Vincent Van Gogh
(1853-1890). Saf ve parlak renklerden ve hareketli fırça vuruşlarından oluşan benzersiz üslubuyla Vincent Van Gogh, Hollanda’nın yetiştirdiği en büyük ressamlardan biridir. Van Gogh’un yaşamını yönlendiren en önemli üç etken din, edebiyat ve resimdi. 10 yıl süren kısa sanat yaşamı boyunca yaklaşık 800 yağlıboya, 700 dolayında da suluboya resim yaptı ve desen çizdi. Tüm yaşamını etkileyen ruhsal bunalımları sonunda sanatçıyı intihara sürükledi. Parasızlık ve yoğun acılarla geçen yaşamı boyunca, başta yaptığı resimler olmak üzere her konuda yalnızca kardeşi Theo’dan destek gördü. Yapıtlarının değeri ve sanatındaki ustalığı ancak ölümünden sonra anlaşıldı. Sanatçının yapıtları bugün dünyanın önde gelen müze ve galerilerinde sergilenmektedir.
Vincent Van Gogh, Hollanda’da küçük bir köy olan Groot Zundert’te doğdu. Babası Protestan papazıydı. Vincent genç yaşta kendini dine adamaya karar verdi. Bir yandan da resim yapmaya başladı. 20 yaşında vaiz olarak İngiltere’ye gitti. Orada kaldığı üç yıl boyunca çok sayıda çizim yaptı. 1874’te Paris’e gitti. Ertesi yıl Lahey’de, amcasının yöneticiliğini yaptığı Goupil Galerisi’nde çalışmaya başladı. O dönemde çeşitli galerileri ve müzeleri gezerek, birçok ressamın yapıtlarını inceleme fırsatı buldu. En çok da Rembrandt’ın ve Frans Hals’ın resimlerinden etkilendi. Bir süre aynı firmanın Londra’daki ve Paris’teki şubelerinde çalıştı. Londra’da bulunduğu sırada galeri sahibinin kızına âşık oldu. Ama ilgisi karşılıksız kalınca uzun süren bir bunalıma girdi. 1876’da işinden ayrılarak Dordrecht’te bir kitapçıda çalışmaya başladı. Edebiyata duyduğu yoğun ilgi yeniden canlandı. Bir süre sonra yaşamını gene dine adamaya karar verdi. Önce İngiltere’de ve Hollanda’da, ardından Belçika’da kömür madencileri arasında vaizlik yaptı. Bu deney ona din adamı olamayacağını gösterdi ve eskisi gibi resim yapmaya başladı. Brüksel Akademisi’nde bir süre anatomi ve perspektif dersleri aldıktan sonra Etten’e, ailesinin yanma döndü. Orada köylülerin günlük yaşamının ve çevredeki kırların resmini yaptı. O dönemde yaptığı Patates Yiyenler (1885) adlı ünlü tablosu için şu sözleri söylemişti: “Gaz lambası ışığında patates yiyen bu insanların aynı ellerle toprağı nasıl kazdıklarını ve yiyeceklerini nasıl dürüstçe kazandıklarını göstermeye çalıştım.''
Van Gogh 1886’da, kardeşi Theo’yla birlikte yerleşmek üzere gittiği Paris’te, İzlenimci sanatçıların tablolarını görme fırsatı buldu. Bir süre dönemin tanınmış ressamlarından Fernand Cormon’un atölyesinde çalıştı. Orada Henri de Toulouse-Lautrec ve Paul Gaugin’le tanıştı. İzlenimci ressamların saf, canlı ve parlak renklerini coşkuyla karşılayan Van Gogh, en çok Monet ve Renoir’dan etkilendi. İzlenimciler’in renk ve üslup anlayışım tüm ayrıntısıyla özümsedi. Bununla birlikte sanatçının üslubunu belirleyen en önemli etken, o yıllarda Paris’te sanat çevrelerinin ilgiyle izlediği Japon baskıları oldu. Japon baskılarındaki renklerin parıltısı ve saflığı Van Gogh’u büyüledi. Paris’in hareketli kent yaşamından yorulan Van Gogh, sessiz ve sakin bir ortamda çalışabilmek için kardeşi Theo’nun yardımıyla Fransa’nın güneyindeki Arles’a gitti. Orada sürekli açık havada çalıştı. Boyaları birbirine hiç karıştırmadan, saf ve canlı renklerle, çiçek açan meyve ağaçlarının, güneş ışığıyla yıkanan tarlaların, servilerin, ay çiçeklerinin, yalın ve gösterişsiz odasının resimlerini, köydeki insanların portrelerini yaptı. 1888’de Paul Gaugin de Arles’a yerleşti. İki sanatçı aynı evde birlikte yaşamaya, açık havada birlikte çalışmaya başladılar. Gece gündüz, soğuk sıcak demeden sürekli resim yaptılar. Van Gogh’un o dönemde yaptığı Ayçiçekleri (1888) güneş ışığının, yaşam enerjisinin fışkırdığı eşsiz güzellikteki tablolarından yalnızca biriydi. Ne var ki, iki sanatçının sanat anlayışları ve yaşam biçimleri arasındaki farklılıktan doğan hararetli tartışmalar sonunda şiddetli kavgalara dönüştü.
Van Gogh yaşamının son üç yılında sık sık ruhsal çöküntü ve bunalım nöbetleri geçirdi. Bu nöbetlerden birinde Gaugin’le yaptığı şiddetli kavganın ardından sinirsel bunalım geçiren sanatçı sol kulağını kesti. Bu olaydan sonra St. Remy’de bir akıl hastanesine kaldırıldı. 1890’da intihara kalkıştı. Ama bunalımları arasında resim yapmayı sürdürdü ve en güzel tablolarından bazılarını yaşamının son yıllarında yaptı. O dönemdeki başlıca yapıtları Sandalye ve Pipo (1888-89), Yıldızlı Gece (1889) ve Kendi Portresi' dir (1890).