydı ve bütün öbür kentler Atina donanmasının gereksinimlerini karşılamak için para ödüyorlardı. Kısa sürede bu parasal desteğe alışan Atina, bunu kaybetmemek için kentlerden herhangi birinin birlikten çıkmasına izin verm edi. Kentlerin ödediği vergi Atinalılar’ın yararına kullanıldı. Yunan kentlerinin kurduğu bu gönüllü birlik giderek Atina’nın denetlediği bir imparatorluğa dönüştü. İÖ 5. yüzyılda en parlak dönemini yaşayan Atina Doğu Yunanistan’ın büyük bir bölümünü, Ege Adaları’nın birçoğunu ve Anadolu’daki İyonya kıyısını denetim altına almıştı.
Atina-Sparta Savaşları
İÖ 5. yüzyılın ilk yarısında Atmalılar ve Spartalılar Persler’e karşı birlikte zaferler kazanırken, yüzyılın ikinci yarısında birbirleriyle savaşmaya başladılar.
İÖ 431’de Atina ile Sparta arasında büyük bir savaş çıktı. Ünlü önderleri Perikles Atinalılar’ı, hafif çarpışmalar dışında Spartalılar ile karada savaşa girmemeleri konusunda uyardı; çünkü Sparta’nın büyük bir kara ordusu olmasına karşılık, Atina’nın temel gücü donanmasından geliyordu. Böylece Atmalılar kentin içine çekildiler ve zaman zaman yiyecek getirmek ve Spartalılar’ı tedirgin etmek için gemileriyle denize açıldılar. Spartalılar’ın, kenti almaya uğraşırken kaynaklarını ve güçlerini tüketeceklerini umuyorlardı. Ne var ki, İÖ 430’da kentte büyük bir veba salgını çıktı. Veba aşırı kalabalık kentte hızla yayılarak birçok insanın ölümüne, hastalığa yakalanmayanların da paniğe kapılmasına yol açtı. Atinalılar Perikles’e sırt çevirdiler ve İÖ 430’un sonuna doğru onu önderlikten çekilmeye zorladılar. Sonraki yıl ise yeniden önderliğe getirmekle kalmayıp daha büyük yetkiler tanıdılar. Ne var ki, iki oğlunu ve kız kardeşini vebadan yitiren Perikles sonbaharda aynı hastalıktan öldü.
Peloponnesos Savaşı İÖ 404’te Sparta’nın zaferiyle sona erdi. Bu sürede Sparta da büyük bir donanma kurmuştu. Lysandros’un önderliğinde Atina donanmasını yok eden Spartalılar, donanmaları olmaksızın yiyecek sağlayamayan Atinalılar’ı teslim olmaya zorladılar. Sparta’nın bu zaferiyle birlikte Atina’nın parlak günleri de sona erdi. Ne var ki, Sparta da üstünlüğünü yalnızca 30 yıl koruyabildi. İÖ 371’de Epaminondas komutasındaki Thebai kent devleti, Korint’in kuzeyinde, Leuktra çarpışmasında Spartalılar’ı yendi.
İÖ 4. Yüzyıl
İÖ 4. yüzyılda Atinalılar yenilginin yaralarını bir ölçüde sardılar. Atina artık büyük bir siyasal güç olmasa da sanat merkezi olma özelliğini koruyordu. Atinalı heykeltıraş Praksiteles en iyi yapıtlarını yaratıyordu. Yunanistan’ın başka yörelerinden Paroslu Skopas ile Sikyonlu Lysippos da Praksiteles kadar ünlü heykeltıraşlardı. Bu sanatçıların üçü, Anadolu’da Kral Mausolos’un mezarı olarak yapılan görkemli mozolenin yapımında çalıştılar.
İÖ 399’da verdiği derslerle gençlerin ahlakını bozmakla suçlanan Sokrat, Atina meclisince ölüme mahkûm edildi. Sokrat’m izinden, öğrencisi olan ve çoğunlukla Yunan filozoflarının en büyüğü olarak değerlendirilen Platon geldi. Platon Atina yakınlarında, Akademi adıyla bilinen bir okul kurdu.
İÖ 371’de Sparta, Thebai’nin Boiotia kentince yenilgiye uğratıldıktan sonra, Yunan kent devletleri kendi aralarında savaşmaya başladı. Zayıflayan kentler, Anadolu’nun denetimini elinde bulunduran ve Yunanistan Yarım adasındaki kentlerin içişlerine sık sık karışmaya başlayan Persler’in gücüne karşı koyamıyorlardı.
Kuzeyde güçlenen Makedonya da Yunan kentlerinin bağımsızlığı için bir tehlike olmaya başladı. Yunanlılar ile uzaktan akraba olan MakedonyalIlar kültür ve uygarlık bakımından onlardan geriydiler. Makedonya’da İÖ 359’da başa geçen II. Philippos krallığını genişletmeye başladı. Makedonya ordusunu yeniden örgütledi. Bazen rüşvet, bazen de güç kullanarak Ege Denizi’ nin kuzey kıyısındaki kentleri ele geçirdi.
Atina’da hatip Demosthenes yurttaşlarını, öteki Yunan kentleriyle birleşerek II. Philippos’a karşı savaşan Olynthos kentine yardım etmeye çağırdı. Ne var ki, Atinalılar bu önerinin getireceği yararları anlayıncaya kadar iş işten geçmişti. İÖ 338’de II. Philippos Atina ve Boiotia ordularını yenilgiye uğrattı. Bütün Yunan kentlerini egemenliği altına aldı ve Persler üzerine büyük bir sefer düzenlemeyi tasarladı. İÖ 336’da ölünce bu tasarıyı gerçekleştirmek oğlu İskender’e kaldı.
Büyük İskender (İÖ 356-323)
İskender zekâsı, bilgisi ve gücüyle dünyanın büyük askeri önderlerinden biridir. Şaşırtıcı yeteneğiyle İÖ 333’te İssus Savaşı’nda Pers Kralı Darius’u yenmeyi başardı. Bunu izleyen 10 yıl boyunca Mısır’dan Hindistan’a kadar Pers yönetimi altındaki bütün toprakları ele geçirdi. İskender tüm dünyayı Yunan uygarlığına ve diline dayalı tek bir imparatorlukta birleştirmeyi düşlüyordu. Filozof Aristo’nun öğretisi ona Yunan kültürünü benimsetmişti. Aristo’nun yol göstericiliğinde İlyada'yı inceleyen İskender, kendisinin kahraman Aşil’in soyundan geldiği düşüncesindeydi.
İskender'in kurduğu imparatorluk o öldükten sonra İÖ 323'te parçalandıysa da, ele geçirdiği topraklarda yaygınlaşan Yunan dil ve kültürü daha sonra Roma İmparatorluğu yönetiminde birleşmeyi kolaylaştırmıştır.
Helenistik Dönem
İskender’in ölümünü izleyen döneme Helenistik Dönem (yaklaşık İÖ 300-100) denir. Bu çağda Yunan dünyası dil ve kültür birliğini, bir ölçüde de olsa sağlamıştır. Siyasal bakımdan ise, imparatorluk İskender’in üç büyük generalinin yönettiği üç krallığa bölündü. Makedonya’yı Antigonos, Mısır’ı Ptolemaios ve Suriye’yi Selevkos yönetiyordu. Yunan kentlerinden bazıları yeniden bağımsızlıklarını kazandılar. Birlikler kurarak birleştiler ve Makedonya’ya karşı konumlarını güçlendirdiler. Atina ve Sparta bağımsız kentler olarak kalırken, öbür kentlerin çoğu ya Akhaia ya da Aitolia Birliği’ne katıldı. Her birliğin, kentlerin temsilci gönderdiği bir meclisi vardı. Bu federasyonlar Yunanistan’ın bir Roma eyaletine dönüştüğü İÖ 2. yüzyıla kadar varlıklarını sürdürdü.
Bu çağda insanlar kendilerini herhangi bir kentin ya da devletin uyruğu olarak değil, dünya yurttaşı olarak düşünmeye başladılar. Stoacı ve Epikurosçu felsefeler bütün insanların kardeşliği düşüncesini işledi. Onlara göre, iyi bir yaşam onu arayan herkese açıktı. İnsan ister zengin ister yoksul, ister köle ister özgür olsun, bilgelik yoluyla erdeme ve m utluluğa ulaşabilirdi.
Çeşitli yerlerde sanatçıların geliştirdiği “okullar” ortaya çıktı. Helenistik dönemin en ünlü yapıtları arasında Melo Adası’ndaki Afrodit heykeli ve Semadirek zaferini betimleyen heykel sayılabilir. Dönemin sanatçıları insanları, ideal tipler olmaktan çok gerçekte oldukları gibi gösterdiler. Heykeltıraşlar yoksulların ve gösterişsiz insanların, gençlerin ve yaşlıların heykellerini yaptılar. Sıradan insanları gündelik işleriyle uğraşırken betimlediler.
İÖ 2. ve 1. yüzyıllarda Romalılar doğuya doğru yayıldıkça Helen krallıkları da Roma İm paratorluğu’nun topraklarına katıldılar. Yunanistan da artık Romalı bir vali tarafından yönetilen ve vergilendirilen bir Roma eyaleti oldu. İmparatorluğun doğu yarısında Yunanca resmi dil olarak kaldı; kültür de Helenistik niteliğini korudu.
Yunan sanatı, yönetimi, dini ve felsefesi Roma’nın gelişmesinde önemli rol oynadı. Romalılar Yunanlılar’ın ilk dönem ya da klasik yönetim biçimlerinden, sanatlarından ve edebiyatlarından etkilendiler. Yunan kültürünü kendi geçmişlerinin bir parçası olarak gördüler. Bu yüzden, Batı Avrupa’ya yayılan ve batı dünyasının gelişimini etkileyen Roma uygarlığı Romalı olduğu kadar Yunanlı bir kimlik de taşır.