Fransız Devrimi
Fransız Devrimi, Fransa'yı, özellikle orta sınıfın desteğiyle, mutlak bir monarşiden modern ve özgür bir topluma dönüştüren devrim hareketlerini topluca belirten terim.
FRANSIZ DEVRİMİ'NİN NEDENLERİ
Fransız Devrimi'nin nedenleri konusunda, bilim adamları arasında kesin bir görüş birliği yoktur. Marksçı bilim adamları maddi etmenleri vurgulamışlardır: Nüfus arttıkça yiyecek sıkıntısının baş göstermesi; toprakların sonderece küçük parsellere bölünmüşlüğünden ötürü Fransız halkının büyük bölümünün geçimini büyük güçlükle sağlayabilmesi; 1776'dan sonra tarımın gerilemesi sonucu büyük toprak sahiplerinin, gelir kaynaklarını aşırı işletmek zorunda kalmaları. Marksçılar ayrıca ticaretin gelişmesinin "burjuvazi" adı verilen paralı orta sınıfın gelişmesini hızlandırdığını, bunun da kurulu düzenin toprak sahibi soylu sınıfın konumunu tehdit ettiği üstünde durmuşlardır. Marksçılar dışındak toplumsal tarihçiler, gerçek toplumsal yapısı ile yasalarla belirlenmiş toplum yapısı arasındaki uyuşmazlığın gün geçtikçe atmasının önemini vurgulamışlardır (insanların servet yoluyla birbirinden ayrılmaları; bireysel haklar yerine babadan oğula geçen unvanların ya da "üstün bir sınıf"ın ortaya çıkması). Ayrıca tarihçiler, Fransız toplumunun karışıklığını ve kapitalizmin gelişmesinin önemi üstünde durmuşlardır.
Siyasal tarihçilere göre, en önemli neden monarşinin zayıflığıdır. Savurgan ve eli açık Louis XVI (1774-1792), birleşik bir ülkenin sözde mutlak hükümdarıydı. Aslında eyaletlere, ilçelere, din adamları sınıfına ve soylulara pek çok haklar ya da ayrıcalıklar tanındığı için, kralın hareket özgürlüğü çok kısıtlıydı. Üstelik, yasama ve yönetim sistemindeki görevler ve bunlarla eşdeğerde olan soyluluk unvanları, mülk gibi alınıp satılabildiğinden, resmî görevli yeni bir soylu sınıf türemişti ve yüksek kazançlı işleri tekeline almayı, kralın yürürlüğe koyduğu reformları dondurmayı, gün geçtikçe artan yönetim ve savaş giderlerini karşılamak için yeni vergiler koyulmasını engellemeyi başarıyordu. Bazı tarihçilerde, Aydınlanma Çağı yazarlarının ve Amerika örneğinin desteklediği reformlar yapılması ve yönetime daha çok katılma isteği ile Eski Rejim'in keyfi yönetimi arasındaki çelişkiyi vurgulamışlardır. Tuhaf olan, ulusal bilincin filizlenmesinin büyük önemi üstünde pek az tarihçinin durmuş olmasıdır.
Fransa'nın Amerikan Bağımsızlık Savaşı'na yardımının yıkıcı giderleri, 1783'ten başlayarak mâliyede reform uygulamasını ya da rejimlerin artmasını kaçınılmaz kılmıştı. Malikanelerde gündelikçi olarak çalışmanın yükü altında ezilmiş köylülerden daha çok vergi toplanamayacağı için, krallık bakanları, özellikle Charles Alexandre de Calonne, ayrıcalıklarına aldırmayarak bütün toprak sahiplerinden vergi almayı kararlaştırdılar. Bu plan mahkemelerde ve eyalet meclislerinde direnişle karşılanınca, bakanlar bu kurumları, soylu sınıfın daha az temsil edileceği kurumlarla değiştirmeye kalkıştılar. 1788'de bu davranış Soylular Ayaklanması'na yol açtı ve bakanları 1614'ten beri ilk kez Etats-Generaux'ya toplantıya çağırmayı kabul etmek zorunda bıraktı.
FRANSIZ DEVRİMİ'NİN İZLEDİĞİ YOL
1789 Devrimi. Devrimin ilk aşamasının başlıca özelliği şiddet oldu. Etats-Generaux 1789'da Versailles'da toplandı; ama Tiers-etat'nın (üçüncü sınıf; halk temsilcileri) ayrı bir meclis olarak toplanma isteğinin reddiyle, görev yapmaz duruma geldi. 17 Haziran'da Tiers-etat temsilciler kendilerini Ulusal Meclis ilan edip, böylece Etats-Generaux'yu ortadan kaldırarak, devrim yolunda önemli bir adım atmış oldular. 27 Haziran'da Ulusal Meclis, yasama yetkisi de olan Ulusal Kurucu Meclis adını aldı. Devrim "yasal" zeminde tamamlandığına göre, artık hak güçleri sahneye çıkabilirdi. Silahlanan Paris halkının ayaklanarak, 14 Temmuz'da Bastille'i ele geçirmesinin ardından, Fransa'nın her yanında ayaklanmalar başgösterdi. Bunda 1788 hasadının kötü olmasının ve olağanüstü şiddetli geçen kışın neden olduğu yiyecek sıkıntısının halkın öfkesini taşırmış olmasının da payı vardı. Büyük Terör diye adlandırılan olay sırasında köylüler, soyluların şatolarını yağmalayıp, ateşe verdiler.
Kurucu Meclis, köylüleri denetim altına almak için ayrıcalıkları, unvan alım satımını, "feodalite" kalıntısı yükümlülükleri kaldırdı (4 Ağustos); özgürlük, eşitlik, mülkiyet dokunulmazlığı ve baskıya karşı direnmeyi öngören bir İnsan Hakları Bildirisi yayınladı (26 Ağustos); kralı devletin başı olarak tanıyan, ama veto hakkı dışında herhangi bir yasama gücünden yoksun bırakan yeni bir Anayasa hazırladı. Louis'nin bu kararları onaylamayı reddetmesi, Paris'te "Kadınların Yürüyüşü" diye adlandırılan ikinci bir ayaklanmaya yol açtı. 5 Ekim'de Versailles'a yürüyen büyük bir kalabalık, kralı teslim olmaya zorladı. Kral ve kraliçe Marie Antoinette, Paris'e götürülerek, Tuileries sarayında oturmaya zorlandı. Kurucu Meclis de onları izleyerek Paris'e taşındı. Böylece Fransa, meşruti bir monarşiye dönüşmüş ve Fransızlar arasındaki yasal ayırımlar kalkmıştı. Ama kral aslında Paris halkının tutsağıydı. Bu arada, halkın büyük çoğunluğu, Kurucu Meclis'in sürekli değişen kararlarından ve düzenin bir türlü sağlanamamasından tedirgin olarak yakınmaya başlamıştı.
Fransa'nın yeniden yapılanması. Nisbeten barış içinde geçen bir dönem olan 1789-1791 'de, Ulusal Kurucu Meclis, Fransa'yı modernleştirmek için elinden geleni yaptı. İnsan Hakları Bildirisi'ne karşın, reform süzgecinden geçmiş yeni düzen hâlâ, yoksul alt sınıfları bazı yurttaşlık haklarından (başta oy kullanma hakkı) dışlamaktaydı: Ama halk kitleleri özgürlük ve birliğe olan inancını koruyordu ve bunu, ulusal birliğin kutlandığı ilk "Federasyon Şenliği"nde kanıtlamıştı (14 Temmuz 1790). Bu arada, kilise topraklarının kamulaştırılması, ülkeyi iflastan kurtardı. Ardından, kilise ve mahkemeler, seçilmiş meclisler tarafından yönetilen yerel yönetim bölümlenmelerine uyum sağlamaları için yeniden düzenlendi. Yargılama sisteminin temelini oluşturan ilkeler de köklü bir biçimde değiştirilerek yeni yönetim birimlerine uyarlandı. Yargıçların artık seçimle göreve gelmesi ilkesi benimsendi. Ne var ki, Rahipler Örgütü Yasası'nın yürürlüğe konması (1790) yeni sürtüşmelere yol açtı. 1791'de din adamları sınıfının bağlılık yemini için çağrılması, yeni yönetim ile geleneksel kralcılar arasındaki anlaşmazlığı doruk noktasına çıkararak, ülkenin bölünmesine yol açtı.
Bu arada, Kral Louis'nin Varennes'e kaçması (20 Haziran 1791) ve yakalanarak Paris'e zorla geri getirilmesi, cumhuriyetçiler ile sınırlı monarşi yanlılarını karşı karşıya getirirken, iç savaş kaçınılmazlaştı. Kurucu Meclis, denetimi sağlamayı başardı. Cumhuriyet ilan edilmesi isteğiyle toplanan Parisliler kalabalığı, 17 Temmuz'da silah gücüyle dağıtıldı ve Louis, tamamlanan 1791 Ana-yasası'nı kabul ettikten sonra, yeniden tahta çıkarıldı. Böylece Devrim'in sona erdiğine inanıldığından, Kurucu Meclis de 30 Eylül'de yerini Yasama Meclisi'ne bırakarak dağıldı. Gerçekteyse, dinsel ve toplumsal sürtüşmeler, Tiers etat'ın kendi içinde bölünmesine yol açmıştı.
1792 Devrimi. Büyük güçlüklerle kazanılmış olan Anayasa, 1791-1792 sürecinde çöktü. 20 Nisan 1792'de yeni Yasama Meclisi, karşı devrimcileri kışkırttığına ve desteklediğine inandığı Avusturya'ya savaş ilan ederek, Fransız Devrimi Savaşları'nı başlattı (Bk. FRANSIZ DEVRİMİ SAVAŞLARI). Avusturya'ya kurtarıcı gözüyle bakan Louis, olağanüstü hal önlemlerini veto edince, Avusturya ve Prusya orduları Fransa'yı istilaya giriştiler. Bunun üstüne Paris'te büyük bir ayaklanma patlak verdi ve 10 Ağustos'ta ayaklanmacılar kralın bulunduğu Tuileries sarayını bastılar; Louis, devrimci yeni Paris Komünü tarafından, Le Temple'a kapatıldı. Yasama Meclisi de, güçlü Komün'e boyun eğmek zorunda kalarak, yalnızca bir Ulusal Konvansiyon'un halk oyuyla seçilmesi için öneride bulunabildi. Bu arada, ayaklanmacılar Verdun'ü de ele geçirdiler ve Paris cezaevlerine kapatılan pek çok kişi, karşı devrimci oldukları gerekçesiyle öldürüldü.
Cumhuriyetin kurulması. İkinci devrimden doğan ve kazandığı askerî zaferlerle kısa sürede halkın gözüne giren Ulusal Konvansiyon (ya da Konvansiyon Meclisi), 22 Eylül 1792'de cumhuriyeti ilan ederek, Fransız Devrimi Savaşları'yla yayılmacı bir siyaset benimseyerek ve kralın giyotinde başının kesilmesi kararı alıp, 21 Ocak 1793'te kararı uygulatarak, öbür Avrupa ülkelerinde büyük korkuya yol açtı. Ayrıca, kendi içindeki bitmek bilmeyen çekişmelerle, Fransa'yı da şaşkına çevirdi: Militan bir azınlıktan Montagnardlar ve Jacobinler adı verilen solcular, güçlü devrimci önlemler alınmasını istiyorlardı; taşra illerinin temsilcilerinden oluşan ve çoğunluğu ellerinde tutan Girodinlerse, kısa sürede Devrim'i pekiştireceklerini umuyorlardı. 1793 baharında, askerî ve ekonomik başarısızlıkların ardından Fransa'nın batı kesimindeki Vendee bölgesinde kanlı bir kralcı ayaklanma başlayınca, Montagnardlar mecliste üstünlüğü ele geçirdiler: Halkın Selameti Komitesi, Devrimci Halk Kurulu gibi olağanüstü durum örgütlerinin kurulmasına karşın, bu kuruluşlar, 2 Haziran'daki Paris ayaklanmasına kadar, bütünlüğü sağlayacak bir önderden yoksun kalmışlardı; ama Parisli ayaklanmacılar, Konvansiyon'u, Girondinleri dışlamaya ve Montagnardların üstünlüğünü kabul etmeye zorladılar.
Terör dönemi (1793-1794). Montagnardlar yabancı orduların istilasıyla, kralcı iç savaşla ve "Paris'in diktatörlüğüne" karşı yaygınlaşan taşra illerinin ayaklanmalarıyla uğraşmak zorunda kaldı. Başlangıçta, Georges Danton eyaletleri yatıştırmaya çalıştı; demokratik 1793 Anayasası halkoylamasıyla onaylandı ve 10 Ağustos'ta düzenlenen Birlik Şenliği'nde kutlandı. Ancak, temmuzdan sonra Maximilien Robespierre'in etkisinin büyük ölçüde artması sonucu, ayaklanan kentleri boyun eğdirme göreviyle askerî birlikler gönderildi. Toulon kentinin buna tepki olarak İngilizlere teslim olması ve Paris'te düzenlenen bir gösteri, Konvansiyon Meclisi'ni Terör dönemi diye adlandırılacak baskı rejimini kurmaya yöneltti (5 Eylül).
Bu dönem gerçekten de, bir dehşet dönemi oldu: Halkın Selameti Komitesi ekonomiyi ve savaşı örgütlemeyi üstlenirken, Devrim Mahkemesi, cezaevlerindeki mahkûmları (başta Girondinler) yığınlar hainde giyotine gönderdi: "Halk Temsilcileri" diye adlandırılan Konvansiyon üyeleri, Fransa'nın her yanında kanlı baskı taktikleri uyguladılar. Yeni devrimci takvime göre belirlenen ve hıristiyanlığa karşı yürütülen acımasız kampanya, 22 Eylül 1792 (1 Vendemiaire, Yıl I) - 23 Kasım 1793 (3 Frimaire, Yıl II) arasında bütün kiliselerin kapanmasına yol açtı.
Aralık 1793'ten sonra, cumhuriyet orduları zaferden zafere koşmaya başladığında, Terör hem içte, hem de dışta baskıcı ve merkezî devrim yönetimiyle özdeşleşmişti. Rejime muhalefet artık "karşı devrimcilik" diye nitelendirildiğinden, Danton gibi ılımlı Montagnardların ve hıristiyanlığa karşı yürütülen kampanyanın derlerinden Jacques Rene Hebert gibi aşırıların, 1794 başlarında giyotinde başları kesildi. Baskı rejimin merkezleştirilmesi Devrim Mahkemeleri'nin karşısına pek çok kurban getirdi ve bunlar korkunç 22 Prairial (10 Temmuz) Yasası gereği idam edildi. Robespierre'in "Terör"ü "erdem"le özdeşleştirme girişimlerinin bir sonucu olarak, cumhuriyeti manevi açıdan birleşmiş yurtsever bir topluma dönüştürme çabaları, kan dökmeye doymazlıkla eşanlama geldi. Sonunda, 26 Haziran'da Fleurus'ta AvusturyalIlara karşı kazanılan kesin bir askerî zaferden sonra, Robespierre 9 Thermidor'da 27 Temmuz 1794), Konvansiyon Meclisi'nin bazı üyelerinin düzenledikleri bir komployla iktidardan düşürülen ve ertesi gün (28 Temmuz), yandaşları ve Komün üyelerinin çoğuyla birlikte giyotinde başı kesildi. Thermidor "karşı devrimi". İdam olayını izleyen Thermidor döneminde (1794-1795), devrim gerilemeye başladı. Yönetimin zayıflığı sonucunda anarşi ve denetimden çıkan enflasyon, cumhuriyeti altüst etti. Ülkenin güneydoğu kesiminde kralcılar bir "beyaz terör" başlattılar; Paris'teyse "süslü gençlik" diye adlandırılan, zengin ailelerin işsiz güçsüz çocuklarının kurdukları çeteler, yurtseverleri öldürmeye koyuldular. Germinal ve Prairial'da (Nisan ve Mayıs 1795) iki büyük halk ayaklanması oldu: Geçim sıkıntısını umutsuzca dile getiren kitleler, "Ekmek ve 1793 Anayasası'nı" istemeye koyuldular. Ne var ki, Montagnardlar ve Kasım 1794'te kulüpleri kapatılan Jacobinler olmaksızın, baldırıçıplaklar (sans-culottes; aşın cumhuriyetçilere verilen ad) hiçbir şey elde etmeyi başaramadılar ve Thermidor Meclisi, halk hareketlerini ordunun da desteğiyle sürekli bastırdı. 1795'te veliahtın (unvan olarak Kral Louis XVII) kapatılmış olduğu cezaevi hücresinde ölmesi ve yurt dışındaki kralcıların Bretagne'da düzenledikleri başarısız bir çıkarma hareketi üstüne, gericiliğe ödün vermenin monarşiye yol açacağının anlaşılması sonucunda Thermidor Meclisi, 1795 Anayasası'nı çarçabuk hazırlamak zorunda kaldı. Bu liberal Anayasa, halkoylamasıyla onaylandı ve general Napoleon Bonaparte'ın Vendemiaire'de 5 Ekim 1795 ) başlayan bir gerici ayaklanmayı bastırmasından sonra yürürlüğe girdi; birkaç gün sonra da Konvansiyon Meclisi dağıldı.
Direktuvar (1795-1799). 1795 Anayasası gereği, yürütme yetkisini elinde tutan beş üyeli bir Direktuvar ile iki yasama meclisine ve belirli miktarda vergi ödeyenlerin oy vermesi sistemine dayalı bir burjuva cumhuriyeti kuruldu. Ayrıca cumhuriyeti gerek demokratik terörden, gerek monarşiden gelecek herhangi bir siyasal tehlikeye karşı korumak için önlemler alındı. Şiddete dayalı devrimi yinelemek için tek girişim olduysa (François Babeuf'ün komünist eğilimli Eşitler Komplosu; Mayıs 1796) da, kolayca bastırıldı. Ancak, yürütme gücünün zayyıflığı ve milletvekillerinin üçte birinin her yıl yeniden seçilmesi zorunluğu, istikrarı olanaksız kılıyordu.
1797'de Direktuvar üyeleri milletvekillerinin birçoğunu kralcılıkla damgalayıp, sonra da ceza sömürgesi olarak kullanılan Fransız Guyanası'na sürerek, parlamentoya ağır bir darbe indirdiler. Bu Fructidor (Eylül 1797) hükümet darbesi, bütün ılımlılar için, hiç beklemedikleri kötü bir sürpriz oldu. Ardından, yönetimin düzelmesine ve Avrupa'da Fransız gücünün önemli ölçüde artmasına karşın, muhafazakârlara ya da radikallere karşı darbeler 1797'ye kadar her yıl yinelendi. 1797'de merkezden yönetimi güçlendirmeye karar veren Abbe Sayes, Brumaire (9-10 Kasım) hükümet darbesini gerçekleştirmek için Bonaparte'ın yardımını sağladı.
Konsüllük (1799-1804). 1799 Anayasası'yla, Bonaparte'ın Birinci Konsül olarak görev aldığı Konsüllük yönetimi kuruldu. Bonaparte konsüllük yetkisini, Fransa'nın yeniden düzenlenmesi üstünde yoğunlaştırdı. Özellikle merkezden yönetimi kısa sürede yeniden yerleştirerek, 1801 Konkordatosuyla katolikliğe eski saygınlığını kazandırdı. Cumhuriyetçi kurumların sürekli yozlaşması üstüne de, Birinci İmparatorluk (1804-1815) kurulduğunu ilan edip, Napolyon I unvanıyla taç giyerek, hem Konsüllük dönemine son verdi; hem de devrim sürecini noktalamış oldu.
SONUÇLAR
Fransız Devrimi'nin en somut sonuçları, 1789-1791 sürecinde elde edildi. Topraklar soylu sınıfın elinden kurtarılıp, katı bir aşama sırasına dayalı toplum düzeni yıkıldı. Feodalizmin kaldırılması, bireyciliğin yanı sıra siyasal ve toplumsal eşitliği getirdi (ama bir yandan da kapitalist ekonominin gelişmesini geciktirdi). Kiliseden ve Devrim patlak verince yurt dışına kaçan soylulardan elde edilen toprakları ancak zengin köylülerin satın alabilmelerine karşın, Fransa gün geçtikçe köylü mülk sahiplerinin ülkesine dönüştü. Direktuvar ve Konsüllük dönemlerinde, resmî görevlilerden ve mülk sahiplerinden oluşan burjuvazi, toplum içinde ön plana çıktı. Savaş bazı spekülatörlere ve müteaahhitlere servet edinme olanağı vermekle birlikte, ekonomik gelişmeyi geciktirdi; gene de 1789-1791'deki büyük reformlar, kalıcı bir yönetim ve yasama sistemi kurmayı başardı. Devrimcilerin hukuku insanlık çıkarlarına bağlama çalışmalarının çoğu, daha sonra Napolyon Yasası'nda toplanarak, somutlaştırıldı.
Siyasal açıdan devrim, başarılı olmaktan çok, anlamlı oldu. 1789'dan başlayarak Fransız yönetimi ya parlamenter ve anayasal oldu ya da halk oylaması sistemine dayandırıldı; Napolyon, bu mirası devralarak geliştirdi. Ama 1789 -1799 arasında, gerçek anlamda demokrasi başarısızlığa uğradı. Sık yapılan seçimler doyumsuzluk yaratırken, resmî görevleri seçim yerine atamalarla doldurma alışkanlığı, Napolyon'un bu işi sistemli olarak yapmasından önce bile, sıradan, basmakalıp bir tutum oldu. Jacobinler'in "kendi denetimleri altındaki kardeş toplum kuramı", 1794'te sona erdi; baldırıçıplakların doğrudan demokrasi tezi, 1795'te ezildi; cumhuriyet de 1804'te ortadan kaldırıldı. Bununla birlikte, bütün bu kurumlar, Fransız siyasetini birer ideal olarak esinlemeyi ve yönlendirmeyi sürdürerek, sağ ile solu, kilise ile devleti birbirinden uzak tuttu.
Bütün bunlara karşın Devrim, devleti Ortaçağ geçmişinin kamburundan kurtarmış, hiç beklenmedik bir güç yaratarak devrimcilerin karşıdevrimcilere direnmelerini sağlamış ve Napolyon'un Avrupa'nın geri kalan bölümünü istila etmesine olanak vermiştir. Ulusal birlik kavramı ulusa Terör yöntemleri zoruyla kabul ettirilmiş olmakla birlikte, Fransız Devrimi, çok geçmeden dünyanın her yanında monarşilerin büyük bölümünün yıkılmasına ve cumhuriyet rejimlerinin kurulmasına esin kaynağı olmuştur.