Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Tarım Tarihi

  • Okunma : 348
Tarım Tarihi Resim

Dünyanın en büyük iş alanı tarımdır. İnsanlar yiyeceklerinin neredeyse tümünü, giysilerinin de çoğu hammaddesini tarımdan sağlarlar. Çağlar boyunca insanlar artan dünya nüfusunu doyurabilmek için akıllarını ve ellerini kullanarak yeni tarım yöntemleri bulmaya çalıştılar. Ama gelişme yeterince hızlı değildi; kıtlık ve açlık birçok insanın acı çekmesine neden oldu. Bugün de bu sorun önemini korumaktadır.

    Tarım , insan yaşamına ilişkin yazılı kayıtların ortaya çıkmasından çok önce başladı. İlk tarım uygulamalarına ilişkin bilgilerimizin kaynağı arkeolojik bulgulardır. Bunlar arasında ilkel tarım aletleri, kurumuş tohumlar, hayvan kemikleri ile tahıl depolamak için kullanılan yapı ve çukurların kalıntıları sayılabilir. Bu kalıntılardaki radyoaktifliği ölçen modern yöntemler, tarımın yaklaşık 10 bin yıl önce başlamış olduğunu ortaya koymuştur.

Tarımın Başlangıcı

İnsanlar, tarım yapmaya başlamadan önce avcı ve toplayıcıydılar. Avladıkları yabanıl hayvanlar, balıklar ve doğada kendiliğinden yetişen meyveler, ağaç yaprakları ve köklerle beslenirlerdi. Nerede yiyecek bulabilirlerse oraya giderlerdi. O zamanlar yeryüzünün büyük bir bölümünü kaplayan ormanlar ve dikenli çalıların karşısında çaresizdiler. O dönemde henüz madenler bulunmadığı için, aletlerini taş ya da çakmaktaşından yaparlardı. Koyun, sığır ve keçileri yoktu. Yalnızca, avlanmalarına yardımcı olan köpekleri vardı. Kuzey Avustralya’da, Amerika’nın ve Afrika’nın tropik bölgelerinde bugün hâlâ geçimini avcılık ve toplayıcılıkla sağlayan kabileler yaşar.

    İlk insanların, toprağı ekmeye başlamadan önce koyun, keçi, sığır, domuz besledikleri ve onları gütmek için köpekleri eğittikleri sanılmaktadır. O dönem de etin bozulmadan saklanması zor olduğu için, yabanıl koyun ve keçi gibi hayvanları yakalayarak beslemeye başladılar ve gerektikçe kesip yediler. Sürülerdeki bazı hayvanların yavrulaması insanlarda yabanıl hayvanları evcilleştirmek ve sürü yetiştirmek düşüncesini geliştirdi. Besicilik, sütün bir besin olarak kullanılmasına ve daha sonra da peynir yapım yönteminin bulunmasına yol açtı. Bu insanlar sürülerini besleyebilmek için suyun ve otun bol bulunduğu bölgelerde dolaşırlardı. Günümüzde de Afrika’nın ve Asya’nın kurak bölgelerinde birçok kabile benzer bir yaşam sürmektedir. Bu kabileler sürüleriyle çok geniş araziler üzerinde dolaşır, toprağı ekmez. Temel besinleri süt ile ettir.

    İlk insanlar yabanıl buğday ve arpa gibi bitkilerin tohumlarının toprağa düşünce büyüyüp geliştiklerini fark ederek tarıma başladılar. İlk yerleşmeler en iyi ürünün yetiştiği ırmak vadilerinde görüldü. Bu yerleşmelerden bazılarının 9.000 yıl önce ortaya çıktığı sanılmaktadır. Aynı dönem de bazı kabileler avcılık ve toplayıcılıkla yaşıyordu.

İlk Uygarlıklar

Tarımın gelişmesi, daha çok yiyecek üretilmesini, insanların daha iyi beslenmesini ve böylece nüfusun artmasını sağladı. Doğan çocuklar daha iyi beslendikleri için daha sağlıklı oluyor ve hayatta kalma şansları artıyordu. Tarımla uğraşan insanlar bir yere yerleşmek zorunda kaldılar ve köyler kuruldu. Herkesin toprakta çalışması gerekmediğinden, bazı insanlar yapım işleriyle, çanak çömlek ve dokuma üretimiyle ya da dericilikle uğraştı ve zanaatlar gelişti. Artan tarımsal üretim kentlerin ortaya çıkmasını sağladı. Kentlerle birlikte uygarlıklar gelişti.

    İnsanların tarım yaparak ürün yetiştirdiği ilk bölgeler Dicle ve Fırat ırmaklarının vadileri (Mezopotamya), Nil vadisi, Çin ve Hindistan’daki ırmak vadileri oldu. İÖ 7000 dolaylarında, tohumluk ayrılıyor, ekim yapılıyor ve ürün toplanıyordu. Tarımın ilk kez kabile içinde toplayıcılık görevini üstlenmiş kadınlar tarafından başlatıldığı ve ilk elde edilen ürünün buğday olduğu sanılmaktadır.

    Anadolu’da da en eski çağlardan beri insanların yaşadığı, çeşitli mağaralarda yapılan araştırmalardan ve özellikle Antalya, Adıyaman ve Van dolaylarında bulunan mağara resimlerinden anlaşılmıştır. Yaşamlarını avcılık ve toplayıcılıkla sürdüren bu insanlar zamanla toprağı ekerek yerleşik düzene geçtiler.

    Anadolu’da bilinen en eski yerleşim yeri Çayönü'ndedir. Diyarbakır ilindeki Çayönü Höyüğü’nde ele geçen buluntulardan, insanların İÖ 7250-6750 dolaylarında bu bölgede yerleştikleri, tarım yaptıkları ve hayvanları evcilleştirdikleri anlaşılmıştır. Çayönü insanları yabanıl buğday ekmiş, köpekleri, koyun ve keçileri evcilleştirmişlerdi. Sığır, geyik ve domuz ise av hayvanlarıydı. Bu höyükteki buluntular arasında, tarım yaparken kullanılan taş aletler, boynuzdan orak sapları, öğütme ve ezme taşları vardır.

    Ayrıca, Konya’nın güneydoğusundaki Çatalhöyük, Anadolu’daki en eski ve büyük yerleşim yerlerinden biridir. İÖ 6800-5700 arasında Çatalhöyük’te yaşayan insanların gelişkin bir kültürleri vardı. Yaşamlarını tarım ve hayvancılık yaparak sürdüren Çatalhöyük insanları buğday, baklagiller, burçak ve sebze yetiştiriyor, bitkilerden yağ çıkarmayı biliyordu. Evcilleştirdikleri koyun, keçi ve sığırların etinden ve sütünden yararlanmanın yanı sıra tereyağı ve peynir de yapıyorlardı.

    İlk çiftçiler kazıcı sopalar ve taş çapalar gibi basit aletlerle tarım yaparlardı. İÖ 5000’lerde Mezopotamya’da yaşayan Sümerler öküzlerin çektiği tahta sabanı kullanmaya başladılar ve ekinlerini sulamak için kanallar açtılar. Bu yörede yaşayan halk buğdayın yanı sıra başka tahılları da ekiyor; meyve, çiçek yetiştiriyor; deve, eşek ve at besliyordu.

    Yaklaşık 5.000 yıl önce Nil Irmağı’nın verimli vadisinde ortaya çıkan Eski Mısır uygarlığında tarım oldukça gelişmişti. Bölgede sığır, koyun, keçi ve kümes hayvanları besleniyor, öküz ve eşekler hem saban çekmede, hem de tahıl hasadında kullanılıyordu. Buğdayın yanı sıra arpa, fasulye, mercimek, soğan ve dokumacılıkta kullanılan keten yetiştiriliyordu.

    Eski Mısır uygarlığının temelini, her yıl taşan Nil Irmağı’na dayalı tarım oluşturuyordu. Taşkın her yıl toprağın üzerini ırmağın getirdiği çamurla yeniden kaplıyor, bu da bir sonraki ekin için verimi artırıyordu. Ama bu arada tarla sınırları da yok oluyordu. Mısırlılar için taşkının ne zaman olacağını bilmek önemliydi. Bu nedenle Ay’ın değişik evrelerini temel alan ve bugün kullanılana benzeyen bir takvim hazırladılar. Taşkın suyu çekilince, çiftçilerin tarla sınırlarını yeniden belirlemeleri gerekiyordu. Bunun için bir arazi ölçüm sistemi geliştirdiler. Temel ölçü birimleri kübit denen, dirsek ile orta parmağın ucu arasındaki yaklaşık 50 santimetrelik uzunluktu. Tarım böylece, tarım dışı alanlarda da yararlı olan yeni buluşların ortaya çıkmasına yol açtı.

    Yaklaşık 4-5 bin yıl önce tarım dünyanın birçok bölgesinde gelişmişti. Hindistan’ın kuzeyinde saban kullanılıyor, öbür tahılların yanı sıra pirinç ekiliyor ve dünyada ilk kez pamuk yetiştiriliyordu. Bu insanlar başka evcil hayvanların yanında filleri de kullandılar. Çinliler arpa, soya fasulyesi, darı, pirinç ve meyve yetiştiriyorlardı. İpekböceğinden ipek elde edilebileceğini anlamışlar ve bu hayvanları beslemek için dut ağaçları dikmişlerdi.

    İÖ 2000’den sonra Orta Amerika’da Yerliler mısır, patates ve domates gibi sebze ve meyveler ekiyorlardı. Meksika’da kakao ağacı, pamuk ve hindi yetiştiriliyordu. Günümüzde ABD’nin güney batısında kalan yerlerde yerliler çeşitli yerleşmeler kurmuşlardı ve mısır, sebze, ayçiçeği ve meyve üretiyorlardı. Günümüzdeki Kanada topraklarında insanlar mısır ve sebze yetiştiriyor, mısırı avcıların getirdiği deri ve etle takas ediyorlardı.

    Irmak vadilerinden uzaklaştıkça tarım zorlaşıyordu. Ormanlık bölgelerde tarla açmak için ağaçlar kesiliyor, yerdeki otlar ise yakılıyordu. Böylece, hem ekim alanları, hem de yakmak ve yapılarda kullanmak üzere odun elde ediliyordu.

Eski Yunan ve Roma

Eski Yunan ve Rom a uygarlıklarında gelişen tarım , zengin kentlilerin rahat yaşamasını sağlıyordu. Bu dönemde taş ve tunç aletlerin yerini demir aletler almıştı. Tarım araçlarını yapan ya da onaran demirciler tarım topluluğunun önemli üyelerinden olmuştu.

    Akdeniz’in kuzey kıyısı boyunca yayılan Yunanlılar tarım yöntemlerini de birlikte götürdüler. Tarlada çoğunlukla kadınlar ve köleler çalışıyordu. Tarım genellikle, çeşitli tahıl ve sebzenin yanı sıra zeytin, üzüm ve bal da üretilen çiftliklerde yapılıyordu.

    Romalılar, her bölgede en iyi yetişen ürüne bakarak uzmanlaşma düşüncesini geliştirdiler. Örneğin, Mısır'dan gelen tahıla karşılık kendi şarap ve zeytinyağlarını takas ediyorlardı. Romalılar toprağı, çim ya da üçgül yetiştirerek zaman zaman dinlendirmek ya da fasulye ekip sürerek zenginleştirmek gerektiğini biliyorlardı. Kışın çiftlik hayvanlarını besleyebilmek için yem bitkileri de ekiyorlardı.

Ortaçağ

İS 500’e gelindiğinde Romalılar Batı Avrupa’dan çekilmişlerdi. Bu tarihten sonra bu bölgenin nüfusunda bir artış oldu ve yiyecek için daha fazla toprağı işlemek gerekti. Ormanlar, bataklıklar ve fundalık araziler tarıma elverişli duruma getirildi. Daha geniş tarlaları sürebilmek için öküzlerin çektiği ağır sabanlar kullanılmaya başlandı.

    Zamanla, çiftçiler sekiz ya da 10 öküzün çektiği sabanlarla, killi yani sürülmesi çok daha zor olan toprakları sürmeyi de öğrendiler. Romalılar, bir yıl buğday eker, ertesi yıl toprağı nadasa (dinlenmeye) bırakarak basit ekim nöbeti uygulardı. Daha sonra insanlar arpa, çavdar, yulaf ekmeye ve üçlü ekim nöbeti uygulamaya başladılar. Bir yıl kış, ertesi yıl bahar ekimi yaparlar, üçüncü yıl da toprağı nadasa bırakırlardı. Böylece iki yılda bir ürün almak yerine, üç yılda iki ürün alınabiliyordu. Ne var ki, bu yöntem az verimli kumlu topraklara uygun değildi.

    Yaklaşık İS 800’den başlayarak Avrupa'nın büyük bir bölümü açık tarla sistemiyle ekilmeye başlandı. Araziler uzun ve dar tarlalara bölünüyor ve çiftçiler farklı yerlerde birkaç toprak parçası ekiyordu. Bu tarlalar yamaçlarda, boylamasına yani yukarıdan aşağıya doğru açılmıştı. Böylece tarlalar arasında sabanla açılan derin yarıklar fazla suyun akmasını sağlayan hendek görevi görürdü. Her üç yılda bir nadasa bırakılan tarlalarda toprağın kendini yenilemesi sağlanırdı. Açık tarla sisteminde, her çiftçi ailesi topraklarındaki ekinlerin bakım ve hasadını kendi yapardı. Gübreleme ve tarla sürme gibi işler ise paylaşılırdı. Açık tarla sistemi, Avrupa’nın bazı yörelerinde 20. yüzyıla kadar sürdü.

    Tarla sürmenin dışında hemen hemen bütün işler el aletleriyle yapılıyor, hasadı toplamak, tırmıklamak ve savurmak aylar alıyordu. Verim düşüktü; kötü hava koşulları ürünün yok olması anlamına geliyordu. Bunlara karşın, ortaçağda çiftçiler sabanda sağlanan gelişmeye, tarıma ilişkin yeni bilgilerin edinilmesine ve tarım da çalışan işgücünün fazlalığına bağlı olarak, artan nüfusu beslemeyi başardılar.

Tarlaların Çitlenmesi

14. yüzyılda art arda iki yıkım Avrupa’yı sarstı. 1348’de, Kara Ölüm olarak adlandırılan büyük veba salgını Asya'dan Avrupa’ya sıçradı ve tüm kıtayı sardı. Kara Ölüm’ün çaresi yoktu; hastalığa yakalanan ölüyor ve yayılması önlenemiyordu. Avrupa nüfusunun üçte birinden fazlası bu salgında öldü. Hemen hemen aynı yıllarda Avrupa’da vebanın yayılmasını kolaylaştıran ve tarımı altüst eden savaşlar çıktı.

    Bu olaylar Avrupa’da tarımın yapısını değiştirdi. Toprakta çalışacak yeterli insan kalmamıştı; tarlaların çoğu ekilemiyordu. Bazı köyler terk edilmişti. Nüfus azaldığı için daha az tahıl yeterli oluyordu. İnsanlar bezelye, fasulye, pırasa, soğan, maydanoz ve marul gibi sebzeler ile elma ve armut gibi meyveleri üretmeye başladılar. Kış boyunca hayvanları beslemede samanın önemi anlaşılmıştı.

    Kuzey Avrupa’da gelişen yünlü dokuma sanayisine ham madde sağlamak amacıyla İn ­giltere’de toprak sahipleri serfleri kentlere göçe zorladılar ve büyük tarım alanlarının çevresini çitlerle çevirerek koyun yetiştirmeye başladılar. Tarlaları çitleyerek kapatma hareketi 19. yüzyıla kadar sürdü. Daha sonra, çitlerle çevrili büyük çiftliklerde pazar için büyük çaplı tahıl da üretilmeye başlandı. Ticaret yapmaya ve kâr elde etmeye yönelik tarım İngiltere’de kapatma hareketiyle birlikte başladı. Tarımdan sürülen işgücü kentlere yöneldi ve kent nüfusları giderek büyüdü.

Tarım Devrimi

Eski çağlardan beri tarımsal gelişmenin önündeki en büyük engel, sürekli ekilen tarlalarda bitkiler için gerekli besinlerin tükenmesi ve verimin düşmesiydi. Bunu önlemek için insanlar hayvan dışkılarını gübre olarak kullanmak, toprağı nadasa bırakmak ve yıldan yıla değişik bitkiler ekmek gibi üç temel yöntem kullandılar. Bu yöntemlerin en iyisi toprağı gübrelemekti; am a ortaçağda, kışın beslemek zor olduğundan çiftçiler sınırlı sayıda hayvan yetiştirirlerdi. Bu nedenle hayvan gübresi kullanmanın yanı sıra iki ya da üç yılda bir toprak nadasa bırakılırdı.

    18. yüzyılda İngiltere’de tarım alanında bir devrim yaşandı. Şalgam ve üçgül ekiminin başlamasıyla toprağı nadasa bırakma zorunluluğu ortadan kalktı. Şalgam hayvanlara bol kışlık yem sağladı. Hem daha çok hayvan beslenebildi, hem de et ve süt verimi arttı. Ayrıca hayvan sayısının artmasıyla tahıl üretimi için daha fazla gübre elde edildi. Bir başka önemli gelişme de İngiltere’de, Norfolk’ta iki büyük çiftlik sahibi olan Vikont Charles Townshend ile Thomas William Coke’un geliştirdiği dörtlü ekim nöbeti oldu. Bu yöntemle tarla nadasa bırakılmaksızın buğday, şalgam, arpa ve üçgül art arda ekilebildi. Sonuncu olarak ekilen üçgül hem toprağa azot katar, hem de koyun ve sığırlara yem olurdu. Ayrıca, üçgül tarlalarında otlayan hayvanların dışkıları da toprağa gübre sağlardı. Böylece ertesi yıl aynı topraktan iyi buğday elde edilirdi. Bu yöntem , 100 yıl içinde İngiltere’de ve Avrupa’nın bir bölüm ünde yaygınlaştı.

    Aynı dönem de, daha iyi bakılan hayvanların arasından niteliği en yüksek olanları seçmek ve ayırmak kolaylaştı. Böylece 19. yüzyılın başlarına gelindiğinde koyun, sığır ve domuzların en nitelikli et ve yün veren cinsleri üretilmişti. Tovvnshend ve Coke hayvan cinslerinin geliştirilmesine de öncülük ettiler. Ayrıca Norfolk’un kumlu toprağına kil ve tebeşir ekleyerek tarlaların verimini yükselttiler. Avrupa’da ise bu gelişmeler oldukça yavaş ilerledi. Fransa’da küçük çiftçiler geleneksel yöntemlerinden vazgeçmedi. Almanya’da da Doğu Prusya dışında durum aynıydı. Doğu Prusya’da geniş toprakların sahibi olan soylular tarımda verimliliği artıran bu gelişmelere ilgi duydular ve uyguladılar.

    Bunları başka gelişmeler izledi. Saban demirleri, silindir ve tırmıkların dökme demirden yapılmasının yanı sıra, 19. yüzyılın ilk yıllarından başlayarak tohum ekme makineleri ve zararlı otları yolmak için atların çektiği çapalar kullanılmaya başlandı. Değişik toprakların ve gübre kullanımının bitkilerin büyümesindeki rolü anlaşıldı. 1840’ta Alman kimyacı Justus von Liebig potas, fosfor ve azotun bitkiler için yaşamsal önemi olduğunu buldu. İngiltere’de John Lawes ve Henry Gilbert, fosfat bakımından zengin kayaları sülfürik asit ile işlem den geçirerek “yapay gübre” elde etmeyi başardılar. Bundan sonra başka tip yapay gübreler ve bunların bitkiler üzerindeki etkilerine ilişkin bilgiler hızla edinildi.

    İyi akaçlanmayan topraklarda fazla suyun ürünlerin köklerini çürüttüğü ve bitkilerin gelişimini bozduğu uzun yıllardır biliniyordu. Bazen toprağı akaçlamak için hendekler kazılır, içleri taş ya da dikenli çalılarla doldurulur ve üstleri yeniden toprak örtülerek fazla su akıtılmaya çalışılırdı. 1843’te kil akaçlama boruları bulundu ve sonraki 40 yıl boyunca binlerce dönümlük tarım alanları bu ucuz ve kolay yöntemle akaçlandı.

    Tarım alanındaki gelişmeler toplumsal yaşamı da derinden etkiledi. Tarım devrimi, bu gelişmelerin başladığı İngiltere’de orta çağın kırsal toplum yapısını parçaladı. Hayvancılığa verilen önemin ve tarımda makine kullanımının artmasıyla, kırsal alanda işgücüne duyulan gereksinim daha da azaldı. İngiltere’de kırsal toplulukların çöküşü, 18. yüzyıldaki ikinci kapatma hareketiyle hızlandı. Eskiden ortaklaşa yürütülen tarımın yerini, pazar için ürün yetiştiren ve hayvancılık yapan kapitalist çiftçilerin büyük çiftlikleri aldı.

    Kıta Avrupa’sında ise gelişme İngiltere’den farklı oldu. İngiltere’de toprak sahibi soylular köylüleri topraklarını terk etmek zorunda bırakırken, Avrupa’da bu süreç genellikle tersine gelişti. Bunun önemli bir nedeni, Avrupa’da soyluların tarımla ve toprakla uğraşmak yerine askeri, siyasal ve diplomatik alanlarda çalışmayı yeğlemeleriydi. Bunun en tipik örneği Fransız soylularıydı. Kendi topraklarında oturmak yerine saray çevresinde bulunmayı yeğleyen Fransız soyluları, zaman içinde topraklarını onları işleyen köylülere sattılar. 1789’a gelindiğinde Fransa’da toprakların beşte ikisi köylülerin eline geçmişti. Ama toprakların yasal mülkiyeti çoğunlukla, hâlâ soylu feodal beylerin elindeydi ve köylüler feodal beylere kira ya da vergi biçim inde ödemede bulunmayı sürdürüyordu. 1789 Fransız Devrimi’yle feodal yapı tümüyle parçalandı ve yapılan yasal düzenlemelerle köylü işlediği toprağın sahibi oldu. Bu gelişmenin doğal sonucu olarak Fransa’da tarım arazileri İngiltere’nin tersine küçük çiftliklere bölündü.

    Belçika’da da, Fransız ordularının ülkeye girmesinden sonra benzer bir gelişme görüldü. Almanya’da ise ikili bir gelişme oldu. Almanya 18. yüzyılda Elbe Irmağı’nın böldüğü iki büyük bölgeye ayrılmıştı. Ülkenin batısında tarımsal yapının temelini soyluların yönetimindeki büyük çiftlikler oluşturuyordu. Doğuda ise tarım Fransa’ya benzer bir biçimde örgütlenmişti; gelişme de benzer doğrultuda oldu ve Almanya’da tarım alanları Prusya dışında küçük çiftliklere bölündü. Avrupa’da küçük çiftliklerin yaygın olması tarımsal alandaki teknik gelişmelerin uygulanmasını güçleştirdi ve daha uzun bir döneme yaydı. Günümüzde de İngiltere dışındaki Avrupa ülkelerinde genellikle küçük ölçekli tarım sürdürülmektedir.

    18. yüzyılda İngiltere ve Avrupa’da çiftçiler daha çok kendi tüketimleri için tarım yaparken, Sanayi Devrimi’nden sonra tarım dışı alanlarda çalışan nüfusun büyümesiyle pazar için üretime ağırlık verdiler.

    Tarım ürünlerinin asıl pazarı nüfusu giderek yoğunlaşan kentler olunca, ürünü pazara taşımak sorunuyla karşılaşıldı. Avrupa ve Amerika’da 1830’lardan sonra gelişen demiryolları bu sorunun çözümünde çok önemli bir rol oynadı. Daha önceleri sürüleri pazara götürmek için yol boyunca yürütmek gerekiyordu. O dönemde zaten bozuk olan yollar, üzerinden yüzlerce hayvan geçince daha da bozuluyordu. Ayrıca, bu uzun yolculuklar hayvanları zayıf düşürüyor, satılmadan önce pazara yakın tarlalarda besiye çekilmeleri gerekiyordu. Yiyecekler ise kente bazen at arabaları, bazen de su yoluyla taşınıyordu. Uzun yolculukta sütü taze tutmanın yolu bilinmediğinden, kentlerde tüketilen süt genellikle kent içindeki mandıralardan sağlanıyordu.

    Demiryolları ile birlikte bu koşullar değişti. Hayvanlar zayıflamadan uzun yollar aşabilmeye, tahıl ve öbür yiyecek ürünleri demiryolu ile çok ucuza taşınabilmeye başladı. Trenin hızı, öğleden sonra sağılan sütün 150 km ya da daha uzaktaki bir kentte ertesi sabah satılmasına olanak verdi. Toprak sahipleri ve çiftçiler demiryolunun önemini kısa sürede anladılar ve tarım bölgelerinde demiryolu yapımını desteklediler.

Kuzey Amerika'da Tarım

Avrupalılar Kuzey Amerika’ya yerleşmeye başlayınca, Avrupa’da öğrendikleri bütün becerileri de birlikte götürdüler. Koloni döneminde halkın yüzde 90-95’i çiftçiydi. Ucuz ya da parasız edinilebilen geniş, verimli topraklar ve ılıman iklim tarımın hızla yaygınlaşmasına yol açtı.

    Çiftçi önce ağaçları ve kütükleri temizleyerek tarla açmak zorundaydı. Tarım aletleri az ve ilkeldi. Çalıştıracak insan az olduğu için çiftçiler ancak aileleriyle birlikte ekip hasat yapabilecekleri kadar toprak açarlardı. Toprağın verimi düşünce orayı bırakır, yeni tarlalar açma yoluna giderlerdi.

    Koloni döneminde çiftçilerin, toprakla uğraşmanın yanı sıra, avcılık yapması ve yapı ustası olması da gerekliydi. Yerliler’ce ekilen mısır göçmenler için de çok uygun bir üründü. Yetiştirilmesi kolay olan mısır, insanlar için iyi bir besin olmanın yanı sıra hayvan yemi olarak da kullanılabiliyordu.

    Avrupa’da olduğu gibi, bugün ABD’nin kuzey doğusunda yer alan New England’da da tarlalar dağınıktı ve çiftçiler ürünlerini genellikle kendi tüketimleri için yetiştirirdi. Güneyde ise belli ürünler üzerinde uzmanlaşmaya dayanan tarım gelişmeye başladı. Güneyde ticaret ve kâr amacıyla üretilen ana ürün tütündü. Çiftlik yaşamı köle emeğiyle yürütülen plantasyonlar (büyük çiftlikler) çevresinde yoğunlaşmıştı. Plantasyonlar gereksinimlerinin büyük bölümünü kendileri karşılar, öbür ürünleri de kuzey kolonileri, İngiltere ve Batı Hint Adaları’yla ticaret yoluyla sağlardı.

    Koloni halkı besi ve kümes hayvanları da yetiştirirdi. Amerika’da hindi ve köpek vardı. Öbür evcil hayvanlar Avrupa’dan getirildi. New England’da sığır beslemek ticari bir nitelik kazandı.

    Amerika’da bugünkü Kanada topraklarına ilk gelen Fransız göçmenler doğu kıyısından içerilere giren ırmaklar boyunca yerleştiler ve tarım yaptılar. Tarım 17. yüzyıl içinde Saint Lawrence Irmağı’nın vadisinde Quebec’ten Montreal’e kadar ve St. John Irmağı vadisinde New Brunswick’e kadar yaygınlaştı. İngilizler 1763’te Quebec’i alınca, tarım batıya doğru gelişti. Batıdaki geniş çayırlık tarım alanlarına daha fazla insanın yerleşmesini sağlamak amacıyla Kanada hüküm eti 1872’de parasız toprak dağıttı.

    Amerikan Bağımsızlık Savaşı’ndan sonra (1775-83) tarım batıya doğru yayıldı. Buğday ve mısır tarımı ile hayvancılık başlıca uğraşlardı. 1793’te çırçır makinesinin bulunmasından ve dokuma sanayisinin gelişmesinden sonra Güney eyaletlerinde pamuk ekimi çok önem kazandı.

    1830’larda demiryollarının döşenmesi çiftçilerin ürünlerini pazara götürmekte büyük kolaylık sağladı. Fabrikalar, kasaba ve kentler gelişti. Yiyecek ve ham maddeye duyulan gereksinim arttı. İngiltere ve başka ülkeler kentlerin artan nüfusunu beslemek için ABD’ den büyük miktarlarda yiyecek satın aldılar. Bu durum çiftlik ürünlerinin fiyatlarını artırdı ve çiftçileri daha fazla üretmeye özendirdi.

    1841’den sonra göçmenlere ve ABD yurttaşlarına çok düşük fiyatlarla toprak satıldı ve birçok kişi bu olanaktan yararlandı. 1850’lere gelindiğinde, çiftçiler ABD’nin orta kesimindeki çayırlık topraklara yerleşiyorlardı. Ça­yırlık bölgelerde fazla ağaç olmadığı için çiftçiler tarla açma işinden kurtuldular. Bu verimli topraklarda büyük ölçekli tarım yapıldı ve ürünlerin önemli bir bölümü yurtdışına satıldı.

    Amerikan İç Savaşı (1861-65) Güney’in tarımını büyük ölçüde yıkıma uğrattı. Pamuk üretimi düştü ve yabancı ülkelerle yürütülen pamuk ticareti hemen tümüyle durdu. Kuzey’de ise tarım gelişmeyi sürdürdü. Tarım makinelerinin kullanımı arttı; daha geniş alanlarda tarım yapılmaya başlandı ve çiftçiler ürünlerinden yüksek kazanç sağladılar.

    Batı eyaletlerinin çoğuna hayvancılıkla ve buğday ekimiyle uğraşan çiftçiler yerleşmişti. Mississippi Irmağı ile Kayalık Dağlar arasındaki açık arazide yapılan hayvancılık 1866-86 arasında hızla gelişti. Hayvan yetiştiricileri sığırlarının niteliğini yükseltmek amacıyla Avrupa’dan sığır getirdiler. Hayvan çiftlikleri genişledikçe ve buğday yetiştiren çiftçiler daha fazla toprak ekmeye başladıkça, ekinleri korumak için arazileri çitlerle çevirmek gerekti. Kolayca ve hızla döşenebilen ucuz dikenli tel bulundu. Tahıl üreten çiftçiler Kanada sınırına kadar yayıldılar. Kanada topraklarında çayırlık alanlar dünyanın en büyük tahıl üretim bölgelerine dönüştü. Ayrıca ovalarda sığır yetiştiriciliği gelişti.

    Kuzey Amerika’da tarımın başarısı ve tarım ürünleri fiyatlarının düşmesi Avrupalı çiftçileri olumsuz etkiledi. 1875’ten başlayarak, İngiltere’de çiftçiler buğday tarlalarını koyun ve süt sığırı otlaklarına dönüştürdüler. Danimarka ile Hollanda’da da tarım mandıracılığa ve domuz üretimine yöneldi. Domuzlar tereyağı ve peynir yapımından kalan artıklarla besleniyordu. Şekerpancarı Almanya’da ve daha sonra İngiltere’de pazar için üretilen yeni ürün oldu.

    Amerikan İç Savaşı’ndan sonra artan sayıda insan batıya gitmeye başladı, ama 19. yüzyılın ikinci yarısında çiftçilerin çoğu zor günler geçirdi. Ürünleri için iyi bir pazar vardı, ama makine almak borçlanmak demekti. Taşıma fiyatları ve vergiler yüksekti. Toz fırtınaları, kuraklık, zararlı hayvanlar ve bitki hastalıkları ekinleri yok ediyordu. Avrupa’da 1914’te I. Dünya Savaşı çıkınca, durum düzelmeye başladı. ABD savaş sırasında, İtilaf Devletleri’nin savaş koşullarında kendi ülkelerinde üretemedikleri yiyecek ve ham maddenin önemli bölümünü de karşıladı.

Tarım Makineleri

19. yüzyılın başlarında kullanılan tarım aletleri kaba ve basitti. Çiftlik işleri yorucu ve tek ­ düzeydi. Buna karşın, tarım da çalışanlar işlerini yitirmelerine yol açabilecek yeni gelişmelere kuşkuyla baktılar ve uzun süre bunları kullanmaya yanaşmadılar. İngiltere’de Jethro Tull 1701’de tohum ekme makinesini bulmuştu. Bu makine tohumun ekileceği tarlada düzgün sıralar halinde delikler açıyordu. Böylece hem daha az tohum kullanılıyor, hem de sıralar arasında toprağı çapalamak kolay oluyordu. Çapalama, tarladaki otları temizlemek ve yüzeydeki toprağı kabartarak yağmur suyunun kolay emilmesini sağlamak açısından önemliydi. Tull ayrıca, atla çekilen mekanik bir çapa da yaptı.

    Tahıl boy atıp büyüyünce, kısa saplı bir orakla biçilirdi. Uzun saplı tırpanın kullanılmasıyla iş kolaylaştı. Böylece işçinin çok eğilmesi gerekmiyor ve tırpanı her sallayışta daha fazla ekin biçebiliyordu. Daha sonra, tahılı hem kesen, hem de tahıl saplarını demetler halinde bir araya getiren taraklı tırpan bulundu.

    Ne var ki, ekini elle biçme işi yavaş yürüyor, hasat haftalar, bazen aylarca sürüyordu. Kötü hava koşulları gecikmelere yol açtığı için ekinler daha kesilmeden çürüyebiliyordu.

    Birçok çiftçi ve makine ustası bir orak makinesi geliştirmeye çalıştı. 1828’de İskoçya’da Patrick Bell, 1834’te ABD’de Cyrus Mc Cormick birer makine yaptılar. Obed Hussey bir yıl önce benzer bir makinenin patentini almıştı. Bu iki kişi ABD’de bir tarım fuarından öbürüne giderek makinelerini tanıttılar. Mc Cormick orta batıdaki geniş çayırlıkların günün birinde ABD’nin tahıl ambarı olacağını görerek, fabrikasını Chicago’ya taşıdı. Üzerinde çalışarak daha da geliştirdiği orak makinesi, Amerikan İç Savaşı başladığında, tırpanla çalışan 10 kişinin işini yapabilecek duruma gelmişti. Ama makineyi çalıştırmak ve tahılları demet demet ayırmak için gene de çok sayıda insan gerekiyordu. Sonunda, 1873’te orak makinesine demetleri bağlayan bir parça eklendi ve bu yeni makineye biçerbağlar adı verildi.

    Biçilen tahılın dövülmesi, yani tanesinin sapından ayrılması gerekir. Eskiçağlarda bu işlem sapları taşa vurarak ya da harman döveni (ucunda ağır bir tokmak olan uzun sopa) kullanılarak yapılırdı. Ekinler yere yayılır ve üzerlerine, taneler saplardan ayrılıncaya kadar harman döveni ile vurulurdu. Akdeniz yöresinde ise döven denen, altına çakmaktaşları döşenmiş geniş tahtalar kullanılırdı. Hayvanlarca çekilen dövenler ekinlerin üzerinde dolaştırılarak saplar ayrılırdı. Bu işlemden sonra, rüzgârlı günlerde ekinler havaya savrulur, ağır olan taneler yere düşerken kabuk ve samanlar ileriye uçardı. Harman savurma adı verilen bu işlem uzun zaman alıyordu. İlk harman makinesini 1786’da İskoç değirmenci Andrew Meikle buldu. Bu makineyle dövme hızlanmıştı, ama savurma işleminin gene insan eliyle yapılması gerekiyordu. 19. yüzyılda harman savurma makineleri de bulundu. 1850’lere gelindiğinde, bu makineler buhar gücüyle çalıştırılmaya başlanmıştı. Tarım işçileri kış boyunca geçimlerini sağlamalarına yardımcı olan savurma işini yitirdikleri için bu makinelerden hoşnut değillerdi. Günümüzde ekinleri biçen ve döven makinelere biçerdöver denmektedir. Bunlar kendi motor güçleriyle çalışabileceği gibi traktöre de bağlanabilirler. Biçerdöverler ekinleri biçer, toplar, döver, taneleri ayırır, çuvallara doldurur ve sapları balyalanmak ya da yakılmak üzere geride bırakır.

    Saban, eski çağlardan beri kullanılan temel tarım araçlarından biridir. Önceleri tahtadan yapılırdı. İngiltere’de 1785’te Robert Ransome, ilk dökme saban demirinin (toprağın içine giren bölüm ) patentini aldı. 1803’te de kendi kendini bileyen saban demirini yaptı. Dökme saban demirlerinin ABD’nin çayırlık topraklarında kullanımı zordu. 1830’larda, İllinois’lu bir demirci ve saban yapımcısı olan John Deere kullanımı daha kolay olan ve daha iyi sonuç veren çelik sabanı yaptı. Bu saban toprağı sürmek için gereken hayvan gücünü de azaltıyordu.

    İlk başarılı traktör ABD’de 1892’de geliştirildi. 1918’de, traktörün motorundan, trakt­öre bağlı başka makinelere enerji aktarımı başarıldı. Günümüzde çiftliklerde, koyun kırkmaktan meyve toplamaya kadar hemen tüm işleri yapan makineler kullanılmaktadır. Orak makinesi, biçerbağlar ve çelik sabanın bulunuşuyla ABD’nin orta batısı ile kuzeydeki çayırlık alanlarda tahıl üretimi, sığır ve koyun yetiştiriciliği hızla gelişti. Kısa sürede ülkenin her yanını saran demiryolları ve soğutuculu gemilerin kullanılması, yiyecek ürünlerinin Avrupa’ya taşınma maliyetini düşürdü. Böylece Kuzey Amerika dünyanın tahıl ambarı olarak düşünülmeye başlandı.

20. Yüzyılda Tarım

19. yüzyıl sona ermeden önce Amerika’dan Avrupa’ya tahıl, süt ürünleri ve tuzlu et gönderiliyordu. Soğutma teknikleri gelişince Arjantin, Yeni Zelanda ve Avustralya’dan büyük miktarlarda et gelmeye başladı. 1900’lerin başında, İngiltere’de çiftçiler tahıldan çok et ve süt ürünleri üretimine yöneldiler. Ama I. D ünya Savaşı sırasında ulaşım aksayınca, kırsal bölgeler gene tarıma dönmek zorunda kaldı ve yüksek fiyatlarla büyük kazanç sağladı. Savaştan sonra Amerika’yla rekabet arttı. İn­giltere ve Kuzey Avrupa ülkeleri dışarıdan gelen tarım ürünlerine kısıtlama koydular. Avrupalı çiftçiler büyük miktarlarda gelen ucuz yiyecek maddeleriyle rekabet edemediler ve İngiltere’de mandıracılığa ve geliştirilmiş hayvan türleri üretimine dönüldü. Hollanda ile Danim arka dış ülkelere satılacak miktarda, üstün nitelikli süt ürünleri üretmeye başladılar.

    II. Dünya Savaşı (1939-45) ticareti bir kez daha aksattı. Savaşın doğrudan içinde olan Avrupa’daki çiftçiler hayvanları için yeterli tahıl, ekinleri için yeterli gübre ve makine bulamadılar. İngiltere’de ise son bilimsel gelişmelerin tarıma uygulanmasıyla tarım da verim artırıldı.

    ABD’de I. Dünya Savaşı’ndan sonra (1914- 18) çiftçiler ürünlerine iyi fiyat alamaz oldular. Bunun temel nedeni ürünlerini doğrudan tüketiciye satamamalarıydı. “Aracılardan” kurtulmak ve taşıma ile ambalajlama giderlerini paylaşmak amacıyla kooperatifler kurdular. Daha sonra sözleşmeli tarım yaygınlaştı. Sözleşmeli tarım da, örneğin bir çiftçi ile konserve fabrikası işleten bir şirket arasında anlaşma yapılır. Bu anlaşma ile çiftçi ürününü belirli bir fiyattan şirkete satmayı, şirket de bu ürünü satın almayı kabul eder. Bu tür anlaşmalar çiftçinin riskini azalttığı gibi, şirketin de ham madde bulmasını kolaylaştırır. Bu uygulama günümüzde İngiltere ile ABD’de oldukça yaygındır.

Bilimsel Gelişmeler

Buğday, mısır, pirinç ve sebze gibi geleneksel ürünler her zaman olduğu gibi bugün de yetiştirilmekte, ama yeni yöntemler ve deneylerle değişik iklim ve topraklara uygun yeni tarım üıünleri de geliştirilmektedir. Ayrıca geçmişte bütün ekini yok eden bazı hastalıklara karşı dayanıklı bitkiler de yetiştirilmektedir. Kimyasal gübreler ve zararlı otlara karşı kullanılan ilaçlar da verimi artırmıştır. Ne var ki, bu tür maddelerin bazı sakıncaları da vardır. Her yıl kullanılan kimyasal maddenin etkisi azalmak­ta, etkili olabilmek için daha fazla gübre ve ilaç gerekmektedir. Bunun sonucunda yabanıl yaşam tehlikeye girmekte, kimyasal maddelerin sızdığı içme suları kirlenebilmektedir. Bu soruna çözüm bulmak için bazı çiftçiler eski organik tarım yöntemlerine dönmeye, zararlı hayvanlara karşı doğal yöntemleri ve gübre olarak hayvan dışkısını kullanmaya başladı.

    Hormon ve kimyasal maddeler verilerek, hayvanlardan daha kısa sürede, daha fazla et elde edilebilmektedir. Ciddi hastalıklar aşılarla önlenmekte, tedavi için antibiyotikler kullanılmaktadır. Hayvanlan küçük bölmelere koyarak yoğun beslemeye alma uygulaması yaygınlaşmıştır. Böylece birçok hayvan gün ışığına çıkarılmadan, yoğun olarak beslenmekte ve hayvanların bu biçimde yetiştirilmesi geleneksel yöntemlerden daha ekonomik olmaktadır. Bazı kişiler bu uygulamayı acımasız bulmakta ve kimyasal katkı maddeleri içeren yemlerle beslenen hayvanların etinin insana zarar verebileceğini belirtmektedir. Çiftçiler ise, bu yöntemlerle hayvanlarına daha özenle bakabildiklerini ve yeni tekniklerden geri dönülmesi durumunda hayvan ürünleri fiyatlarının artacağını ileri sürmektedir.

    Günümüzde çiftçilere daha fazla kazanç sağlayan birçok yeni bitki geliştirilmiştir. Bunlar genellikle, dünyanın bir bölgesinde eskiden beri var olan ve işleme tekniklerinin gelişmesiyle yeni kullanım alanları bulunan ürünlerdir. Bugün dünyanın birçok yerinde soya fasulyesi büyük miktarlarda üretilmektedir. Soya fasulyesinden elde edilen yağ, margarin, sıvıyağ ve mayonezin yanı sıra boya ve vernik yapımı gibi alanlarda da kullanılmaktadır.

    İnsanların yaşam biçimindeki değişiklikler tarımı da etkilemiştir. Yiyecekleri saklamada derin dondurma tekniklerinin gelişimi, dondurmaya uygun sebze ve meyvelerin geliştirilmesini sağladı. Sebze ve meyvenin ambalajlanmaya başlanması kolay bozulmayan türlere olan talebi artırdı. Beslenmede fazla hayvansal yağ almanın zararlı olduğu inancı birçok insanın domuz ya da sığır eti yemekten vazgeçerek, “beyaz et”e, yani kümes hayvanlarına ve yağlı olmayan ete yönelmesine yol açtı. Ayrıca işlenmemiş tahıl gibi doğal bitkisel yiyeceklere olan istek de arttı.

Uluslararası İşbirliği

II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Avrupa’daki birçok ülke bazı sanayi ürünlerinde bir “ortak pazar” oluşturmak için birleşti. 1990’da Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) üye 12 devlet vardı. Ortak tarım politikası izleyen bu ülkelerde bölgesel uzmanlaşma özendirilmekte ve çiftçilerin birçok ürününe parasal yardım sağlanarak gelirlerinin artması desteklenmektedir. Bunun sonucunda ortaya çıkan fazla üretim AET tarafından depolanır. Avrupa’daki çiftliklerin çoğu küçük ölçeklidir. Bu nedenle birçok ülkede, çiftçiler bir araya gelerek kooperatifler oluşturmuştur. Şaraplık üzüm ya da sebze gibi ürünlerinin işlenmesinde ve ambalajlanmasında ortaklaşa hareket ederler. Kooperatifler aracılığıyla ortaklaşa hareket, çiftçilerin kazançlarını artırır.

    19. yüzyılda Avrupalılar dünyanın hemen her yanında koloniler ve bu kolonilerde de tarımsal yerleşmeler kurdular. Sri Lanka’da kahve, daha sonra çay, Doğu ve Batı Hint Adaları’nda şeker kamışı ekildi. Kakao Güney Amerika’dan Batı Afrika’ya götürüldü. İlk olarak Zaire ve Brezilya’da bulunan kauçuk Malakka Yanm adası’nda da yetiştirildi. Ama bu plantasyonlar (büyük çiftlikler) dışında kalan yerel tarım her zamanki gibi sürdürüldü ve ilkel düzeyde kaldı.

    II. Dünya Savaşı’ndan sonra tarımın hâlâ geri olduğu yoksul ülkelere yardım etmek amacıyla örgütler oluşturuldu. 1945’te dünyada tarımın gelişmesini sağlamak üzere eğitim programları düzenlemek ve teknik yardım da bulunmak amacıyla Birleşmiş Milletler’e bağlı Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) kuruldu.

    Kuramsal olarak günümüzde üretilen yiyeceğin herkese yetmesi gerekir. Herkese yetecek kadar yiyecek olmasına karşın, dünyanın özellikle geri kalmış bölgelerinde insanlar yeterince beslenememekte ve açlık çekmektedir. Gelişmiş ülkelerin birçoğunda ise insanlar çok miktarda yüksek nitelikli yiyecek tüketmektedir. Araştırmalar bunun insanların sağlığına zarar verdiğini göstermektedir. Birçok insan artık daha doğal beslenme biçimlerine dönme gereğini duymaktadır.

Tarım Tarihi Resimleri