Tevfik Fikret
Tevfik Fikret (1867-1915), edebiyatımızda çok önemli bir değişimi oluşturan ve Edebiyat-ı Cedide Akımı olarak da bilinen Servet-i Fünun hareketinin önderi sayılır. Siyasal düşünce ve davranışlarıyla hem yaşadığı dönemde, hem de ölümünden sonra toplumu etkilemiş bir şairdir.
Asıl adı Mehmet Tevfik olan Tevfik Fikret İstanbul’da doğdu. Eğitimine İstanbul’da, Aksaray’daki Mahmudiye Rüştiyesi’nde başladı. Daha sonra Mekteb-i Sultani’ye (bugün Galatasaray Lisesi) geçti. Yaşamında çok önemli bir yeri olan Galatasaray Lisesi’nde Fransız kültürü ile tanıştı. Ayrıca o dönemin önde gelen yazar ve aydınlarından Muallim Naci, Muallim Feyzi ve Recaizade Mahmud Ekrem bu okulda öğretmendiler. Fikret bu öğretmenlerinin etkisi ile şiir yazmaya başladı. Çok başarılı bir öğrenci olan Tevfik Fikret 1888’de Galatasaray’ı birincilikle bitirerek Hariciye Nezareti’nde (Dışişleri Bakanlığı) göreve başladı. Ama kısa bir süre sonra yeterince çalışmadan para aldığını düşünerek bu görevinden ayrıldı. Bu sırada Ticaret Mekteb-i Âlisi’nde hat (güzel yazı) ve Fransızca dersleri vermekteydi. Tevfik Fikret 1891’de Mirsad dergisinin açtığı şiir yarışmasında birinciliği kazanınca adı edebiyat çevrelerinde duyulmaya başladı. Bir yıl sonra Mekteb-i Sultani’nin ilk bölümüne Türkçe öğretmeni olarak atandı. 1895’te. devletin tasarruf etme gerekçesiyle memur aylıklarının yüzde 10’unu kesmesi üzerine tepki olarak bu görevinden ayrıldı ve kendi köşesine çekildi.
Mekteb-i Sultani’deki öğretmenliği sırasında Tevfik Fikret iki arkadaşıyla birlikte Malûmat dergisini çıkartmaktaydı. 1896‘da eski öğretmeni Recaizade Mahmud Ekrem'in önermesiyle Servet-i Fünun dergisinin edebiyat bölümünün başına getirildi. Aynı yıl yaşamının sonuna kadar sürdüreceği Robert Kolej Türkçe öğretmenliği görevine başladı. Daha önceki şiirleriyle adını duyurmuş olan Tevfik Fikret Servet-i Fünun'u kısa sürede önemli bir edebiyat dergisi durumuna getirdi. Bu derginin çevresinde Halid Ziya (Uşaklıgil), Cenab Şahabeddin, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit (Yalçın) gibi birçok genç ve yetenekli yazar kümelenmişti. Fransız edebiyatını örnek alan ve ağırlıklı olarak bireysel konuları işleyen bu genç yazarlar batılılaşma konusuna ilgi duyan aydın okurlara yönelen Edebiyat-ı Cedide Akımı'nı oluşturmuşlardı. Servet-i Fiimm dergisi de Edebiyat-ı Cedide Akımı’nın yayın organı durumuna geldi. Bu yıllar ülkede II. Abdülhamid yönetiminin aydınlar üzerindeki baskıyı yoğunlaştırdığı dönemdi. Tevfik Fikret bir dostunun evinde Abdülhamid’i eleştiren bir şiirini okuyunca jurnal edilerek gözaltına alındı. Söz konusu şiiri ele geçirmek amacıyla evi basılarak arandı. Şiir bulunamayınca serbest bırakıldı. Ama bir süre sonra, bu kez de Robert Kolej’deki bir çaya eşiyle birlikte gittiği için ahlakdışı davranışta bulunmakla suçlanarak tutuklandı.
Tevfik Fikret 1900’de şiirlerini Rübab-ı Şikeste adını verdiği kitabında topladı. Birinci baskısı iki ay içinde tükenen kitap büyük ilgi gördü. Bu arada Servet-i Fünun’da kümelenen bu genç yazarlar arasında yavaş yavaş görüş ayrılıkları belirmeye başladı. Samipaşazade Sezai'nin de içinde bulunduğu bazı yazarlar dergiden ayrıldı. Bir süre sonra derginin sahibi ile anlaşmazlığa düşen Tevfik Fikret de Servet-i Fiimın dan ayrılarak kendini yalnız Robert Kolej’deki derslerine verdi. Dış dünya ile bağlarını koparıp kendi kabuğuna çekilme düşüncesini gerçekleştirmek amacıyla, bugün Tevfik Fikret Müzesi olan, planlarını da kendisinin çizdiği ve “Aşiyan” (kuş yuvası) adım verdiği evi yaptırdı (1906). Eşi ve oğlu Halûk’la birlikte Aşiyan’a yerleşen Tevfik Fikret çok az kişi ile görüşüyordu. İstanbul’da elden ele dolaşan, “Sis” , “Sabah Olursa” ; “Bir Lahza-i Taahhur" gibi toplumsal içerikli ve siyasal baskılara karşı çıkan şiirler yazmaktaydı. Bunlardan “Sis” şiiri ancak II. Meşrutiyet’in ilanından sonra yayımlanabildi. Bu dönemde yazdığı “Tarih-i Kadim” (1905) adlı şiiri Tevfik Fikret’in dünya görüşünü yansıtması açısından önemlidir. Bu şiirde, en güzel ve en doğru örnek diye geçmiş zamanı gösteren tarih anlayışıyla alay eder. Bu anlayışın gelecek günlerin de geçmişin aynısı olacağı düşüncesini aşıladığım öne sürer. Tevfik Fikret’in bu şiirine Abdülhamid yanlısı tutucu çevreler ağır eleştiriler yöneltmişlerdir.
Tevfik Fikret, Abdülhamid’in terör ve baskısına son vererek ülkeye özgürlük getireceğine inandığı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni desteklemekteydi. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanını coşku ile karşılayan Fikret çekildiği kabuğundan çıktı. Eski arkadaşlarıyla barışarak düşünce alanında yeni bir atılıma girişmeye çalıştı. Bu doğrultuda Hüseyin Cahit ve Hüseyin Kâzım Kadri ile birlikte Tanin gazetesini çıkarmaya başladı. Ama yazı işleri müdürlüğünü üstlendiği bu gazete İttihat ve Terakki’ nin yayın organı durumuna getirilmek istenince Hüseyin Cahit’le anlaşamayarak görevinden ayrıldı. Bu sırada İttihat ve Terakki yönetimi onun maarif nazırı (eğitim bakam) olmasını istiyordu. Fikret bu isteği geri çevirdi. Ama Mekteb-i Sultani müdürlüğünü kabul etti. Lisenin 1905’te yanan binasını onartarak okula çağdaş bir anlayışla yepyeni bir kişilik kazandırdı. Ama 31 Mart Olayı’nm ardından görevinden istifa etti. Daha sonra yeniden döndüğü bu görevden sekiz ay sonra kesin olarak ayrıldı ve Aşiyan’a çekilerek yalnızca Robert Kolej’ deki öğretmenliğini sürdürdü. Artık İttihat ve Terakki yönetimine karşı da tavır almıştı. “Han-ı Yağma”, “Sancak-ı Şerif Huzurunda” gibi şiirlerinde yeni yönetimi ağır bir biçimde eleştirmekteydi. Meclisin 1912’de kapatılmasını, 1878’de II. Abdülhamid tarafından kapatılmasına benzeterek “Doksan Beşe Doğru” adlı şiirini yazdı. Bu kez de İttihat ve Terakki’ nin fedaileri onu izlemeye başladı. O yıllarda şeker hastası olduğu saptanan Tevfik Fikret tedaviye yanaşmadı ve bu hastalıktan öldü.
Tevfik Fikret edebiyat yaşamına öykü ve oyun denemeleriyle başlamış, ama bu türlerde amaçladığı başarıya ulaşamayacağını anlayınca kendini tümüyle şiire vermiştir. Malûmat ve Servet-i Fünun dergileri ile Tarik gazetesinde yaşama, sanata ve edebiyata yaklaşımını yansıtan makaleler yazmışsa da bu yazılar şiirleri kadar önem taşımaz. Gerçek sanatsal gücünü ve kişiliğini şiirde bulmuştur. Tevfik Fikret’in şiiri üç evreye ayrılabilecek bir gelişme çizgisi göstermiştir. Bunlar, Servet-i Fünun dönemine kadar süren arayış yılları, Servet-i Fünun dönemi, II. Meşrutiyet öncesi ve sonrası olarak belirlenebilir.
Tevfik Fikret şiirinin ilk evresinin ürünlerinden bir bölümünü “Eski Şeyler” adı altında Rübab-ı Şikeste’nin sonuna eklemiştir. Bunların dışında, çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanmış birçok şiiri vardır. Tevfik Fikret gençlik döneminin ilk şiirlerinde şair öğretmenleri Recaizade Mahmud Ekrem ve Muallim Naci’ nin etkisinde kalmıştır. Mekteb-i Sultani’de öğrenci olduğu bu yıllarda Fransız şiiriyle tanışması da Tevfik Fikret’in şiiri üzerinde son derece etkili olmuştur. Fransa’daki Parnasse Hareketi’ne bağlı şairlerden, özellikle François Coppee’den etkilenmiştir. Aruz ölçüsüne olan egemenliği daha ilk şiirlerinden başlayarak görülmekteydi. Fransız şiirinin etkisiyle geleneksel şiir yapımızda yaptığı değişikliklerle beyit bütünlüğünü kırarak dizeyi özgür kılmış ve aruz ölçüsünün katı kalıplarını genişletmiş, serbest koşuğa geçişin önünü açmıştır.
Şiir yaşamının ikinci evresi olan Servet-i Fünun döneminde Tevfik Fikret ustalaştığı ve egemen olduğu yeni şiir tekniği ile çok çeşitli ve yetkin şiirler yazmıştır. Bu şiirlerine gelişen kişilik ve dünya görüşü de yansımıştır. Bu dönemde ürettiği yapıtlarını topladığı Rübab-ı Şikeste'de, toplumsal konuların yanı sıra kişisel duygu ve düşüncelerini anlatan şiirlerle doğa şiirleri ve portreler yer almıştır. Tevfik Fikret toplumsal şiirlerinde yoksul ve yaşam olanakları kısıtlı insanların yaşamını anlatmıştır. “Hasta Çocuk” , “Balıkçılar” gibi, birer öykü biçiminde yazılmış olan bu yapıtlarında aruz ölçüsünü ustalıkla kullanmış, şiirdeki konuşmaları günlük konuşmalara yaklaştırmak amacıyla yenilikler gerçekleştirmiştir. Kişisel duygu ve düşüncelerini anlatan şiirlerinde ise genellikle siyasal yönetimlerin güdümündeki yaşamın çirkinliğiyle uzak ve düşsel ülkelere kaçma konularını işlemiştir. Dış dünyaya bir ressam gözü ile bakabilen Fikret’in doğa şiirlerinde anlatım ve deyiş ustalığı doğa ile şiir arasında bir uyum yaratır. Örneğin “Yağmur” şiiri cam üstüne düşen yağmur damlacıklarının çıkarttığı sesi andıran bir müzik dokusuna sahiptir. “Mai Deniz” adlı şiirinde ise doğa ile insan arasında ilişki kurmuştur. Fuzuli, Nedim, Recaizade M ahmud Ekrem, Abdülhak Hamid (Tarhan) gibi sevdiği şairlerin portrelerini “Aveng-i Tasvir” adını verdiği şiir dizisinde çizmiştir. Tevfik Fikret'in Servet-i Fünun dönemindeki yapıtlarında, daha sonraki dönemlerde şiirinin ana konusunu oluşturacak olan düşünsel düzeydeki toplumsal ve siyasal tutum yoktur. Şiirinin bu evresinde ölçüye, uyağa, sözcüklerin sesine, şiirsel anlatıma önem vermiş, yapıtlarını büyük bir titizlikle işlemiştir.
Tevfik Fikret’in şiir yaşamındaki üçüncü evreyi “Sis” (1902) şiiriyle başlatabiliriz. Bu dönem şiirlerinde siyasal yan ağır basmıştır. Bu yapıtlarda mutlakıyet yönetiminin zulmüne karşı halkta uyanmaya başlayan özgürlük ve eşitlik düşüncelerinin, baskıya, kısıtlamalara ve dinsel tutuculuğa karşı oluşan tepkinin yansımaları görülür. Ana hatlarıyla daha önce yazdığı doğa şiirlerine benzeyen, ama içerik olarak en zengin şiirlerinden biri olan “Sis”te betimlenen bir doğa parçası değil, İstanbul kentidir. Tevfik Fikret, sevdiği ama siyasal yönetimin bir suç ortağı gibi gördüğü bu kentin, maddi ve manevi bütün beğenmediği yanlarını büyük bir öfke ile sergiler. Bu dönemdeki şiirlerini Riibab-ı Şikeste" nin 1908’den sonraki baskısına almıştır. Bu şiirlerde edebi sanatları bir süs olarak değil, duygusunu daha güçlü anlatabilmesine olanak tanıyan bir araç olarak kullanmıştır. “Ferda” , “Han-ı Yağma” , “Sabah Olursa” , “Tarih-i Kadim” gibi şiirlerinde toplumsal oluşum ve değişimleri içinde duyan bir başkaldırı şairidir. Nurullah Ataç’ın “Türk edebiyatında onun kadar düşünceyle dolu bir şiir daha göstermek olası değildir” diye tanımladığı “Tarih-i Kadim" şiiri Fikret’e karşı bir tepkinin oluşmasına da yol açmıştır. Mehmet Akif (Ersoy) 1912’de yayımladığı "Süleymaniye Kürsüsünde” adlı şiirinde Robert Kolej'de öğretmenlik yapan Tevfik Fikret'i Protestanlar’a satılmışlıkla suçlar. Fikret ise 1914’te yazdığı “Tarih-i Kadim’e Zeyl” adlı şiirinde Mehmet Akif’e yanıt verir. Din anlayışını açıklayarak, insanların putları kendilerinin yaptığını, sonra da onlara taptığını söyler. Kendisinin ise ne cennete ne de cehenneme inandığını, hak dininin doğa olduğunu belirtir. Özgür düşünceye, inanç özgürlüğüne en koyu ve kör bir tutuculukla saldırıldığı bir dönemde bu görüşleri açıkça söyleyebilmek büyük bir cesaret işiydi.
Tevfik Fikret II. Meşrutiyet’i büyük bir coşkuyla karşılamış, ama umduğu özgürlüğü ve eşitliği bulamayınca düş kırıklığına uğramıştır. 1911’de yayımlanan Rübabın Cevabında düş kırıklığını dile getiren şair İttihat ve Terakki yönetimini suçluyordu. Şiirinin bu son evresinde Tevfik Fikret’te karamsarlık, umut ve başkaldırı bir arada görülebilir.
Halûk’un Defteri (1911) Tevfik Fikret’in en iyimser ve umutlu şiirlerini içerir. Cumhuriyetin ilk kuşaklarını da oldukça etkileyen bu şiirler gençliğe çalışkanlık, yurt sevgisi, sonsuz bir özgürlük anlayışı ve haktan yana olma gibi erdemleri öğütler. 1914’te hastalığı sırasında yazdığı son kitabı Şermin’de Fikret bu kez çocuklara seslenir. Bu yapıtında Farsça ve Arapça tamlamalar yerine yalın bir dil egemendir. Tevfik Fikret’in sanatçı kişiliğinin bir yanı da onun ressamlığıdır. Tablolarının çoğunda yalın bir ayrıntı arayışı vardır. Pastel renklerin ağırlıklı akışı resimlerine dokunaklı bir hava verir.