Sünger
Önceleri bitki sanılan ve ilk kez 1755’te hayvan olarak tanımlanan süngerler hakkındaki yaygın kanı uzun yıllar değişmemiştir. 1825’te, suyun içindeki bir süngeri mikroskop altında inceleyen İskoç bilim adamı Robert Grant, bu canlının içine birçok gözenekten giren suyun başka deliklerden çıktığını, üstelik bu akış sırasında sudaki küçük tanecikleri süzüp aldığını gözledi. Böylece süngerlerin hayvan olduğu görüşüne ulaştı. Süngerin dış gözeneklerinden içeri doğru yayılan su kanallarını çevreleyen bazı hücreler tek hücreli hayvanlara çok benziyordu. Böylece süngerlerin bu küçük hayvanların koloni halinde bir araya gelmesiyle oluştuğu düşünüldü.
Süngerin Yapısı
Süngerin gövdesi su kanallarına açılan sayısız gözenekle delik deşiktir. Hayvan bu gözeneklerden giren suyu süzerek aldığı çok küçük canlılarla beslenir. Süngerlerin büyük bölümü denizlerde, pek azı tatlı sularda yaşar. Kanal duvarlarını oluşturan hücrelerin çoğu başka hayvanlardakilere benzemez. Boru biçiminde uzamış olan bu hücrelerin ucunda birer uzun kamçı bulunur. Hücrenin dibini çevreleyen çıkıntılar “yaka” adıyla tanınır ve bu yapı tek hücreli hayvanlarınkiyle benzerlik gösterir. Yakalı hücrelerin kamçıları sürekli hareket ederek suyun içeri girip çıkmasını ve süngerin bu sayede oksijeni alıp beslenmesini sağlar. Dışarı çıkan suyla artıklar da atılır.
Süngerde silis ya da kalsiyum karbonattan yapılmış iğneciklerin birbirleriyle kenetlenerek oluşturduğu, başka hiçbir hayvanda bulunmayan bir iskelet yapısı gelişmiştir. Bazı süngerlerin iskeleti sponjin denen esnek protein liflerini içerir. Sponjin ağıyla donanmış süngerler esnekliklerini çok uzun bir süre yitirmeden suyu emebildikleri için değerli sayılır ve insanlar tarafından yaygın biçimde kullanılırlar.
Süngerler iki ayrı biçimde ürer. Ana süngerden gelişen tomurcuklar daha sonra koparak yeni süngerlere dönüşür ve bu süngerler de yeterince olgunlaştıklarında tomurcuklanır. Ama eşeyli de üreyebilirler, çünkü süngerlerin erkek ve dişi özellik gösteren parçaları da vardır. Döllenen yumurtalar dışarı atılıncaya kadar süngerin içinde gelişir. Daha sonra yumurtadan çıkan larvalar kirpik denen kilsi uzantılarının hareketiyle yüzer ve bir yüzeye tutunarak yeni süngerlere dönüşürler. Bazıları yüzeylere tutunmak için, yapışkan bir madde salgılayan hücrelerini kullanır. Derin deniz süngerleri gibi bazıları ise iskeletlerinden uzanan saçaklı kökleri sayesinde dibe tutunurlar.
Bazı hayvanlar süngerleri gizlenme ve barınma amacıyla kullanır. Örneğin bacakları ve gövdesi tüylerle kaplı olan tüylü yengecin (Dromia vulgaris) son iki bacağı kısadır ve sırtına doğru kıvrıktır. Topladığı canlı süngerleri bu bacaklarıyla tutarak sırtında taşıyan yengeci görmek son derece güçtür.
Süngerler en çok sıcak denizlerde bulunur. Süngerlerin renkleri genellikle parlak, biçimleri çok çeşitlidir. İskeleti silisli iğneciklerden oluşan ve genellikle cam süngeri adıyla tanınan türlerin birçoğu son derece zarif ve
kırılgan yapılarıyla dikkat çeker. Cam lifli süngerlerden (Hyalonema cinsi) biri Japonya’dan ilk kez Avrupa’ya getirildiğinde doğulu cam ustalarının elinden çıktığı sanılmıştır.
Ticari sünger adıyla da tanınan doğal banyo süngerleri keratinli süngerler denen bir sünger grubunda yer alır ve birçok türden oluşur. Bu süngerler en çok Akdeniz’in doğu kesimi, Meksika Körfezi ve Karayib Denizi’nden elde edilmektedir. Florida kıyıları yeryüzünün en büyük sünger yetiştirme merkezleri arasında yer alır.
Süngerler denize dalarak, çeşitli araçlarla dibi tarayarak ya da ucu çatallı sırıklar kullanılarak çıkarılır. En değerli süngerler kıyıdan 80-130 km kadar açıkta, 18-36 metre kadar derinlikte bulunmaktadır. Toplanan süngerler tekneye yığılarak çiğnenir. İskeletleri dışında kalan dokularının çürüyüp ayrışması için asılarak uzunca bir süre bekletilen süngerler daha sonra dövülüp yıkanır ve iyice temizlenerek kurumaya bırakılır. Doğal süngerlerin yerini büyük ölçüde yapay süngerlerin alması bu hayvanların yok olup gitmesini bir ölçüde engellemiştir.