Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...
Aba altından değnek (sopa) göstermek: Bir kimseyi üstü kapalı biçimde korkutmak.
Abayı sermek: İstenmemesine karşın bir kimse yüzsüzlük ederek bir yere yerleşmek
Abayı yakmak: Bir kimseye gönlünü kaptırmak, aşık olmak
Abayı yaktı Fatmacığın bezine: Birinin giyim ve kuşamına
Abdala malum olur: Bir olayı ya da durumu
Abes kaçmak: Uygun düşmemek, yersiz düşmek
Ablukaya almak
Ablukayı kaldırmak
Ablukayı yarmak: Kuşatmayı bozarak ablukadan kurtulmak
Abonoz kesilmek
Abuk sabuk konuşmak: Düşünmeden, anlamsız boş sözlerle konuşmak
Abur cubur: Vücuda yararlı olup olmadığı düşünülmeden yenilen
Acayibine gitmek: Yadırgamak, tuhafına gitmek
Acayip kaçmak: Söylenilen bir söz ya da hareket
Acayip olmak: Yadırganacak bir duruma girmek.
Aceleye gelmek: Bir iş, zaman darlığından gerektiği
Aceleye getirmek: 1. Bir işi özenmeden rastgele yapmak.
Acemi çaylak: Bir işte tecrübe kazanmamış
Acemilik çekmek: Alışamadığı, yeterince bilgi ve beceri kazanamadığı
Acemilik etmek
Acı çekmek
Acı gelmek: Bir kimsece kırıcı, incitici
Acından ölmek: 1. Yiyecek bir şey bulamamak yüzünden ölmek.
Acısı içine (yüreğine) çökmek (işlemek): Aşırı derecede üzülmek; bir olay ya da durumun yarattığı üzüntü
Acısına dayanamamak: Sevilen birinin ölümünden ötürü dayanılmaz
Acısını bağrına basmak: Yakınmadan üzüntüye katlanmak
Acısını çekmek: Yapılan yanlış bir işin kötü sonucu içinde bulunmak
Acısını çıkarmak: 1. Gördüğü bir zararı giderecek bir iş yapmak. "Sıkıntılı kış günlerinin acısını çıkarmak
Acısını görmek
Acı söylemek
Acı vermek
Aç açık kalmak
Aç açına
Aç bırakmak
Aç doyurmak
Açığa almak: Bir memur ya da görevliyi geçici
Açığa çıkarılmak: İşine ya da görevine son verilmek
Açığa vurmak: Gizli tuttuğu bir konuyu, bir düşünceyi herkese
Açığı çıkmak: Kendisine teslim edilen para ya da eşyanın
Açığını bulmak
Açığını kapatmak: Eksiklerini giderip tamamlamak.
Açığını yakalamak: Bir kimsenin zayıf bir yanını
Açık ağızlı: Salak, sersem
Açık alınla: Eksikli bir yanı olmayarak
Açık kapı bırakmak: Üzerinde görüşülen bir konu ya da sorunu
Açık kart: Birine belli bir konuda tam yetki vermek.
Açık konuşmak: Hiçbir şey gizlemeden, olduğu gibi
Açıklık getirmek: Bir konuyu ek bilgilerle aydınlatmak
Açık olmak: İçinden geldiği gibi
Açık oturum: Herhangi bir konunun, herkesçe izlenebilecek biçimde birkaç kişi arasında
Açık saçık: Herkesin ayıp bulduğu, kaba, açık olan
Açık seçik
Açık vermek: Hesapta gelir gider dengesini tutturamamak
Açık yürekle: Hiçbir şey gizlemeden
Açıkta kalmak: 1. Bir işte görev dışı kalmak, kadro dışı bırakılmak.
Açıktan açığa: Gizlemeden, açıkça
Açıktan kazanmak: Bir işe ne para ne de emek koymadan
Açıktan vermek: Bir kimseye mal ya da emek karşılığında
Açıl susam açıl: Binbir Gece Masallarfnda Kırk Haramiler'in altınları
Açılıp saçılmak: Daha öncesine göre açık
Aç karnına
Aç kurt gibi
Açlık çekmek: Yokluk ve yoksulluk içinde
Açlıktan gözü kararmak: Aşırı ölçüde acıkmak.
Açlıktan imanı gevremek: Uzun süre bir şey yemediği
Açlıktan nefesi kokmak: Sefalet içinde olduğu, uzun zamandan beri yiyecek
Açlıktan ölmek
Açmaza düşmek
Açımıza getirmek: Bir kimseyi kolayca çözemeyeceği
Aç susuz kalmak: Çok sıkıntılı bir duruma düşmek
Açtı ağzını, yumdu gözünü
Adam almamak
Adama dönmek: Kötü iken iyi, beğenilir duruma gelmek
Adamdan saymak: Bir kimseye değersiz olduğu halde değer vermek
Adam etmek: Bir kimseyi yetiştirip topluma yararlı olacak
Adam evladı: İyi yetişmiş, ağırbaşlı, saygı uyandıran kimse.
Adam gibi
Adamına çatmak: Huysuz, işten iyi anlamayan
Adamına düşmek: Yürütülecek ya da yapılacak bir işte
Adamını bulmak: İşten iyi anlayan
Adam içine çıkmak: İnsanlardan kaçmamak, önemli kişilerin bulunduğu
Adam kıtlığında: Aranan nitelikte
Adam olmak: Yetişmek, toplum içinde
Adam olmaz: Bir şey, bir iş ya da kimsenin
Adam oluncaya kadar dokuz fırın ekmek ister: Birinden söz ederken "onun yetişip topluma yararlı bir duruma
Adam sarrafı: Kimin iyi, kimin kötü olduğunu anlayıp ayırabilen
Adam sen de
Adam sırasına girmek: Önceden toplum İçinde bir değeri yokken sonradan değer kazanmak
A'dan Z'ye kadar: Başından sonuna değin, tümüyle
Aday olmak: Herhangi bir görev için adaylığını koymak
Adet yerini bulsun diye: Zorunlu ya da gerekli olduğundan değil
Adı bile okunmamak: Bir kimseye önem vermemek, adı bile
Adı çıkmak: 1. Kötü tanınmak. "Adı kötü çıkmış bir kez, ne yapsa boş."
Adı çıkmış dokuza, inmez sekize: Bir kimse iyi ya da kötü olarak önlenmişse
Adı dillere destan olmak: Ünü çok yayılmak, adı herkesçe
Adı duyulmak: Yeni yeni ünlenmeye başlamak
Adı geçmek
Adı kaale alınmamak
Adı kalmak: Yaptığı işlerden ya da iyi niteliklerinden ötürü öldükten
Adı karışmak: Kötü, hoş olmayan bir olayla
Adım adım yer edeyim, gör sana neler edeyim
Adım atmak: 1. Bir işe başlamak, girişmek.
Adım atmamak: Gitmemek, kesinlikle uğramamak, aramamak.
Adım başına: Sık sık, birbirine çok yakın yerlerde.
Adımını attırmamak: Birinin bir yere gelmesini ya da gitmesini
Adımını denk atmak: Bir işte ya da konuda gerekli bütün
Adımlarını sıklaştırmak: Daha çabuk, daha hızlı yürümek.
Adım uydurmak: Başkalarına ulaşmak, onların yaptığını
Adına gölge düşürmek: Bir davranışıyla adını
Adını ağzına almamak: Kırıldığı, gücendiği bir kimseden
Adını defterden silmek: Bir kimseyle ilgi ve ilişkisine son verip
Adını koymak: Bir şeyin fiyatını saptamak, yapılacak
Adını vermek: Biri tarafından gönderildiğini, başvurduğu
Adı sanı belirsiz: Nerede olduğunu, ne olduğunu bilen yok
Adı üstünde
Adıyla sanıyla: Bir kimseyi tanıtmaya yarayan en belirleyici
Adlı adıyla: Açık açık, üstü kapalı olmadan.
Ad takmak: Bir kimseye, özel adının dışında, dikkati çeken bir
Ad yapmak: Bir konuda ünlenmek, başarı
Af dilemek: Karşısındakini inciten bir sözünün, bir davranışının
Affa uğramak: Bağışlanmak, çıkan aftan
Afişte kalmak: Bir oyun birçok kez sahnelenerek
Afiyet olsun: Bir şey yiyip içenlere "yarasın" anlamında
Aforoz etmek: Bir kimseye darılıp onunla bütün
Ağaca çıksa pabucu yerde kalmamak: Hiçbir engeli, hiçbir takıntısı olmamak
Ağaç olmak: Bir yerde uzunca bir süre ayakta dikilerek
Ağalık etmek: Birine karşı cömertlik göstermek.
Ağına düşürmek: Bir kimseyi kurduğu tuzağa
Ağır aksak: Düzgün olmayarak
Ağır basmak: Başkalarından daha üstün bir güce başvurarak
Ağırbaşlı: Hafifliklerden kaçınan, işlerini düşüne taşına yapan.
Ağır canlı: Çevik olmayan, ağır biçimde iş
Ağırdan almak: Bir işi yapmak için ona gerekli önemi vermemek
Ağır gitmek: Bir iş normal akışının altında yürümek
Ağırlığını koymak: Bir konunun istediği doğrultuda sonuçlanması
Ağırlık basmak : Üstüne bir gevşeklik gelmek
Ağır işitmek: Kulakları iyi duymamak.
Ağır kaçmak: Bir söz ya da hareket incitici olmak.
Ağırlığınca altın etmek: Çok değerli olmak
Ağırlık olmak: Birine yük olmak, kendi masraflarını
Ağır oturmak
Ağır top: Bir toplulukta öne çıkan, sözü geçerli kimseler.
Ağız açmamak: Susup kalmak, hiçbir şey söylememek
Ağız açtırmamak: Sürekli kendi konuşarak başkalarının
Ağız ağza: İçinde boş yer kalmayacak
Ağız ağza vermek: İki kişi birbirine çok yakın biçimde
Ağız alışkanlığı: Bir sözü isteyerek değil, alışkanlıkla
Ağız aramak: Birinin ne düşündüğünü anlayacak
Ağız birliği etmek: Bir konuda aynı şeyi söylemeyi, aynı şekilde davranmayı
Ağız dalaşı: Bağırma ve suçlama sınırları içinde
Ağızdan ağza: Birisi ötekine, o da başkasına söyleyerek
Ağızdan kapmak: Okuyarak değil de, bir kişinin konuşmasını dinleyerek
Ağızdan laf çekmek: Bir kişinin bildiklerini, ona sezdirmeden ustalıklı konuşmalar
Ağız değiştirmek: Önceden söylediklerinin tersini
Ağız dil vermemek: Hasta konuşamaz, bir şey söyleyemez duruma
Ağız dolusu: Art arda sıralanan bol ve ağır küfür
Ağız eğmek: Birinden bir şeyi yalvarırcasına istemek
Ağız kalabalığına getirmek: Karşısındakini konu dışı gereksiz sözlerle şaşırtarak
Ağız kokusu: Bir kimsenin katlanılmaz sözleri ve davranışları.
Ağız satmak: Yüksekten atarak yapamayacağı bir işi yapacakmış gibi
Ağız sulandırmak: İmrenmesine yol açmak
Ağız tadı: Bir toplulukta dirlik düzenlik durumu.
Ağız tamburası çalmak: 1. Soğuk yüzünden çenesi titreyerek dişleri
Ağız yapmak: Üstesinden gelemeyeceği bir işi yapabilir görünerek
Ağlama duvarına dönmek: Herkesin derdini dinlemekten baş
Ağlamaklı olmak: Ağlayacak gibi olmak.
Ağrısı tutmak: Gebe kadının doğum sancıları
Ağustosta boku donmak: Sıcak havalarda da üşümek
Ağza alınmayacak: Kaba, incitici, söylenmesi
Ağza almamak: Sözünü etmemek, adını anmamak.
Ağza kilit vurmak: Hiçbir şey konuşmamak, ya da
Ağzı açık ayran delisi: Gördüğü her şeye hayranlık duyan ya da
Ağzı bir karış açık kalmak: Şaşakalmak.
Ağzı bozuk: Sövmeye, küfretmeye
Ağzı burnu çarşamba pazarına dönmek
Ağzı burnu yerinde: Oldukça güzel
Ağzı dili bağlanmak: Kimi etkilerle konuşamaz duruma düşmek.
Ağzı dili kurumak: Aşırı ölçüde çok konuşma ya da heyecan
Ağzı dili yok: Hakkını aramayı bilmez, sessiz
Ağzı gevşek: Sır saklamayan, sır tutmasını bilmeyen.
Ağzı ile kuş tutsa: "Hiç olmayacak ya da düşünülemeyecek şeyleri
Ağzı kara: Söz taşıyan, fitne.
Ağzı kulaklarına varmak: Çok sevinmek.
Ağzı laf yapmak: Güzel söz söylemeyi becerir olmak
Ağzının içine baktırmak: Güzel ve çarpıcı konuşmasıyla dinleyenleri etkilemek
Önüne bir kemik atmak: Kötü yaradılışlı birine, küçük bir çıkar sağlayarak
Ağzına bir parmak bal çalmak: Birine tatlı sözler söyleyerek, vaatlerde
Ağzına burnuna yüzüne bulaştırmak: Bir işi becerip üstesinden gelememek
Ağzına geldiği gibi: Bir tartımdan geçirmeden, söylediklerinin iyi mi
Ağzına geleni söylemek: İncitici ve kaba sözler söylemek
Ağzına (diline) kira istemek: Doğal olarak söylemesi beklenen
Ağzına sağlık: Bir sözü tam yerinde söyleyenlere teşekkür
Ağzına sürmemek: Yememe, hiç dokunmama
Ağzında bakla ıslanmamak: Hiç sır saklayamamak.
Ağzında büyümek: İştahsızlıktan ya da sevmemekten ötürü
Ağzında gevelemek: Bir şeyi açıkça söylemekten kaçınmak
Ağzından baklayı çıkarmak: 1. Sonunda söyleyeceğini söylemek. "Evirdi, çevirdi
Ağzından bal akmak: Çok güzel, çekici bir biçimde konuşmak.
Ağzından çıkanı kulağı işitmemek: Çok öfkelenip, kötü, kırıcı, kaba
Ağzından düşürmemek: Bir şeyin, sürekli olarak sözünü etmek.
Ağzından girip burnundan çıkmak: Ne yapıp edip bir kimseyi bir şeye razı etmek.
Ağzından kaçırmak: Söylemek istemediği bir şeyi boş bulunup söyleyivermek.
Ağzından laf almak: Bir kimseyi gizli tuttuğu bir şey üzerine
Ağzından lokmasını almak: Bir kimsenin hakkı olan, onun malı
Ağzından yel alsın: Söylendiğinde kötülük getirileceği
Ağzında yaş kalmamak: Bir düşünceyi, bir tasarıyı bir kimseye
Ağzını açıp gözünü yummak: Öfke ve kızgınlıkla ağzına gelen
Ağzını bıçak açmamak: Acı ve üzüntüsünden konuşacak
Ağzını bozmak: Sövgü niteliğinde kaba sözler
Ağzını burnunu dağıtmak: Bir kimseyi ağır biçimde dövüp
Ağzını havaya açmak: Sahip olduğu, eline geçen fırsatı kaçırdıktan
Ağzını kapamak: Susmak, konuşmamayı
Ağzını kiraya vermek: Bir şey söylemek, konuşmak
Ağzının içine bakmak: Bir kimsenin söylediklerini beğenerek
Ağzının kokusunu çekmek: Bir kimsenin insana sıkıntı veren
Ağzının payını vermek: Bir kimseyi kötü bir sözünden ötürü paylamak
Ağzının suyu akmak: Çok beğenip imrenmek, krş
Ağzının tadı kaçmak: Rahatı kalmamak, dirlik ve
Ağzını toplamak: Küfürlü, kötü sözlerle konuşmayı
Çenesini tutmak: 1. Gerekli gereksiz konuşmamak, gevezelikten
Ağzı varmamak: Bir şeyi söylemeye, açıklayıp
Ağzı pek
Ağzı pis: Sövmeyi huy edinmiş
Ağzı sulanmak: İmrenmek, krş. Ağzının
Ağzı süt kokmak: Çok genç olmak, bir konuda
Ağzı var dili yok: "Kendi halinde, sessiz, çok az konuşur
Ağzı yanmak: Zarar etmek, bir işte büyük bir
Ağzıyla kuş tutsa: En başarılmaz, en güç işleri
Ah almak: Haksızlık ve eziyet ettiği kişinin
Ah çekmek: Acısını, üzüntüsünü ya da özlemini
Ah etmek: 1. Acıyla içini çekmek, yakındığını belli etmek
Ahım şahım: Beğenilecek, değer verilecek
Ahım almak: Bir kimseye kötülük yaparak onun
Ahı tutmak: Yaptığı beddua yerini
Ahi yerde kalmamak: Haksızlığa uğrayan, eziyet gören bir
Ahmak ıslatan: Hafif, çisinti halindeki yağmur.
Ahretini kazanmak: Dinin buyruklarını yerine getirerek cennete
Ahret suali: İçinden çıkılması güç, usandırıcı soru
Ahrette on parmağı yakasında olmak: Birinden, öteki dünyada davacı
Akan sular durmak: Bir konuda tersi kanıtlanamayacak, söylenemeyecek
Akarı kokarı olmamak: Elle tutulan, gözle görülen bir
Ak dediğine kara demek: Bir kimse ne söylüyorsa karşıtını
Akı kara, karayı ak göstermek: Olayları olduğu gibi değil, ters
Akıl almak: Birine bir konuda sormak, danışmak
Akıl almamak: Böyle bir şeyin olabileceğine herkesin inanmayacağını
Akıl almaz: İnanılır gibi değil
Akıl bu ya: "Yanlış da olsa aklım böyle yapmamı
Akılda kalmak: Unutulmamak, her zaman
Akıldan çıkmak: Bir şey i
Akılda tutmak: Unutmamak
Akıl etmek: Bir işi zamanında düşünüp gerekli önlemleri
Akıl hocası: Birine yol gösteren, akıl
Akıllara durgunluk vermek: Etkileyip sarsmak, düşünemeyecek
Akıllı bıdık: Çok küçük, buna karşın
Akıllı davranma: Bir işi önlem alarak
Akıl öğretmek: Bir kimseye kendi eğilimi ya da çıkarı
Akıl satmak: Karşısındakine yol göstermek, kendi düşüncesini
Akıl sır ermemek: Bir işin içyüzünü, gizli yönlerini ve niteliklerini
Akıl yürütmek: Bir sorunun çözümünde ya da bir konuda
Akım derken bokum demek: Söylemek istediği
Akıntıya kapılmak: Başkalarının etkisinde kalarak bir topluluğun
Akıntıya kürek çekmek: Bir işin ya da bir durumun doğal gidişini
Akla gelmedik: Düşünülemeyen, olmadık
Akla karayı seçmek: Bir işi başarabilmek için çok yorulmak
Aklı başından gitmek: 1. Aşırı derecede sevinç ya da korkudan ne yapacağını
Aklı başında olmamak: 1. Bayılmak, bilincini yitirmiş durumda olmak
Aklı bokuna karışmak: Bir şeyden aşırı ölçüde korkmak
Aklı çıkmak: Bir iş kötü sonuçlanacak diye çok korkmak
Aklı durmak: Düşünemez duruma düşmek
Aklı ermek: Ne olduğunu, neler olup bittiğini nedenleriyle
Aklı fikri bir şeyde olmak: Tümüyle o şeyi düşünmek
Aklı kalmak: Bir şeyi aşırı ölçüde beğenerek
Aklı karışmak: Ne yapacağını, nasıl davranacağını bilememek
Aklı kesmek: Bir işin gerçekleştirebileceğine, olabileceğine inanmak
Aklına esmek: Önceden düşünmemiş
Aklı almamak: 1. Bir şeyi kavrayamamak, istemesine karşın anlayıp
Aklı başına gelmek: 1. Baygınlıktan ayılmak, kendine
Aklına gelen başına gelmek: Olmasından korktuğu bir durum ya da olayla
Aklına geleni yapmak: Ayrıntılı bir biçimde düşünmeden
1. Anımsamak. "Biraz düşününce o çocuğun adı
Aklına koymak: 1. Bir kimse, bir konuda bir şey yapmaya kesin karar
Aklına şaşayım: Yerinde yapılmayan bir davranış
Aklına turp sıkayım: Bir kimsenin aklının yetersizliğini belirtmek
Aklına uymak: Başka birinin öğüdüne uyup, bir işte olumlu
Aklında kalmak: Unutmamak. "Deneyerek öğrendiklerim
Aklından bile geçmemek: Hiç düşünmemek. "Böyle
Bir konuda bazı şeyler düşünmek, tasarlamak
Aklından zoru olmak: Çılgınca davranışlarda bulunmak
Aklında olsun: Unutma, anımsa. "Bize de böyle
Aklını başına almak: Önceki yaptığı yanlışlıkları, delice çılgınca düşünce ve davranışları
Aklını başından almak: Birini, ne yaptığını, ne söylediğini bilmez
Aklını bozmak: Üzerinde çalıştığı konunun dışında başka bir şey
Aklını çelmek: Düşüncesini etkileyerek onu istediği
Aklını kaçırmak: 1. Delirmek. "Zavallı anne, o olaydan
Aklını oynatmak (Aklı zıvanadan çıkmak): Delirmek, çıldırmak
Aklını peynir ekmekle yemek: Çılgınca işler yapmak, yaptıkları anlamsız
Aklı sıra: Kendi düşünüşüne göre, sözde, aklınca.
Aklı yatmak: Bir işin olabileceğine, gerçekleşebileceğine
Akmasa da damlamak: Bir iş, bir kimseye çok olmasa bile yarar
Ak sakaldan yok sakala gelmek: Yaşlanmak, gücünü kuvvetini
Aksiliği üstünde: Başkalarına karşı huysuzca ve ters
Aksi şeytan (ya da hay aksi şeytan): İşler yolunda gitmediğinde
Akşam ahıra, sabah çayıra: Yaşamda, yeme, içme, gezip
Akşama sabaha: Çok yakında, kısa bir süre
Akşamdan kalma: Geceki sarhoşluğundan tümüyle sıyrılamamış
Alabora olmak: Ters çevrilmek. "Açıklarda
Alacağı olsun: Bir kimseye "günü gelince öcümü senden
Alacağına şahin, vereceğine karga: Alacağını hemen, zorla da olsa alan, vereceğini
Alan talan etmek: Darmadağın etmek, ortalığı birbirine
Alarma geçmek
Al aşağı etmek: Bulunduğu yüksek bir görevden birini ayırmak
Alavere dalavere yapmak: Dürüstçe davranmamak, yalanla
Alaya almak: Bir kimseyi gerçek olmayan şeylere
Alay etmek: Bir kimsenin, bir şeyin eksik yanlarını gülünç
Alayında olmak: Bir işi önemsememek, ciddiye
Al benden de o kadar: "Ben de aynını düşünüyorum
Al birini vur ötekine: İkisinin de birbirinden farkı yok
Aldığı aptest ürküttüğü kurbağaya değmemek: Sağladığı iyilik, yaptığı zararı
Aldırış etmemek: İlgilenmesi gerekirken ilgisiz kalmak, ilgilenmesi gerektiği
Aldı yürüdü: Kısa sürede oldukça ilerledi, ün ya da çok
Alıcı gözüyle bakmak: Alacakmış gibi iyice, titizce gözden
Alın derisi değil, davul derisi: Utanma duygusunu yitirmiş kişilerin
Alın teri dökmek: Bir işe çok emek vermek, çok
Alikıran baş kesen: Kendi gücünü kullanarak başkalarının
Allah'a bir can borcu olmak: Borcu olmamak, hiçbir kimseden
Allah adamı: Kötülük yapmayan, kendini Tanrı
Allah allah: Bir şeye şaşma, hayret bildirir. "Allah allah
Allah bağışlasın: Genellikle çocuklar için, birileri
Allah beterinden esirgesin (saklasın, korusun): "Tanrı bundan daha
Allah düşmanıma vermesin: Yaşanılan ya da başa gelen
Allah'ın günü: Her gün. "Allah'ın günü
Allah için: Doğrusunu belirtmek, söylemek
Allah vere de: İnşallah, dileriz ki... "Allah vere de bu
Allah yarattı dememek: Çok hırpalamak, korkunç biçimde
Allak bullak olmak: Karmakarışık olmak, altı üstüne
Allayıp pullamak: Kötü görünüşünü gizleyecek şeylerle
Allem etmek, kallem etmek: Amacına ulaşmak için her türlü
Allame kesilmek: Bilmediği halde her şeyi bilir
Alnı açık, yüzü ak (olmak): Utanılacak, gizli bir yanı olmamak;
Alnına yazılmış olmak: Yazgısı böyle olmak; bu olayın başına
Alnını karışlamak: Birini küçümseyerek ona meydan
Alnının akıyla: Kötü bir duruma düşmeden, bir işte onurlu biçimde
Alnının damarı çatlamak: Bir işte başarı sağlamak için çok
Alnının teriyle kazanmak: Çalışarak, hak ederek, emek
Alt etmek: Üstün gelmek, yenmek
Altı alay, üstü kalay: Dışı güzel ve gösterişli olmasına karşın, içi pis ve kirli
Altın adını bakır etmek: Pis işler yaparak saygınlığını yitirmek
Altına yapışsa toprak olmak: Yapmak istediği işlerin tümünde başarısızlığa uğramak
Altın babası: Çok zengin, parası pulu çok olan
Altın bilezik: Geçerliği olan, para getiren
Altında kalmamak: Gördüğü iyiliğin ya da kötülüğün
Altından çapanoğlu çıkmak: Umulmayan, beklenmedik bir durumla
Altından girip üstünden çıkmak: Parayı pulu, malı varlığı gereksiz yere, düşüncesizce
Altından kalkmak: Güç bir işi başarıyla sona erdirmek
Altını çizmek: Bir söz ya da yargıya dikkati
Altını üstüne getirmek: 1. Sözleri ya da yaptıklarıyla çevreyi birbirine
Altın leğene kan kusmak: Varlık içinde acılar, dertler, hastalıklarla
Altı okka etmek: Birkaç kişi, birini kollarından, bacaklarından
Altı yaş olmak: Bir işin içine birtakım kötülükler karışmış olmak
Alttan almak: İncitici ve suçlayıcı bir tonla konuşana karşı
Alt tarafı: Değeri ne ki, sözü edilmeye
Amana gelmek: Önce direnirken zoru görünce direnmeyi bırakıp
Aman aman bir şey değil: "Öyle çok fazla beğenilecek, övgüye
Amanı kesilmek: Gücü kuvveti tümüyle tükenmek
Aman vermemek: Süreklice ve yardım almaya fırsat bırakmayacak
Aması maması yok: "Hiçbir söz, hiçbir özür
Ana avrat dümdüz gitmek: Bir kimsenin yakınlarına ağır
Ana baba eline bakmak: Kendisinin kazancı olmadığı için ana ve babanın
Ana baba günü: İnsanların yığıştığı, kimsenin kimseyi tanımayacağı
Anadan doğmuşa dönmek: Tüm, ağrı ve sızılardan, dertlerden, sıkıntılardan kurtulmak
Ana kucağı: İnsanın ancak annesinin hazırlayacağı sevgi
Ana kuzusu: Sıkıntıya, güç işlere alışmamış hayatın
Ananın ak sütü gibi helal olsun: Birine bir şeyi hiçbir karşılık beklemeden
Anan yahşi, baban yahşi: Bir işi yapması için birini pohpohlamak
Anası ağlamak: Çok sıkıntı ve güçlük çekmek
Anası danası: Bir kimsenin soyu sopu, ailesindekilerin
Anasından doğduğuna pişman etmek: Eziyet ederek, acı çektirerek bir kimseyi canından
Anasından emdiği süt burnundan gelmek: Bir işte çalışırken, bir işi yaparken çok sıkıntı
Anasını ağlatmak: Bir kimseye çok zahmet verip sıkıntı
Anasının gözü: Kurnaz, işini, çıkarını
Anasının ipliğini pazarda satmış: Aşağılık, kötü huylu kimselerin bu yönünü
Anası onu kadir gecesi doğurmuş: İşleri iyi giden bir kimsenin talihli
Ana yüreği: Anne sevecenliği, annelik duygusu. "Ana yüreği
Anca beraber, kanca beraber: "İş, ister iyi olsun, ister kötü olsun, birlikte
Anlamamazlıktan gelmek: Bir söz ya da davranışı anladığı halde
Anlata anlata bitirememek: Bir şeyi öve öve, sık sık anlatmak
Anlayış göstermek: Hoşgörüyle karşılamak, güçlük
Ant içmek: Bir şeyi yapmaya ya da yapmamaya ant
Apar topar: Telaş ve ivedilikle, hiçbir hazırlık
Apışıp kalmak: Şaşırmak, ne yapacağını
Arabanın tekerine taş koymak: Bir işin yapılmasını engellemeye çalışmak
Arabasını düze çıkarmak: Zorlukları yenip işini kolayca yürüyen
Aralarını bozmak: İki kişiyi birbirine düşürmek, aralarındaki
Aralarını bulmak: Bozuşmuş, birbiriyle anlaşamayan iki
Aracı koymak: Bir sorun ya da işin çözümünde bir kimseyi
Arada bir: Seyrek olarak, zaman zaman
Arada dağlar kadar fark olmak: İki şey arasında her yönden
Arada kalmak: Aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişiyi anlaştırmak için çalışmak
Arada kan bağı olmak: Aralarında bir hısımlık bulunmak
Aradan çekilmek: İlgisini kesmek, bir daha gözükmemek
Araları açık olmak: İlişkileri ve dostlukları yıkılmak, birbirine
Aralarına almak: Bir çevreye, bir ortama kabul
Aralarından kara kedi girmek: Birbirini seven iki kişi arasına soğukluk girmek
Aralarından su sızmamak: Birbiriyle çok içli dışlı, çok yakın olmak
Arapsaçı gibi: İçinden çıkılması güç, karmakarışık
Arapsaçına dönmek: İşler karmakarışık olup çözüm yolu bulunamaz
Arası geçmeden: Sıcağı sıcağına, hemen
Arası soğumak: Bir işin üzerinden süre geçince önemi
Arası şeker renk olmak: Aralarındaki dostluk ve arkadaşlık
Araya girmek: 1. İki kişinin arasında olan, onları ilgilendiren bir işe karışmak
Araya gitmek: İşe yaramaz duruma düşmek, boşuna
Araya adam koymak: Bir iş için sözü geçen birinin aracılığına
Araya soğukluk girmek: Dostlukları sarsılmak, krş. Aralarından kara
Arayıp da bulamamak: Beklemediği bir anda güzel bir olanağa
Arayıp sormamak: Bir kimse ya da bir şeyle ilgiyi kesmek
Arayı soğutmak: Eski ilişkiyi zayıflatmak, dostluk ve yakınlık
Ar damarı çatlamak: Utanç verici işleri hiç utanmadan yapar olmak
Ardı arası kesilmemek: Sürekli olarak, art arda gelmek
Ardından atlı kovalamak: Bir işi aşırıya varan bir hız ve telaşla
Arı kovanı gibi işlemek: Bir yere gidip gelen, giren çıkan çok olmak
Arının yuvasına çomak sokmak: Kötülük yapabilecek birini kışkırtarak onun kendisine
Arka arkaya: Birbirini izleyerek, birbiri ardından
Arka arkaya vermek: Birbirine yardımcı ve destek olmak
Arka bulmak: Kendisini kayıracak, koruyacak birini
Sırt çevirmek: Eski ilgiyi, eski yakınlığı göstermez olmak
Arka çıkmak: Birini başkalarının saldırısına karşı korumak
Arkadan arkaya: Belli etmeden, gizlice, sinsi sinsi
Arkadan söylemek: Bir kimsenin bulunmadığı yerde onu çekiştirmek
Arkadan vurmak: Kendisinden bir kötülük gelmeyeceğine inanılan ve güvenilen
Arka kapıdan çıkmak: Okuldan ya da işyerinden bir şey öğrenmeden
Arkası kesilmek: Sürüp gelmekte olan bir şey tükenmek
Arkasında yumurta küfesi yok ya: Sık düşünce ve tutum değiştiren, verdiği
Arkasından teneke çalmak: Bir kimseyi aşağılayıcı biçimde
Arkasını getirmemek: Başladığı bir işi becerip
Arkası olmamak: Birinin kayıracak, koruyacak kimsesi
Sırtı yere gelmemek: Yenilgiye uğramamak, sarsılmamak
Arka vermek: Bir kimseyi destekleyerek yüreklendirmek
Armudun sapı, üzümün çöpü var demek
Arpa boyu kadar gitmek: Çok az ilerlemek
Arpacı kumrusu gibi düşünmek: Ne yapacağını bilmeden, umutsuzca ve derinden
Arpa ektim darı çıktı: "Çalışmalarım, istediğimin
Arpalık yapmak: Bir kurum ya da işyerinden çalışmadan
Art arda: Birbirinin arkasından, arka
Askıda bırakmak: Bir işin sonuca ulaşmasını engelleyip
Askıda kalmak: Bir engel yüzünden bitirilemeyip olduğu gibi kalmak
Aslan gibi: Boylu poslu, yakışıklı erkekler
Aslanın ağzında olmak: Elde edilmesi, kavuşulması
Aslan kesilmek: Aslan gibi güçlü kuvvetli bir
Aslan payı: Bir paylaşmada ortaklardan en güçlüsünün
Aslı astarı olmamak: Yalan, gerçek değil
Aslı çıkmak: Gerçek olduğu anlaşılmak
Aslı faslı yok: Gerçek dışı, yalan, uydurma
Aslına bakmak: Kökünü, kökenini araştırmak
Astarı yüzünden pahalı: Bir işin ayrıntı sayılabilecek yönlerine harcanan para
Astığı astık, kestiği kestik: Çok sert, acımasız, davranışlarından kimseye hesap
Aşağı görmek: Beğenmemek, hor görmek. "Hiçbir
Aşağı kalmamak: Bir nitelik ya da değer yönünden benzerinden
Aşağı kurtarmamak: 1. Bundan daha ucuza satınca zarar etmek. "Kilosu 10 liradan
Aşığı cuk oturmak: Yapmaya çalıştığı her iş istediği gibi
Aşık atmak: Bir kimse kendisinden üstün olduğu bilinen ya da sanılan
Aşın koyusunda, işin kıyısında: Bir işte çıkarını gözeten ama o işin yapımına
Aşırı gitmek: Alışılmış ölçülerin dışına çıkmak, sınırı
Aşırılığa kaçmak: Bir işte ya da girişimde gereken ölçüyle yetinmeyip
Aş pişti, bayram geçti: "Şenlik, tören bitti, herkes işine dönebilir
Aş pişti, kaşık üstüne dikildi: Bir işi yapmak için her şeyin
Ata et, ite ot vermek: Bir şeyi gereksinimi olana, bir işi yapabilecek
Ateş açmak: Birden karşılarındakine silahlarla mermi atmak
Ateş almaya mı geldin: Uğradığı bir yerden hemen kalkmaya davranan
Ateş bacayı sarmak (Alev saçağı sarmak): Tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir iş önlenemeyecek
Ateş basmak: Kötü bir durum ya da işten duyulan sıkıntı nedeniyle yüzünde
Ateş düşmek: Çok şiddetli bir acı duymak. "Kötü haberi
Ateş düştüğü yeri yakar: "Bir acıdan ya da yıkımdan asıl etkilenenler ona
Ateşe atmak: Bile bile bir kimseyi çok tehlikeli bir işe sokmak
Ateşi düşmek: Hastanın yükselmiş vücut ısısı azalmış
Ateşle oynamak: Pek tehlikeli bir işin üstüne gitmek, böyle
Ateş pahasına: Çok pahalı. "Her şey ateş pahası, paramızı
Ateş püskürmek: Çok öfkelenip ağır ve kırıcı sözler söylemek
Ateşten gömlek: Acı veren durum ve dayanılmayacak kadar
Atı alan Üsküdar'ı geçti: "Bir işte fırsat kaçırıldı, geç kalındı
Atını sağlam kazığa bağlamak: İşini güven altına almak. "Atını sağlam
Atıp tutmak: Abartmalı konuşarak, büyük işler yapacağını
At izi it izine karışmak (İt izi at izine karışmak): Değerlerin altüst olduğu, değerli
Atlama tahtası: Bir çırpıda erişilmeyecek bir yere kolayca varmayı sağlayan
Atma Recep din kardeşiyiz: "Söylediklerin tümüyle yalan, palavra
At oynatmak: Üstün olduğunu beceri ve ustalığıyla göstermek
Atsan atılmaz, satsan satılmaz: Bir yana bırakılacak denli değersiz olmayan
Attan inip eşeğe binmek: Üstün bir mevki ya da makamdan daha aşağı
Avcunun içine almak: Bir kimseyi etki ve baskısı altına almak, ona dilediğini
Avcunu yalamak: Umduğunu ele geçirememek. "Sürekli çalışmasan
Avuç açmak: Dilenmek, başkasından para ve yardım ister duruma
Avurdu avurduna geçmek: Çok zayıfladığı yüzünden anlaşılmak
Ayağa düşmek: Bir iş ya da konu yetkisiz, yeteneksiz kişilerin eline
Ayağa kaldırmak: Bir topluluğu heyecanlandırıp telaşa vermek
Ayağı alışmak: Bir yere gidip gelmeyi alışkanlık haline getirmek
Bir yerden ayrılıp başka bir yere gitmesine ya da yaptığı işi bırakmasına
Ayağına çabuk: Ayak işlerini çabuk yapan, bir yere alışılandan
Ayağına dolanmak: 1. Birinin başkasına yaptığı kötülük, kendi başına gelmek
Ayağına gitmek: Alçakgönüllülük ya da saygı gösterip birinin yanına gitmek
Ayağına ip takmak: Bir kimseyi çekiştirerek dedikodusunu yapmak
Ayağına kapanmak: Kendini alçaltırcasına bir kimseye yalvarmak
Ayağına sıcak su mu dökelim, soğuk su mu: Bir yere çok seyrek gelene, "Nicedir gelmiyordun
Ayağını çekmek: Daha önce sık sık, sürekli olarak gittiği bir yere artık
Ayağını denk almak: Başkalarının kendisine yapacağı ya da yapabileceği kötülüklere
Ayağını kaydırmak: Bir yolunu bulup birini işinden uzaklaştırmak. "Yerini alacağımdan
Ayağını kesmek: 1. Daha önceleri gittiği bir yere gitmez olmak. "Önce o işsiz güçsüz
Ayağının altına almak: 1. Birini çiğnercesine fena halde dövmek. "Babanın hatırı olmasa
Ayağının bastığı yerde ot bitmemek: Uğradığı yere uğursuzluk getirmek
Ayağının tozuyla: Soluklanmadan, hemen, yoldan gelir gelmez
Ayağını yorganına göre uzatmak: Giderlerini gelirine göre dengelemek
Ayağı suya ermek: Gerçeklerin istediği, düşündüğü gibi olmadığını anlayarak
Ayağı yere değmemek: Aşırı derecede sevinmek, sevinçten hoplayıp
Ayak altında kalmak: 1. Herkesin gelip geçtiği bir yerde bulunmak
Ayak atmamak: Hiç gitmemek, uğramamak. "Üç yıl var ki oraya
Ayak bağı: Birinin bir yerden ayrılmasına ya da yaptığı bir işi bırakmasına
Ayak basmak: Bir yere varmak, gitmek. "Sen burada kaldığın
Ayakbastı parası: Bir yere başka bir yerden gelen insan ve eşyadan
Ayak diremek: Bir kimseye karşı kendi tutumundan şaşmamak
Ayakları geri geri gitmek: Bir yere gönülsüzce, istemeye istemeye
Ayaklarına kara su inmek: Uzun süre ayakta durmaktan pek çok yorulmak
Ayaklı kütüphane: Birçok şey okumuş, pek çok şey öğrenmiş olan
Ayak takımı: Eğitimsizlikleri, görgüsüzlükleri ve yararlı işlerde
Ayakta tutmak: Bir şeyin yıkılmaması, özelliğini yitirmeyerek
Ayak uydurmak: Bir duruma uymak, kendi tutum ve davranışını
Ayak üstü: Oturmayıp, ayakta durarak
Ayaza çekmek: Kışın, kar yağışından sonra şiddetli ve acı soğuk
Ayda yılda bir: Çok seyrek olarak, sık sık değil
Ayılıp bayılmak: 1. Aşırı derecede üzüntü ve sinir bunalımlarıyla kendinden
Aynı ağzı kullanmak: Aynı düşünceyi ileri sürmek
Aynı kapıya çıkmak: Sonuç değişmemek. "Öyle
Aynı yolun yolcusu: Kötü yolda olan bir kimsenin gidişini, tutumunu
Ayran ağızlı: Aptal, budala, sersem
Ayranı kabarmak: Kızmak, öfkelenmek
Ayrı baş çekmek: Topluluğun dışına çıkıp, kendi başına iş yapmak
Az buçuk: Şöyle böyle, biraz. "Senin bu konud
Az buz değil: Bir şey çok olmak, azımsanmayacak ölçüde bulunmak. "Az buz değil
Azınlıkta kalmak: Bir sorun üzerine oy verenler, sayıca, karşı düşünceye oy verenlere
Azraille burun buruna gelmek: Ölümle karşı karşıya gelmek
Babadan kalma: Babanın ölümünden sonra çocuğa
Babalık etmek: Birine karşı babanın yapacağı görevleri
Babana rahmet: Bir sözü ya da davranışı olumlu karşılanan
Baba ocağı: Baştan beri ailesinin malı olan, içinde yaşanılan
Babasının hayrına mı: Bir çıkar bekleyerek, bir şeyler umarak
Babasının oğlu: Tıpatıp babasına benzeyen, her yönüyle
Bacak kadar: Boyu küçük anlamında kullanılır
Bacakları kopmak: Bacakları aşırı ölçüde yorulmak
Bacası tütmez olmak: Ailesinden kimse kalmamak ya da büyük
Badi badi yürümek: Her iki yana ördekler gibi vücudunu yayarak
Bağlandığı yerde otlamak: Çok önceki durumu korumak, hiçbir ilerleme, gelişme
Bağrına basmak: Sevgi ile kucaklamak, göğsüne yaslanmak
Bağrına taş basmak: Derdini, sıkıntısını kimseye açmadan, sesini çıkarıp
Bağrını delmek: Çok acı vermek, dertlenmesine yol açmak
Bağrışa çağrışa: Gürültü yaparak. "Sokaktan
Bağrı yanık: Çok acı ve sıkıntı çekmiş olan. "Köy halkı
Baharı başına vurmak: Gençliğin etkisiyle çılgınca
Bahse girmek: Hangi taraf yanılır, görüşü yanlış çıkarsa karşı tarafa
Bahtı açık: İyi talihli, işleri yolunda giden. "Bahtı açık
Bahtı kara: İşleri yolunda gitmeyen, kötü talihli kimse için
Bahtına küsmek: Karamsarlığa kapılmak, umutsuzluk içinde olmak
Bakkal defteri değil: Bir defter ya da kâğıdın özenli bir biçimde kullanılması
Baklayı ağzından çıkarmak: Gizlediği bir şeyi sabrı tükenerek söylemek
Baktıkça bakacağı gelmek: Güzel bir şeye bakmaktan kendini alamamak
Bal alacak çiçeği bilmek: Kimden çıkar sağlanabileceğini anlayıp sezmek
Baldırı çıplak: Ayak takımından, serseri
Baldırının etini yiyip kasaba minnet etmemek: Gereksinim duyduğu şeyleri güç de olsa kendi olanaklarıyla karşılamaya çalışıp başkalarından bir şey istememek
Bal dök yala: Yerler tertemiz, en küçük bir pislik yok
Balgam atmak: Sürdürülen iş üzerine kuşku uyandırıp zihinleri
Balık istifi: Sıkış sıkış bir yere dolmuş (insanlar)
Balık kavağa çıkınca: Olmayacak, gerçekleşmeyecek
Balıklama dalmak: Bir işe ya da yere, çıkar elde etme amacıyla
Ballı börekli olmak: İki kişi birbiriyle çok iyi anlaşmak
Balon uçurmak: Bir konu ya da işte ilgilileri şaşırtmak, ya da onların tutumunun
Balta değmemiş: Hiçbir ağacı kesilmemiş orman
Balta olmak: Zamanlı zamansız tedirgin etmek, üstüne
Baltayı taşa vurmak: Ayrımına varmadan karşısındakine dokunacak onu kırıp
Bam teline basmak: Duyarlıklı olduğu konuda bir kimseyi çok kızdıracak bir şey söylemek
Bana mısın dememek: Aldırış etmemek, dayanmak; bir kişi ya da nesneyle
Barajı aşmak: Gerekli notu alarak bir sınavı başarmak
Bardağı taşıran son damla: İnsanın sabrını tüketen, onu çileden
Barış görüş olmak: Aralarındaki dargınlığa son vererek barışmak
Barut kesilmek: Çok öfkelenmek, sinirlenmek
Basamak yapmak: Biri, bir durumu daha yüksek iş ve makamlara
Bas bas bağırmak: Çok yüksek sesle
Basireti bağlanmak: İyi ve doğru yolu görememek; bir konuda gerekli
Baskın çıkmak: Üstünlüğünü kanıtlayıp göstermek
Baskın yapmak: 1. Bir kimseyi suçüstünde yakalamak için ansızın bulunduğu
Bastığı yerde ot bitmemek: Geçtiği yerleri yakıp yıkan, acımasız, zalim
Bastığı yeri bilmemek: Aşırı derecede sevinçli olmak
Baston yutmuş gibi: Dimdik duran; yürüyüşü, duruşu dimdik
Başa baş gelmek: Birbirine denk gelmek, yenişememek
Başa çıkarmak: Bir işin üstesinden gelmek, başarıyla sona erdirmek
Başa çıkmak: Karşısındakine gücü yetmek, gücünün ondan
Başa geçmek: Bir kişi, en üstün yeri almak, yönetimi eline
Başa gelmek: Kötü bir durumun içine düşmek, böyle bir duruma
Başa güreşmek: Bir işte ya da yarışta birinci olmak
Baş ağrıtmak: Gereğinden çok konuşarak birini tedirgin etmek
Başa kakmak: Birine yaptığı bir iyiliği yüzüne karşı söyleyerek
Baş alamamak: Kendini çok uğraştıran bir şey yüzünden
Baş aşağı gitmek: Bir işte sürekli biçimde zarar etmek, durmadan
Baş başa kalmak: Bir konuyu konuşup görüşmek için yalnız
Baş başa vermek: Birbirlerinin düşüncesinden yararlanmak amacıyla birkaç
Baş beyin kalmamak: Gürültüden kafası çok yorulup rahatsız olmak
Baş çekmek: Bir konuda öne düşmek, önayak olmak
Baş edememek: Bir kimseyi doğru düzgün davranmaya ya da bir işi başarı
Baş eğmek: Direnmeyi bırakmak, güçlünün buyruğuna
Baş göstermek: Ortaya çıkmak, belirmek, ilk işaretleri görülmek
Başgöz etmek: Evlendirmek. "Bir de küçük oğlunu başgöz
Başı ağrımak: Bir işi yapmaktan ya da yapmamaktan
Başı altından çıkmak: Kötü bir şey, bir kimsenin içten içe tasarlamasıyla
Başıboş bırakmak: Denetim altında tutulması gerekli birini hiç denetlemeyip
Başı dara düşmek: Çare bulunması güç, oldukça sıkıntılı bir durumda
Başı derde girmek: Önceden güçlüğünü bilmediği ya da istemeyerek sıkıcı
Başı dertte olmak: Bir derdi, çözemeyeceği bir sorunu olmak
Başı dumanlı: 1. İçkili sarhoş. "O gün biraz dumanlıydı başı, ne yaptığının
Başı göğe ermek: Bir kimse çok uğraşarak hak etmediği
Başı kalabalık olmak: Yanında iş için, konuşmak için çok sayıda
Başı kazan gibi olmak: Gürültü ve patırtıdan başı şişmek, uğuldamak
Başına belayı satın almak: Bir kimse, sıkıntı ve üzüntü verici olduğunu sonradan
Başına bir hal gelmek: Kötü bir duruma düşmek, uğramak
Başına bitmek: Bir kimsenin yanına istenmediği halde gelip ayrılma
Başına buyruk: Kimseden izin almaksızın istediği gibi davranan
Başına çalmak: Bir şeyi birine öfkeyle, nefretle
Başına çorap örmek: Birini kötü durumlara düşürmek, yıkımlara uğratmak
Başına çökmek: 1. Birini altına alıp, iyice dövmek. "Adamın başına çökmüş
Başına dert açmak: Olumlu bir sonuç alacağını düşünerek, sonradan
Başına devlet kuşu konmak: Ummadığı, beklemediği büyük bir nimete kavuşmak
Başına dolamak: Bir kimseye sürekli uğraşıp duracağı bir iş yıkmak
Başına ekşimek: Bir kimsenin istemediği biri ya da bir şey
Başına geçmek: Bir işi yapmak üzere hazırlanmak ya da yönetimini
Başına gelmek: Biri bir işin yapımında en büyük güçlük ve sıkıntılarla karşılaşmak
Başına iş açmak: Kendisini üzüntü ve sıkıntıya sokan bir işe girişmek
Başına kalmak: Bir işi bir başkası yapmadığından kendi yapmak
Başına karalar bağlamak: Acılı ve üzücü bir olayın yasını tutmak
Başına toplamak: Bir şey yapmak, bir şey konuşmak ya da bir şey
Başına vurmak: Hastalanmak, ya da ne yapıp ettiğini bilmez
Başında beklemek: Korunması gerekli bir şeyin ya da hastanın
Başında durmak: Bir işin iyi yapılmasını sağlamak amacıyla
Başında kavak yelleri esmek: Zevk ve eğlence peşinde koşup her türlü
Başından savmak: 1. Kendisinden bir istekte bulunan bir kimseyi bir bahane
Başından büyük işlere girişmek: Gücünün çok üstünde, aklının eremeyeceği
Başından geçmek: Bir olayı ya da durumu daha önce aynen
Başından kaynar sular dökülmek: Çok utandırıcı, üzüntülü ya da sıkıntı verici
Başından korkmak: Girişeceği bir işten ötürü canından ya da büyük
Başını ağrıtmak: Bir kimseyi gereksiz yere sözü uzatarak
Başını alıp gitmek: İzin almadan, kimseye danışmadan ve nereye
Başını belaya sokmak: 1. Bir kimseyi hiçbir neden yokken kötü sonuçlar
Başını dinlemek: Kalabalıktan ve işten uzaklaşıp sessizlik içinde
Başını ezmek: Birini canlanamaz ve bir daha kötülük yapamaz
Başını gözünü yarmak: Bir işi eksik, şöyle böyle yapmak
Başını kaşımaya vakti olmamak: Yapmakta olduğu işleri bile zamanında yetiştiremeyecek
Başını kurtarmak: Bir karışıklık durumunda kendini
Başının altından çıkmak: Biri için gizlice ve kurnazca kötü bir işi hazırlamış
Başının çaresine bakmak: Hiç kimseden yardım görmeyeceğini anlayınca
Başının derdine düşmek: Çok büyük bir sıkıntı ya da ölüm tehlikesiyle karşılaştığından
Başının etini yemek: Bir kimseyi rahatsız edercesıine, sürekli olarak ondan
Başını sokmak: Yeterince rahat ve güzel olmasa da barınabilecek
Başını taştan taşa vurmak: Fırsat ve olanakları bir daha ele geçiremeyeceği
Başını vermek: Ülküsünü gerçekleştirme yolunda
Başını yemek: (Birinin) Ölümüne ya da büyük zarar görmesine
Başı sıkıya gelmek: Güçlüklerle yüz yüze gelmek, güçlükler
Başı tutmak: Gürültü ve patırtıdan ya da çok konuşma dinlemekten
Başı yerine gelmek: Kafaca dinlenmiş, zihinsel yorgunluğundan
Başkaldırmak: Yönetime ve buyruklara karşı gelmek, ayaklanmak
Başkaldırmamak: Aralıksız, durup dinlenmeden çalışmak
Başkasının sırtından geçinmek: Geçimini başka birinin kesesinden çıkarmak
Baş kıç belli değil: Bir toplulukta yönetenlerle, yönetilenlerin birbirinden
Baş koymak: Bir işi başarmak, bir amaca ulaşmak
Baş tacı etmek: Birine, olağanüstü değer verip içten
Baştan aşağı: Bütünüyle, tümü, baştan sona kadar
Baştan aşmak: (İş, dert) Bunaltacak, üstesinden gelinemeyecek
Boynu bükük: Kimsesi olmayan, acınacak durumda olan
Boynum kıldan ince: "Haksızlığım belirlenince verilecek her türlü cezaya
Boynunu vurmak: Başını keserek öldürmek, cezalandırmak
Baştan çıkarmak: Birini, doğru yoldan saptırmak, etkileyerek
Baştan çıkmak: Kötü yola düşmek; doğru, güzel
Baştan kara gitmek: Nasıl bir sonuç alacağını düşünmeyerek tehlikeye
Baştan savma: Özensizce, üstünkörü yapılan, titizlik gösterilmeyen
Başvurmak: 1. Bir kuruluş ya da kimseden bir işin yapılmasını sözle
Bata çıka: Kimi zaman umutlu, kimi zaman umutsuz
Batağa saplanmak: Çözülmesi güç bir sorun içinde bulunmak
Battı balık yan gider: Durumun düzelemeyecek kadar kötü olduğunu
Bayıla bayıla: Seve seve, büyük bir istekle, severek
Bayrakları açmak: Bağırıp çağırarak edepsizlik, hırçınlık
Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü
Bayram etmek: Pek çok sevinmek. "İlk yazısı dergide
Bayramlık ağzını açmak
Belasını aramak: Birisiyle kavga edip ya da başka davranışlarıyla
Belasını bulmak: Hak ettiği cezayı görmek, kendisinin
Belaya çatmak: Üzücü ve sıkıntılı bir durumla karşılaşmak
Bel bağlamak: Bir kimsenin kendisine yardım edeceğine
Beli bükülmek: Yaşlılık dolayısıyla beli öne doğru eğilmek
Belini bükmek: Büyük bir üzüntü ve çaresizlik içine itmek
Belini doğrultmak: (Kendisinin, başkasının) Yeniden durumu düzelmek
Belini kırmak: 1. Birini bir şey yapamaz duruma sokup, iyice hırpalamak
Belli etmek: Göstermek, açıklamak, ortaya koymak
Ben bu işte yokum: "Bu işe karışmak istemiyorum"
Benden günah gitti: "Ben söyleyeyim de siz bildiğinizi yine yapın
Benden söylemesi
Benim diyen: Kendi gücüne, yeteneğine inanan
Benliğini yitirmek: Kişiliksiz duruma düşmek, yozlaşmak
Benzetmek gibi olmasın: Benzetme amacı dışında bir konu
Benzi atmak: Aşırı korku ve heyecandan birinin ansızın
Berabere kalmak: Oyuncular ve yarışmacılar, birbirlerine denk gelmek
Besiye çekmek: Hayvanı semirtmek için çalıştırmadan gerekli
Beş kardeş: Tokat, şamar. "Hele gitme
Beşlik simit gibi kurulmak: Kendine değerli kişi süsü vererek bir yere
Beş para etmez: "Hiç değeri yok, değersiz" anlamında kullanılır
Beş paralık: Değersiz, hiçbir değeri olmayan, aşağılık
Beş paralık etmek: Bir kimsenin eksiklerini herkesin
Beterin beteri: Kötünün kötüsü, sanılandan da kötü
Beyaz kitap: Barışçıl bir sorunu, iyi niyetle aydınlatmak amacıyla
Bey gibi yaşamak: Bolluk içinde, hiçbir sıkıntı çekmeden
Beyin jimnastiği
Beyin yıkamak: Bir kimseyi kendi görüş ve düşüncelerinden arındırıp
Beyin yormak: Bir sorun ya da konu üzerinde çok
Beylik söz: Orta malı, herkesin söylediği, etkisi kalmamış söz
Beyni karıncalanmak: Aşırı zihin yorgunluğundan
Beyninden vurulmuşa dönmek: Beklenmedik bir durum ya da çok üzücü bir haber
Beynine girmek: 1. Belletilen bir şeyi iyi öğrenmek, bellemek
Beyni sulanmak: Bunamak, düşünceler arasında bağ
Bıçak kemiğe dayanmak: Çekilen zahmet ve katlanılan acılar artık
Bırak ki: Bunları saymasak, göz önünde bulundurmasak
Bıraktığı çayırda otlamak: Bir kimse bir konuda hiçbir gelişme ve ilerleme
Bıyığı terlemek: Bıyığı yeni çıkmaya başlamak
Bıyık altından gülmek: Bir kimsenin durumuna belli etmeden gülümsemek
Biber gibi yanmak: Deride ya da gözde çok acı duymak
Biçilmiş kaftan: (Ona) Çok uygun (bir iş). "Çocukları çok severdi
Biçimine getirmek: Fırsatını kollayıp en uygun durumu
Bildiğinden şaşmamak: Bir kimse, zorlama ya da baskıya aldırış etmeden
Bildiğini okumak: Başkalarının söylediğine kulak asmadan
Bildik çıkmak: Kendisini ya da ailesini tanıyan biriyle
Bile bile lades: Bilerek aldanmış görünme, kötü bir durumu
Bileğinde altın bilezik olmak: Geçimini sağlayacak bir sanat sahibi olmak
Bilgiçlik taslamak: Kendini bilgiliymiş gibi göstermek
Bilincine varmak: Bilinçli olarak kavramak
Bilmezlikten gelmek: Bildiği halde bilmiyormuş gibi
Bin dereden su getirmek: Birini kandırmak için çok dolambaçlı
Bindiği dalı kesmek: Kendisi için gerekli ve yararlı olan şeyi
Bin kalıba girmek: Birbirine hiç benzemeyen birçok işe girip çıkmak
Bin pişman olmak: Çok pişmanlık duymak
Bin tarakta bezi olmak: Birçok işle uğraşmak
Bir ağızdan: Hep birden, hepsi seslerini ve sözlerini birleştirerek
Bir araya gelmek: Bir yere toplanmak
Bir ayağı çukurda olmak: Çok yaşlanmış, yaşayacak çok az zamanı
Tek ayak üstünde bin yalan söylemek: Çok kısa bir konuşma süresi içinde
Bir bakıma: Başka yönden bakılırsa, başka bir görüşle
Bir baltaya sap olmak: Belirli bir iş sahibi olmak
Bir bardak suda fırtına koparmak: Önemsiz bir sorunu abartarak
Bir başına: Başka birinin yardımı olmaksızın, yanında kimse
Birbirine düşmek: Aralarında uyuşmazlık çıkıp birbiriyle
Birbirine girmek: Kavga yapmak, birbirlerine şiddetle saldırmak
Bir bu eksikti: "Yaşanan ya da karşılaşılan güçlükler
Bir çıktı pir çıktı: "Benzersiz biri yetişti" anlamında söylenir
Bir çırpıda: Bir işi eline alır almaz, bir davranışta
Bir çuval inciri berbat etmek: İyi giden bir işi yanlış bir davranışla
Bir dalda dokuz ceviz görmeyince taş atmamak: Az kazançlı işlere
Bir dalda durmamak: Sık sık iş ve durum değiştiren bir huyda
Bir dediği iki olmamak: Her istediği hemen, o anda
Bir deri bir kemik kalmak: Çok zayıflamış (olmak).
Bir dikili ağacı olmamak: Toprak üstünde evi ya da malı
Bir dilim ekmekle aç, bir dilim ekmekle tok olmak
Bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek: Çok büyük, çok geniş bir iş yaparak
Bir düşüncedir aldı: Uzun uzun düşünmeye, bir çözüm
Bire bin katmak: Olan şeyi abartarak anlatmak, başkasının
Birebir gelmek: Etkisini hemen ve kesin olarak göstermek
Bir eli kan bir eli katran: Her türlü kötülüğü yapabilecek
Bir elini bırakıp ötekini öpmek
Bir eli yağda bir eli balda: Bolluk içinde, sıkıntısız bir yaşam
Bir elle verdiğini öbür elle almak: Bir kimseye sağladığı yararı, başka bir davranışıyla
Bir gömlek aşağı: Bir derece daha düşük. "Benim aldığım kumaş
Bir hal olmak: Birisinde eskiden kendisinde bulunmayan birtakım
Bir içim su: Çok güzel olan kadın ya da kız için
Bir kalemde: Bir işlemde ve toptan
Bir kapıya çıkmak: Aynı sonuca varmak. "O parayı
Bir kaşık suda boğmak: Biri, bir başkasını öldürecek kadar çok kin
Bir kazanda kaynamamak: Birbiriyle anlaşamaz, uyuşamaz, uzlaşamaz
Bir kıyamettir kopmak: Çok fazla gürültü, patırtı yapmak
Bir köroğlu bir ayvaz: Çoluk çocuk olmadığını, bir karı, bir koca olarak
Bir kulağından girip bir kulağından çıkmak: Söylenen söze önem vermediği için
Bir olmak: Söyleye söyleye bitkin duruma düşmek
Bir pire için yorgan yakmak: Değersiz bir istek için ya da küçük bir zarardan
Bir sıkımlık canı olmak: Çok zayıf ve güçsüz olmak. "Bir sıkımlık
Bir solukta: Hemencecik, çarçabuk
Bir sözünü iki etmemek: Birinin her istediğini ikinci bir kez
Bir şeye benzememek: İşe yarar bir yanı olmamak, düşük
Bir tahtası eksik: Dengesiz, budala, aptal (olmak).
Bir taşla iki kuş vurmak: Bir davranış ve eylemle, işe yarar
Bir yastığa baş koymak: Karı koca, acı ve tatlı günler geçirmiş
Bir yastıkta kocamak: Karı koca, birlikte uzun ömür sürmek
Bir yaşına daha girmek: Şaşılacak yeni bir durumla karşılaşmış olmak
Bir yeyip bin şükretmek: Durumu daha kötü olanlara bakarak kendi
Biti kanlanmak: Yoksul durumda, kötü koşullarda bulunan
Bitmez tükenmez: Sonu, ardı arası kesilmeyen, ucu bucağı
Bit yeniği: Bir işin, sağlam gibi görülmesine karşın güven vermeyen
Biz bizeyiz: İçimizde yabancı biri yok. "Biz bizeyiz
Blöf yapmak: Karşısındaki birini herhangi bir konuda yanıltma
Boğaz boğaza gelmek: Birbirini boğarcasına çok zorlu
Boğazına düşkün: Yemeyi içmeyi çok seven, yiyeceklerin güzelini seçen
Boğazına sarılmak: Boğmak istercesine tutup üstüne
Boğazından geçmemek: Bir kimse, yediği bir yemeği iştahsızlığı nedeniyle
Boğazından kesmek: Para biriktirme amacıyla yiyip içmede
Boğaz tokluğuna çalışmak: Yaptığı bir iş için para almadan, karnını doyurma
Boğuntuya getirmek: Karşısındakinin bir şey söylemesine fırsat vermeyecek
Bohçasını koltuğuna vermek: İşinden uzaklaştırmak, işine
Bol keseden: Ölçüsüz olarak, çok çok, bol bol
Bomba gibi: Sapasağlam, sağlıklı görünüşü olan
Borç bilmek: Bir şey yapmayı kendisi için zorunlu
Borç gırtlağına çıkmak: Çok borçlu olmak, borç altında nefes
Borusu ötmek: Sözü etkili olmak, sözü geçer ve dinlenir olmak
Bostan korkuluğu: Kendisinden beklenilen görevleri yerine
Boşa çıkmak: Beklenen, umulan, düşünülen şey elde edilememek
Boşa gitmek: Hiçbir işe yaramadan, bir verim elde
Boşa koysan dolmaz, doluya koysan almaz
Boşan da semerini ye: Oburlar, çok iştahlılar
Boş atıp dolu tutmak: Doğruluğuna inanmadığı, gerçekleşeceğini
Boş bulunmak: 1. Karşısındakine bir sakıncası yüzünden
Boş düşmek: Eskiden dinsel nikâha göre, kocanın söylediği
Boş gezenin boş kalfası: İşi gücü olmayan, sağda
Boşta gezmek: İşsiz kalmak, istediği halde
Boşu boşuna: Gereksizce, hepten boşuna. "Bunca
Boş vermek: Önemsememek, aldırmamak
Boş yere: Boşuna, gereksiz ve yararsız yere. "Boş yere
Boya çekmek: Şişmanlamadan boylanmak, boyu
Boy atmak: Boyu uzamak, krş. Boya çekmek
Boy boy: Değişik boylarda, boyutları farklı farklı
Boydan boya: Bir uçtan öbür uca değin, bir baştan
Boy göstermek: Salt gösteriş amacıyla bir işte bulunarak
Boylu boyunca: Boyu uzanabildiğince, bütün boyuyla
Boynu armut sapına dönmek
Boynuz kulağı geçmek: Bir konuda yetişmekte olanların
Boy ölçüşmek: Kendisinin de durumu iyi olan birisinden daha
Boyun borcu: Yapılması, yerine getirilmesi gereken ödev
Boyunduruk altına girmek: Özgürlüğünü yitirerek başkasının
Boyunun ölçüsünü almak: Herhangi bir iş ya da yarışta iddialı bir kişi
Boy vermek: (Suyun) İnsan boyunu aşacak kadar derin olmamak
Bozuk çalmak: Bir işten ötürü canı sıkılmış, yüzü asılmış
Bozuk düzen: Toplum yaşamında ve yönetiminde düzensizlik
Bozuk para gibi harcamak: Birinin değerini düşürecek biçimde
Bozum olmak: Söylediği bir söz ya da yaptığı bir hareket yüzünden
Bozuntuya vermemek: Yapılan bir yanlışın ya da hoşa gitmeyen
Bölük pörçük: "Tam değil, parça parça" anlamında kullanılır
Börtü böcek: Böcek türünden türlü türlü yaratıklar. "Bahar
Böyle gelmiş, böyle gider: Kötü bir durumun değişemeyeceğini
Bucak bucak kaçmak: Bir kimseyle yüz yüze gelmemek ya da bir şeyle
Budalalık etmek: Düşünmeden, akılsızca davranmak
Bugüne bugün: "Unutma ki, içinde bulunduğumuz güne
Bulanık suda balık avlamak: Bir kimse, bir durumun karışıklığından
Buldukça bunamak: içinde bulunduğu koşullar iyileştikçe
Bulunmaz Hint kumaşı mı: Bir şeyin ya da kimsenin çok değerli
Bulup buluşturmak: Bin bir güçlükle, şuradan buradan sağlamak
Buluttan nem kapmak: Pek önemsiz, en küçük şeylerden
Bundan iyisi can sağlığı: "Çok iyi, bundan iyisi olmaz
Burnu bile kanamamak: Büyük ve önemli bir kazadan
Burnu büyümek: Kendisini büyük görmek, kibirlenmek
Burnu havada olmak: Kibirlenmek, herkese yukardan
Burnu Kafdağı'nda: Çok kibirli, herkese yüksekten bakan
Burnundan fitil fitil gelmek: Kazanılan ya da elde edilen güzel bir şeyin
Burnundan kıl aldırmamak: Kendine karşı en küçük bir eleştiri
Burnundan solumak: Bir kimse bir şeye aşırı derecede
Burnunda tütmek: (Birini, bir şeyi) Çok özlemek, aşırı
Burnunu kırmak: Kendini başkalarından üstün görüp büyüklenen
Burnunun dibinde: Gözünün önünde, çok yakınında
Burnunun dikine gitmek: Kendi bildiğinden şaşmamak
Burnunun direği sızlamak: Bir yakınının durumunu düşünerek
Burnunun ucunu görmemek: 1. Sarhoşluk, dikkatsizlik, dalgınlık gibi nedenlerle
Burnunun yeli harman savuruyor: Çok büyüklenen, herkese
Burnunu sokmak: Kendisini ilgilendirmeyen işlere karışmak
Burun buruna gelmek: Ayrı ayrı yönlerden gelirken birbirlerine
Burun kıvırmak: Bir şeyi, bir durumu beğenmeyip küçümsemek
Buz gibi: Soğuk, sevimsiz, cana yakın olmayan kimseler
Buz üstüne yazı yazmak: 1. Etkisi çok kısa süren bir iş yapmak
Bülbül kesilmek: Baskıyla ya da herhangi bir etkiyle çokça
Büyük söz söylemek: Kötü bir duruma düşmeyeceğini ya da böyle
Cadı kazanı gibi kaynamak: Aşırı derecede karışıklık içinde olmak
Caka satmak: Çevresine gösteriş yapmak. "Müdür olunca
Cami yıkılmış ama mihrabı yerinde: Yaşlanmışlığına karşın
Cana can katmak: İnsanın sağlığını, neşesini ve dinçliğini artırmak
Can acısı: Vücudun bir kesiminde aşırı ölçüde duyulan
Can alacak yer: Bir konu ya da şeyin en önemli yeri
Can alıp can vermek: Büyük bir sıkıntı ve bunalım
Can atmak: Bir şeyi elde etmeye karşı aşırı
Cana yakın: "İnsana sokulganlık gösteren, sevimli" anlamında
Can ciğer kuzu sarması: Birbirini çok seven, birbirine
Can çekişmek: Ölmek üzere bulunmak, ölüyor olmak
Can damarı: Bir şeyin varlığı ve yaşamını sürdürmesi
Can damarına basmak: 1. Bir şeyin en önemli noktası
Can dayanmamak: Bir şeyin verdiği acıyı, sıkıntıyı
Can derdine düşmek: Ölmemek için büyük çaba göstermek
Can düşmanı: Birisini öldürmeyi bile düşünecek kadar aşırı
Can evinden vurmak: Bir konuda insanın en çok duyarlık
Canı ağzına gelmek: Tehlikeli bir durum ya da olay karşısında
Canı burnuna gelmek: Aşırı derecede bunalmak, çektiği
Canı cehenneme: "İstemiyorum, nereye giderse gitsin
Canı çekilmek: Canlılığını azar azar yitirmek
Canı çekmek (Gönlü çekmek): Bir şeye karşı istek
Canı çıkmak: Yaptığı zor işten ötürü aşırı derecede
Canına değmek: Kendisi için yarar sağlayacak bir işten
Canına kâr etmek: Bir şeyden derinlemesine etkilenmek
Canına kıymak: Acımadan bir canlıyı (kimseyi) öldürmek
Canına minnet: "Beklediği, arayıp da bulamadığı bir şeydir
Canına okumak: 1. Bir kimseye, herhangi bir durum ya da tutumundan
Canına susamak: Ölümünü, belasını aramak
Canına tak etmek : (Canına yetmek) Bir acı ya da sıkıntıya artık
Canından bezmek: İçinde bulunduğu sıkıntılı ve kötü koşulların
Canını almak: Öldürmek. "Artık bu acılara dayanamıyorum
Canını bağışlamak: Bir kimseyi öldürebilecekken öldürmekten
Canını çıkarmak: Bir şeyi ya da bir kimseyi çok yormak
Canını dar atmak: Bir sıkıntı, güçlük ya da tehlikeden
Canını dişine takmak: Bir işe son gücünü harcayarak
Canını sıkmak: Neşesinin kaçmasına, keyfinin bozulmasına
Canını sokakta bulmamak: Sağlığının değerini bilip, onu korumaya
Canını vermek: Sevdiği, değer verdiği bir varlık uğruna en değerli
Canını yakmak: Bir kimsenin bir yerini acıtmak
Canı sıkılmak: Yapacağı, üzerinde çalışacağı bir iş olmadığından
Canı tatlı: Güçlüklere, zorluklara katlanamayan, acıya
Canı tez: Herhangi bir işin çabucak yapılmasını isteyen
Canı yanmak: 1. Bedeninin bir yeri acımak. "Dişini uyuşturmadan
Canı yerine gelmek: Yorucu bir işten sonra üzerine çöken yorgunluğu
Canıyla oynamak: Tehlikeli işlere girişmek. "Bırak
Can kalmamak: Bitkin bir duruma düşmek, tüm
Can kaygısına düşmek: Malı mülkü, parayı pulu bir yana atıp
Can korkusu: Ölme kaygısı içinde bulunma, ölme
Can kulağıyla dinlemek: Anlatılanları iyice kavramaya çalışarak
Can kurban: Güzel, istenilir durumlar, davranışlar ya da istenen
Canla başla: Seve seve, her türlü fedakârlığı göze alarak
Canlı cenaze: Oldukça zayıf, güçsüz kimse
Can pahasına: Bir iş için ölüm göze alınarak
Can pazarı: Herkesin canını kurtarmaya çalıştığı
Can vermek: 1. Ölmek. "Hastanın can verdiğini ilk bakışta anlamıştı
Can yakmak: Bir kimseye eziyet etmek, ona acı çektirmek
Can yoldaşı: Yalnızlıktan kurtulmak, bir başına kalmamak
Cart curt etmek: "Şöyle yaparım, böyle yaparım" diye
Cascavlak kalmak
Cebi delik: Eline geçen parayı hemen harcayan, cebinde
Cebinden çıkarmak: Ondan her yönüyle ve çok üstün olmak
Cebini doldurmak: Durumları ve fırsatlarr değerlendirip bol para
Cebi para görmek: Önceleri para kazanamazken artık para
Ce demeye mi geldin: Bir yere çok kısa süreliğine gelip
Cehenneme kadar yolu var: "Defolsun, istediği yere gitsin"
Cehennemin dibi: Gidilmesi kolay olmayan, uzak bir
Cehennem olmak: Defolup gitmek: "Artık ona dayanamıyorum
Cendereye sokmak: Bir kimseyi çok sıkıştırmak
Cennetin kapısını açmak: Birine çok büyük bir iyilik yaparak
Cennet öküzü
Cep harçlığı: Gündelik ihtiyaçların ufak tefek olanlarını
Cephe almak: Bir kimseye ya da düşünceye karşı
Cepheden cepheye koşmak: Sürekli savaşmak, yılmamak
Ceza çekmek: İşlenen bir suçtan ötürü hapis yatmak
Cezaya çarptırılmak
Ciğer acısı: Evladını yitiren ana-babanın duyduğu derin
Ciğeri beş para etmemek: Aşağılık, işe yaramaz bir kişi
Ciğerini sökmek: Bir kimsenin malına mülküne büyük
Ciğeri yanmak: Uğradığı ya da çektiği acıdan içi yanmak
Cin çarpmışa dönmek: Neye uğradığını anlayamayacak
Cin fikirli: Çok kurnaz, çok zeki ve akıllı kimse için söylenir
Cin ifrit kesilmek: Aşırı derecede öfkelenip kızmak
Cinler cirit oynamak: İnsanı ürkütecek kadar ıssız olmak
Cirit atmak: Ortalığı boş bulup istediği gibi davranmak
Curcunaya çevirmek: Konuşulanlar anlaşılmayacak kadar
Çaba göstermek: Bir işi yapmak için uğraşmak. "Doğrusu
Çağ açmak: Yeni, yeni olduğu kadar da evrensel değer taşıyan
Çakı gibi
Çakır keyif olmak
Çalı çırpı: Ateş yakmaya yarayan ince, kuru dal
Çalı dibi taşlamak: Bir söz ya da girişimin altında gizli bir
Çalımına getirmek: Düşündüğü, tasarladığı iş için
Çalımından geçilmemek: Büyüklenip böbürlenmesinden yanına varılmamak
Çalım satmak: Kendini üstün görüp büyüklük taslamak
Çalıp çırpmak: Az ya da çok olduğuna bakmadan eline
Çalıyı tepesinden sürümek: Kendini zora koşup güçlük çıkarmak
Çal kapı gelmek: Bir yere çağrılmadan, habersizce gitmek
Çalmadan oynamak: Bir duruma, bir işe oldukça sevinmek
Çalmadık kapı bırakmamak: Bir konuda ya da sorunla ilgili olarak
Çam devirmek: Bilmeyerek karşısındakini incitip gücendirecek
Çamura taş atmak: Kötü huylu, saldırgan birine bu yönünü
Çamur atmak: Bir kimseyi karalamak, ona leke sürmeye
Çamura yatmak: Kimi sözde nedenlerle yapmak zorunda
Çam yarması gibi: İri gövdeli kimseler için kullanılır
Çanak tutmak: Söylediği kötü bir söz ya da yaptığı kötü bir
Çanak yalayıcı
Çan çalmak: Herkese duyurmak. "Sen geldin
Çan çan etmek: Yüksek sesle durmadan konuşmak
Çanına ot tıkamak: Bir kimseyi sesini çıkartamayacak, kötülüklerini
Çantada keklik: Elde edilmesine kesin gözüyle bakılan
Çapanoğlunun aptes suyu gibi: Tatsız, çok sulu çay
Çaptan düşmek: Gücü kuvveti azalmak, çalışamayacak
Çarçur etmek: Bir şeyi boş yere, hiç gereği yokken harcayıp
Çaresine bakmak: Bir şeyin olması, gerçekleşmesi için
Çaresiz kalmak
Çark etmek: Sözünden, düşüncesinden caymak
Çarkına okumak: Bir kimsenin düzgün işleyen iş düzenini
Çarşaf gibi: Dalgasız, dümdüz su, göl ve deniz
Çatlak ses: 1. Uyumsuz, pürüzlü. 2. Yaygın ve herkesçe
Çatlasa da patlasa da: Ne denli zorlanırsa zorlansın, ne denli
Çat pat: 1. Tam değil, şöyle böyle, yarım yamalak. "İngilizceyi çat pat
Çaydan geçip derede boğulmak: Büyük güçlükleri yenmişken, küçük
Çayı görmeden paçaları sıvamak: Zamanı geldiğinde yapılması gereken bir işe
Çay kenarında kuyu kazmak: Ereğe ulaşacak bol araç varken
Çekeceği olmak: Bir şeyden çok sıkıntı çekeceği
Çeki düzen vermek: Toplamak, düzenlemek, dağınıklıktan
Çekilmez olmak: Bir şey hiç dayanılmayacak durumda olmak
Çekip çevirmek: Savurganlık, başıboşluk içinde bulunan bir kişiyi
Çekip gitmek: Bir yerden kimseye haber vermeden
Çekirdekten yetişme: Herhangi bir işe ya da mesleğe küçük yaştan
Çekirge sürüsü gibi
Çeki taşı gibi: Ağır, hareketsiz kimseler için kullanılır
Çene çalmak: Dereden tepeden, şundan bundan konuşup
Çenesi açılmak
Çenesi düşük: Geveze, susmak nedir bilmeyen, sürekli konuşan
Çenesini tutmak: Söylemesinin zamanı ve yeri geldiğini bile
Çene yarıştırmak: Karşılıklı oturup şuradan buradan
Çene yormak: Bir kimseye bir iş konusunda boşuna
Çengel atmak: Herhangi bir konuda yandaş
Çetin ceviz: 1. Düşüncesinde direnen kimse. "Ne çetin cevizdir o
Çıban başı: Her zaman için bir tedirginlik doğurmaya, bir rahatsızlık
Çığ gibi büyümek: (Bir olay) Sınırlarını genişleterek yayılmak
Çığır açmak: Kendisinden sonra başkalarının da izleyebileceği
Çığlık atmak: Acı acı bağırmak
Çığrından çıkmak: (Bir iş) Ereğinden ve yolundan sapıp
Çıkar yol: Herhangi bir konu ya da sorunu çözebilecek
Çıkmaza girmek: Karmakarışık olup içinden çıkılamayacak
Çıngar çıkarmak: Sözde, gerçek dışı bir neden bulup kavga
Çıt çıkarmamak: En küçük bir ses bile çıkarmaktan kaçınmak
Çiçeği burnunda: Yeni, taptaze. "O zamanlar
Çiçek gibi
Çift çubuk: Tarım yapmak için gerekli olan toprak
Çiğ çiğ yemek: Bir kimseye karşı onu parça parça
Çiğlik etmek: Herhangi bir işte kendisinden iyi ve güzel bir
Çiğneyip geçmek: 1. Bir yerden gelirken ya da bir yere giderken yolunun
Çiğ yemedim ki karnım ağrısın: "Suçum yok ki ürküp
Çile çekmek: Çok sıkıntı çekmek, sürekli üzüntü
Çileden çıkmak: Sabrı tükenerek olup bitenlere
Çile doldurmak: Sürüp gitmekte olan sıkıntılı ve güç bir durumun
Çil yavrusu gibi dağılmak: Toplu haldeyken her biri
Çimdik atmak: Çimdiklemek. "Arkadaşına
Çingene çalar, kürt oynar: Bir yerin düzensizliğini, gürültülü patırtılı
Çingene düğünü: Gürültülü patırtılı, her yönüyle düzensiz
Çingenelik etmek
Çingene maşası
Çirkefe taş atmak: Kötülüğünden kaçınılması, uzak durulması
Çirkin kaçmak: Bir söz ya da davranış yersiz ve yakışıksız
Çivi kesmek: Aşırı derece, donacak kadar üşümek
Çizmeden yukarı çıkmak: Yetkili olmadığı, bilmediği bir konuda
Çocukluk etmek: Düşünmeden, akılsızca bir iş yapmak ya da böyle
Çoğu gitti azı kaldı: Yapılmakta olan bir iş için "büyük
Çok olmak: Bir kimsenin davranışları dayanılmaz
Çoluk çocuğa karışmak: Çocukları dünyaya gelmek
Çoluk çocuk elinde kalmak: Deneyimi bulunmayan, çok genç
Çorap söküğü gibi gitmek: Bir işe başladıktan sonra ona bağlı olarak
Çorbada tuzu bulunmak: Bir işin yapılmasında az ya da çok
Çöle dönmek: Eski yeşilliğini, bakımlılığını yitirerek
Çöpe dönmek: Çok zayıflamak. "Veremden çöpe
Çöp gibi: Çok zayıf. "Çocuk çok zayıfladı
Çöpsüz üzüm: 1. Güç yanları olmayan kazançlı iş
Çöpten çelebi: İnce, zayıf kimseler için söylenir
Çözüm yolu: Bir güçlüğü ortadan kaldıracak, bir sorunu
Çürüğe çıkmak: Muayene sonunda sağlığı elverişli olmadığı
Çürük çarık: 1. Sağlam bir yanı olmayan, kırık dökük
Çürük tahtaya basmak: Yapılacak bir işte karşılaşabilecek güçlükleri bütün
Dağa çıkmak: Hükümete karşı gelip ayaklanarak dağlara
Dağa kaldırmak: Bir kimseyi zorla dağa ya da ıssız
Dağdan gelip bağdakini kovmak: Bir yere ya da bir işe sonradan gelen
Dağdan inme: Çok kaba saba, görgü
Dağ doğura doğura bir fare doğurdu: Büyük yankılar uyandıran
Dağlara düşmek: Büyük bir acı ve üzüntünün etkisiyle insanlardan
Dağlara taşlara: Kötü bir durum söz konusu olduğunda
Dağları devirmek: İnsanın üstesinden gelemeyeceği, güç yetmez
Dağlar kadar: Çok fazla, çok büyük
Daha neler: "Hiç öyle olur mu" anlamında söylenir
Dahası var: "Söylenenin, bilinenin dışında bilinmesi gerekli
Dalavere çevirmek: Doğru olmayan, yasadışı yollarla
Dal budak salmak: Büyümek, gelişip serpilmek
Daldan dala konmak: Sık sık iş, konu, düşünce, tutum
Dalgacı Mahmut: işine gereken önemi vermeyen
Dalga geçmek: 1. Elindeki işle uğraşma yerine başka şeyler düşünmek
Dalgaya düşmek: Dalgınlık nedeniyle bir işin yapılacağını
Dal gibi: Çok zayıf, çok ince bir kimsenin bu yönünü
Dalına binmek: Bir kimseye bir şey yaptırmak için
Dallanıp budaklanmak: (Bir iş) Genişleyip büyüyerek karmaşık
Dalyan gibi: Boylu boslu. "Dalyan
Damarına basmak: Birinin hoşlanmadığı şeyler yaparak
Damarı tutmak: Huysuzluğu üstüne gelmek, aksileşmek
Damarlarına işlemek: Bir şey birinde yerleşmiş, kemikleşmiş
Dama taşı gibi oynatmak: Görevlilerin, sık sık görev yerlerini
Damdan düşer gibi: Birdenbire ve yersiz olarak, sıra saygı
Damgasını vurmak: Bir işe ya da konuya kendi özelliğini
Damga yemek: Olumsuz bir özellik yüklenmek
Dananın kuyruğu kopmak: İçten içe sürüp giden anlaşmazlığı dışa
Danışıklı dövüş: Kendi aralarında önceden anlaşmış oldukları halde
Dara dar: Ancak, ucu ucuna, zar zor
Dara düşmek: Parası kalmamak, para sıkıntısı çekmek
Darbe yapmak
Darboğaz: Sıkıntılar, güçlükler içinde geçirilen ve ileride
Darda kalmak: 1. Para bakımından sıkıntı içinde olmak
Dar gelirli: "Geliri sınırlı ve az olan, tüketimi belli bir düzeyi
Darısı başına: Güzel ve iyi bir olayın başkaları için de gerçekleşmesini
Dar kaçmak: Bunalıp sıkıldığı bir ortamdan hızla ayrılıp
Dar kafalı: Düşünce ve kavrayış yönünden sınırlı olan, ileriliği
Darlığa düşmek
Davul çalmak
Davulun tokmağı elinde olmak: Bir işin yönetimini elinde
Dayak arsızı: Çok ve sıkça dövüldüğünden
Dayak atmak: Sopayla dövmek (dövülmek).
Dayayıp döşemek: Evi, odayı, mobilya ve benzeri şeylerle
Dediği çıkmak: Söylediğinin gerçek olduğu anlaşılmak
Dediğine gelmek: Bir kimsenin, ilk baştan benimsemediği düşüncesini
Defterden silmek: Aralarındaki yakınlığa son vermek
Defteri dürülmek: Ölmek, öldürülmek
Defteri kapamak: Herhangi bir konuda yürütülen çalışmayı
Defter tutmak: Alacak verecek gibi hesapları deftere yazmak
Değer biçmek: Bir şeyin değerini para ya da başka
Değer vermek: Bir kimseye önem verip saygı göstermek
Değirmenin suyu nereden geliyor: Bir işin yapılması için gerekli olan paranın
Deli dana gibi dönenmek: Ne yapacağını bilmeden, rastgele
Deli divane olmak: Birini, bir şeyi aşırı derecede sevmek
Delidolu: Ölçüsüzce davranışlarda bulunan, ilerisini gerisini
Deli etmek: Aşırı derecede kızdırmak
Delifişek: Şımarık, ölçüsüz, atak; delice işler yapan
Deliğe tıkmak: Bir kişiyi bir suçtan ötürü tutuklamak
Delik deşik: Bir şeyin her yanı delik delik olmak
Deli kızın çeyizi gibi: Birbiriyle bağdaşıp uyuşmayan giyim
Deliksiz uyku: Kesintisiz olan, arada hiç uyanılmayan
Deliliğe vurmak: Deli olmadığı halde söz ve davranışlarıyla
Delinin eline değnek vermek: Zararlı birine daha da zararlı olacak
Deli olmak işten değil: Uygun olmayan bir davranış karşısında
Deli saçması: Anlamsız, tutarsız, mantıksızca söylenmiş
Demediğini bırakmamak: Birine çok kırıcı sözler söylemek
Deme gitsin: Her şeyin çok güzel olduğunu ve bunun
Demem o değil
Demir almak: Yola çıkacak gemi, denizden çapasını çekmek
Demir atmak: 1. Gemi bir yerde kalmak amacıyla denize çapasını salmak
Demir gibi: Çok sağlam, kuvvetli. "Demir gibi
Demokles'in kılıcı: Bir kimseyi her an ve her durumda baskı
Dem vurmak: Gerçekleştiremeyeceği ya da gücünü aşan
Denizden çıkmış balığa dönmek: Kendi çevresinden ayrılmış kişi, yeni girdiği
Denizden geçip çayda boğulmak: Daha büyük güçlükleri yenmişken
Denize girse kurutur: "Ortam ne denli uygun olursa olsun
Deniz tutmak: Deniz yolculuğunda, geminin sallaması yüzünden
Der demez: Hemen anında, üzerinden zaman
Derdine düşmek: Bir şeyi, yapılması zorunlu olan bir işi gerçekleştirme
Derdini dökmek: Derdini, sıkıntılarını anlatmak, üzüntüsünü
Derdini Marko Paşa'ya anlat
Dereden tepeden konuşmak: Belli bir konu izlemeden, şundan bundan
Derinlere dalmak: Bir konuyu ayrıntılarıyla düşünmek
Derli toplu: Dağınık olmayan, düzenli
Derme çatma: Doğru dürüst gereç kullanılmadan özensizce
Dert ortağı: Bir kimsenin derdini döktüğü, derdini paylaştığı yakın
Dertsiz başını derde sokmak: Hiçbir derdi, sıkıntısı yokken üzüntülü
Dert yanmak: Acılarını ve sıkıntılarını yakınarak şuna buna anlatmak
Devede kulak: Bütüne oranla küçük parça, önemsiz
Deve kuşu gibi başını kuma sokmak: 1. Gerçekleri görmekten kaçınmak
Deveye "boynun eğri" demişler, "nerem doğru ki" demiş
Deveye hendek atlatmak: Bir kimseye, yapamayacağı önceden bilinen
Deveyi havuduyla yutmak: Yasadışı yollarla büyük çıkar
Devlet düşkünü: Zenginken, bolluk içinde yaşarken, sonradan yoksul düşmüş
Devlet kuşu: Beklenmedik, umulmadık bir talih
Dışa açılmak: Başka ülkelerle değişik ilişkilere
Dışı eli yakar içi beni: "Görünüşüne bakmayın
Dış kapının mandalı
Dızdığının dızdığı: Birisiyle uzaktan yakınlığı bulunan
Dibine darı ekmek: Bitirip tüketmek, krş. Kökünü kurutmak
Dik başlı: Kurumlu, kendi havasına giden, boyun eğmez
Diken üstünde olmak: Her an gitme durumunda olduğunu
Dikiş tutturamamak: Bir işte ya da bir yerde herhangi bir nedenle
Dik kafalı: İnatçı, büyük sözü dinlemeyen. "Dik kafalının
Dil ağız vermemek: Hasta, kendi içine gömülmüş olmak
Dilden dile dolaşmak: Herkesçe ve her yerde üzerinde konuşulmak
Dil dökmek: Karşısındakini kandırmak, inandırmak için onun
Dile düşmek: Yersiz bir davranışı yüzünden dedikodu
Dile getirmek: Bir olay ya da durumun anlamını sözle
Dile kolay: Anlatılan bir olay ve durumun, anlatılması kolay
Dilenci çanağı gibi: İçinde her şeyden bir parça bulunan
Dilenci değneğine dönmek: Aşırı derecede zayıflamak
Dili açılmak: Herhangi bir nedenle susan biri, konuşmaya
Dili ağırlaşmak: Hastalığı yüzünden güçlükle konuşur duruma
Dili bir karış dışarı çıkmak: Sıcakta yürümekten ya da koşmaktan
Dili çalmak: Bir kimsenin konuşması, başka bir dilin
Dili damağı kurumak: Susuzluktan ya da çok konuşmaktan
Dili dolaşmak: Korkudan, utangaçlıktan, sarhoşluktan, ya da hastalıktan
Dili döndüğü kadar: Konuşma ve anlatma gücünün yettiği ölçüde
Dili dönmemek: Söylerken yanlış yapmak, bir sözü doğru
Dilinden anlamak: Bir nesne, araç ya da gerecin özelliğini
Dilinden düşürmemek: Aynı şeyi sık sık yinelemek
Dilinden kurtulamamak: Sürekli olarak o kişinin sataşmalarına, eleştirilerine
Dilinde tüy bitmek: Bir şeyi sık sık söylemekten bıkıp usanmak
Diline dolamak: Bir kimseyi her yerde sözle kötüleyip aşağılamak
Dilini eşek arısı soksun: Bir sözcüğü yanlış söyleyenler
Dilini kesmek: Susmak. "Yeter artık dilini kes
Dilinin altında bir şey olmak: Açıkça söylemediği, duraksadığı bir şeyin
Dilinin altındaki baklayı çıkarmak: Gizli tutulan bir şeyi sonunda
Dilinin ucuna gelmek: Söyleyecek gibi olmuşken, uygun
Dilini tutmak: Gelişigüzel söz söylemekten kaçınmak
Dilini yutmak: Korku, sevinç gibi durumlarda konuşamayacak
Dili pabuç kadar: Saygısızca ve gönül kırıcı karşılık
Dili olsa da söylese: Anlatılan bir şey ya da olayın nasıl geçtiğine cansız
Dili tutulmak: Aşırı heyecan, korku gibi nedenler yüzünden
Diliyle tutulmak: Söylediği bir sözle suçunun bulunduğunu
Dillere destan olmak: (Bir olay, bir nitelik) Her yerde anlatılır olmak
Dilli düdük: Geveze, aşırı derecede konuşan
Dil uzatmak: Durumuna göre yapılmaması gerekirken, o kimse için aşağılayıcı
Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak
Dinden imandan çıkmak: Çok öfkelenip dince yasaklanmış
Dini bütün: Dinsel buyrukları eksiksizce yerine getiren
Dirlik düzenlik: Birlikte yaşayanlar arasında sevgi ve saygıya
Dirlik yüzü görmemek: Sürekli sıkıntı, tedirginlik
Dirsek çevirmek: Daha önce işbirliği yapıp birlikte çalıştığı kişiyi
Dirsek çürütmek: Okuma ve öğrenme yolunda çok uzun yıllar
Diş bilemek: Öç almak, kötülük yapmak için fırsat
Dişe dokunur: Anılmaya, belirtilmeye değer; önemli
Diş geçirememek: Bir kimseye söz geçirememek, onu buyruğu
Diş gıcırdatmak: Öç alma durumu içinde olduğunu, kötülük yapmayı
Dişinden tırnağından artırmak: Gereksinimlerinin bir bölümünü keserek
Dişine göre: Tam onun yapabileceği, üstesinden gelebileceği
Dişinin kovuğuna yetmemek: Doyurmak açısından çok
Dişini sıkmak: Güçlüklere, sıkıntılara dayanma çabası
Dişten artırmak
Diyalog kurmak: Bir kimseyle anlaşma sağlayacak biçimde
Diz çökmek: 1. Dizlerini yere koyarak oturmak
Diz dize: Dizleri birbirine değercesine yan yana oturmak
Dize gelmek: Güçlünün karşısında direnmeyi bırakıp
Dizginleri ele almak: Bir işin yönetimini kendisi yüklenmek
Dizginleri salıvermek: Önceden uygulamakta olduğu sıkı
Dizini dövmek: Yapılan bir işten ötürü çok pişman olmak
Dizinin bağı çözülmek: Korku ve üzüntü gibi nedenlerle ayakta
Dizinin dibinden ayrılmamak: Birinin yanından hiç ayrılmamak
Dizleri kesilmek: Dizlerinde güç kalmamak, bu yüzden yürürken
Dizlerine kapanmak: Birinden bir şey dilemek için
Dobra dobra söylemek: Açık açık, gizlemeden her şeyi
Doğmamış oğlana don biçmek: Gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli
Doğru dürüst: Eksiksizce, istenilen biçimde. "Verilen
Dokuz doğurmak: Korkulan bir durum ya da bir iş ha şimdi olacak
Dokuz körün bir değneği: Birçok yakınına yardım eden
Dolap çevirmek: Doğru olmayan yöntemlerle, hile ile iş
Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı
Domuzdan kıl koparmak: Sevilmeyen, cimri birinden değeri
Domuz gibi: 1. Kötü huylu, başkalarına kötülük düşünen
Dona çekmek: Hava soğumasının, don yapacak, suları
Don çözülmek: Buzlar erimeye başlamak
Don gömlek: Üzerinde don ve gömlekten başka bir şey
Dosta düşmana karşı: Dostları üzmemek, düşmanları
Dozu kaçmak
Dökülüp saçılmak: Bir konuda, bir şey için epeyce
Dönüm noktası: Bir olayın gelişiminde yeni bir aşama
Dört ayak üstüne düşmek: Hiçbir zarar görmeden tehlikeli bir durumdan
Dört dönmek: Bir iş yapmak ya da bir çare bulmak için oraya
Dört dörtlük: Her yönüyle eksiksiz, kusursuz olan
Dört elle sarılmak: Bir işe tam bir istekle, eksiksiz yapma
Dört gözle beklemek: Büyük bir istekle, özlem ve sabırsızlıkla
Dört köşe olmak: Çok neşelenip sevinmek
Duba gibi
Dudağını ısırmak: Biçimsiz ya da tehlikeli bir duruma
Dudak bükmek: Umursamamak, beğenmemek
Duman attırmak: Sağladığı üstünlükle başkalarını
Dumanı üstünde: Çok taze, çok yeni. "Dumanı üstünde
Durmuş oturmuş: "Olgunlaşıp uslanmış" anlamında
Durup dinlenmeden: Arası kesilmeksizin, sürekli olarak
Durup dururken: Hiçbir neden yokken, gereği yokken. "Durup dururken
Dut gibi olmak: Çok sarhoş olmak. "Üçü de dut
Dut yemiş bülbüle dönmek: Önceleri çok konuşurken
Düğüm noktası: Bir işin aydınlatılması, çözümlenmesi için açıklanması
Düğüm üstüne düğüm vurmak: Parasını harcamaktan kaçınıp
Düğün bayram etmek: Aşırı derecede sevinmek
Düğüne gider zurna beğenmez, hamama gider kurna beğenmez
Dümen çevirmek: Bir iş ya da konuda hileye, düzene başvurmak
Dümen kırmak: Yön değiştirmek. "Dereye gelince
Dümen suyundan gitmek: Bir kimsenin izlediği yolu
Dün bir, bugün iki: "Daha birkaç gün oldu olmadı"
Dünya başına dar gelmek: Çaresizlik içinde kalmak
Dünya başına yıkılmak: Çok üzülüp umutlarını yitirmek
Dünya bir araya gelse: Bütün insanlar bir araya gelip engel
Dünyadan geçmek: Kimseyle görüşmez; hiçbir şeyle, toplumla
Dünyadan haberi olmamak: Etrafında neler olup bitiyor
Dünya durdukça durmak: Sonsuza değin yaşamak
Dünya evine girmek
Dünya gözüyle: Ölüp gitmeden önce. "Dünya
Dünya zindan olmak: Dünya kadar: Pek çok, oldukça
Dünyalar onun olmak: Pek çok sevinmek
Dünyanın kaç bucak olduğunu anlamak: Dünyanın nelerle, ne gibi güçlüklerle dolu olduğunu
Dünyanın öbür ucu: Çok uzak bir yer. "Neresi yakın
Dünyasından geçmek: Çevresiyle olan ilgisini, ilişkisini kesmek
Dünyaya gelmek: Doğmak. "Soğuk bir kış gününde
Dünyaya getirmek
Dünyaya gözlerini kapamak
Dünyayı zindan etmek: Bir kimseye acılar, sıkıntılar
Düşe kalka: Bir işi kimileyin iyi, kimileyin kötü koşullar
Düşman başına: Bir durum ya da şeyin kötülüğünü
Düşman çatlatmak: İyiliğini, başarısını çekemeyenleri, iyi durum
Düşte görse hayra yormamak: Ummadığı, beklemediği
Düşünceye dalmak: Dalgın dalgın, hiçbir şeyle ilgilenmeyerek
Düşünüp taşınmak: Bir konuyu bütün yönleriyle, enikonu
Düşüp kalkmak: Biriyle yakın arkadaşlık kurmak
Eceli gelmek: Ölüm ya da yok oluş zamanı gelmek
Eceline susamak: Ölmeyi, ya da öldürülmeyi istercesine
Ecel teri dökmek: Tehlike içinde bulunmaktan ötürü bunalıma
Edebiyat yapmak: Bir sorunla ilgili olarak içtenlikten yoksun
Efendi efendi
Efendim nerede, ben nerede: Söylediğimizin karşımızdakince
Efkar dağıtmak: Üzüntü ve kederden sıyrılmak, neşelenmek
Eğilip bükülmek: Utanma, sıkılma durumunda olduğunu
Eğri bakmak: Bir şeye kötü düşüncelerle bakmak
Eğrisiyle doğrusuyla: Bir konuda bilinenleri doğru
Ekin iti gibi: Herkese tepeden bakan kimseler
Ekmediğin yerde biter: İstemediğimiz ve beklemediğimiz yerde
Ekmeğinden etmek: Bir kimsenin işinden atılmasına
Ekmeğine kuru, ayranına duru mu dedik
Ekmeğine yağ sürmek: Düşünmediği, istemediği, amacı
Ekmeğini kazanmak: Geçimini sağlayacak ölçüde para
Ekmeğini taştan çıkarmak: Güçlüklere, sıkıntılara katlanarak
Ekmeğiyle oynamak: Bir kimseyi, çalışarak geçimini sağladığı
Ekmek aslanın ağzında: "İş bulma, geçinmek için para
Ekmek elden su gölden: Çalışmadan, emek harcamadan
Ekmek kapısı: İnsanın geçimini sağladığı işyeri, iş. "Bu
Ekmek parası: Kazanç, geçim için gerekli para. "Ekmek parasını
Eksik gedik: Ufak tefek ihtiyaçlar
Eksik olmasın: Birinden söz ederken, ondan duyulan
Eksik olsun: "Gereği yok, istemem" anlamında kulanılır
El ağzıyla çorba içmek: Kendi ağzıyla değil, başkasının ağzını
El altında: İstenildiğinde kullanılmak için hazır
El altından: Hiç kimseye haber vermeden, herkesin
El altında tutmak
El atmak: Bir işe karışmak, birine yardımcı olmak
El ayak çekilmek: Geceleyin ortalıkta kimseler kalmamak
El bağlamak: Saygı gösterme amacıyla ellerini göbeğinin
El basmak: Kur'an gibi kutsal bir şey üzerine elini koyup
El bebek gül bebek: Çok nazlı, el üstünde tutulan
El çekmek: Önceleri yapmakta olduğu bir işi bırakmak
El çektirmek
El çırpmak: Alkışlamak, iki elin yüzünü birkaç kez
Elde avuçta bir şey kalmamak: Malını, parasını harcayıp bitirmek
Elde bulunan: Hazırda bulunan, var olan
Elde etmek: 1. İstenilen bir şeye herhangi bir yolla sahip olmak
El değiştirmek: (Bir şey) Bir kimseden başka bir kimseye
El değmemiş: Kullanılmamış, hiç dokunulmamış
Elden ayaktan düşmek: Hastalık, yaşlılık gibi nedenlerle
Elden çıkarmak
Elden düşme: Daha önce kullanılmış, eski ve ucuz
Elden ele dolaşmak: (Bir şey) Herkesin ilgisini çekmesinden
Elden geçirmek: Sayıca çok olan şeyleri tek tek gözden
Elden gitmek: Bir şeyi yitirmek, ondan yoksun kalmak
Elden ne gelir
Ele almak: Bir konu üzerinde çalışmaya, uğraşmaya
Ele avuca sığmamak: Kural, ölçü tanımamak, taşkınca, şımarıkça
Ele geçirmek: 1. Kaçak ya da kaçmakta olan birini tutmak, yakalamak
Ele geçmek: Yakalanmak, elde edilmek
Ele gelmek: Bebekler için kucağa gelecek durumda
Elekten geçirmek: Özenli ve sıkı bir incelemeyle iyiyi kötüyü
El elde baş başta: Bir işin gerektirdiği bütün harcamalar
El ele vermek: Güçlerini birleştirmek, işbirliği yapmak
El eliyle yılan tutmak: Tehlikeli işleri yapmaya kendisi girişmeyip
El emeği: Elle yapılan çalışma ve bu çalışmanın
El etek çekmek (bir şeyden): Yaptığı bir işle artık uğraşmaz olmak
El etek öpmek: Bir işi yaptırmak için yetkili bir kimseye
El etmek: Birine eliyle "gel" işareti yapmak. "Sana
Ele vermek: Suç işlemiş olan birini ilgililere haber
Eli açık: Çok para harcayan, savurgan, cömert
Eli ağır: Çabuk iş yapmayan, yapamayan
Eli ayağı buz kesilmek: Birdenbire aldığı kötü bir haber yüzünden
Eli ayağı dolaşmak: Heyecan ve telaştan ne yapacağını
Eli ayağı tutmak: Daha iyice yaşlanmamış olmak, iş yapacak
Eli ayağı tutmamak: Beden gücü tükenmiş olmak
Eli bayraklı: Huysuz, kavgacı, şirret bir kimse için söylenir
Eli boş olmak: O sırada yapacağı bir işi bulunmamak
Eli boş dönmek: Düşünüp umduğunu elde edemeden geri gelmek
Eli böğründe kalmak: Bir işte başarısızlığa uğrayıp hiçbir şey yapamaz
Eli cebine varmamak: Para harcayamamak. "Öyle cimri ki eli
Eli dar: Para sıkıntısı çeken kimse için kullanılır. "Şu sıralar
Eli değmemek: Bir şeyi yapmaya vakit bulamamak. "Elim
Eli ekmek tutmak: Yaşamını kendi çabası, kendi emeğiyle kazanmak
Eli ermez, gücü yetmez: Çaresiz, zavallı. "Ne yapabilirim
Elifi elifine: Tam, eksiksiz. "Elifi elifine
Elifi görse mertek sanır: Okuması yazması olmayan kimselerin
Eli genişlemek: Para sıkıntısından kurtulmak, bolca
Eli hafif: İğne yapma, diş çekme gibi işleri acıtmadan yapan
Eli işte gözü oynaşta: "İş yapar gibi gözüküyor ama başka şeyler
Eli kalem tutmak: Tasarladıklarını, düşündüklerini güzel
Eli kolu bağlı olmak: Türlü engeller yüzünden yapması gereken
Eli koynunda kalmak: Çaresiz kalmak, hiçbir şey yapacak
Eli kulağında: Pek yakında gerçekleşmesi, olması beklenen
Eli maşalı: Kavgacı, saldırgan, huysuz
Elinde avcunda nesi varsa
Elinde büyümek: Bir kimsenin yanında yetişmiş olmak
Elinde kalmak: Satmak amacıyla aldığı bir şeyi satamamak
Elinden bir kaza çıkmak: İstemediği halde bir kimsenin yaralanmasına
Elinden geleni ardına koma: Bir kimseden çekinilmediğini, elinden gelebilecek
Elinden gelmek: Bir şeyi yapma gücüne sahip olmak
Elinden hiçbir şey kurtulmamak: Her alanda becerikli olmak
Elinden tutmak: Bir kimsenin ilerlemesine, bir alanda
Eline ayağına düşmek: Birinin ayaklarına kapanıp ondan bir dilekte
Eline bakmak: Bir kimsenin yardımıyla geçinebilir durumda
Eline çabuk: Çok çabuk iş gören, hızlı çalışan
Eline düşmek: 1. Kendisine hıncı olan bir kişiye işi düşmek
Eline kalmak: O kişiden başka kendisine yardım edecek
Eline sağlık: Bir kimseye, yaptığı işten ötürü "teşekkür etme"
Eline su dökemez: Aynı iş ya da alanda çalışan iki kişi karşılaştırılırken
Elini ayağını çekmek: (Bir kimse) Bir yere artık gitmemek
Elini ayağını öpeyim: Birine çok yalvarıldığını
Elini cebine atmak: Cebinden ya da cüzdanından para çıkarmaya
Elini çabuk tutmak: Bir işi çabucak yapmaya, bitirmeye
Elini kana bulamak: Herhangi bir nedenle birini yaralamak
Elini kolunu sallaya sallaya gezmek: (Bir kişi) Gizlenmesi gerekirken korkusuzca
Elinin hamuruyla erkek işine kalkışmak: Üstesinden gelemeyeceği, anlamadığı
Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Evde hiçbir işe el sürmemek
Elini veren kolunu alamaz: "Ona verilen bir şey bir daha geri alınmaz
Eli olmak: Kötü bir işte etkisi bulunmak, gizli bir ilgisi olmak
Eli sıkı: Cömert olmayan, kolay kolay para harcamayan kimse
Eli sopalı: Sert, dayak atmaktan kaçınmayan kimse
Eli uzun: Hırsız, fırsat buldukça öteberi aşıran kimse için
Eli varmamak: Bir şeyi yapmaya içten razı olmamak, ona
Eli yatmak: Bir işi yapacak ölçüde el becerisi kazanmak
Eliyle koymuş gibi bulmak: Bir şeyi fazla aramadan kendisine söylenilen
Eli yüzü düzgün: Güzelce, çirkin sayılmaz
El kadar: Çok küçük, küçücük. "El kadar çocuğa
El kaldırmak: Kendisinden büyüğe eliyle vurmaya davranmak
El koymak: 1. Bir kuruluş ya da bir mal hükümetçe buyruk altına alınmak
Ellerim yanıma gelecek: Gerçeği söylemeliyim, öleceğim, öteki dünyada
Elleri nasır bağlamak: Güç ve ağır işlerde uzun süre ellerini
Elle tutulur, gözle görülür biçimde: Açıkça, belirgin olarak
Elmanın yarısı o, yarısı bu: Birbirine çok benzeyen iki kişinin
El pençe divan durmak: Bir kimseye saygı göstermek için ellerini
El sıkmak: Selamlaşma amacıyla birinin elini tutmak
El sürmemek: Bir şeye dokunmamak, bir şeyi yapmaya
El uzatmak: 1. Yüksekteki bir şeyi almaya kalkışmak
El üstünde tutulmak : Bir kimseye aşırı derecede sevgi ve saygı
El yordamıyla: Elle yoklayarak; bulunduğu yeri bakmadan kestirerek
Emeği geçmek: Bir şeyin yapılıp gerçekleştirilmesinde kendisinin
Emekli olmak: Belli bir süre çalıştıktan sonra yasanın tanıdığı
Emek vermek: Bir şeyin gerçekleştirilmesinde özenle
Emir büyük yerden gelmek: Kendisine saygı ve bağlılık duyulan
Emir kulu: Kendisine buyrulan her işi yapmak zorunda olan kişi
Emret fındık kabuğuna gireyim: "Buyruğunuz ne denli güç olursa
Engel çıkarmak: Bir işin yapılmasını güçleştirmek
Eninde sonunda: Ne zaman olsa. "Eninde sonunda
Enine boyuna: 1. Eksiksiz olarak, tüm yönleriyle ele alınarak. "Birdenbire olmaz
Ensesi kalın: Paralı pullu, zengin, durumu iyi. "İstediğimiz
Ensesinde boza pişirmek: Bir kimseye bir işin yapılıp bitirilmesİ
Ensesine binmek: Baskıyla, yıldırarak birine bir iş yaptırmak
Ensesini kaşımak: Bir konuda ne yapacağını bilemeyip
Ense yapmak: Hiçbir iş yapmadan yiyip içerek şişmanlamak
Erkeklik sende kalsın: İki kişiden biri densizlik, dengesizlik yaptığında
Esasa bağlamak: Bir konuyu belirli kurallara yaslandırmak
Eser ama yağmaz: Bağırıp çağıran, ancak cezalandırmayan
Esip savurmak: Kötü ve kırıcı sözler söylemek, öfkeyle
Eski çamlar bardak oldu: Çok şeyler değişmiş olmak
Eski defterleri karıştırmak: Geçmiş, geride kalmış olay ve durumları
Eski hamam eski tas: Hiçbir şey değişmemiş, her şey olduğu
Eski kafalı: Yeniliğe karşı olan, eski düşünceye, eski yaşayışa
Eski köye yeni adet: Yerleşik olanlara aykırı bir yenilik
Eski toprak: Yaşlılığına karşın dinçliğini, gücünü kuvvetini
Estek köstek etmek: Bir işten kaçınmak ya da onu yerine
Eşeğe binmeden ayaklarını sallamak: Bir iş daha tasarım durumundayken
Eşeğe gücü yetmeyip semerini dövmek: Güçlü birine bir şey yapamayınca
Eşek kuyruğu gibi ne uzar ne kısalır: Gelişme olanağı olmayan
Eşeklik etmek: 1. Bir kimseye karşı oldukça kaba davranmak. 2. Sonradan
Eşek sudan gelinceye kadar dövmek: Uzunca bir süre, iyice dayak atmak
Eşek şakası: Kaba, incitici, güzel olmayan şaka
Eşiğine yüz sürmek: Bir sorunun çözümü, bir dileğin yerine
Eşiğini aşındırmak: Bir işini birine yaptırabilmek için onun
Et can tutmamak: Yiyip içmesine karşın hareketli olduğundan
Eteği ayağına dolaşmak: Heyecandan yürüyüşünü şaşırmak
Etek dolusu: Pek çok. "Bu büyük konağı yaptırmak
Etekleri tutuşmak: Büyük bir kaygıya kapılmak, çok telaşlanmak
Etekleri zil çalmak: Aşırı derecede sevinmek
Et kafalı: Kolay kavrayamayan, anlayışsız kimse için kullanılır
Etliye sütlüye karışmamak: Hiçbir şeyle ilgilenmemek, toplumdaki
Etrafında dört dönmek: Birini korumak ya da ondan çıkar sağlamak
Ettiği ile kalmak: Yapmak istediği kötülük amacına ulaşamamak
Ettiğini bulmak: Başkasına yaptığı kötülüğe benzer bir kötülüğe
Evdeki hesap çarşıya uymamak: İşler önceden tasarlandığı gibi değil de, başka
Evirip çevirmek: Bir şeyi iyice görmek için her yanına bakmak
Evlat acısı gibi içine çökmek: Yitirdiği bir şeye aşırı derecede
Ev yıkmak: Evli bir çifti birbirinden ayırmak. "Senin
Ezbere iş görmek: Gerekli bilgiyi edinmeden iş yapmak
Ezilip büzülmek: Davranışlarıyla utanıp sıkıldığını dışa vurmak
Faka basmak: Bir işte aldatılmak, tuzağa düşmek
Faraş gibi: Çok büyük ağızların bu yönü için kullanılır. "Faraş gibi
Fare deliği bin altın: Herkesin korkup saklanacak bir yer aradığı
Fare düşse başı yarılır: Bir yerde yiyecek içecek hiçbir şeyin
Fareler cirit oynamak
Fark edilmek: Sezilip anlaşılmak. "Giyiminizden
Farkına varmak: Sezmek, bir şeyin var olduğunu anlamak
Fasulye gibi kendini nimetten saymak: Kendi kendine aşırı değer vermek
Fazla kaçırmak: Gereğinden çok yemek, içmek
Fazla olmak: İnsanın sabrını tüketen şeyler yapmak
Felce uğramak: Yürüyemez, ilerlemez durumda olmak
Feleğin çemberinden geçmek: Başından çok şeyler geçmiş, deneyimli olmak
Feleğin sillesini yemek: Büyük bir acıya, büyük bir yıkıma uğramak
Felekten bir gün çalmak: Güzel, hoş bir gün geçirmek
Fellik fellik aramak: Heyecan içinde sağa sola koşarak aramak
Felsefe yapmak: Bir olayı neden ve sonuç yönünden kendince
Fena halde: Aşırı derecede, adamakıllı. "Beni dinlerken
Fena olmak: Çok üzülmek, çok sarsılmak, bozulmak
Fenasına gitmek: Bir şeye üzülüp sinirlenmek
Fenaya çekmek: Bir söze kötü ve ters anlam yüklemek
Feneri nerede söndürdün: Geceleyin gideceği bir
Ferman dinlememek: Hiçbir kural tanımamak, hiçbir buyruk
Fesat karıştırmak: İnsanları birbirine düşürecek kötü
Fırça çekmek: Kendinden alt mevkide bulunan birini
Fırıldak çevirmek: Dalavereli işler yapmak, hileli yola sapmak
Fırsat düşkünü: Eline fırsat geçince kötü işler yapan kimse
Fırsatı ganimet bilmek: Ortaya çıkan uygun bir durumdan
Fırsat kollamak: Yapmayı düşündüğü bir iş için uygun bir zaman
Fırsattan istifade etmek: Ele geçen bir olanağı en iyi biçimde
Fikir almak: Bir konuda yetkili bir kimseden aydınlanmak
Fikir vermek: Bir konuda bir kimseye yol gösterici bir düşünce
Fikir yürütmek: Bir konuda neler olabileceği ya da ne yapmak
Fikrini almak: Bir kimseden bir konu üzerinde ne düşündüğünü
Fildişi kuleye çekilmek: Yaşanan toplumsal gerçeklerden
Filinta gibi: ince, uzun boylu, yakışıklı erkeklerin
Fincancı katırlarını ürkütmek: Öfkelendirilmemesi gereken
Fink atmak: Sağda solda keyfince dolaşıp durmak
Fire vermek: Yaş olduğu için ağır çeken bir nesnenin kuruma
Fişek atmak: Ortalığı karıştıracak bir söz söylemek
Fitil almak: Birdenbire kızıp öfkelenmek
Fitne sokmak: Kişilerin arasını açarak geçimsizliğe yol
Fit olmak: Razı olup bir işi uygun bulmak. "Sonunda
Fit vermek: Bir kimseyi başka bir kimseye karşı kışkırtmak
Fiyat biçmek: Bir şeye değer koymak, değerini belirlemek
Fiyatı dondurmak: Fiyatın olduğu gibi kalmasını sağlamak
Fiyat vermek: Bir malı kaça alabileceğini söylemek
Fol yok yumurta yok: Ortada konuyla ilgili olarak herhangi bir belirti
Formül aramak: Çözüm yolu bulmaya çalışmak
Foyası meydana çıkmak: Birinin önce belli olmayan kötü bir niteliği
Gafil avlamak: Bir kimseyi ummadığı, habersiz ve hazırlıksız olduğu
Gaf yapmak: Bilmeden, istemeden karşısındakini
Gam çekmek: Bir konuda tasalanmak, kaygılanıp üzülmek
Gam yememek: Tasalanmamak, üzülüp kaygılanmamak
Gargaraya getirmek: Bir sözün ya da eylemin anlamını, gürültüye
Garibine gitmek: Bir şeyi yadırgamak. "Onların bu tür
Gâvur etmek: Bir şeyi boşu boşuna
Gavurluk etmek: 1. Acımasızca davranıp
Gayret dayıya düştü: Bir işi başarmak için başkalarından yardım
Gazel okumak: Bir kimseyi kandırmak, oyalamak amacıyla
Gebe kalmak: Bir kimseye borçlanmak, ona minnet
Gece gündüz: Sürekli biçimde, hiç ara vermeden
Gece kuşu: Geceleri çalışan, geceleri iş görmeyi seven
Geceyi gündüze katmak: Hiç ara vermeden, sürekli olarak, gece
Geçim yolu: Yaşamını sürdürebilmek için kazanç sağlama
Geçinip gitmek: İyi olmasa da, şöyle böyle yaşamını
Geçmişi olmak: 1.Bir kimseyle aralarında çok eskiye dayanan
Geçmiş olsun: Hastalık ya da kaza geçirenlere
Geçti Bor'un pazarı sür eşeğini Niğde'ye: Kaçırılan bir fırsatın üzerinde
Gedik açmak: Bir şey üzerinde oldukça önemli, giderilmesi
Geleceği varsa göreceği de var: Bir kimseye kötülük edecek
Gelen ağam, giden paşam: "İş başına kim gelirse gelsin ben onlarla
Gel gelelim: Ama, ne çare ki, ancak, şu var ki
Gelip çatmak: (Belli bir zaman) Oldukça yaklaşmak
Gem almamak: Söz dinlememek, buyruk altına girmemek
Gemi aslanı: Gösterişli, ama hiçbir işe yaramayan biri
Gemi azıya almak: Söz dinlemez olmak, azgınlaşıp hiç
Gemisini yürütmek: İşlerini engelsizce yürütmek
Gem vurmak: Bir kimsenin taşkınca davranışlarını
Geniş bir nefes almak: Bunaltılı ve sıkıntılı bir durumdan
Geniş yürekli: Hemencecik telaşlanıp meraklanmayan
Geri durmamak: Elinden geldiğince yapmaya çalışmak
Geri kafalı: Yeniliklere karşı çıkan, tutucu
Gevşek ağızlı: Sır saklamasını bilmeyen kimse için kullanılır
Geyik muhabbeti: Saçma sapan, gevezelik düzeyinde
Gezip tozmak: Hiçbir şey yapmadan şurada burada
Gıcıklık etmek: Birini bir konuda sinirlendirecek, onun sinirine
Gırla gitmek: Pek bol biçimde harcanmak, ortaya
Gık dedirtmemek: Bir konuda ses çıkarmasına, karşı bir davranışta
Gık dememek: Bir durum karşısında itiraz edememek
Gırgır geçmek: Biriyle alay etmek. "Canları sıkılınca
Gırtlağına basmak: Bir kimseye bir şey yaptırmak
Gidip gidip gelmek: Ölüp ölüp dirilecek
Gidişini beğenmemek: Bir kimsenin davranışlarının iyi sonuçlar
Girecek delik aramak: Korkudan gizlenecek
Gitti de geldi: Ağır bir hastalık geçirenler için
Gizli kapaklı: Uygunsuzluğu nedeniyle başkalarından
Gizli tutmak: Bir olay ya da haberi kimseye duyurmamak
Göbeği çatlamak: Bir işi başarmak için birçok
Göbeği sokakta kesilmiş: Hep sokaklarda
Göbek adı: Yeni doğan çocuğa, göbeğini kesen
Göbek atmak: Sevincinden oynamak. "Beklediği
Göç etmek: Oturduğu yerden ayrılıp başka
Göğsü daralmak: İçine bir darlık, sıkıntı çökmek
Göğsü kabarmak: Birinin bir başarısından ötürü
Göğüs geçirmek: Üzüntü ile içini çekmek. "Önce
Göğüs germek: Bir güçlüğe karşı koyup dayanmak
Göklere çıkarmak: Bir kimseyi aşırı biçimde övüp
Gökte ararken yerde bulmak: Büyük bir güçlükle bulabileceğini sandığı
Gökten zembille inmek: Uğraşıp didinmeden kendiliğinden
Gölgede bırakmak: Kendisi daha üstün bir düzeye gelerek
Gölge düşürmek: Kişiliğini lekeleyecek davranışta
Gölge etmek: Bir kimsenin başarısını engellemek
Gölgesi altında: Bir kimsenin koruyuculuğunda, onun
Gölgesinden korkmak: Aşırı derecede kuruntulu, kuşkulu olmak
Gönlü bulanmak: Bir işte içine bir kuşku ya da bir
Gönlü kalmak: Bir şeyi isteyip de elde edememesine karşın
Gönlünden geçirmek: Bir şeyi yapmayı ya da o şeyin
Gönlünden kopmak: Bir kimseye, karşılık beklemeden
Gönlüne göre: Dilediğine uygun olarak, düşündüğü
Gönlünü hoş etmek: İstediğini yaparak bir kimseyi sevindirmek
Gönlünü yapmak: Bir kimseyi bir şeye razı etmek
Gönül almak: Güzel bir davranış ya da armağanla
Gönül borcu: Bir kimseye, yaptığı bir yardım ya da iyilikten
Gönülden çıkarmak: Sevgi ve bağlılığını sürdürmemek
Gönül eğlendirmek: Bir işe geçici bir ilgi göstererek
Gönül gezdirmek: Birçok şey arasında
Gönül kırmak: Tutum ve davranışlarıyla birini üzmek
Gönül koymak: Alınmak, gücenmek. "İstediğin
Gönüllü gönülsüz: Tam istekli olmayarak, yarı istekli
Gönül vermek: Bir şeye içten gelen bir sevgiyle
Gönül yapmak: Bir kimsenin kırgınlık ve gücenikliğini
Göreceği gelmek: Aşırı derecede özlemek, görmeyi
Göreyim seni: Bir kimseden başarılı bir sonuç beklediğini
Görmezlikten gelmek: Gördüğü halde görmemiş gibi davranmak
Görmüş geçirmiş: Eskiden, iyi ve güzel günler yaşamış
Görücü gitmek: Evlenecek erkek için kız görmeye
Görücüye çıkmak: Evlenmesi düşünülen kız, görücülerin
Görüleceği hesabı olmak: Biriyle aralarında çözümlenecek
Görüp göreceği rahmet bu: "Sana yapacağım iyiliklerin
Gösteriş yapmak: Karşısındakinin ilgisini çekmek, kıskandırmak
Götürü pazarlık: Bir şeyi oluşturan parçaları ayrı ayrı düşünmeyip
Gövde gösterisi: Belirli bir amaç doğrultusunda bir araya
Gövdeye atmak: İştahla, oburcasına yemek
Göz açamamak: İşlerin çokluğu ve sıklığı yüzünden
Göz açıp kapamadan: Pek kısa bir süre içinde
Göz açtırmamak: Bir işte çalışırken başka bir iş yapmasına
Göz alıcı: Alımlı, göze çarpan
Gözaltına almak: Bir kimseyi belli bir yerde tutmak
Göz aşinalığı: Bir kimseyi arasıra görmekten öteye geçmeyen
Göz atmak: Şöyle bir bakmak, üzerinde yeterince
gibi göstermek. "Böyle süslü cümlelerle kimin
Gözdağı vermek: Bir kimseye korkutucu sözler söyleyerek istenilen
Nazar değmek: Kötülük ya da uğursuzluk getirdiğine inanılan
Gözden çıkarmak: Bir şeyin elden gitmesine katlanmak
Gözden düşmek: Önceleri kendisine değer verenlerin tutumları
Gözden geçirmek: Denetlemek, yoklamak
Gözden kaçmak: Bakılmasına karşın, her nasılsa
Gözden sürmeyi çekmek: En güç şeyleri bile çalabilecek güçte
Göz dikmek: Bir şeyi ne pahasına olursa olsun
Göz doyurmak: Değeri, yararıyla değil, daha çok
Göze almak: Yapmayı üstlendiği ya da düşündüğü
Göze batmak: Bir durumu ya da görünüşü ile herkesi
Göze çarpmak: Üzerine dikkati çekecek bir görünüşü
Göze girmek: Yaptıklarıyla, davranışlarıyla karşısındakinin
Göze görünmemek: Yaptığı kötü bir davranış yüzünden gizlenmek
Göze göz, dişe diş: Bir kötülük nasıl yapıldıysa aynı biçimde
Göz etmek: Bir isteği göz işaretiyle dile getirmek
Göz gezdirmek: Derinlemesine değil, yüzeysel
Göz göre göre: Herkesin gözü önünde
Göz göze gelmek: Yüz yüze gelip bakışları karşılaşmak
Göz gözü görmemek: Toz, duman, sis gibi engellerden
Göz hapsine almak: Bakışlarını bir kimsenin üzerinden ayırmayarak
Göz kararıyla: Ölçülüp tartılmadan, gözde oranlanarak alınan
Göz kırpmamak: Uyuyamamak, hiç uyumamak
Göz koymak: Bir şeyi ele geçirme tutku ve isteği
Göz kulak olmak: İlgilenmek, korumak, bakmak, görüp
Gözlem altına alınmak: İşlediği bir suç sanısıyla güvenlik
Gözleri çakmak çakmak olmak: Öfkeden ya da ateşli
Gözleri çukura kaçmak: Aşırı biçimde zayıflamak
Gözleri dolmak: Bir olaya üzülme ya da ondan duygulanma
Gözleri fal taşı gibi açılmak: Şaşkınlıktan ya da hayretten gözleri
Gözleri kan çanağına dönmek: Kızma, ağlama, uykusuzluk gibi nedenlerden
Gözleri kararmak: Aşırı yorgunluk, baş dönmesi ya da açlık gibi
Gözlerinden okumak: Bir şeyi, birinin bakışlarından
Gözlerine inanmamak: Gördüğü şeylerin doğru olduğunu
Gözlerinin içi gülmek: Göz ve yüz anlatımından çok sevinçli
Gözlerinin içine kadar kızarmak: Utancından yüzü kıpkırmızı kesilmek
Gözleri parlamak: Bir kimsenin yüzünde sevinç ve umut
Gözleri yaşarmak: Bir olay ya da durumdan etkilenip duygulanarak
Gözleri yollarda kalmak: Bir haberi ya da bir kimseyi özlemle
Göz nuru dökmek: Değerli ve ince bir sonuç elde etmek için gözleri
Göz önünde tutmak: Bir şeyin ya da durumun nasıl bir sonuca
Göz önüne getirmek: Bir şeyin nasıl olacağını düşünüp tasarlamak
Göz ucuyla bakmak: Sezdirmeden, başını çevirmeden
Gözü aç: Doymak nedir bilmeyen, gereğinden çok mal
Gözü açık: İşini bilir, becerikli, açıkgöz. "İşçilerden gözü
Gözü açık gitmek: Çok istediği bir dileğini gerçekleştirmeden
Gözü açılmak: İyiyi kötüyü, işine gelenle gelmeyeni bilir
Gözü arkada kalmak: Ayrıldığı, bıraktığı bir işin ya da kişinin
Gözü dalmak: Gözü bir noktaya dikilmişçesine dalgın dalgın
Gözü doymak: İstediği şeyleri bolca elde ederek daha
Gözü dönmek: Aşırı bir öfke ya da istek yüzünden çevresindekilere
Gözü dünyayı görmemek
Gözü gibi sakınmak: Bir şeye bir zarar gelmesin diye
Gözü gönlü açılmak: İçine ferahlık dolmak, mutlanmak
Gözü hiçbir şey görmemek: 1. Kendini bütünüyle bir işe verip başka bir şeyle
Gözü ısırmak: (Bir kimseyi) Tanıyacak gibi olmak
Gözü kamaştırmak: Güzellik, üstün başarı gibi herhangi
Gözü kesmek: Bir işi yapabilme konusunda kendine güvenmek
Gözü kızmak: Öfke ve kızgınlığından gözüne hiçbir şey görünmeyecek
Gözü korkmak: Yaşadığı acı deneyler ve daha önce uğradığı
Gözünde büyümek: Önemsiz olan bir şey ya da bir kimse
Gözünden uyku akmak: Çok uykulu olmak, uykudan gözleri
Gözüne girmek: Çalışkanlık, beceriklilik ile büyüğünün
Gözüne uyku girmemek: Uyuyamamak. "Geceleri babasını
Gözünü açmak: Bir işte uyanık ve dikkatli olmak
Gözünü ayırmamak: Sürekli olarak bir şeye ya da kimseye
Gözünü daldan budaktan esirgememek: Her türlü tehlikeli işlere atılmaktan
Gözünü dört açmak: Bir işte ya da konuda aldanmamak
Gözünü hırs bürümek: 1. Aşırı tutkular, istekler içinde olmak
Gözünü kan bürümek: Kızgınlıktan ve öfkeden çılgınlaşıp
Gözünü kapamak: Ölmek. "Hastalığı çok sürmedi, yatağa
Gözünü kırpmadan: Düşünmeden, çekinmeden
Gözünü korkutmak: Yıldırmak, korkar duruma getirmek
Gözünün çapağını silmeden: Erken erken. "Gözünün çapağını
Gözünün içine bakmak: Bir kimsenin üzerine titremek; birinin buyruğuna
Gözünün önünden ayırmamak: Hep yanında bulundurmak
Gözünün üstünde kaşın var dememek: Bir kimsenin her davranışını
Gözünün yaşına bakmamak: Sızlanıp yakınmasına aldırmamak
Gözünü toprak doyursun: Elindekiler ne denli çok olursa olsun
Gözü olmak: Bir şeyi ele geçirme isteği duymak
Gözü sulu: Kolayca ağlayan, en önemsiz nedenlerden etkilenip
Gözü tutmamak: Güvenmemek, beğenmemek
Gözü yılmak: Daha önce deneyerek zararını gördüğü
Gözü yükseklerde olmak: İçinde bulunduğu durumdan daha üstün
Gözyaşı dökmek: Ağlamak. "Ölenin ardından gözyaşı dökmek
Göz yummak: Bir kimsenin kusurlarını hoşgörüyle karşılamak
Gücü gücüne: Zorlukla, güç bela, ancak. "Çok tutumlu
Gücü gücü yetene: Kuvvete dayanılarak, kuvvet zoruyla
Gücüne gitmek: Bir sözden, bir davranıştan ötürü gücenmek
Güçlük çekmek: Bir işi kolayca yapamamak, çok zorlukla
Güçlük çıkarmak: Ortaya birtakım zorluklar koymak
Gül gibi geçinmek: 1. Sınırlı bir gelirle sıkıntısız bir yaşam sürmek
Gülmekten kırılmak: Güle güle halsiz düşmek, çok gülmek
Gül üstüne gül koklamamak: Bir sevgilisi varken bir
Günaha sokmak: Bir kimseye, dince yasak ya da suç sayılan
Günahına girmek: Bir kimseye, söylemediği kötü bir sözü
Günahını çekmek: Bir başkasının yaptığı kötü eylemin cezasını
Günahını vermez: Aşırı ölçüde cimri
Gün almak: Bir yerden belli bir amaç için zaman
Güncelliğini yitirmek: Eskimek, günün konusu
Gündeme getirmek: Bir soruna ya da konuya güncellik
Gün doğmak: 1. Güneş ufkun ötesinden yükselip görünmek
Gündüz gözüyle: Her şeyin açık seçik görüldüğü saatlerde
Gündüz külahlı, gece silahlı: Kimseye sezdirmeden kötü işler yapan
Güneş olsa kimsenin üstüne doğmamak: İyilik yapma olanakları bulunduğu
Gün görmemek: Ömrü sıkıntı içinde geçmek. "Ben gün görmedim
Günleri sayılı olmak: 1. Bir yerde kalmak için ancak birkaç
Gün ola, harman ola: "Beklediğin o işin de zamanı
Günü birliğine: Bir yere sabah gidip geceden önce dönmek
Günün adamı: 1. Yerine ve zamanına göre tutum değiştiren kimse
Gününü doldurmak: Bir işin sona ermesi ya da gerçekleşmesi
Gününü görmek: 1. Bir kimsenin emek vererek yetiştirdiği birinden
Gününü göstermek
Gününü gün etmek: Dertlerinden, tasalarından sıyrılıp zamanın
Gürültüye getirmek: Bir konuyu ele alma, onun üzerinde düşünme
Gürültüye pabuç bırakmamak: Karşısındakininin korkutmalarına
Güvendiği dağlara kar yağmak: Kendisine güvendiği, ondan bir yarar umduğu
Güven kazanmak: Sözleri, davranışlarıyla çevresindeki
Ha babam de babam: Hiç ara vermeden
Habbeyi kubbe yapmak: Değeri ve önemi olmayan bir şeyi
Haber almak: Uzakta bulunan birinden kendisine haber
Haber atlamak: Bir haberi vaktinde elde edip bir başka
Haberi olmak: Bilmek, bilgisi içinde olmak
Haber sızdırmak: Gizli tutulmaya çalışılan bir olay ya da durumu
Haber vermek: Bir konuda birine haber ulaştırmak
Ha bire: Ara vermeden, durmadan, arka arkaya
Ha bugün ha yarın: Çok kısa bir süre içinde, pek yakında
Hacı ağalık etmek: Gösteriş olsun diye rasgele para harcamak
Haddi hesabı yok: Pek çok, ölçüsü, sınırı yok
Haddini bildirmek: Yetki sınırını aşıp küstahça işler yapan
Haddini bilmek: Kendi gücünü ve yeteneğini tanımak, neler yapabileceğini
Ha deyince: Hemencecik, istenilen anda
Hafif atlatmak: Bir kazadan ya da tehlikeli bir durumdan
Hafife almak: Önemsememek, değer vermemek
Hafif tertip: Birazcık, çok aşırı gitmeden
Hafta sekiz gün dokuz: Sık sık, usandırıcı bir biçimde. "Hafta sekiz gün dokuz
Hak getire: Bir şeyden söz ederken onun yokluğunu
Hak kazanmak: Emeğinin karşılığını alma durumuna gelmek
Hakkı geçmek: Alacağından bir bölümü karşısındakine
Hakkından gelmek: 1. Güç bir işi başarmak. "Sen bunun hakkından gelemezsin
Hakkını yemek: Birinin hakkı olan bir şeyi ona vermemek
Haklı çıkmak: Haklı olduğu anlaşılmak. "Her şey onun dediği
Haklı olmak: Düşüncesi, davranışı, istekleri yerinde
Haklı söze ne denir: Bir söz yerinde ve doğru söylenmişse
Halden anlamak: Birinin içinde bulunduğu güç durumu anlayıp
Hale yola koymak: Düzene sokmak, düzen vermek
Hali duman olmak: Çok kötü koşullar içinde bulunmak
Hali kalmamak: Çok yorulmak, gücü kalmamak
Haline bakmamak: Kendinin içinde bulunduğu kötü durumu düşünmeden
Hali vakti yerinde: Paraca durumu oldukça iyi, zengin
Halka dönük: Halkın yararına olan, halkın anlayabileceği
Halka verir talkını kendi yutar salkımı: Sözüyle özü
Hallaç pamuğu gibi atmak: Bir arada topluca bulunan kişileri
Hamallığını etmek: Bir işin, uzmanlık gerektirmeyen
Hangi dağda kurt öldü: Bir kimseden beklenilmeyecek bir davranış
Hangi rüzgar attı: Uzunca bir süre gitmediği yere hiç
Hapı yutmak: İşi berbat olmak, kötü bir duruma düşmek
Haraca bağlamak: Birine, belli süreler içinde kendisine belirli miktarda
Harekete geçmek: Bir işi yapmaya başlamak. "İşçiler güneşle
Hareket noktası: Üzerinde çalışılacak bir konunun, açıklanacak
Harfi harfine: Tastamam, eksiksizce, tıpatıp
Hariçten gazel okumak: Bir görüş ya da düşünceyi bütün yönleriyle
Haritadan silinmek: Deprem ya da savaş gibi bir olayın sonunda
Har vurup harman savurmak: Gereksiz yere, sonunu düşünmeden
Hasır altı etmek: Üzerinde bir işlem yapılması dileğiyle verilen
Hasret çekmek: Uzakta bulunulan bir kimseye
Hasret gidermek: Özlem duyduğu bir şeye ya da
Hasret gitmek: Görmek özlemi içinde bulunulan bir yer
Ha şunu bileydin: Genellikle konuşmalarda "çoktan anlaman
Hatır gönül bilmemek: 1. İnsanların duygularını hiçe sayıp kırıcı
Hatırı kalmak: Bir kimsenin davranışlarından ötürü ona
Hatırına bir şey gelmesin: "Sözlerim ya da davranışlarımın
Hatırına gelmek: Anımsamak, aklına gelmek
Hatırında kalmak: Unutmamak. "O gün bana
Hava almak: Umduğunu bulamamak, bir şey elde
Hava atmak: Gururlanmak, çalım satmak. "Sırtındaki
Havadan sudan konuşmak: Önem taşımayan bir konuda rastgele
Hava değiştirmek: Sağlık nedeniyle bulunduğu yerden ayrılıp
Havan batsın: Hava atan, çalımlı kişilere bu yönlerini
Havanda su dövmek: Aynı konuda, sonuç vermeyecek biçimde
Hava parası: Bir yeri kiralayabilmek için kira parasının dışında
Havası olmak: Birinde bir kimseyi anımsatan benzerlik
Havaya gitmek: Hiçbir işe yaramamak, boşa gitmek
Havaya savurmak: Bir şeyi gereksiz yere boşu boşuna düşünmeden
Havayı bozmak: Bir topluluğun keyfini kaçıracak, kişiler
Hayal meyal: Açık seçik değil, bulanık bir görüntü gibi
Hayata atılmak: Genç bir kimse, geçimini sağlamak
Hayat adamı: Güçlük karşısında pes etmeyen, onları yenen
Hayata geçirmek: Uygulamak, uygulamaya koymak
Hayatını kazanmak: Kendi geçimini kazancıyla sağlamak
Hayat pahalılığı: İnsanın geçimi için gerekli olan şeylerin
Haydi haydi: Kolay kolay, bol bol; olsa olsa
Hayır işlemek: Din ve insan ilişkileri yönünden övülecek
Hazıra konmak: Kendi emeği olmadan, başkasının emeğiyle
Hazırdan yemek: Yeniden kazanmaksızın eski kazandıklarını
Hazır yiyici: Hiçbir iş yapmadan önceden kazanılmışı
Helal süt emmiş: Doğruluktan ayrılmayan, çok doğru kimse
Hele hele: 1. Söylenenlerin gerisini de getirmesi için anlatan kişiye onu isteklendirme
Hem de nasıl: 1. Aşırı ölçüde, çok. "Onu özledim, hem de nasıl, anlatamam
Hem kel hem fodul: Eksikliği olduğu halde üstünlük taslayan
Hem nalına hem mıhına: Bir bu yanı, bir buna karşıt olan yanı
Hem suçlu hem güçlü: Suçlu olduğu halde suçsuz gibi davranan
Her biri başka bir hava çalmak: Değişik düşünceler öne sürmek
Her boyaya girip çıkmak: Değişik işlerde çalışmış olmak
Her gördüğü sakallıyı babası sanmak: Her gördüğü insana kanmak
Her işe burnunu sokmak: Kendisiyle ilişkisi olmayan
Her kafadan ses çıkmak: Bir konu üzerinde konuşulurken
Her telden çalmak: Elinden her iş gelmek, her işten anlamak
Hesaba almak: Türlü olasılıklar arasında o duruma da yer vermek
Hesabı kesmek: Aralarındaki ilgiyi ya da alışverişi kesmek
Hesabına gelmek: Çıkarına uygun düşmek, kendisi için
Hesabını görmek: 1. Bir kimsenin alacağını verip onunla
Hesap sormak: Uygun olmayan bir davranışından, yasadışı
Hesapta olmamak: Daha önce düşünülüp belirlenmiş olanın
Hevesi kursağında kalmak: İstediği, imrendiği bir şeyi elde edememek
Hevesini almak: İstediği, imrendiği şeyi elde edip ona
Heyheyleri tutmak: Aşırı derecede sinirlenerek, bağırıp
Hık demiş babasının burnundan düşmüş
Hık mık etmek: Bir işten kaçınmak için bahaneler
Hır gür çıkarmak: Kavga çıkarmak. "Geldiler
Hışmına uğramak: Bir kimsenin öfkesini üstüne çekmek
Hızır gibi yetişmek: Birinin çaresiz kaldığı, çok sıkışık
Hiçe saymak: Önem vermemek. "Arkasını döndü
Hiç yoktan: Nedensiz yere, nedeni
Hizaya gelmek: Kötü ve uygunsuz davranışlıyken düzelmek
Hodri meydan: "İşte meydan, kim kendine güveniyorsa
Hop oturup hop kalkmak: Öfkesinden yerinde duramaz
Hor görmek: Değer vermemek, aşağılayıcı bir tutum
Hor kullanmak: Özenlice değil, hırpalayarak kullanmak
Horoz akıllı: Aptal, akılsız. "Sen horoz aklınla böyle
Hoş görmek: Birinin kusurunu büyütüp sorun yapmamak
Hoşuna gitmek: Bir kimseden ya da bir şeyden hoşlanmak
Höt demek: Bir kimseyi korkutmak, ona gözdağı vermek
Hurdası çıkmak: İyice eskimek, işe yaramayacak duruma
Huyuna suyuna gitmek: Birini kızdırmayacak biçimde, onun
Hüküm giymek: Kendisine yasadışı bir davranışından ötürü
Hüner göstermek: Bir işteki ustalığını, becerisini ortaya
Icığını cıcığını çıkarmak: Bütün ayrıntılarıyla incelemek, içini dışını
Icığını cıcığını sormak: Bir kişinin soyunu sopunu, huyunu suyunu
Ikınıp sıkınmak: Bir işi güçlükle yapmak
Iklım tıklım: Aşırı ölçüde kalabalık, ağzına
Isıtıp ısıtıp önüne koymak: Eskiden yaşanmış, üzerinde durulup
Iska geçmek: Atlamak, önem vermemek, hedefe
Iskartaya çıkarmak: İşe yaramaz sayıp bir köşeye atmak
Islak göz: Kolayca ağlayan kimse. "O ıslak gözün
Istakoz gibi olmak: Güneşte kalıp iyice yanmak
Işık tutmak: 1. Geleceği ya da gideceği yeri aydınlatmak
Izbandut gibi: Oldukça iriyarı olan, görünüşüyle korku
İbreti alem için: Herkese ders olsun diye, herkesi korkutmak için
İcabına bakmak: 1. Gereğini yerine getirmek. "Siz gidebilirsiniz
İcat etmek: Olmayan bir şeyi varmış gibi göstermek
İç açmak: Gönüle ferahlık vermek, gönül açmak
İçerde olmak: Bir işte zararda olmak, borçlanmış duruma
İçeri düşmek: Hapse girmek, cezaevine konmak
İçeri girmek: Hapishaneye düşmek. "İçeri girmiş
İç etmek: Başkasının olan ve eline geçen bir şeyi kendine
İçi açılmak: Güzel bir şey karşısında sıkıntısı dağılmak
İçi almamak: Midesi kabul etmeyecek durumda olmak
İçi bayılmak: Açlıktan halsizlik duymak
İçi beni yakar, dışı eli: "Başkaları için çekici ve iyi görünen
İçi bulanmak: Kusacak gibi olmak. "Gözleri kararıyor
İçi burkulmak: Çok üzülmek, acı duymak
İçi çıfıt çarşısı: Başkaları için kötü şeyler düşünen
İçi çekmek: Bir şeye karşı istek duymak. "Söyle
İçi daralmak: Bunalmak, sıkılmak. "Kadın, başına
İçi dışı bir: Gizli bir düşüncesi olmayan, düşündüğünü açıkça
İçi erimek: Sürekli bir kaygı içinde olmak, sıkıntılı
İçi ezilmek: Çok acıkmadan ötürü midesi rahatsızlık
İçi geçmek: 1. Yaşlılıktan gücü azalmak. "Bu içi geçmiş
İçi geniş: Kaygısız, rahat kimse için kullanılır
İçi gitmek: Bir şeyi elde etmeyi çok istemek, can atmak
İçi götürmemek: 1. Acıklı bir durum karşısında dayanamamak
İçi içine sığmamak: Coşmak, çok heyecanlanıp sevinmek
İçi içini yemek: Bir işi yapamamaktan ötürü içten
İçi kan ağlamak: Dıştan, yüzünden belli etmeyerek
İçi kazınmak: Aşırı ölçüde acıkıldığında midede
İçi kararmak: Hiçbir şeyden hoşlanmaz, tat almaz durumda
İçinden çıkmak: Engelleri yenerek karışık, güç bir işi
İçinden gülmek: Biriyle gizlice alay etmek
İçinden okumak: Dudakları kıpırdatmadan, sessiz
İçinden pazarlıklı: Yapacağı kötü işleri kimseye sezdirmeyen
İçine atmak: Derdini, sıkıntı ve üzüntüsünü kimseye
İçine dert olmak: Bir şey isteyip de onu yapamamaktan
İçine doğmak: Ortada hiçbir ipucu yokken bir şeyin olacağını
İçine işlemek: Bir şeyden aşırıca etkilenmek, bir durumun
İçine kapanmak: Çevresindeki kişilerle ilişki kuramamak
İçine kurt düşmek: Bir şey ya da durumdan kuşkulanmak
İçine sinmemek: Yaptırdığı bir şey istediği gibi olmadığı
İçine sokacağı gelmek: Bir kimseyi aşırı ölçüde sevmek
İçini boşaltmak: Öfkelendiği birine istediği sözleri söyleyip
İçini çekmek: Derin bir soluk alışla üzüntüsünü dışa vurmak
İçini dökmek: Birine derdini anlatmak. "Neye
İçini kemirmek: Bir üzüntü ya da kaygıdan sürekli
İçinin yağı erimek: Üzüntülü bir durum doğacak diye
İçi parçalanmak: Birinin durumuna çok acıyıp
İçi rahat etmek: Kaygılardan, tasalardan kurtulup
İçi titremek: Bir şeye bir zarar gelecek korku
İçi yanmak: Çok üzülmek, büyük bir acı ve üzüntü
İçler acısı: Üzücü, acıklı. "Bu içler acısı görünüme
İçli dışlı olmak: Çok yakın, içtikleri su ayrı gitmeyecek
İçten içe: Gizli gizli. "Bana içten içe kırılmış
İçtikleri su ayrı gitmemek: Hep birlikte olmak, birbirlerinden
İdare etmek: 1. Yönetmek, işleri çekip çevirmek. "Evi gerçekte
İflahını kesmek: Bir kimseyi aşırı derecede yormak
İfade vermek: Sorguya çekilmek, bir olay hakkında
İflas bayrağını çekmek: Yaptığı işte batmak, neyi varsa
İflas etmek: Bir kişi, sav ya da düşünce doğruluğunu
İfrit olmak: Aşırı derecede kızmak, öfkelenmek
İğne atsan yere düşmez: Çok kalabalık. "Herkes meydana
İğneden ipliğe kadar: Eşyaların tümünü, en küçüğünü
İğne ile kuyu kazmak: Büyük bir işi, yetersiz araçlarla, sürekli
İki arada bir derede: Güç ve sıkışık durumda da bir fırsat
İki ateş arasında kalmak: İçinden kolayca çıkılmaz, karmaşık
İki ayağını bir pabuca sokmak: Birini dar bir zaman içinde bir işi yapma
İki büklüm olmak: Bir kimsenin önünde aşırı saygı göstererek
İki cami arasında kalmış beynamaza dönmek
İki dirhem bir çekirdek: Giyimi çok şık ve özenli
İki eli böğründe kalmak: Kötü bir durum karşısında çaresiz
İki eli kanda olmak: Çok önemli işlerle uğraşmak
İki elim yanıma gelecek: Bir gün nasıl olsa öleceğini düşünen kişi ceza
İki eli yakasında olmak: Kıyamet günü birinden davacı olmak
İki gözü iki çeşme: Durmadan ağlayarak, sürekli gözyaşı
İkili oynamak: Çıkarları birbirine karşıt olan iki yanı
İkindi güneşi gibi: Çok kısa süren zaman
İki paralık etmek: Bir kimsenin saygınlığını, değerini
İki rahmetten biri: Çok ağır bir hasta için ölsün ya da kurtulsun
İkisi bir kapıya çıkar: Bir konunun çözümünde önerilen
İki sözü bir araya getirememek: Anlatmak, söylemek istediğini dile getirme
İki ucunu bir araya getirememek: Geliriyle giderini denkleştirememek, işleri düzenli
İki yakası bir araya gelmemek: Borçtan ve geçim sıkıntısından kurtulamamak
İkiyüzlülük etmek: Sözleriyle davranışları birbirine uymamak
İktidarda olmak: Hükümet yönetimini elinde bulundurmak
İlaç için araşan yok: "Bulamazsın, hiç yok"
İlanı aşk etmek: Kadın ya da erkek birbirlerine sevdiklerini
İleri gelenler: Bir topluluğun sözü dinlenir, saygınlığı olan
İleri gelmek: O şeyin etkisiyle meydana gelmek
İleri geri konuşmak: İncitici, yersiz sözler söylemek
İleri gitmek: Davranış ve sözüyle ölçü sınırını aşmak
İlerisini gerisini düşünmemek: Söylediği sözün, yaptığı hareketin nereye
İleri sürmek: Tartışılmak, görüşülmek üzere bir düşünce
İler tutar yeri olmamak: Bir işe yarayacak durumda
İletişim kurmak: Karşılıklı olarak birbirlerinin duygularını
İliğine işlemek: 1. (Yağmur) Giysilerini ıslatıp bedenine geçmek
İlişkisi kesilmek: Aralarındaki dostluk, yakınlık sona
İlk ağızda: İlkin, en önce, ilk iş olarak. "İlk ağızda
İlk göz ağrısı: 1. İlk doğan çocuk. "O benim ilk göz
İmana gelmek: Bir kimsenin önce benimsemeyip reddettiği
İmanı bütün: İçten inanan. "O imanı
İmanı gevremek: Bir işi yaparken aşırı derecede
İmdat istemek: Güç durumda ya da tehlike içinde
İmi timi belirsiz olmak: Nereye gittiği, ne olduğu
İmza toplamak: Toplumda büyük çoğunluğu ilgilendiren
İnadı tutmak: Bir konu ya da durum için direnme
İnceden inceye: En küçük ayrıntılarına değin
İnce eleyip sık dokumak: Titiz ve özenli bir biçimde
İn cin top oynuyor: Hiçbir canlı varlık yok, ıssız, sessiz
İncir çekirdeğini doldurmaz: Önemsiz, çok küçük bir şey
İnme inmek: Vücudun bir yeri duygusuz ve hareketsiz
İnsafa gelmek: Acımasızlığı bırakıp adaletli davranmak
İnsan ayağı değmemiş: Hiç gidilmemiş, içine insan
İnsanlıktan çıkmak: Aşırı derecede zayıflamak
İpe çekmek: Asmak. " ‘Konuşmazsan seni ipe çekeriz
İpe sapa gelmemek: Birbirini tutmaz, saçma sapan
İpe un sermek: İstenileni yapmamak için akla uymayan
İpi koparmak: İlişkisi bulunduğu kurum ya da aralarında
İpin ucunu kaçırmak: Bir işte ölçüyü kaçırarak artık duruma
İpiyle kuyuya inilmez: "Ona güvenilmez" anlamında söylenir
İple çekmek: O zamanın gelmesini sabırsızlıkla beklemek
İpleri birinin elinde olmak: Birisi tarafından gizlice yönetilmek
İpsiz sapsız: İşi gücü olmayan, boş gezen, baldırı çıplak
İpten kazıktan kurtulmuş: Kötülüğün her türlüsünü yapabilecek
İpucu vermek: Üzerinde düşündüğü şeyi bulmasını kolaylaştıracak
İsmi var, cismi yok: Adı olup kendisi olmayan
İstediği gibi at oynatmak: Dilediği gibi davranmak, kimseyi
İstemem yan cebime koy: Kendisine bir şey verilmek istendiğinde hem istemez
İster istemez: Çaresiz, istense de istenmese de, başka yolu
İstifini bozmamak: Aldırmamak; umursamamak. "Müdürün
İş ayağa düşmek: Bir konu ya da sorun, yetkisiz
İş başa düşmek: Kendi işini, başkalarının yardımı gelmeyince
İş bilmek: Becerikli, bilgili olmak. "İş bilen bir kişiydi
İş çatallanmak: Bir işin yapımında türlü seçeneklerle karşı karşıya
İş çıkarmak: Gerektiği kadar iş yapmak. "Kardeşini de yanına
İş çıkmaza girmek: Bir iş içinden çıkılması güç bir durum
İşe el koymak: İyi gitmeyen bir işi inceleme
İş etmek: Bir kimse birine hiç beklemediği bir durum
İş güç: Yapılacak belli bir iş, meslek ya da görev
İşi Allah'a kalmak: Güçlükler içinde olmak, yardımsız kalmak
İşi azıtmak: Yanlış yollara sapmak, aşırı davranışlara
İşi başından aşmak: Yoğun bir iş düzeni içinde olmak, pek çok
İşi bitmek: Gücü kuvveti kalmamak. "Sen
İşi bozulmak: Önceleri kazanç sağladığı bir işten artık
İşi duman olmak: İçinde bulunduğu koşullar ve durum
İşi düşmek: Bir işinin yapılması için birinin yardımı gerekmek
İşi iş olmak: Memnuniyet verici bir duruma erişmek
İş inada binmek: Bir işin üstesinden gelebileceğini göstermek
İşin alayında olmak: Bir işe gereken önemi vermeyerek, onu şaka
İşin başı: Bir konu ya da sorunun dayandığı temel öğe
İşinden kalmak: Bir engel yüzünden işini sürdürememek
İşinden olmak: Yaptığı, çalıştığı işi yitirmek, görevi
İşini bilmek: Nasıl ve nereden çıkar sağlayacağını bilmek
İşini bitirmek: 1. Kendisinin yapmak zorunda olduğu işi sona erdirmek
İşin içinde iş var: "İşin içyüzü başka, onda herkesin bilmediği
İşin içinden çıkmak: Karışık bir işten kendini sıyırmak, böyle bir işi
İşin içyüzü: Sorunun aslı, gerçek yanı. "İşin içyüzü
İşinin eri: İşini çok iyi bilen ve yapan, konusunun
İşini uydurmak: Kurnaz davranarak, konuyu çözmek
İşi oluruna bağlamak: İş nasıl gelişirse ona uymak, olayların
İşi pişirmek: 1. Bir kadınla bir erkek sevişmek üzere gizlice
İşi sağlama bağlamak: Bir işin sağlıklı biçimde aksamadan yürümesini
İşi savsaklamak: İşi önemsememek, ağırdan almak
İş işten geçmek: Bir iş zamanında ele alınmadığı için artık onu yapma
İşi tatlıya bağlamak: Güç yönleri olan bir soruna, herkesi memnun
İşi tıkırında olmak: İşi çok düzenli olmak, isteğine göre
İşi yokuşa sürmek: Bir işin yapılmasında, bir sorunun çözümünde
İşi yolunda olmak: İşinde herhangi bir aksama olmamak
İşi yüzüne gözüne bulaştırmak: Bir konu ya da soruna çözüm
İşkembeden atmak: İnandırıcı olmayan sözler söylemek
İşkembesini düşünmek: Yalnız karnını doyurmayı, yiyeceği
İşler açılmak: Durgunluk içinde bulunan alışveriş hayatında
İş olsun diye: Boşu boşuna, gereksiz yere yapılan bir eylemi
İş sarpa sapmak: İş, içinden çıkılması güç duruma gelmek
İştahı açılmak: Çok yemek yeme gereksinimi duymak
İşten atmak: Bir kimseyi işinden çıkarmak, görevine
İşten el çektirmek: Bir yolsuzluğu ya da yasadışı bir eylemi
İşten güçten kalmak: Belirli bir nedenle çalışmasını
İşporta malı: Değersiz, nitelikçe düşük mal, malzeme
İşportaya düşmek: Herkesin rahatça alacağı, kullanabileceği
İş tutmak: Bir iş edinmek, bir iş yapmak. "Yarın onlar da büyür
İş var (bir şeyde, bir kimsede): "Bir kimsenin iyi ve verimli
İt canlı: Sıkıntının en gücüne, açılısına
İt dirliği: Hiçbir uyum ve düzen bulunmayan, kavgalı
İte atsan yemez: Bir yiyeceğin çok kötü olduğunu belirtmek
İte kaka: İtiştirip zorlayarak. "Otomobili ite kaka buraya
İtibar kazanmak: Saygınlığını elde etmek. "Yeniden
İtidalini kaybetmek: Soğukkanlılığını yitirmek. "Genç adam
İtikadı sarsılmak: İnançları eskisi kadar güçlü olmamak
İtin ayağını taştan mı esirgiyorsun: "Böyle bir işe neden
İt sürüsü kadar: Gereksiz birçok kişi bir arada
İyiden iyiye: Gereği gibi, çok iyi olarak
İyi gelmek: Bir hastalığın iyileşmesinde etkili olmak
İyi gözle bakmamak: Hakkında iyi düşünmemek. "Sınıf arkadaşları
İyi gün dostu: Sevinçli ve mutlu günlerinde dostlarının yakınında bulunan
İyisi mi: En güzeli, en uygunu anlamında kullanılır
İyiliği dokunmak: Bir kimseye iyilik etmek, ona yararlı
İyiye iyi, kötüye kötü demek: Bir gerçeği dile getirirken dürüst olmak
İzinden yürümek: Birinin düşüncelerini benimseyip başladığı
İzine düşmek: Yürüyen canlıların izledikleri yolu sürdürerek
İzin koparmak: İzin almak. "Yalvarıp yakardı, sonunda
İzi silinmek: Geride kendisini ya da etkisini anımsatacak
İzi tozu kalmamak: Tümüyle yitip gitmek
İz sürmek: İnsan ya da hayvanların yolda bıraktıkları ayak izlerine
Jeton düşmek: Bir konu da bir şeyin ayırdına varmak
Jetonu geç düşmek: Bir konuyu, sorunu ya da düşünceyi
Kabahat bulmak: Bir şeyde suç ya da eksiklik aramak
Kabak başına patlamak: Birçok kimseyi ilgilendiren bir olayın
Kabak çıkmak: Kavun, karpuz için tatsız, ham çıkmak
Kabak çiçeği gibi açılmak: Utangaç ve sıkılgan biri, kısa bir süre
Kabak tadı vermek: (Bir konu) İkide bir yinelenmesi yüzünden
Kaba kuvvete başvurmak: Birine ya da bir topluluğa karşı güç kullanmak
Kaba saba: İncelikten yoksun, eğitilmemiş, görgüsüz
Kabasını almak: Ev ya da benzeri bir yerin görülen
Kabına sığmamak: Duygularını dizginleyemeyip taşkın davranışlarda
Kabuğuna çekilmek: Kimseyle görüşmemek, dışarıda olup bitenlerle
Kaçacak delik aramak: Korkudan gizlenecek yer aramak
Kaçak güreşmek: Doğrudan, açıkça karşısındakiyle kapışma yerine
Kaçın kurası: Açıkgöz, görmüş geçirmiş, tecrübeli kimse
Kaçmaktan kovalamaya vakti olmamak: Zamanını önemli
Kaç paralık: Bir şeyin ya da kimsenin değersizliğini belirtmek
Kaderine küsmek: İçine düştüğü kötü durumun nedeni olarak
Kadın kadına: Erkeklerden uzak, yalnızca kadınlar arasında
Kadınlar hamamına dönmek: Herkesin sırayla konuşmadığı, çok gürültülü
Kafadan atmak: Bir konuda hiçbir inceleme yapmadan
Kafadan sakat: Delice işler yapan, düşüncesi kıt
Kafa dengi: Görüşleri, düşünce ve tutumları birbirlerine
Kafa dinlemek: Kişinin zihnini yoran sorunlardan bir süre uzaklaşmak
Kafa patlatmak: Bir konuda fazla düşünmek, zihin yormak
Kafası almamak: Bir konuyu, zihin yorgunluğu yüzünden anlayamaz
Kafası durmak: Zihni aşırı derecede yorulduğundan ya da hayran
Kafası işlemek: Aklı yerinde olmak, bir konu üzerinde
Kafası kalın: Aptal, güç kavrayan kimse için kullanılır
Kafası kazan gibi olmak: Zihince yorulmak, gürültüden rahatsız
Kafası kızmak: Öfkelenmek. "Yaptıklarına kafam
Kafasına dank etmek: Anlamına varmadığı bir gerçeği, bir olay nedeniyle
Kafasına girmek: Birini bir şeyi yapmaya inandırmak, yönlendirmek
Kafasına koymak: Bir işi yapmaya karar vererek
Kafasına vura vura: Zorla, onun isteyip istemediğine bakma
Kafasını duvara vurmak: Yaptıklarından pişmanlık duymak
Kafasını ezmek: İleride zararlı olabilecek bir durumu
Kafası yerinde olmamak: Konunun gerektirdiği biçimde düşünebilecek
Kafası yerine gelmek: Kendini derleyip toparlamak
Kafa tutmak: Bir kimseye boyun eğmeyip karşı gelmek
Kafayı çekmek: İçki içmek. "O akşam üç arkadaş kafayı çekmiş
Kafayı tütsülemek: İçki içip sarhoşlamak. "Eline para geçmeye
Kafayı vurmak: Uyumak için yatmak. "İlk akşamdan
Kafa yormak: Bir konu üzerinde derin derin düşünmek. "Suyu bu tarlaya
Kafese almak: Doğru olmayan yollarla birini aldatıp
Kafese girmek: Kendisinden çıkar sağlayacak bir kimsenin
Kağıt üzerine dökmek: Bir tasarıyı ya da düşünceyi yazılı biçime
Kağıt üzerinde kalmak: Yapılması düşünülerek yazılmış olan şeyleri
Kahır çekmek: Sıkıntı ve üzüntüye katlanmak. "Çok kahır çekmiş
Kahrına uğramak: Birisinin öfkesine uğramak, ondan kötülük
Kahve dövücünün hınk deyicisi: Birinin yaptığı işleri ona yardakçılık
Kalayı basmak: Adamakıllı sövmek, küfretmek. "Bağırıyor
Kalbine göre: Başka kimselere karşı beslediği duygu ve düşüncelere
Kalbini açmak: Düşüncelerini, duygularını ona söylemek
Kalbini çalmak: Birinin sevgisini kendine yönlendirerek
Kalbini kırmak: Birini kendisine küstürecek ölçüde gücendirmek
Kalbura çevirmek: Delik deşik etmek. "Adamın gövdesini
Kalbura dönmek: Delik deşik olmak. "Atılan kurşunlarla
Kalburla su taşımak: Sonuç alınmayacak bir iş yapmak
Kaldırım çiğnemek: Kentte yaşayarak bilgi ve görgüsünü
Kaldırım mühendisi: Hiçbir iş yapmadan sokaklarda gezip dolaşan
Kaleme gelmemek: Yazılacak konulardan olmamak. "Bunun kaleme
Kaleminden kan damlamak: Güzel ve etkili yazı yazan bir kimse olmak
Kalemiyle geçinmek: Yaşamını yazarlıkla kazanmak. "Kalemiyle geçinmek
Kalem oynatmak: Yazılı bir belge üzerinde gizlice değişiklik yapmak
Kaleyi içinden fethetmek: Kazanılması ya da ele geçirilmesi birçok kimseyle görüşmeyi gerektiren bir şeyi
Kalıbı dinlendirmek: (Küçüksenen, değersiz kişiler için) Ölmek. "Böylece Gevenli Hacı
Kalıbını basmak: Bir şeyi güvenle, inançla destekleyip doğrulamak
Kalıbının adamı olmamak: Görünüşünün düşündürdüğü gibi olmamak
Kalın kafalı: Bir şeyi güç öğrenen, güç anlayan, anlayışı kıt
Kalıp kıyafet yerinde: Görünüşçe gösterişli, giyimi kuşamı düzgün
Kalır yeri yok (birinden, bir şeyden): "Her yönüyle onunla aynı
Kambur kambur üstüne: Bir sıkıntılı durum bitmeden, bir başka sıkıntılı durumun doğması
Kanadı altına almak (Kanat germek): Birini korumak, koruyuculuğuna almak
Kanadı altına sığınmak: (Birinin) Koruyuculuğuna sığınmak, kendisinin koruyucusu
Kan ağlamak: Bir yıkımdan, bir zulümden büyük üzüntü duyarak
Kan alacak damarı bilmek: Kimden ya da nereden çıkar sağlanacağını bilmek
Kana susamak: Öldürme isteği ve hırsı içinde olmak. "Bu halin ne kana susamış
Kanat alıştırmak: Bir işte ustalık ve beceri kazanmaya çalışmak.
Kan beynine sıçramak: Çok sinirlenmek, öfkelenmek
Kancayı takmak: Birine bir davranışından ötürü musallat olmak
Kan çekmek: Daha önce görmediği bir yakınını görünce ona karşı
Kan dökmek: Yaralamak ya da öldürmek. "Gerekirse bu topraklar
Kan gövdeyi götürmek: Çok sayıda insan öldürülmek, çok kan dökülmek
Kan gütmek: Bir yakınını öldürenden, onun yakınlarından birini öldürme yoluyla öç almak ya da böyle
Kanı ağır: Konuşması, davranışları hoşa gitmeyen, insana sıkıntı veren kimse için
Kanı bozuk: Soysuz. Kötü işler yapan kimse. "Bak, o kanı bozuğun
Kanı kanla yıkamak: Öldüreni öldürme yoluyla öç almak. "Yapmayın, kanı kanla
Kanı kaynamak: (Birine) İçinden bir yakınlık, bir sevgi taşıp gelmek
Kanına dokunmak: Bir durum ya da olaydan ötürü öfkelenmek, sinirlenmek
Kanına ekmek doğramak: (Birinin) Bir yıkıma, bir sıkıntıya düşmesine yol açıp bu durumdan
Kanına girmek: 1. Bir kimseyi öldürmek ya da öldürtmek. "Kanına girdiği adamın kızı hiç ona
Kanını emmek: Acımasızca sömürmek. "Yıllarca halkın kanını
Kanını içine akıtmak: Duyduğu acıyı ve üzüntüyü kimselere söylememek
İliğini kurutmak: Bir kimseye oldukça çok eziyet etmek. "Zavallının
Kanı pahasına: Canını tehlikeye atarak. "Kanım pahasına da olsa oraya
Kanı sıcak: Kendini herkese sevdiren, cana yakın kimseler için
Kanıyla ödemek: Yaptığı işi canıyla karşılamak, bu iş hayatına mal olmak
Kan kusmak: Çok eziyet, sıkıntı çekmek. "Kan kustuğu yoksulluk
Kan kusturmak: Çok sıkıntı ve eziyet çektirmek. "Yıllarca zavallıya kan
Kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek: Çok eziyet ve sıkıntı çektiği halde bunu gizleyip
Kanlı bıçaklı olmak (biriyle): Birbirlerinin kanını akıtacak, birbirlerini yaralayıp öldürecek
Kanlı canlı: Sapasağlam, yüzünden güç ve sağlık fışkıran kimse için
Kan oturmak: Dışarıdan bir zorlama ve sıkıştırmayla vücudun bir yerine
Kantarın topuzunu kaçırmak: Ölçüyü kaçırıp aşırılığa düşmek
Kan ter içinde kalmak (Kana, tere batmak): Terden sırılsıklam olmak, çok terlemek
Kan tutmak: Kan görmeye dayanamayıp bayılmak. "Onu kan tutar hastaneye
Kapağı atmak: İstediği yere, eski yerinden daha iyi bir yere kavuşmak
Kapalı geçmek: Bir konuşma ya da yazıda asıl açıklanması gerekli noktayı
Kapalı kutu: İçindekini belli etmeyen, içinde ne olduğu bilinmeyen şey ya da kimse
Kapana düşmek (tutulmak): Bir kimsenin kurnazlığı, düzenbazlığıyla içinden çıkamayacağı
Kapanın elinde kalmak: Çok çabuk davranarak bir şeyden yararlanmak
Kapan kapana: Bir şeyin çok ucuza satıldığını ya da yağmalandığını
Kapı açılmak: Yeni bir fırsat doğmak. "Bir kapı kapanırsa
Kapı açmak: 1. Bir şeyden söz etmek. "Köydeki günlerden kapı açıp
Kapıdan çevirmek: İçeri almamak, kabul etmemek
Kapı dışarı etmek: Birini kovmak, dışarı atmak. "Hiçbir suçları yokken çalıştıkları
Kapıdan kovsan bacadan düşer: Yüzsüz olduğu için kovulsa da gitmeyen kimselerin
Kapı kapamaca: Evdekilerin tümü, evde kimse kalmamak üzere
Kapı kapı dolaşmak: Bir işini yaptırabilmek için birçok resmi yere başvurmak
Kapı komşusu: Bitişikte oturan komşulardan her biri
Kapıp koyuvermek: Birdenbire bırakmak, salıvermek
Kapısı açık olmak: Konuksever olmak, evine herkes konuk gelir olmak
Kapısında büyümek: Başkasının evinde eğitim ve hizmet görerek yetişmek
Kapısını aşındırmak: (Birinin) Yanına, evine sık sık gidip gelmek. "Her gün git gel, kapısını aşındırdık
Kapı yapmak: Şu kadar eve uğramış olmak. "Sabahtan beri
Kapıyı açmak (bir şeyden): Üzerinde konuşulacak konuya girmeyi kolaylaştırıcı ya da hazırlayıcı
Kapıyı büyük açmak: Bir işe başlarken çok masraflı bir yol seçmek
Kap kacak: Tencere, tava ve benzeri mutfak eşyası. "Yanımıza kap kacak alır
Karaborsaya düşmek: Piyasada olmayan bir malın el altından pahalıca satılmak
Kara çalmak (sürmek): Bir kimseye iftira etmek, onun üzerine suç atmak
Karada ölüm yok: Bir kimseye "bundan böyle sana hiçbir yerde sıkıntı yok
Kara gün: Acılı, sıkıntılı ve yaslı gün. "Bu kara günümde yanmımda olduğun
Kara gün dostu: Acılı ve sıkıntılı günlerde de arkadaşlığını sürdüren kişi
Kara haber: Çok üzücü, acılı haber. "Kara haber çabuk yayılırmış
Karakolluk olmak: Karakola düşmek, karakola götürülmek
Kara kuru: Çok zayıf, esmer."Küçükken kara kuru bir oğlan çocuğuydun
Karalar bağlamak (giymek): Ölüm, yıkım gibi durumlar nedeniyle siyah
Kara liste: Düşünceleri ve eylemleri açısından zararlı sayılıp cezalandırılmaları
Karambola getirmek: Karışıklıktan yararlanıp birini aldatmak. "Karambola getirip
Karanlığa kurşun sıkmak: Bir konuda ne yapılması gerektiği üzerine kesin bilgi edinmeden
Karanlıkta göz kırpmak: Gizlice, özel bir işarete bağlayarak anlatmak istediği bir şey, anlamasını
Kara parayı aklamak: Yasal olmayan yollarla elde edilmiş paranın kaynağını
Karaya vurmak: Dalgaların sürüklemesiyle kıyıya düşmek
Karda gezip izini belli etmemek: Kimseye sezdirmeden iş çevirmek; uygunsuz işleri
Kardeş kavgası: Bir ülkede yurttaşların farklı düşünceler yüzünden birbirleriyle silahlı
Kardeş payı: Eşit olarak, yarı yarıya bölüşme. "Her şeyi
Karga tulumba etmek: Birkaç kişi, birini kollarından, bacaklarından yakalayıp
Karınca duası gibi: Okunaksız, karışık, düzensiz (yazı). "Hiç okunmuyor
Karınca gibi kaynamak: Oldukça kalabalık ve hareketli olmak
Karınca kararınca: Az ve küçük de olsa gücünce. "Karınca kararınca
Karıncayı bile incitmemek (ezmemek): İncelikli, merhametli olmak
Karışanı görüşeni olmamak: İşine karışan kimse bulunmamak
Karı ağızlı: Davranışlarını karısının söylediklerine göre yönlendiren
Karman çorman: Düzensiz, karmakarışık. "Ortalık karman çorman
Karnı burnunda: Doğurması çok yakın olan (kadın). "Bu karnı burnunda kadın
Karnı geniş: Gamsız, tasasız, içi rahat kimseler için kullanılır
Karnı karnına geçmek: Zayıflığından ya da açlığından karnı içe çökmek
Karnım tok (bu sözlere): "Bu türden sözleri dinlemeye gerek duymam"
Karnı tok sırtı pek (olmak): Geçimi yerinde, hali vakti iyice
Karnı zil çalmak: Çok acıkmış olmak. "Sabahtan beri bir şey yememişti
Karşı durmak: Güçlülerin önünde boyun eğmemek, onlara direnmek
Karşı gelmek: Bir büyüğüne saygısızca davranıp ona cevap vermek
Karşı koymak: Bir şeye güç kullanarak engel olmak
Kasım kasım kasılmak: Çok böbürlenmek, büyüklenip kurumlanmak
Kasıp kavurmak: 1. Kuraklık ya da benzeri bir afet, ortalığı büyük zarara uğratmak. "Bir toz fırtınası kasıp
Kaskatı kesilmek: Duygusal etkilenmelerle hareket edemez bir duruma
Kaş göz etmek: Kaşlarını, gözlerini oynatarak birine işaret etmek
Kaşık atmak (çalmak): İstekle atıştırmak, yemek. "Çok acıkmışlardı
Kaşıkla yedirip sapıyla gözünü çıkarmak: Yaptığı iyilikten çok, zarar vermek
Kaşla göz arasında: Çok kısa bir zaman içinde, kimseye çıtlatmadan
Kaş yapayım derken göz çıkarmak: Küçük bir iyilik yapmak isterken iyilik yapmak
Katı yürekli (Yüreği katı) (Taş yürekli): Acımasız, acıklı şeylerden bile üzüntü
Kavuk sallamak: Bir kimsenin davranışlarını doğru bulduğunu göstererek ona yaranmaya
Kayıplara karışmak: Bir kimse uzunca bir süredir ortalıkta gözükmez olmak
Kaymak tabakası: Bir toplulukta toplumun bütün olanaklarından yararlanan kesim
Kazan kaldırmak: Yöneticilerin bir kararına, bir tutumuna karşı topluca baş kaldırıp
Kazdığı çukura düşmek: Başkası için yapacağı kötülükten kendisi zarar
Kaz gibi yolmak: Aptallığından yararlanıp varını yoğunu elinden almak
Kazık atmak: Bir malı değerinden çok pahalıya satmak
Kazık kadar: Kocaman adam, çocuk değil. "Kazık kadar olmuş
Kazık kakmak: Ölmeyecek gibi uzun yaşamak. "Günü gelince
Kazı koz anlamak: Söylenen bir şeyi yanlış ve ters anlamak
Kazın ayağı öyle değil: İş senin düşündüğün gibi değil, yanılıyorsun
Kaz kafalı: Anlayışsız, kavrayışsız. "O kaz kafalı adam
Keçeyi sudan çıkarmak: Kötü durumdan sıyrılıp işlerini düzeltmek, iyi bir sonuca kavuşturmak
Keçi inadı: Aşırı, kolay kolay yumuşamayan inat
Keçileri kaçırmak: Delirmek, düşünce dengesini bozmak
Kedi ciğere bakar gibi bakmak: Çok imrenerek, aşırı bir istekle bakmak
Kedi gibi dört ayak üstüne düşmek: En çetin ve bunalımlı durumlardan hiçbir zarar görmeden
Kedi olalı bir fare tuttu: Bütün yaşamında kendisinden beklenilen işlerden ancak birini
Kefenin cebi yok: "Biriktireceğin parayı öte dünyaya
Kefeni yırtmak: Ağır bir hastalıktan kurtulup ölüm tehlikesini atlatmak
Kel başa şimşir tarak: Parası pulu olmayan birinin çok pahalı şeyler alması
Kel kahya: Yetkisi, bilgisi ve becerisi olmadığı halde her işe karışan kimse
Kelle götürür gibi: Zafer haberi götürüyormuş gibi çok hızlı koşarak
Kelle kulak yerinde: Bedensel görünüşü iri ve gösterişli. "Adamda kelle kulak yerinde
Kellesini koltuğuna almak: Ölümü göze alarak en tehlikeli işlere girişmek
Kemerini sıkmak: Tutumlu davranarak giderleri kısmak. "Ülkece kemerleri
Kemikleri sızlamak: Amaçlarına ters düşen uygunsuz ve kötü bir eylem
Kem küm etmek : Bir soruya verilecek yanıt bulamayıp başı sonu belirsiz
Kenara çekilmek: Hiçbir şeye karışmamak. "O günden sonra kenara çekilmiş
Kendi ağzıyla yakalanmak (tutulmak): Suçluluğu kendi sözünden anlaşılmak
Kendi başına (kendi kendine): 1. Kimseye danışmadan. "Kendi başına karar verip yapmış
Kendi derdine düşmek: Kendi sıkıntısı, kendi derdiyle uğraşıp başka bir şey düşünmez
Kendi göbeğini kendi kesmek: Kendi sorunlarına yine kendisi çözüm bulmak
Kendi gözündeki merteği görmez, elin gözündeki çöpü görür: Kendindeki büyük kusurlara bakmayıp başkalarının
Kendi halinde: Sessiz, kimsenin işine gücüne karışmayan kimse için kullanılır
Kendi havasında olmak (Kendi havasına gitmek): Aklına gelen işi yapmak
Kendi kendine gelin güvey olmak: Başkalarına danışarak, onlarla birlikte kararlaştırıp yapması
Kendi kendini yemek (Kendini yemek) (İçi içini yemek): İşler istediği gibi olmuyor, neden olmuyor
Kendinden geçmek: Heyecan veren bir durumun etkisiyle aklı ve duyuları işlemez
Kendine gelmek: Aklı başına gelmek, ayılmak. "Kendine geldiği zaman
Kendine yedirememek: Kendisine yapılan bir iş ya da işlemi incitici, onur kırıcı sayarak
Kendine yontmak: Başkalarını düşünmeden hep kendi çıkarını göz önünde
Kendini alamamak : Onu yapmadan edememek, kendini engelleyememek
Kendini aldatmak: Olmayacak, gerçekleşmeyecek bir şeye avuntu amacıyla inanmak
Kendini ateşe atmak: Tehlikeli olduğu açıkça belli olan bir işe girişmek
Kendini beğenmek: Başkalarından kendini üstün görmek. "İnsan kendini
Kendini bilmemek: Baygın olmak; bilinci yerinde olmamak
Kendini bırakmak: Önceden gösterirken, sonradan giyimine kuşamına özen göstermez
Kendini dar atmak: Ferahlık verecek bir yere ancak yetişmek
Kendini dev aynasında görmek: Kendinin çok büyük biri olduğunu sanmak
Kendini dinlemek: Kendi sağlığıyla ilgili kuruntuya kapılmak
Kendini dirhem dirhem satmak: Oldukça nazlı davranmak. "Öyledir o, kendini dirhem
Kendini ele vermek: Yaptığı kötü bir işi, işlediği bir suçu kendi sözü ya da eylemiyle
Kendini göstermek: Beğenilecek yanlarını ortaya koymak. "Büyük çocuk kendini
Kendini kaptırmak: Bir işin ya da bir şeyin etkisinden kurtulamamak
Kendini naza çekmek: Kendisinden istenilen bir işi arka arkaya rica edilmedikçe yapmamak
Kendini toplamak: 1. Bir konu üzerinde dikkatini derleyip toparlamak. "Önündeki arabaları
Kendini tutamamak: Bir durum karşısında tepki göstermek. "Bu sözleri
Kendini vermek (bir şeye): Tüm gücüyle bir şeyi gerçekleştirmeye bağlanmak
Kendi yağıyla kavrulmak: Elindekilerle, kendi olanaklarıyla geçinip kimseden
Kene gibi yapışmak: İstenmediği halde birinin yakasına yapışmak, ayrılmamak
Kesenin ağzını açmak: Bol para harcamaya başlamak. "Oğul evlendirmek
Kesenin dibi görünmek: Parasını harcayıp bitirmek."Ay sonu gelmeden
Kesip atmak: Fazla konuşmadan kesin bir şey söylemek. " 'Hayır, sinemaya
Kesip attığı tırnak olamamak (birinin): Değer yönünden ondan çok aşağıda olmak
Kessen bir damla kanı akmamak: Derin bir üzüntü içinde olmak."Şuanda çok üzgün
Ket vurmak (bir işe): İşin gelişmesini ya da olmasını engellemek, önlemek
Keyfi kaçmak: Neşesi bozulmak, huzuru kalmamak. "Bu sözler üzerine
Keyfimin kahyası mısın: "Sana ne, niye işime karışıyorsun?" anlamında söylenir
Keyfini çıkarmak (bir şeyin): O şeyden bütün yönleriyle bol bol yararlanmak
Keyif çatmak: Keyfetmek, dinlenmek "Sen burada keyif çat
Kılıçtan geçirmek: Tümünü kılıçla öldürmek, krş. Satır atmak
Kılı kırk yarmak: Özenle, en küçük ayrıntılarına değin incelemek. "Konuyu kılı kırk
Kılına hata gelmemek: En ufak bir zarara uğramamak. "Merak etmeyin
Kılını kıpırdatmamak (oynatmamak): Bir olay karşısında herhangi bir tepki göstermemek
Kıl payı (kalmak): Bir şeyin olmasına, meydana gelmesine çok az kalmak
Kırılıp bükülmek: Kırıtarak ve kibarlığa özenerek konuşmak
Kırılıp dökülmek: Kırıklık, halsizlik içinde olmak. "Hastalanıyorum
Kırıp geçirmek: 1. Öldürerek ya da yakıp yıkarak halka zarar vermek. "Moğol ordusu
Kırkından sonra saz çalmak: Uzun çalışma gerektiren bir işe yaşlılıkta merak sarmak
Kırk tarakta bezi olmak: Birçok işi ya da türlü ilişkileri bulunmak
Kırk yılın başında: Uzunca bir sürede bir kez. "Kırk yılın başında bir geziye
Kısa tutmak: Yeterince uzunluk vermemek. "Pantolunu kısa tutmuşsun
Kısır döngü: Aynı sonucu veren, hangi önlem alınırsa alınsın sonuçtaki
Kısmeti açılmak: Talihi açılmak; talihi yüzüne gülmek. "Artık kısmeti açılmış
Kısmeti ayağına gelmek: Hiç zahmet çekmeden güzel bir duruma
Kısmeti çıkmak: Bir kızla evlenmek için istekli çıkmak
Kısmetini ayağıyla tepmek: Kavuşacağı iyi bir durumu, değerini bilmeyerek
Kıssadan hisse: Anlatılan bir öyküden ibret dersi almak. "Kıssadan bir hisse
Kışta kıyamette: Yağmurlu, fırtınalı, soğuk ve kötü havada
Kıt kanaat (geçinmek): Güçlükle ve yoksulluk içinde. "Kıt kanaat
Kıtlığına kıran girmek: (Bir şeyin) Arandığı zaman hiçbir yerde bulunmamak
Kıtlıktan çıkmış gibi (yemek): Doymayacakmış gibi. "Ellerinde kaşıklar
Kıyamet gibi (kadar): Pek çok. "Dağın eteğinde kıyamet gibi
Kıyameti koparmak: Aşırı derecede gürültü patırtı yapmak, bağırıp çığırmak
Kıyıda köşede: Göz önünde bulunmayan, beklenmedik yerlerde
Kızağa çekmek: Bir kimseyi yararlı olduğu, etkinlik gösterdiği bir işten
Kızarıp bozarmak: Bir söz ya da davranıştan ötürü utanıp renkten
Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla: Bir şeyi bir kimse nin yüzüne karşı açık açık söyleme yerine onu bir yakınına
Kız kaçırmak: Bir kızı zorla alıp götürmek. "Bir kız kaçırmış
Kilit noktası: Önemi bulunan yer. "Kilit noktalarına adamlarını
Kimi kimsesi olmamak: Hiçbir hışmı, yakını bulunmamak
Kim kime, dum duma: Kimsenin kimseden haberli olmaması. "Orada bulamazsın
Kim vurduya gitmek: Kim tarafından vurulduğu, öldürüldüğü belli olmamak
Kin tutmak: Gizlice düşmanlık beslemek. "O olaydan beri
Kiraya vermek (bir organını): Bir organı, özellikle yapacağı bir işte kullanmamak
Kirişi kırmak: Kaçıp gitmek, bir yerden ayrılarak kaçmak
Kirli çamaşırlarını ortaya dökmek: Birinin utanılacak ve kimsenin bilmediği kötü yanlarını
Kirli çıkın (çıkı): Yoksul ve züğürt görünmesine karşın çok para biriktirmiş
Kitaba el basmak: Kutsal kitap üzerine el koyarak ant içmek, yemin etmek
Kitabına uydurmak: Yasaya uygun olmayan bir işi bir yol bularak yasaya
Kitap açmak (açmamak): Okumak, ders çalışmak (çalışmamak)
Kodesi boylamak: Hapse girmek. "İkinci kez kodesi boylamıştı,"
Kof çıkmak: (Bir kişi) İşe yaramazlığı, bilgisiz ve değersizliği anlaşılmak
Kokusu çıkmak: Gizli kalacak diye yapılan bir iş belli olmak, herkesçe
Kokusunu almak: Gizli tutulan bir şeyi sezmek, kestirmek
Kolaçan etmek: Çevrede neler olup bitiyor, neler yapılıyor diye anlamak
Kol atmak: Bulunduğu yere, çevreye yayılmak, genişlemek
Kolayına bakmak: (Bir işin) Bir çıkar yolunu bulmaya çalışmak
Kolaylık göstermek (birine): Bir kimseye bir işi sıkıntısızca yapabilme olanağını
Kol kanat olmak (birine): Birini koruyuculuğu altına almak
Koltuğunu doldurmak: Bilgi, beceri yönünden bulunduğu makamda başarılı
Koltuk değneğiyle: Başkasının yardımı ile. "Koltuk değneğiyle ayakta
Koltuk kavgası: Devlet yönetiminde önemli bir yere geçebilmek için gösterilen
Koltukları kabarmak: Kendisine ya da bir yakınına söylenen övücü sözlerden
Koltuk vermek: Birini yüzüne karşı övüp pohpohlamak. "Koltuk verip adamı
Kolu kanadı kırılmak: İş yapamaz duruma düşmek. "İkinci yardımcısı
Kolunda altın bileziği olmak: "Nereye giderse gitsin kendini geçindirecek
Komaya sokmak: Birini acımasızca, öldüresiye dövmek
Korktuğu başına gelmek (Korktuğuna uğramak): Şöyle olacak diye kaygılandığı
Koyduğum yerde otluyor: Uzun süre geçmesine karşın eski durumunu koruyan
Koynunda yılan beslemek: Yardım ettiği bir yakınından kötülük görmek
Koyun bakışlı: Bakışlarında bir anlam bulunmayan (kimse).
Koyun kaval dinler gibi dinlemek: Hiçbir şey anlamadan dinlemek
Kozunu oynamak: Bir şeyde elinde bulunan en etkin, en üstün olanağı
Kozunu paylaşmak: (Biriyle) Gücünün üstünlüğüne dayanarak aralarındaki
Kök salmak: Bir yere iyice yerleşmek. "On birinci yüzyıldan sonra Türkler
Kök söktürmek: Birine yaptığı bir işte pek çok zorluk çıkarmak
Kökünü kurutmak (kazımak): Bir kez daha ortaya çıkmamak üzere
Köpeğe hoşt, kediye pist dememek: Kendisine karşı kötü davrananların bu tutumuna
Köpeğin ağzına kemik atmak: Sataşkan ya da belalı birini susturmak için ona
Köpek gibi: Aşırı ölçüde yaltaklanan, onursuz kişilerin bu durumunu
Köpek yese kudurur: Bir kimseye söylenmiş çok aşağılayıcı sözleri
Köprüden geçinceye kadar ayıya dayı demek: İşini yaptırabilmek için bu işi yapacak
Köprüleri atmak: Girişilen bir işte artık geriye dönülmesi olanaksız
Köprülerin altından çok su geçmek: Koşullar tümüyle değişerek eski durum
Kör değneğini beller gibi: Hep alışılmış davranışları sürdüren, hep aynı şeyleri
Kör dövüşü: Aynı şeyi birlikte yapmak için uğraşan kişilerin birbirlerine uymayan
Kör kör parmağım gözüne: Göze batacak denli ortada, apaçık
Kör kütük sarhoş: Kendini bilmeyecek kadar sarhoş. "Arkadaşım kör kütük sarhoştu
Körler mahallesinde ayna satmak (tutmak): Bir şeyi ona hiçbir zaman gereksinme duymayacak
Kör topal: İyi kötü, yarım yamalak, kusurlu olmakla birlikte. "İşler bildiğin
Körü körüne: Neden yaptığını ve yaptığının gerekçesini düşünmeden
Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz: Bir kimsenin istediği ya da beklediği
Kös dinlemek: Dinler gibi gözüküp dinlememek, ilgilenmemek
Köşe başını tutmak: Önemli bir yerde, önemli bir mevkiide bulunmak
Köşe kapmaca oynamak: Birbirini arayıp durmak, biri başkasına gidip bulamadığı
Köşeyi dönmek: Parasal yönden iyi bir duruma kavuşmak. "Piyango vurunca
Kötü gözle bakmak: Birisi hakkında iyi şeyler düşünmemek
Kötüye kullanmak (yetki, görev): 1. Yasaların dışına çıkarak, kendine ya da başkalarına
Kötü yola düşmek: Bir kadın fahişelik yapmaya başlamak. "Aldanmış
Kraldan çok kralcı olmak: Bir kimsenin çıkarını o kimseden daha çok
Kulağı delik: Neler olup bittiğini çarçabuk haber alan
Kulağı kirişte: Gelecek bir haberi dikkatle bekleyen. "Kulağımız kirişte
Kulağına çalınmak: Başkalarına söylenirken kendisi de duymuş olmak
Kulağına girmek: Söylenenleri benimsemek, onlara önem vermek
Kulağına kar suyu kaçmak: Tedirginleştiren, rahatını bozan bir haber
Kulağına koymak: Zamanı ve sırası geldiğinde anımsaması için
Kulağına küpe olmak: Yaşadığı kötü bir durumdan hiç unutamayacağı bir ders
Kulağını açmak: Anlatılanları, söylenenleri dikkatle dinlemek
Kulağını bükmek: Bir işte dikkatli davranması için birini uyarmak
Kulağını çekmek: Doğru olmayan bir davranışı yüzünden, birine bunu
Kulağını çınlatmak: Konuşulan yerde bulunmayan, sevilen birini anmak
Kulağını doldurmak (birinin): Birine, bir konuda bilgi verirken, başkaları
Kulak asmamak: Önemsememek, ilgilenmemek, dinlememek, krş. O taraflı
Kulak dolgunluğu: Araştırma ürünü olmayan, işite işite edinilmiş bilgi
Kulak kabartmak: Dinlemiyormuş gibi görünerek, sezdirmeden dinlemek
Kulak kesilmek: Bütün dikkatiyle dinlemek. "Şimdi hepimiz kulak
Kulaklarını dikmek: (Hayvan) Bir şeyden etkilenip dikkat kesilmek
Kulaklarını tıkamak (bir şeye): Dinlememek. "Kulaklarını tıkıyor
Kulakları paslanmak: Uzun süre müzik dinlememek, böyle bir durumda
Kulak misafiri olmak: Yanıbaşındaki konuşmaları konuşmanın dışında
Kulaktan dolma: Gelişigüzel bir biçimde şundan bundan işitme yoluyla
Kulaktan kapmak: Araştırıp okuyarak değil, dinleyerek bilgi edinmek
Kula kul olmak: Bir kimsenin buyruğunda ya da güdümünde yaşamak
Kulak vermek: Merak ve ilgiyle dinlemek. "Hepimiz büyükbabaya
Kulp takmak: Bir şeye kusur, bahane bulmak. "Böyledir o, kimseyi
Kum gibi kaynamak: Çok kalabalık ve hareketli bir durumda olmak
Kumpas kurmak: Birini tuzağa düşürecek bir işi gizlice düzenlemek
Kundak sokmak: Yerleşik düzeni bozmaya yönelik yasadışı davranışta
Kurban vermek: Can kaybına uğramak, sevdiklerini yitirmek
Kursağında ekmeği bulunmak: Onun besleyip büyüttüğü bir kişi olmak
Kurşuna dizmek: Ölüm cezasını kurşunlarla yerine getirmek, kurşunla
Kurtlarını dökmek: Özlediği bir şeyi bolca yaparak hevesini almak
Kuru başına kalmak: Yapayalnız, bir başına, kimsesiz kalmak
Kuru gürültüye pabuç bırakmamak: Verilen gözdağına, yapılan tehditlere
Kuru kalabalık: Olumlu bir iş yapmayan topluluk; hiçbir işe yaramaz
Kuşa benzemek: Bir şeyi düzelteyim derken, güdük, biçimsiz
Kuş beyinli: Geri zekalı, aptal. "O kuş beyinliye böyle bir işi nasıl
Kuş kadar canı olmak: Cılız, güçsüz, ufak bir yaratık olmak. "Onu sırtımda
Kuş sütüyle beslemek: Birini en pahalı, en az bulunur besinle beslemek
Kuş uçmaz, kervan geçmez: Issız, sapa, kimsenin ayak basmadığı
Kuş uçurmamak: Kimsenin geçmesine, kaçmasına olanak vermeyecek
Kuş uykusu: En küçük bir ses ya da kımıltıdan uyanılan uyku
Kuyruğu kapana kısılmak (sıkışmak): İstese de kendini kolayca sıyıramayacağı
Kuyruğuna basmak (birinin): Bir kimseyi inciterek saldırıda bulunmasına
Kuyruğuna teneke bağlamak (birinin): Küçük görülen birini herkesin alay edeceği
Kuyruğunu kısmak (biri): Bir olaydan ya da durumdan ürküp pusmak
Kuyruğunu kıstırmak (birinin): Horlanan, aşağısanan birini hareketsiz
Kuyruk acısı: Daha önceki örselenmeden, yapılan işten duyulan
Kuyruklu yalan: Süslenmiş, püslenmiş büyütülmüş yalan. "İnanmadık
Kuyruk olmak (Kuyruğa girmek): Bir işi sırayla görmek için arka arkaya
Kuyruk sallamak: Yaltaklanmak, birine hoş görünmek için dalkavukluk
Kuyusunu kazmak (birinin): Bir kişinin yıkımına yol açacak tuzak kurmak
Kuzu gibi: Çok uysal olan, kimseye kötülük yapacak bir yaradılışta
Kuzu postuna bürünmek: Saldırgan ve suçlu olmasına karşın, kendini uysal
Küçük dağları ben yarattım demek: Çok böbürlenmek. "Küçük dağları
Küçük dilini yutmak: Aşırı derecede şaşırmak, donakalmak. "Karnından konuşan
Küçük düşmek: Bir söz ya da davranış yüzünden saygınlığını yitirmek
Küfelik olmak: Aşırı ölçüde sarhoş olmak, ayakta duramayacak
Külahını havaya atmak: Pek çok sevinmek, hareketle bunu dışa vurmak
Külah kapmak: Yeteneğiyle değil, açıkgözlülükle bir işin başına geçmek
Külahları değişmek (değiştirmek): Araları açılmak, bozulmak. "Uslu durmazsan
Kül kedisi: Uyuşuk, ateş başından ayrılmayan kimse
Kül olmak: Bir olayda varını yoğunu yitirmek. "Büyük depremde
Külünü savurmak: Her şeyi yok edip geriye bir şey bırakmamak
Kül yutmamak: Oyuna, düzene kanıp aldanmamak. "Kocası kül yutmayan
Küplere binmek: Aşırı derecede öfkelenmek, kızmak. "Ev sahibimiz
Küpünü doldurmak: Eline geçen fırsatları değerlendirerek çok para kazanmak
Laçka etmek: Bir şeyi aşındırmak, bollaştırıp tutmayacak duruma
Lakırdıya boğmak: (Bir konuyu) Gereksiz sözlerle, konuyla ilgisi bulunmayan ayrıntılarla
Laf altında kalmamak: Bir kimsenin, kendisiyle ilgili, kendisine dokunan sözlerine
Laf anlamaz: Anlayışsız, inatçı, dik kafalı. "Laf anlamaz
Laf aramızda: "Söylediklerimi biz bilelim, başkaları bilmesin" anlamında
Laf atmak: 1. Konuşup görüşmek, karşılıklı dertleşmek. "İşi bırakmış, çardağın
Lafa tutmak (birini): Konuşmayı uzatarak birini işinden alıkoymak
Laf çıkarmak: Gerçeklikten uzak, yalan yanlış haberler yaymak
Laf dokundurmak: (Birine) Dolaylı bir yolla sitemini bildirmek
Laf düşmemek (birine): 1. Kendisinden daha büyük, daha yetkili kimseler varken
Laf etmek: Bir şeyi dedikodu konusu yapmak, konuşmak. "Bunda laf edecek
Lafı ağzına tıkamak: Bir kimse söyleyeceği sözü tamamlamadan başkası tepki
Lafı ağzında gevelemek: Söyleyeceklerini açıkça belirtmeyip kem küm etmek
Lafı ağzında kalmak: Sözünü tamamlayamamak, bitirememek
Lafı ağzından kaçırmak: Söylemek istemediği bir şeyi boş bulunup söylemek
Lafı çiğnemek: Uzun uzun konuşup sözün sonunu getirememek
Lafını bilmek: Kimseyi incitmeyen, duruma ve ortama uygun sözler söylemek
Lafını etmek: (Bir şeyin, bir kimsenin) Hakkında konuşmak. "Az önce senin
Laf kıtlığında asmalar budayayım: Bir kimsenin boş, anlamsız ya da gereksiz sözler
Laf ola torba dola (laf ola beri gele): Hiçbir anlamı olmayan, boş yere söylenmiş
Laf olsun diye: Belli bir amaç gözetmeden, rastgele. "Hiç, laf olsun
Lakırdı ağzından dökülmek: Bölük pörçük, isteksiz isteksiz konuşmak
Lakırdı taşımak: Birinin, bir kimsenin yokluğunda onun aleyhine söylediği sözleri
Lakırdıyı çevirmek: Biri, konuşmasının sakıncalı olduğunun ayrımına varınca
Laklak etmek: Dereden tepeden, havadan sudan konuşmak."Tepemde iki saattir
Lala paşa eğlendirmek: Nazlı birini avutup eğlendirme durumunda kalmak
Lamı cimi yok: Bir konuda "itiraz istemem, kesinlikle" anlamında kullanılır
Leb demeden leblebiyi anlamak: Daha söze başlar başlamaz birinin ne diyeceğini
Leş gibi: Çok kötü kokan biri için kullanılır. "Ağzı leş gibi
Leşini çıkarmak: Birini öldüresiye dövmek. "Leşini çıkarıncaya
Leşini sermek: Öldürmek anlamında korkutma yollu söylenir
Leyleği havada görmek: Çok gezmek anlamında şaka yollu kullanılır
Lokma ağzında büyümek: İsteksizlikten ya da bir üzüntüden ağzındaki lokmayı
Lokmasını saymak (birinin): Sofrasında yemek yedirdiği bir kimsenin çok yemesinden
Lügat paralamak: Konuşurken konuşma dilinde olmayan yabancı kökenli
Lüpe konmak: Emek harcamadan, zahmetsizce bir şeyi elde etmek
Maça beyi gibi kurulmak: Saygısızca sere serpe oturmak. "Maça beyi gibi
Madalyanın ters yüzü: İyi ve olumlu görünen bir durumun, üzerinde düşünülmesi
Madara etmek: Bir kimseyi herhangi bir eyleminden ötürü utanılacak
Madik atmak (etmek, oynamak): Hile yapmak, dolap çevirip karşısındakini
Mahalleyi ayağa kaldırmak: Çok gürültü yaparak herkesi rahatsız etmek
Mahkeme duvarı: Utanma, sıkılma bilmeyen surat, yüz için kullanılır
Mahkemede dayısı olmak: Bir işin başında kendisine koruyuculuk yapacak
Mahşer midillisi: Kısa boylu, fitneci. "Ne mahşer midillisidir
Makaraları koyuvermek (salıvermek): Kahkahalar atarak, uzun uzun gülmek
Makaraya almak: Bir kimseyle alttan alta
Makas almak: Birine sevgisini göstermek için yanağını orta parmakla
Makbule geçmek: İşe yaramak, beğenilmek. "Verdiğiniz o para gerçekten
Makineli tüfek gibi konuşmak: Çok hızlı, soluk almadan konuşmak
Mal canlısı: Mala çok düşkün, malı çok seven. "Başkalarının çocukları
Malın gözü: Dalavereci, düzenci, hile yapan kimse için kullanılır
Malının hesabını bilmemek: Aşırı derecede zengin olmak
Mangalda kül bırakmamak: Üstesinden gelemeyeceği işleri yapabilirmiş gibi
Mangal kedisi gibi: Uyuşuk, hareketsiz kimseler için kullanılır
Mantar gibi yerden bitmek: Hemen oracıkta kendiliğinden ortaya çıkmak
Martaval atmak (okumak): Yalan söylemek, kanıtlanması, inanılması
Mart havası gibi: Sürekli değişkenlik gösteren, günü gününe uymayan kimseler
Masal okumak: Boş ve yalan sözlerle karşısındakini kandırmaya çalışmak
Maskara etmek: Birini herkesi gözü önünde utanılacak duruma
Maskara olmak: Gülünç duruma düşmek. "Herkese maskara
Maskaraya çevirmek: Birini gülünç duruma sokmak. "Zavallıyı o gülünç
Maskesini atmak: İyi bir insan kimliğine bürünmüş biri, bu durumunu bırakarak
Maskesini düşürmek: Bir kimsenin gizli amaçlarını ortaya çıkarmak
Masraf kapısı açmak: Para harcamaya yol açacak bir işe girişmek
Maşası olmak: (Birinin) Sakıncalı bir işte biri tarafından kullanılmak
Maşa varken elini yakmak: Kendine zarar verecek herhangi bir durumda
Mat etmek: Bir tartışmada karşısındakini yanıt veremez duruma düşürmek
Maymuna benzetmek (çevirmek): Gülünç ve çirkin bir görünüme sokmak
Maymun gözünü açtı: "Yaşadıklarım bana ders oldu. Artık bir daha aldanmam"
Maymun iştahlı: Hevesi çabucak değişen; bugün bunu, yarın bir başkasını
Medine fıkarası gibi dizilmek: Bir yerde işleri olan kişiler sıra sıra dizilerek işlerinin
Mekik dokumak: İki yer arasında sık sık gidip gelmek. "Bütün kış Ankara
Memeden kesmek: Anne sütü dışında besin alacak duruma geldiğinde artık çocuğu
Merak sarmak (sardırmak): Bir şeyi yapma ya da edinme isteğine kapılmak
Meraktan çatlamak: 1. Bir şeyi öğrenmeyi aşırı ölçüde istemek
Merdiven dayamak: Belli bir yaşa yaklaşmak. "Seksene merdiven dayamıştı
Merhabası olmak: Selamlaşacak düzeyde tanışıklığı olmak
Merhabayı kesmek (biriyle): Aralarında dostluğa son vermek
Mesafe bırakmak: Aşırı samimi olmamak için aradaki resmiyeti korumak
Mesele çıkarmak: Durup dururken hoşa gitmeyen bir durum, üzüntü verici
Mesele yapmak: Önemsiz bir konuyu büyüterek ondan anlaşmazlık nedeni
Meteliğe kurşun atmak: Bir kuruş bile parası olmamak. "Meteliğe kurşun
Metelik etmez: Çok değersiz. "Bırak onu, metelik etmez
Metelik vermemek: Umursamamak, önem ve değer vermemek
Meydana atılmak (Ortaya atılmak): Bir kişi, bir işi yapmak ereğiyle kendini
Meydana atmak (Ortaya atmak): Bir düşünce ve görüşünü, herkesin bilgi ve tartışmasına
Meydana çıkmak (Ortaya çıkmak): Ortada kendini göstermek, belli olmak
Meydana dökmek (Ortaya dökmek): Herkesin görmesini sağlamak
Meydanı boş bulmak: Çekinme duymadan dilediğini yapabilmek, engel olacak
Meydan kalmamak: Bir şeyin yapılmasına gerek kalmamak. "Birbirlerini
Meydan okumak: Karşısındakinden kendisinin daha üstün olduğu savıyla onu karşılaşmaya
Meydan vermemek (bırakmamak): Kötü bir durumun ortaya çıkma olasılığını
Mezar kaçkını: Oldukça zayıf düşmüş kimse için kullanılır
Mezbahaya dönmek: Ortalığın kana bulanması, bir yerde kanlı olayların
Mezhebi geniş: Ahlak konusunda çok hoşgörülü olan kimse için söylenir
Mırın kırın etmek: İsteneni yapmamak için bahaneler uydurmak
Mızıkçılık etmek: Birlikte oynanan bir oyunu ya da yapılan bir işi kimi
Mide bulandırmak: Bir işin sonucu kötüye varacak diye kuşku uyandırmak
Mide fesadına uğramak: Abur cubur şeyler yiyerek midesini bozmak
Midesi ağzına gelmek: Bir şeyden iğrenmek, öğürmek. "O pislikleri
Midesi almamak: Yemeklere karşı isteksiz olmak. "Hiçbir şeyi midem
Midesine düşkün: Yiyip içmeyi seven. "Bizimki, midesine
Mideye oturmak: Yenen şey sindirilmediği için midede ağırlık yaratmak
Milim şaşmamak: 1. Tam gelmek, ölçüsüne uygun olmak. "Diktiği elbise milim şaşmaz
Minder çürütmek: Hiçbir iş yapmadan tembel tembel oturmak
Minnet altında kalmak: Gördüğü bir iyiliğe karşı kendini borçlu saymak
Miskinler tekkesi: İşsiz, güçsüz oturanların toplaştığı yer. "Miskinler
Modası geçmek: Önemini yitirmek, anımsanmamak. "Artık bu tür işlerin
Muhallebi çocuğu: Nazlı büyütülmüş, çıtkırıldım, dayanıksız, beceriksiz
Mum gibi erimek: Çok zayıflamak. "Çocuk günden güne mum
Mumla aramak: Az bulunan bir şeyi özenle aramak. "Senin gibi birini
Mum gibi olmak: Hırçınlığı, yaramazlığı bırakıp uslanmak
Muradına ermek: Çok istediği, özlemini çektiği şeye kavuşmak
Muşmula suratlı: Yüzü buruş buruş, kırış kırış olan kişi
Mutlu azınlık: Bir topluluktaki sayıca az, ancak hiçbir sıkıntı çekmeden
Mührünü basmak: Bir şeyin doğruluğunu kesinlikle onaylamak
Mürekkebi kurumadan: Bir şeyin yazılmasından kısa bir süre sonra
Mürekkep yalamış: Öğrenim görmüş, az çok okumuş (kimse)
Nabza göre şerbet vermek: Bir kimsenin düşünce ve yönelimlerine uygun düşen
Nabzını yoklamak: Birinin ne düşündüğünü, eğilimini anlamaya çalışmak
Nal deyip mıh dememek: Bir düşünceye sıkı sıkıya bağlı kalmak, o düşüncede
Nalıncı keseri gibi kendine yontmak: Her işte kendi çıkarını öne atmak
Nalını sökmek için ölmüş eşek aramak: Fazla çaba ve emek harcamadan çıkar sağlamaya
Nal toplamak: Bir işte ya da bir yarışta başkalarından geride kalmak
Namazında niyazında: Dinsel buyrukları eksiksizce yerine getiren kimse
Nam vermek (salmak): Ünü her yere yayılmak, ünlenip tanınmak
Nane yemek: Ayıplanacak bir söz söylemek ya da davranışta bulunmak
Nasır bağlamak (Nasır tutmak): Duygusuzlaşmak, duygusal yönden etkilenmemek
Naza çekmek (kendini): Sonunda yapmaya razı olacağı bir işi başta kendisinden
Nazı geçmek (birinin): Birine istediklerini yaptırabilecek kadar onun yanında
Ne akla hizmet ediyor: "Böyle düşüncesizce davranışlarda niçin bulunuyor"
Ne alıp veremiyor: Bir şeye ya da kimseye musallat olanlar için
Ne arıyor (bir yerde): "Neden oraya gitmiş? Orada ne işi olabilir ki?"
Ne balını isterim ne belasını: "Üzüntü ve sıkıntısı da birlikteyse böyle bir nimeti
Ne çare: Elden gelebilecek bir şey yok, bir şey yapılamaz
Ne derse beğenirsin: "Öylesine akıl almaz, şaşırtıcı bir şey dedi ki"
Nefes aldırmamak: Sürekli çalıştırmak, dinlenmesine fırsat vermemek
Nefes etmek: Boş bir inançla bir hastalığı tedavi için hastaya okuyup
Nefesi kesilmek: Aşırı derecede yorulmadan rahat soluk alıp verememek
Nefes nefese (gelmek): Kesik kesik soluyarak ve koşarak (gelmek)
Nefes tüketmek: Bir konuda konuşa konuşa yorulmak
Nefsine yedirememek: Yapılması istenen bir işi onur kırıcı bulmak
Nefsini köreltmek: Bedensel isteklerinden herhangi birini şöyle
Ne güne duruyor: Bir kimseden söz ederken "şimdi yapmazsa ne zaman
Ne hali varsa görsün: Verilen öğütlere uymayanlar için, "bundan ötesi
Ne idiği belirsiz: "Ne olduğu, niteliği, soyu sopu belirsiz"
Ne kokar ne bulaşır: "Kimseye iyiliği de dokunmaz, kötülüğü de" anlamında kullanılır
Ne mal olduğunu bilmek: İşe yaramazlığını, kötü bir kişi olduğunu bilmek
Neme lazım: "Bu işe karışmak, ilgilenmek bana düşmez" anlamında kullanılır
Ne oldum delisi olmak: Sonradan görüp şımarmak, ummadığı bir düzeye erişen
Ne olur ne olmaz: Her ihtimale karşı. "Ben gitmem, ne olur ne olmaz
Ne pahasına olursa olsun: "Her türlü sıkıntıyı göze alarak, her türlü özveriyi göstererek"
Nerede akşam, orada sabah: Geleceyeceği yeri belli olmayan bir kimse için kullanılır
Nereden nereye: Çok uzak, dolaylı ve dolambaçlı bir ilişkiyle
Ne şiş yansın, ne kebap: "İkisinin de zarar görmeyeceği bir yol tutulsun"
Ne tadı var, ne tuzu: "Hoşlanılacak, beğenilecek bir şey değil" anlamında söylenir
Nevri dönmek: Öfkelenip beti benzi atmak. "Onunla karşılaşınca nevrim
Ne yardan geçer, ne serden: "Hem fedakârlığa yanaşmıyor, hem de isteğinden
Neye uğradığını bilememek: Beklenilmeyen üzücü bir durumla birden karşılaşmak
Neyin nesi kimin fesi: "Kim olduğu, nasıl biri olduğu bilinmiyor" anlamında kullanılır
Ne yüzle: Utanıp sıkılmadan anlamında kullanılan deyimdir
Nikah düşmemek: Bir kimsenin biriyle evlenmesi dinsel ya da yasal
Nişan koymak: Bir şeyi tanımak ve sonradan bulmak için onun bir özelliğini
Niyeti bozuk: Doğru olmayan, kötü bir şey yapmayı düşünüyor
Nokta koymak: Bir sözü ya da işi bağlamak. "Hepinize başarılar
Noktası noktasına: Tam olarak aynı anlamında kullanılan deyim
Notunu vermek: (Birinin) Kişiliği üzerinde bir kanıya varmak
Nöbet tutmak: Bir yeri, bir aracı, bir kimseyi korumak için bulunduğu
Nuh der, peygamber demez: Söylediklerinde sonuna değin direnen, düşünce
Nuh Nebi'den kalma: Çok eski, modası geçmiş. "Nuh Nebi'den
Numara yapmak: Yalandan durumlar takınarak karşısındakini aldatmak
Nutku tutulmak: Şaşkınlık ve heyecan nedeniyle konuşamaz
Ocağı batmak: Her şeyini yitirmek, perişan olmak. "Ocağım battı
Ocağı kör kalmak: Adını yaşatacak, soyunu sürdürecek çocuğu bulunmamak
Ocağına düşmek (birinin): Bir kimseye, korunma amacıyla sığınmak
Ocağına incir dikmek (Ocağına darı ekmek): Bir kimsenin evini barkını
Ocağını söndürmek: Çoluk çocuğunu öldürmek, soyunu sopunu
Ocağı sönmek: Soyu sopu tükenmek, soyunu sürdürememek
Of çekmek: İçinin üzüntüsünü of diyerek dile getirmek
Oflayıp puflamak: Sıkıntısını of, puf diye sesler çıkararak göstermek
O gün bugün: O günden beri. "O gün bugün bu geçide kanlı
Oğul çıkarmak (vermek): Bir kovandaki oğul arılardan bir bölüğü
Oh çekmek (Oh olsun demek): Birinin başına gelen kötü bir olaya
Oh demek: Sıkıntılardan sıyrılıp rahata kavuşmak, rahat etmek
Okka dört yüz dirhem: Gerçek her yerde ve her durumda gerçektir
Okkanın altına gitmek: Haksız yere ceza görmek, bir zarara uğramak
Ok yaydan çıkmak: Geri dönülemeyecek bir iş yapmış olmak
Olacak gibi değil: "Bir işin görünüşüne, gelişimine bakılırsa
Oldubittiye getirmek: Bir işi, yeni bir biçim verilemeyecek, ona hiçbir katkı
Oldum bittim (Oldum olası): Başından beri, öteden beri
Oldu olacak: "Artık olan oldu, çekinilecek bir yan kalmadı"
Olmayacak duaya amin demek: Bir girişimin gerçekleşemeyeceğini bile bile onun
Olur olmaz: Kimliği ve niteliği belirsiz, sıradan, herhangi bir (kişi)
Oluruna bırakmak: Sonucu önemsemeyerek kendi haline
Omuzları çökmek: Gücü kuvveti tükenmiş, bitkin, perişan
Omuz silkmek: Umursamamak, aldırmamak. "Buna da omuz
Omuz vermek: Bir şeye omuzuyla dayanmak. "Birlikte omuz
Ona buna dil uzatmak: Herkesin aleyhinde bulunmak
On ikiden vurmak: Beklenmedik bir mutluluğa kavuşmak
On paralık etmek (beş paralık etmek): Bir kimseyi söz ve davranışla çok
On paraya on taklak atar: Bir kimseden söz ederken "en küçük çıkar uğruna
On parmağında on hüner (marifet): "Çok becerikli, elinden her iş gelir" anlamında söylenir
On parmağında on kara: Herkesi karalamak, suçlamak huyunda olan kimse
Onu bunu bilmemek: Başka söz istememek, özür tanımamak
Oradan buradan: Belirli bir sıra ya da yöntem izlemeden
Oralarda olmamak: Bir durumu ya da sözü anlamazlıktan gelmek, önemsememek
Orası senin, burası benim (gezmek): Sürekli gezip dolaşmak
Ordubozanlık etmek: Birlikte yapılmasına karar verilen bir işten mızıkçılık
Ortada bırakmak: Çok güç koşullar içindeyken birine yardım
Ortada fol yok yumurta yok: Bir işin olması, gerçekleşmesi için
Ortadan kalkmak: (Bir nesne) Bulunmamak, görülmez olmak
Ortadan kaybolmak: (Biri) Nerede olduğu bilinmemek, kimseye sezdirmeden
Ortadan söylemek: Herkesin içinde ad vermeden bazılarına dokunacak
Orta halli: Ne zengin, ne yoksul. "Orta halli bir ailenin
Ortalığı birbirine katmak (çorbaya çevirmek): Söz ve davranışla herkesi
Ortalık ağarmak: Sabah olmaya başlamak. "Kalktığında geceydi
Ortalık yatışmak: Toplum yaşamındaki düzensizlik sona ermek
Ortalık karışmak: Bir topluluk içinde ya da devletler arasındaki ilişkiler
O taraflı olmamak: Üzerinde durulan sorunla hiç ilgisi yokmuş
O tarakta bezi olmamak: O yşeyle ilişiği bulunmamak, uğraşmamak
Otobüsü kaçırmak: Ele geçen bir fırsatı zamanında değerlendirememek
Oyuna gelmek (getirmek): Hile ve aldatılmayla kötü bir duruma
Oyunbozanlık etmek: Birlikte yapılması kararlaştırılmış bir işten cayıp
Oyun etmek (birine): Kurnazlıkla bir kimseyi aldatmak
Oyun oynamak (birine): Bir kimseyi gizlice, hileyle zarara
Öç almak: Uğranılan bir kötülüğe karşı kötülükle karşılık vermek
Ödün vermek: Bir şey elde etmek amacıyla karşı tarafa bir şeyler vermek
Ödü patlamak (Ödü kopmak): Birdenbire çok korkmak. "Babamın
Öfkesi burnunda: Çabuk sinirlenen, en küçük şeylere kızan
Öküz altında buzağı aramak: İnandırıcı olmayan, usdışı gerçeklerle suç ve suçlu
Öküz gibi bakmak: Hiçbir şey anlamadan, bön bön bakmak
Öküz öldü, ortaklık bozuldu: İki kişi arasındaki yakınlığı oluşturan dayanak ortadan kalkınca yakınlık da kalmaz
Ölçü almak: Hazırlanacak ya da yapılacak bir şeyin, üzerinde kullanılacağı
Ölçüp biçmek: Bir konuda şöyle mi yapsam, böyle mi yapsam diye düşünmek
Ölçüyü kaçırmak: Yeme, içme ya da herhangi bir davranışta aşırılığa
Ölmek var, dönmek yok: Neye mal olursa olsun, bu işi sonuna değin götürmeye
Ölü fiyatına: Değerinden, ederinden çok ucuza. "Alıcı az, elimizdeki
Ölüm döşeğinde: Ağır, ölücü hasta olarak yatıyor. Belki de ölecek
Ölü mevsim: İş ve ticaret yaşamında işlerin iyice azaldığı aylar
Ölümle burun buruna gelmek: Ölüm tehlikesiyle yakından karşılaşmak
Ölümü göze almak: Bir iş uğruna ölmekten çekinmemek, korkmamak
Ölümüne susamak: Ölümle sonuçlanabilecek tehlikeli işlere girişmek
Ölüp ölüp dirilmek: Çok ağır bir hastalıktan, birkaç kez umut kesilmiş
Ölür müsün, öldürür müsün: İnsanı kızdırıp öfkelendiren kimi
Ömür adam: Değişik düşünceleri, kendine özgü yanları olan, hoş adam
Ömür çürütmek: Bir iş alanında uzun zaman emek vermiş olmak
Ömür sürmek: Her türlü sıkıntı ve kaygıdan uzak, rahat yaşamak
Ömür törpüsü: İnsanı aşırı derecede yoran, yıpratan, sıkıntılı
Ön ayak olmak: Bir işe ilkin kendisi başlayıp ötekilerin kendisini izlemesini
Öne düşmek: 1. Bir işte kılavuzluk etmek. "Köylülerin önüne düşmüş, onları
Önüne dikilmek: Bir kimsenin davranışını engelleme amacıyla karşısında
Önüne geçmek: 1. Bir kimsenin ya da bir şeyin önünde yer almak
Önüne gelen: 1. Karşısına çıkan. "Öfkeliydi, önüne gelen herkesle
Önüne katmak: Biri önde, kendisi de onun ardında gitmek ya da
Önünü almak (Önüne geçmek): Gelişmesine engel olmak
Önü sıra gitmek: Önünden, çok az bir aralıkta
Öp babanın elini: Beklenmedik olumsuz bir durumla karşılaşılınca
Öperken ısırmak: Güler yüz ve yakınlık gösterme maskesi
Öpüp de başına koymak: Bir şeyi ya da durumu minnetle karşılamak
Örnek olmak: Çevresindeki kişileri iyi ve olumlu (kötü ve olumsuz) davranışlarıyla
Örtbas etmek: Duyulması istenmeyen bir olay ya da durumu başka
Örümcek bağlamak: Bir şey ya da yer, uzun süre kullanılmadığı
Örümcek kafalı: Eskiye bağlı kalan, yeniliklere karşı çıkan, geri düşünceli
Öteberi: Yiyecek ve eşya türünden ufak tefek şeyler. "O akşam kardeşimle
Ötede beride: Sağda solda, şurada burada. "Evden kaçmış
Öteden beri: Uzun zamandan beri, eskiden beri. "Bilirim
Ötesi var mı: 1. Karşılaşılan, içinde bulunulan durumdan daha kötüsü
Övünmek gibi olmasın: "Kendini övmek için değil, bir gerçeği açıklamak
Öyle gelmek (birine): Bir kimsede öyle bir sanı ya da zan uyandırmak
Özene bezene: Büyük bir özen ve titizlik göstererek. "Ödevini özene bezene
Özen göstermek: Bir şeyin ya da bir işin güzel ve iyi olması için çok
Özenip bezenmek: Bir işin yapılmasında bütün yönleri göz önünde
Özür dilemek: 1. Bir engelini öne sürerek bir işi yapmak istememek
Özürü kabahatinden büyük: Bir kimse işlediği bir suçu bağışlatmak için
Özü sözü bir olmak: Düşündüğü gibi söyleyen, söylediği gibi düşünen ve bunlara
Pabucu dama atılmak: Elde bulunandan daha değerlisine erişildiğinden eldeki
Pabucunu eline vermek: Bir kimseyi bir yerden kovmak. "O gün akşam
Pabuç bırakmamak (bir şeye): Bir konuda yılmayıp yapacağını yapmak
Pabuç eskitmek (paralamak): Bir iş konusunda bir yere çok gidip gelmek
Pabuç kadar dili var: Karşısındakilere saygısızca ve ağız kalabalığına getirerek
Pabuç pahalı: Anlaşılan bu iş oldukça tehlikeli. "Pabucun pahalı
Paçaları sıvamak: Bir işi tüm gücü, isteğiyle yapmaya hazırlanmak
Paçası düşük: Giyimi kuşamı özensiz, sünepe. "Adama baktım
Paçasını kaptırmak: Yapmaya giriştiği bir işten daha sonra vazgeçmek
Paçavrasını çıkarmak (Paçavraya çevirmek): Birini ya da bir şeyi aşırı biçimde
Paçayı kurtarmak: Yapmaya çalışıp da sonradan bırakmak istediği bir işten
Paha biçilmez: Değeri ölçülemeyecek kadar yüksek, çok değerli
Paha biçmek: Bir şeye, kendi ölçüsüne göre bir eder düşünüp
Pahalıya mal olmak (oturmak): Bir iş, büyük fedakârlıkla ya da sıkıntı çekilerek
Palas pandıras: Derlenip toparlanmasına, hazırlanmasına zaman ve fırsat vermeden
Palavra savurmak (sıkmak, atmak): Bir şeyden inanılmayacak biçimde söz etmek
Paldır küldür: Kaba, insanı rahatsız eden gürültüler çıkararak
Pamuk ipliğiyle bağlanmak: (Bir işi) Sağlıklı ve uzun süreli olamayacak bir önlem
Pancar gibi olmak: Aşırı ölçüde kızarmak. "Yüzü pancar
Paniğe kapılmak: Bir olay yüzünden aşırı derecede korku ve telaş içine
Paniğe vermek: Çevresini büyük ölçüde korkutmak.
Papağan gibi ezberlemek: Bir sözü ya da metni anlamadan
Papara yemek: Bir konuda iyice paylanmak, azarlanmak
Para babası: Parası pulu çok olan. "Sen onun kılık kıyafetine bakma
Para bozmak: Değerce büyük parayı alıp yerine değeri ufak paralar
Para canlısı: Paraya aşırı düşkün olan. "Ben para canlısı değilim
Para çekmek: 1. Bir yere yatırılmış olan paradan belli bir miktarını almak
Paradan çıkmak: Bir iş için çokça para harcama durumunda kalmak
Para dökmek: Bir konuda ya da bir iş için çok para harcamak
Para dönmek: Bir işin yapılması ya da yaptırılması için haksız yere sağa
Para etmemek: 1. Gerçek değerinde satılamamak. "Tütünler bu yıl iyi para etmedi
Para gözlü: Yaptığı her iş karşılığında para bekleyen, krş. Para canlısı
Para kesmek: Çok para kazanmak. "Boyuna para istiyor benden
Paranın gümüş olduğunu anlamak: Deneyimleriyle, yaşayarak paranın değerli
Parasını çıkarmak: Bir şey, sağladığı yararla ona ödenen parayı karşılamak
Parasıyla rezil olmak: Para harcayarak aldığı ya da yaptırdığı bir şey
Para sızdırmak (para koparmak): Birinden isteği dışında, zorlayarak
Parasız pulsuz: Hiçbir şeyi olmayan, züğürt. "Parasız pulsuz birine
Para tutmak: Kazandığı parayı gelişigüzel harcamayıp biriktirmek
Paravana yapmak: Bir kimsenin gücünden ya da adından belli etmeksizin
Para vurmak: Yasadışı, uygunsuz ve doğru olmayan yollarla para almak
Paraya çevirmek: Bir malı ya da değerli kâğıdı verip yerine para almak
Paraya kıymak: Yapılması ya da alınması gerekli bir şey için bol para
Paraya para dememek: 1. Çok para kazanmak, kazancı iyi olmak. "Paraya para demiyor
Para yapmak: Kazanıp para biriktirmek. "Almanya'da dört yıl
Paraya tapmak: Paraya her şeyin üstünde değer vermek
Para yatırmak: İstediğinde çekmek üzere bir yere para vermek
Para yedirmek: Bir işin yapılması için yasadışı yollara başvurarak birine
Para yemek: 1. Gereksiz yere, kendi istekleri uğruna bol bol para harcamak
Parayı sokağa atmak: Gereksiz ve değersiz şeyler için para harcamak
Parayla değil: Bir şeyden söz ederken fiyatının çok ucuz olduğunu
Parmağı ağzında kalmak (Parmak ısırmak): Bir olay ya da bir durum karşısında
Parmağına dolamak: (Bir konuyu, bir şeyi) Her yerde ele alıp sürekli biçimde
Parmağında oynatmak (çevirmek) (birini): Bir kimseye her istediğini yaptırtmak
Parmağının ucunu göstermemek: Bir kadın, vücudunun en küçük bir yerini bile erkeklere
Parmağını oynatmak: Bir işi, kolayca yaptırtmak için görevliye yasadışı para vermek
Bir işte Parmağı olmak: Doğru olmayan kötü bir işle ilgisi bulunmak
Parmak basmak: 1. Bir noktaya dikkatleri çekmek, onu vurgulamak. "İlk önce o söz almış
Parmak kadar: Çok küçük olan. "Parmak kadar çocuğa
Parmakla gösterilmek: Herkesin bilip tanıdığı çok ünlü biri olmak
Parmaklarını yemek: Yediği yemek aşırı derecede lezzetli olmak
Parsayı başkası toplamak: Bir işe yatırılan emeğin karşılığını, emeği veren değil
Parti vermek: Eğlenmek için birçok kimseyi bir araya toplamak
Partiyi kaybetmek: Elde etmeye çalıştığı kazançlı bir işi başkasına
Partiyi vurmak: Az bir emekle çok büyük kazanç sağlamak
Pasaportunu vermek: Bir kimseyi davranışı yüzünden işten atmak
Pas geçmek: Üzerinde durmamak, bir işten vazgeçmek
Pas vermek: Kadın ya da kız davranışıyla erkeği umutlandırmak
Paşa çayı: Küçük çocuklara ağızlarının yanmaması için verilen
Paşa paşa: Herkesin beğendiği davranışla, kimseyi tedirgin etmeden
Patırtı çıkarmak: Söz ve davranışlarıyla kavga çıkarmaya yol açmak
Patırtı kopmak: Kavga çıkmak, ortalık birbirine karışmak
Patırtıya vermek: Ortalığı gürültü içinde bırakmak
Patlak vermek: Kötü olduğu için gizlenen, duyulması, görülmesi istenmeyen
Pay biçmek (birinden, bir şeyden): Yargıya varmak, bir şey söylemek
Pay bırakmak: Kesme, biçme, dikme gibi işlerde daha sonra yapılacak
Paydos demek: Yapılagelen bir işten, süregelen bir tutumdan
Paye vermek: Bir kimseye değer verip adam yerine koymak
Pazar ola: Satıcılara, "Satışın bol olsun" anlamında söylenir
Pençe pençe (kızartı): Yer yer, pençeler halinde: "Çocuğun karnında
Pençe vurmak: Ayakkabının altına pençe çakmak
Perde arkasında (arkasından): Gizlice, kimselere sezdirmeden, olayı ya da işi yürütenin
Pervane olmak: (Birine) Sevgi göstermek, yanından ayrılmamak
Pes demek: Karşısındakinin kendisinden üstün olduğunu kabul
Pestil gibi olmak: Yorgunluktan bitkin düşmek, kıpırdayacak hali kalmamak
Pestilini çıkarmak: 1. Birini iyice yormak, ezmek. "Zavallı kadına her işi yaptırıyor
Peşinde dolaşmak (gezmek) (Peşine düşmek) (birinin): Bir iş ya da başka bir konuda
Peşinde koşmak (Peşine düşmek): 1. Bir şeyi elde etmek için çok emek vermek, çaba harcamak
Peşine takılmak: Bir kimsenin ardından ayrılmamak. "Kızını nereye
Peşini bırakmak (Peşini bırakmamak): Birini ya da bir şey izlemekten vazgeçmek
Peşkeş çekmek: Kendisine ait olmayan bir malı başkalarına yaranmak
Pey sürmek: Artırma yoluyla satılacak bir mal için fiyat teklif etmek
Pılı pırtıyı toplamak: Gitmek üzere eski püskü eşyalarıyla birlikte her şeyini
Pırlanta gibi: Çok temiz; çok iyi nitelikleri olan
Pili bitmek: Gücü kuvveti kalmamak. "Pilim bitti artık
Pir aşkına (yoluna): Hiçbir karşılık beklemeden; gerçek sevgi ve tam
Pireyi deve yapmak: Önemsiz bir şeyi aşırı derecede büyütmek, abartmak
Pireyi gözünden, çakalı dizinden vurmak: Keskin nişancı. "Adam iyi bir avcıymış
Pirinci su kaldırmamak (götürmemek) (birinin): Alıngan olmak
Pir pak olmak: Tertemiz olmak. "Tencereler
Pisi pisine: Bir hiç yüzünden, boşu boşuna
Pis pis bakmak: Birini sinirlendirecek ya da kuşkulandıracak bir biçimde
Pis pis düşünmek: Üzüntülü bir biçimde düşünceye dalmak
Pis pis gülmek: Başkalarının üzüntülü olduğu bir sırada onların üzüntüsünü
Pişirip kotarmak: Bir işi sonuçlandırmak, eksiksiz yapıp ortaya
Pişkinliğe vurmak: Kendisine yöneltilen kötü bir davranış ve söze aldırmamak
Pişmiş aşa soğuk su katmak: Sonuçlanmak, bitmek üzere olan bir işi bozmaya
Pişmiş kelle gibi sırıtmak: Anlamsızca, dişlerini göstererek gülmek
Piyasaya çıkmak: Gezintiye çıkmak, gezmek, dolaşmak
Posasını çıkarmak (bir şeyin): 1. Bir nesne ya da kimseyi sonuna dek sömürmek
Posta etmek: (Birini) Görevliler yakalayıp resmi bir yere götürmek
Posta koymak: Bir kimseyi korkutmak, kabadayıca bir tutumla
Postayı kesmek: Biriyle ilgisini kesmek ya da bir işi yapmaktan
Post elden gitmek: Öldürülmek ya da işini, etki gücünü yitirmek
Post kavgası: Bir işi ya da makamı elde etme çekişmesi
Postu kurtarmak: Ölüm tehlikesini atlatmak. "Üç kardeşten
Postuna saman doldurmak (birinin): Bir kimseyi öldürmek
Postunu çıkarmak: Derisini yüzmek. "Koyunun postunu
Postu sermek: Kısa bir süre için gittiği yere yerleşip kalmak
Postu sudan çıkarmak: Kötü duruma düşmüş biri durumunu
Pot kırmak (Gaf yapmak): Ağzından, ayrımına varmadan karşısındakini
Pösteki saymak: İlerlemeyen ve içinden çıkılmaz gereksiz bir işle uğraşmak
Puan tutturmak: Gereken sayıda puan almak
Pusu kurmak: Birine saldırmak için bir yere gizlenip beklemek
Pusulayı şaşırmak: Güç bir durum karşısında ne yapacağını bilememek
Pusuya düşmek: Pusu kuran kimsenin saldırı alanı içine girmiş
Put gibi: Hiç kıpırdamaksızın, anlamsız, donmuş bakışlarla
Put kesilmek: Sessiz ve hareketsiz bir durum almak
Püf noktası: Bir işin üzerinde durulması, düşünülmesi gerekli en ince noktası
Püsküllü bela: İnsanı zarara sokan, rahatını bozan (kimse ya da şey)
Rafa koymak (rafakaldırmak): (Bir işi) Üzerinde durmamak, bir kenara atmak
Rahat döşeği: Ölü kaldırılıncaya değin içinde yatırılan döşek
Rahatı kaçmak: Herhangi bir nedenle tedirgin olmak
Rahatına bakmak: Rahatını düşünüp başka şeylerle ilgilenmemek
Rahatlık batmak: Sıkıntısız, rahat yaşamını bırakıp başka bir yaşama
Rahat yüzü görmemek: Hiçbir yerde ve hiçbir zaman rahat edememek
Rahmet okutmak: Bir kimse bir başkasından daha kötü çıkmak
Rast gelmek: Atılan bir şey düşünülmediği halde bir başkasını bulmak
Rayına oturmak: Bir iş düzgün ve düzenli işler duruma gelmek
Rehine koymak: Alınan paraya karşılık olarak yerine bir şeyi bırakmak
Rengi atmak (rengi uçmak): 1. Korku ve aşırı üzüntüden birinin rengi sararmak
Rengini belli etmemek: Düşüncelerini, duygularını açığa vurmaktan
Renkten renge girmek: Utançtan ve korkudan kızarıp bozarmak
Renk vermemek: Bilmesine karşın bilmez gözükmek, duygu
Resmiyete koymak: Resmi bir yöntemle bir işi yapmaya başlamak
Rest çekmek: Kesin ve olumsuz olarak son sözü söylemek
Rol oynamak: Bir işin yapılmasında payı bulunmak
Ruhu bile duymamak: Bir işin yapıldığının hiç mi hiç farkına
Ruhuna işlemek: Bir şey birinin ayrılmaz bir parçası, özelliği
Ruhunu okumak: Birinin neler düşündüğünü, karakter özelliğini
Ruhunu teslim etmek: Ölmek. "Saat tam onda ruhunu teslim
Rüyasında görse hayra yormamak: Aklına ve hayaline getiremeyeceği güzel ve çekici
Rüzgar gelecek delikleri tıkamak: Bir konuda ya da bir işte sakınca doğabilecek
Saat gibi: Hiç aksamadan, düzenli biçimde
Saati saatine: Tam saatinde. "Tren saati saatine gelmiş
Saati saatine uymamak: (Birinin) Durumu ve davranışları sık sık değişir olmak
Saat tutmak: Bir işin ne kadar zaman alacağını, saate bakarak
Sabaha çıkmamak: (Hasta) Sabaha varmadan, sabah olmadan ölmek
Sabaha doğru (karşı): Sabaha az kala, gecenin sabaha yakın
Sabah akşam: Her zaman, hiç aralık vermeden. "Sabah akşam
Sabahı bulmak (sabahı etmek): Bir iş ya da konu üzerinde bütün gece çalışarak
Sabahın köründe: Sabah sabah, daha ortalık ışıyıp aydınlanmadan
Sabır taşı: Aşırı derecede sabırlı olmak. "Bu yapılanlar karşısında
Sabrı taşmak (sabrı tükenmek): Artık sabredemez olmak
Sabun köpüğü gibi sönmek: Birden beklenmedik bir biçimde kabarıp kendini gösteren
Saçı bitmedik (yetim): Yeni doğmuş, doğalı çok olmamış
Saçı başı ağarmak: Yaşlanmak. "Saçı başı ağarmış
Saçlı sakallı adam: Yaşlı başlı, akıllı olması gereken kimse
Saçına ak düşmek: Yaşlanmaya, saçları ağarmaya başlamak
Saçına başına bakmadan: Yaşıyla, yaşlılığıyla bağdaşmayan
Saçından başından utanmak (utanmamak): Durumuna, yaşına
Saçını başını yolmak: Dövünme, yüzünü gözünü tırmalama yoluyla üzüntüsünü
Saçını süpürge etmek: Bir kadın, çocukları uğruna büyük bir özveriyle kendini
Saçma sapan: Düşünsel tutarlılıktan yoksun söz için kullanılır
Saç saça, baş başa (dövüşmek): Birbirlerini aşırı derecede hırpalayarak
Saç sakal ağartmak (bir işte): Uzun süre bir işte çalışarak o işte deneyim
Saç sakal birbirine karışmak: Saçları uzamış, uzun süre tıraş olmamış
Safra atmak: Bir işte ya da girişimde ona zarar veren
Safrası kabarmak: Açlığından ötürü midesi bulanmak, kusacak
Sağa kaymak: Siyasal düşünce ve tutumunda tutuculuğa
Sağa sola bakmamak: Çevresiyle ilgilenmemek, yanını yöresini
Sağ eliyle sol kulağını göstermek: Bir işi kestirmeden yapma yerine
Sağır sultan bile duydu: Bir olay ya da bir haberi işitmeyen kalmadı
Sağı solu olmamak: Nasıl davranacağı önceden kestirilemeyen biri olmak
Sağlam ayakkabı değil: Doğruluğuna, namusuna, sözüne güvenilmez
Sağmal inek: Her yönüyle sürekli bir biçimde sömürülen kişi
Sağ salim: Hiçbir zarar görmeden. "Sağ salim
Sahip çıkmak: 1. Benimsemek, kendine mal edip kendisinin
Sahneye çıkmak: Oyunda rol alarak seyirci önüne çıkmak
Sakaldan kesip bıyığa eklemek: Bir eksiğini elindeki bir başka şeyden
Sakalı değirmende ağartmak: Yaşamını boş ve gereksiz şeylerle geçirmek
Sakalı ele vermek: Başkasının hükmü altına girmek, onun sözünden
Sakalım yok ki sözüm dinlensin: Yaşça küçük birinin, bir konuda öne sürdüğü
Sakalının altına girmek: Bir kimseye kendi düşüncelerini aşılamak amacıyla
Sakalı saydırmak: Çevresindekilerce sayılmayan, dahası alaya alınan
Sakın ha: İstenmeyen bir davranışı önceden engellemek için
Sakız gibi yapışmak: Sırnaşık, yapışkan bir tutumda olmak
Salık vermek: Bir şeyin bulunduğu yeri ve uygun olduğunu
Salkım saçak: Darmadağınık, her parçası bir yana sarkmış
Sallantıda bırakmak: Belli bir sonuca bağlamamak
Saltanat sürmek: Bolluk ve varsıllık içinde buyurucu durumda olmak
Salt çoğunluk: Bir toplantıya katılması gerekenlerin yarısından bir fazlasıyla
Saman alevi gibi parlayıp sönmek: Birdenbire parlayıp hemen ardından yatışmak
Saman altından su yürütmek: Kendisinin yaptığını gizleyerek kötü işler çevirmek
Saman elinse samanlık senin: Bedava diye sağlığını bozacak kadar yemek
Saman gibi (tatsız): Yavan, tadı tuzu olmayan
Sana göre hava hoş: Öyle de olsa, böyle de olsa senin (benim, onun) açısından
Sana pişmişse bana kotarılmış: "Sorun senin açından tamamsa
Sana yalan bana gerçek: "Söylediğime ya da söylenenlere inanmıyorsun
Sapına kadar: Tam olarak, pek çok anlamında kullanılır
Sapı silik: Sağlam bir kişiliği olmayan kimse için kullanılır
Sarakaya almak: Alay etmek, bir kimseyi aşağısayıcı bir tutum
Sarı çizmeli Mehmet Ağa: Kimliği ve adresi belirtilmemiş kimse
Sarmaş dolaş olmak: Birbirine sarılıp kucaklaşmak. "Kolay değil
Sarmısak yemedim ki ağzım koksun: Bir kimsenin yapılan kötü bir işle ilgisi olmadığını
Satıp savmak: Gerekli parayı bulabilmek için elindeki malı
Satır atmak: Tümünü kesip öldürmek, kırmak, krş. Kılıçtan geçirmek
Savaş açmak: Bir şeyi ortadan kaldırma amacına yönelik
Sayım suyum yok: Oyun kurallarına göre oynanmadığı için kazanılan
Sayıp dökmek: Ne var ne yok, hepsini söylemek; birçok şeyi sıralayıp
Sebil etmek: Bir şeyi hiç ayırım gözetmeden herkese bol bol dağıtmak
Sefilleri oynamak: Tam bir yoksulluk içinde olmak, parasız pulsuz
Seksen kapının ipini çekmek: Birçok yere uğramak. "Erkenden kalkar
Sekte vurmak: Bir işin yapımını engelleyip güçleştirmek
Sekteye uğramak: Kesilmek, durmak. "O iş de sekteye
Selama durmak: Birini selamlamak amacıyla geçeceği yol üzerinde
Selamı sabahı kesmek: Biriyle tüm ilişkileri kesmek. "Benimle
Selam verdik, borçlu çıktık: Şöyle bir ilgi ve yakınlık göstermeyi istedik
Semtine uğramamak: Bir yere özellikle gitmekten kaçınmak
Sen bilirsin: "Nasıl ister, nasıl uygun bulursan"
Senet veririm: Bir işin olacağına karşısındakini inandırmak için
Sen giderken ben geliyordum: "Beni kandırıp aldatamazsın, kandırmak ve aldatmak
Seninki can da benimki patlıcan mı: "Senin canın değerli, korunması gerekli
Senli benli (olmak): Aralarında sıkı bir yakınlık bulunmak, birbirini sen diye çağıracak
Sen sağ ben selamet: Bir iş sonuçlanıp da artık yapacak hiçbir şey kalmadığı
Sepet havası çalmak (birine): Bir kimseye yol vermek, işine son vermek
Sepette pamuğu olmak: Bilgisi yönünden kafası dolu olmak
Sere serpe: Sıkışmayarak, geniş geniş, serilip serpilerek
Sermaye koymak: Bir işe para yatırmak
Sermayeyi kediye yüklemek: Bir işte zarar edip batırmak, kazandığını
Ser verip sır vermemek: Kendisine verilen bir sırrı ne denli sıkıştırırlarsa sıkıştırsınlar
Ses çıkarmamak (Sesi çıkmamak): Bir teklif ya da bir konu karşısında
Sesi ayyuka çıkmak: Çok yüksek sesle bağırmak. "Biraz yavaş
Sesini kesmek: 1. (Biri) Konuşmaktayken konuşmaz, söylemez olmak
Ses seda çıkmamak: Birinden ya da bir yerden haber gelmemek
Ses vermemek: Sesi çıkmamak, cevap vermemek. "Annesinin kendisini
Set çekmek: Bir şeyi önlemek, ona engel olmak. "Onların düşündüğü
Sevaba girmek: Tanrı'nın hoşlanıp memnun kalacağı bir davranışta
Sevda çekmek: Birine karşı aşk tutkusu içinde olmak
Sevsinler: Sevilmeyen birinin uygun olmayan bir davranışı
Seyirci kalmak: Bir olay ya da duruma karışmamak, dışardan
Sıcağa kar mı dayanır: "Sürekli harcamaya, birikmiş
Sıcak bakmak: Bir işe ya da öneriye olumlu yaklaşmak
Sıcağı sıcağına: Vakit geçirmeden, hemen ardından
Sıcak yüz göstermek: Bir kimseyi yakınlık göstererek karşılamak
Sıçan düşse başı yarılır: "Evde ya da ambarda yiyecek, kullanılacak hiçbir
Sıfıra sıfır elde var sıfır: Çalışmaların tümüyle boşa gittiği durumda
Sıfırdan başlamak: En başından ve yokluk içinde bir işe başlayıp
Sıfırı tüketmek: Parasını pulunu ve tüm gücünü harcamak, yapacağı ya da harcayacağı
Sıkboğaz etmek: Bir kimseyi, düşünüp taşınmasına olanak ve fırsat vermeyerek
Sıkı basmak: Güçlü davranmak, dayanmak. "Sıkı bas
Sıkı durmak: Güçlü görünmek ya da güçlü olma durumunu korumak
Sıkı fıkı: Birbirine çok bağlı ve teklifsiz. "Bu kızın huyunu
Sıkıntı çekmek (Sıkıntıda olmak): 1. Ruhsal bir tedirginlik ve bunalım içinde bulunmak
Sıkıntıya düşmek: Geçim darlığı içinde bulunmak, geçim darlığına
Sıkıntıya gelememek: Sıkıcı ve bunaltıcı işler yapamamak
Sıkı tutmak: Bir işe gerekli önemi vermek, ardını bırakmamak
Sıkıya gelmek: Güç koşullarla karşılaşmak. "Sıkıya geldi
Sıralı sırasız: Yerine ve zamanına denk düşüp düşmediğine bakmadan
Sırasına geçmek (adam, insan): Gerçekte adam niteliği taşımadığı
Sırasına getirmek; Bir iş ya da konuda birinin uygun zamanını
Sırasına göre: Durum neyi gerektiriyorsa. "Sırasına göre
Sırım gibi: Güçlü kuvvetli, ince yapılı kimseler için kullanılır
Sır küpü: Gizli tutulan birçok şey bilmesine karşın bunları
Sır olmak: (Bir şey) Akıl almayacak, açıklanmayacak biçimde
Sırra kadem basmak: Ortadan kaybolmak, uzun süre görünmemek
Sırtı kaşınmak: Bir kimse dayak yemeyi zorunlu kılacak
Sırtından atmak: Sorumluluğunu üstlendiği bir işi ya da
Sırtından çıkarmak (birinin): Bir yerde yapılan harcamaları ona yıkmak
Sırtından geçinmek (birinin): Başkasının kesesinden geçimini çıkarmak
Sırtını dayamak (birine): Güçlü bir kimsenin gücünden ve koruyuculuğundan
Sırtını yere getirmek: Birisini kavga ya da güreşte yenmek
Sırt sırta vermek: Güçlerini ve olanaklarını birleştirmek, birbirleriyle
Sıtma görmemiş: Kalın, gür sesli. "Delikanlının sıtma
Silah çekmek: Karşısındakini silahla vurmaya kalkışmak
Sil baştan: "Yapamadık, olmadı, yeniden başa dönelim"
Silip süpürmek: Sofrada ne varsa hiçbir şey bırakmadan hepsini
Sinek avlamak: Bir işyerinde alışveriş yapılmadığı ya da iş olmadığı
Sinekten yağ çıkarmak: Olmayacak, hiç akla gelmeyecek şey ya da
Sineye çekmek: Türlü nedenlerle bir zararı ya da kötü bir durumu benimsemek
Sinirine dokunmak (bir durum, birinin): Sinirlendirmek. "Yaşlı adamın
Siniri oynamak (Sinir olmak): Bir şeye sinirlenmek, öfkelenmek
Sinirleri altüst olmak: Öfkesinden eli ayağı birbirine karışmak, ne yapacağını
Sinirleri ayağa kalkmak: Aşırı derecede öfkelenmek, kızmak
Sinirleri boşanmak: Aşırı ölçüde sinirlenmek, bunu gülme
Sinirleri gergin olmak: Bir olay karşısında hemen sinirlenecekmiş gibi olmak
Sis perdesi: Bir işin, bir olayın aydınlanmamış, karanlıkta kalan yönü
Sivri akıllı: Kendine özgü acayip düşünceleri olan ve kimsenin aklını
Size doyum olmaz: Bir yerden ayrılırken orada bulunanlara
Sofrası açık: Yemek yedirmeyi, herkesi sofrasında ağırlamayı seven
Soğuk almak: Üşütme sonucunda hastalanmak
Soğuk bakmak: Bir işe, bir öneriye olumlu yaklaşmamak
Soğuk durmak: İlgi göstermekten kaçınmak, ilgisiz kalmak
Soğukkanlı davranmak: Duygularında ölçülü olmak, en güç koşullar
Sokağa dökülmek: Herhangi bir nedenle sokağa çıkma ya da topluca
Sokak süpürgesi: Gününü evinde geçirme yerine, sokak sokak
Sokakta kalmak: Barınacak bir yer bulamamak. "Hiçbir otelde
Sokaktaki adam: Belirli bir özelliği olmayan, herhangi bir yurttaş
Solda sıfır: Hiçbir değer taşımayan, benzerlerine göre değersiz
Soluğu almak: Hemen, vakit geçirmeden oraya koşmak
Soluk almak: Dinlenmek. "Şunu bitirelim
Soluk aldırmamak: Bir kimsenin dinlenmesine fırsat vermeden
Soluk kesici: Heyecan verici, çarpıcı özelliği bulunan
Soluk soluğa: Koşarak gelmekten ötürü sık sık soluyarak
Somun pehlivanı: Oldukça iriyarı, ama kof ve güçsüz kişi
Son kozunu oynamak: Elinde kalan son olanağı da kullanmak
Sonradan görme: Yoksulken varsıllaşıp gösteriş budalalığına kapılan
Sonunu almak: Başlanılan bir işi bitirmek, sona erdiğini göstermek
Sonunu getirememek: Coşkuyla başladığı bir işi başarıyla bitirememek
Sorguya çekmek: Bir suçla suçlanan kişiye sorular sorup
Soyunup dökünmek: Sokaklık giysilerini çıkartıp evliklerini giymek
Soyup soğana çevirmek: Bir yeri ya da kimseyi tümüyle soymak
Sökün etmek: Birbirinin ardından gelmek. "Bir süre sonra
Sövüp saymak: Bir kimseye kötü sözler söylemek
Söylemediğini bırakmamak: Birine verip veriştirmek, ağzına geleni
Söz açmak (bir şeyden): Bir konu hakkında konuşmaya
Söz almak: 1. Birinin, bir işi yapacağını bildirmesini sağlamak
Söz aramızda: "Söylediklerimi sakın kimseye söyleme
Söz ayağa düşmek: Bir konu ya da sorunun yetkisiz, sorumsuz
Söz dinlemek (Söz tutmak): Verilen bir öğüdü, söylenen bir sözü
Söz geçirmek (birine): Bir kimseye söylediğini, dediğini yaptırmak
Söz gelmek (birine): Bir davranışı ya da sözünden ötürü
Laf işitmek: Azarlanmak, birisi tarafından paylanmak
Laf kaldırmamak: İncitici söze dayanamayıp karşılık veren, bu durumdan
Söz olmak: Çevrede iyi karşılanmamak, dedikodu konusu
Söz sahibi: Saygıdeğer, sözü geçen kimse. "Bu konuda
Sözü (bir şeye) getirmek: Açıkça belirtmekten kaçındığı bir düşünceyi
Sözü mü olur: Yapılan bir işe ya da iyiliğe teşekkür edenlere
Sözünde durmak: Verdiği sözü yerine getirmek, ondan vazgeçmemek
Sözünden çıkmamak: Davranışlarını bir kimsenin söz ve isteklerine
Sözüne gelmek (birinin): En sonunda onun söylediklerinin
Sözün özü: Kısaca belirtmek gerekirse anlamında kullanılan
Sözünü esirgememek: Karşısındakini inciteceğini bile bile düşündüğünü
Sözünü geri almak: Söylediği bir sözün doğru olmadığını anlayarak
Sözünü kesmek (birinin): Biri konuşurken araya girip onun
Sözünün eri olmak: Ne olursa olsun, verdiği sözü yerine getirmek
Sözünü tutmak: Herhangi bir konuda verdiği söz neye mal olursa
Söz vermek: Yapacağını kesin olarak söylemek
Sucuk gibi ıslanmak (Sucuk gibi olmak): Üzerindeki giysiler terden
Sudan cevap (Sudan bahane): İnandırıcılıktan yoksun, baştan savma
Sudan ucuz: Bedava denecek denli ucuz. "Kilosu yirmi lira
Su gibi akmak: Zaman hızla geçmek. "Demek o günden
Su gibi bilmek (Su gibi okumak): Yanlışsız ve duraksamadan anlatma
Su gibi ezberlemek: Hiç yanlış yapmadan, hızlı okuyacak
Su gibi gitmek: Çok para harcamak, para dayanmamak
Su içinde: En azından, en aşağı olarak. "Su içinde üç
Su katılmamış (Su katılmadık): Bozulmamış, katıksız
Su koyuvermek: Verdiği sözü tutmamak, sözünde durmayıp
Sulu göz (Sulu gözlü): Hemencecik ağlayan, gözyaşını
Sululuk yapmak (ya da Sululuk etmek): Yersiz, düzeysiz şakalar yapmak
Surat asmak: Kaşlarını çatıp yüzüne küskün, kırgın bir anlam
Surat bir karış: Dargın, öfkeli, asıl yüzlü. "Biraz sonra
Surat düşkünü: Yüzü aşırı derecede çirkin olan, çehre züğürdü
Surat etmek (birine): Bir kimseye karşı dargınlık ve asık surat
Suratı kasap süngeriyle silinmiş: Arsız, yüzsüz, utanma duygusunu
Yüreğine su serpilmek (İçine su serpilmek): Bir konudaki kaygılarından
Sus payı: Gizlenen bir şeyi başkalarına söylememesi ya da
Suspus olmak: Artık ses soluk çıkarmamak, susup sinmek
Suya düşmek: (Bir iş) Kimi engeller, nedenler yüzünden
Suya götürüp susuz getirmek: (Biri, başkasını) Ondan akıllı, ondan kurnaz
Suya sabuna dokunmamak: Konuşmalarında ve davranışlarında kimseyi incitmeyecek
Suyu baştan kesmek: Bir konu ya da işin özü üzerinde konuşup ayrıntılarını
Suyu bulandırmak: Yolunda giden düzenli bir işi kötü niyetle karıştırmak
Suyu kaynamak: Yönetimden, işin başından uzaklaşması yakın olmak
Suyu kesilmiş değirmene dönmek: Ortalıkta ses seda kalmamak
Suyu mu çıktı (bir yerin): "Burada kalmak istemeyişinin nedeni ne?"
Suyun başı: En çok kazanç sağlanacak yer. "Asıl sen suyun
Suyunca gitmek (birinin): Tutum ve davranışlarını onun isteklerine göre
Suyu nereden geliyor (bir işin): "Bu işin yapılması, yürütülmesi için harcanan
Suyunu çekmek: Harcanmakta olan bir para bitecek duruma
Suyunun suyu: Bir şeyle çok uzaktan ilgili olan şey
Su yüzü görmemiş: Çok kirli, hiç yıkanmamış. "Üstündekilerin
Su yüzüne çıkmak: Gizli kalmış bir düşünce, bir tutum artık belli olmak
Süklüm püklüm: Ezilip büzülerek, utanıp sıkılarak
Sünger geçirmek (bir işin üzerinden): Geçmişte yapılan bir işi olmamış
Süngüsü düşük: Neşesi, etkinliği kalmamış. "Nedense bugünlerde
Sürüncemede kalmak: Bir iş sonuçlanmamak, sürünüp durmak
Sürü sepet: Birçok şey ya da kimse. "Gece yarısını
Sürüsüne bereket: Bir şeyin çok olduğunu belirtmek için
Süsleyip püslemek: Çarpıcı bir biçimde süslemek
Süt dökmüş kedi gibi: Suç işlemiş olanların korkaklığı
Süt kuzusu: Her yönüyle korunması gerekli küçük çocuk
Sütliman olmak: (Ortalık) Gürültüsüz, patırtısız, dingin olmak
Sütü bozuk: Soysuz, aşağılık, soydan kötü. "Bilirim onun
Sütünü helal etmemek (etmek): Bir annenin, evladının olumsuz
Sütü temiz: Soylu, temiz yaradılışlı kimse
Şabanlık etmek: Uygun olmayan aptalca bir davranışta
Şafak atmak (birinde): Önemli ve çetin bir durumla karşı karşıya
Şafak sökmek: Sabaha doğru, ortalık ağarmak, gece karanlığı
Şaha kalkmak: 1. At azgınlaşıp ön ayaklarını yerden kesip arka ayakları
Şah iken şahbaz olmak: Bir kimsenin herhangi bir nedenle çirkinliğinin
Şahsiyat yapmak: Üzerinde konuşulan bir konudan ayrılıp
Şaka gibi gelmek: Bir şeyin olacağına inanmamak
Şaka götürmemek: Bir iş ya da durumun hafife alınır yanı
Şaka iken kaka olmak: Şakayla başlayan bir durum kavgaya
Şaka kaldırmak (Şaka kaldırmamak): Sözle ya da eylemle yapılan
Şaka maka derken: "Önceleri önemsemeyip hafiften aldık, ancak
Şakası yok (birinin, bir durumun): 1. Kimsenin hatırına, gönlüne bakmadan
Şakaya getirmek (Şakaya vurmak): Ağırbaşlı, ciddi bir konuyu şakaya
Şaka yapmak: Şaka olarak bir söz söylemek ya da bir
Şaka yollu: Şaka olmamasına karşın, şakaymış gibi bir hava
Şamar oğlanı: Herkesin hıncını kendisinden aldığı
Şansa kalmak: Bir şeyin gerçekleşmesinde çok az umut
Şansı dönmek: Talihi iyiyken kötü, kötüyken iyi olmak
Şansı yaver gitmek: Talihi yardımcı olmak. "Şansı yaver gitmiş
Şans tanımak: Karşısındakine bir işi yapması için bir fırsat
Şapa oturmak: Kurtulmanın, içinden sıyrılmanın güç olduğu
Şap gibi: Yenilemeyecek ölçüde tuzlu
Şapka çıkarmak: Birinin büyüklüğünü, üstünlüğünü kabul
Şapur şupur: Dudaklarını şapırdatarak. "Önüne konanları
Şaşkına dönmek: Ne edeceğini, ne yapacağını bilemeyecek
Şekerleme yapmak: Oturduğu yerde hafif bir uyku çekmek
Şeşi beş görmek: Doğru görmemek, yanlış görmek, görüşünde
Şeytana külahı (papucu) ters giydirmek: Çok kurnaz olmak
Şeytana uymak: Doğru yoldan saparak kötü bir iş yapmak
Şeytan çekici: Becerikli, kurnaz, cana yakın çocuk
Şeytan dürtmek: Ayrımında olmadan, durup dururken kötü
Şeytan görsün yüzünü: "Yüzünü görmek istemiyorum"
Şeytanın art ayağı: Afacan, yaramaz, aynı zamanda çok akıllı
Şeytanın ayağını kırmak: Bir türlü gidemediği yere gitmek
Şeytanın yattığı yeri bilmek: Hiç kimsenin düşünmediği, bilmediği şeyleri
Şifayı bulmak: Hastalığı artmak, hastalanmak. "Pencerenin
Şimdiden tezi yok: Bir iş ya da bir tasarıdan söz ederken ona girişmek
Şimşek çakmak: İnsanın kafasında birdenbire bir düşünce uyanmak
Şom ağızlı: Her şeyi kötü yanıyla gören, kötüye yorumlayan
Şöyle böyle: 1. Ne iyi ne kötü. "Şöyle böyle geçiyor günlerimiz"
Şunu bunu bilmemek: İtiraz kabul etmemek.
Şunun şurasında: (Zaman için) Pek kısa, pek önemsiz
Tabana kuvvet: "Binecek bir taşıt yok, yürümek gerekiyor"
Tabanı yanmış it gibi dolaşmak: Bir oraya bir buraya sürekli gidip gelmek
Tabanları kaldırmak: Koşmak, kaçmak, koşmaya başlamak
Tabanları yağlamak: 1. Uzak bir yere yaya gitmek için tüm gücünü
Taban tepmek (taban patlatmak): Çok uzun bir yolu yürümek
Taban tabana zıt: Biri ötekine tümüyle karşıt olan. "Sözüyle davranışı
Tabiat sahibi: Dürüst, iyi ve güzel şeylerin ayrımına varan kimse
Taburcu olmak: iyileşip sağlığına kavuşarak hastaneden çıkmak
Tadı damağında kalmak: Tadını unutmamak, anımsamak
Tadı kaçmak: Beğenilen, hoşlanılan yönlerini yitirmek
Tadına varmak: Bir şeyin güzelliğini bütün inceliğiyle anlamak
Tadında bırakmak: Bir şeyde aşırılığa kaçmamak, zevkini
Tadını çıkarmak: Güzel bir şeyden ya da durumdan istediğince
Tadını kaçırmak: Güzel bir durumu ya da bir şeyi aşırılığa kaçarak
Tadı tuzu yok: Yavan, tatsız tuzsuz anlamında söylenir
Tahtalı köyü boylamak: Ölmek. "O hastalık yüzünden köyün
Tahtası eksik: "Dengesiz, aklı tam değil" anlamında söylenir
Takıp takıştırmak: Özene bezene süs eşyaları takınmak
Takke düştü kel göründü: Bir ayıbı gizleyen ya da örten şeyin ortadan
Takla atmak: Birine dalkavukluk etmek. "Etrafımda takla attığın
Talihine küsmek (Kaderine küsmek): İçine düştüğü kötü durumdan yalnızca
Talihi yar olmak: İşleri düşündüğü, tasarladığı
Tamtakır, kuru bakır: "İçi bomboş, bulunması gerekli eşyalardan
Tanrı misafiri: Bir eve kendilğinden gelen, orada kalıp hoşça tutulan
Tası tarağı toplamak: Gitmek üzere pilisini pırtısını, tüm eşyasını
Taş atmak (birine): Dolaylı bir biçimde birine dokunacak söz
Taş çatlasa: Ne yapılırsa yapılsın, ne denli zorlansa.
Taş çıkartmak (biri, başkasına): Biri, ötekinden her yönüyle
Taşı gediğine koymak: Söylemek istediği bir sözü fırsat kollayıp
Taşı sıksa suyunu çıkarmak: Vücutça çok dinç, çok güçlü
Taş kesilmek: Hiçbir şey söylememek, sesi soluğu çıkmaz
Taş taş üstünde bırakmamak: Bir yerdeki tüm evleri yerle bir edercesine
Tatlı bela: Çoluk çocuk. "Tatlı bela bunlar, insanı hem
Tatlı dil: Okşayıcı, gönül alıcı söz
Tatlıya bağlamak (bir işi): Bir konuda ortaya çıkan anlaşmazlığı
Tatlı yerinde bırakmak (Tatlı yerindekesmek): Bir işi sıkıcı
Tavan başına yıkılmak (çökmek): Aldığı üzüntülü bir haber ya da karşılaştığı
Tavır almak (Tavır takınmak): Belli bir davranış biçimini benimsemek
Tavşana kaç, tazıya tut demek: Birbirine ters düşen davranışlar
Tavşan uykusu : Tetikte uyunan, çabuk uyanılan uyku, hafif uyku
Tavşan yürekli: Oldukça korkak, ürkek. "Sen onu tavşan yürekli
Tazıya dönmek: Çok zayıflamak. "Ne yiyor, ne içiyor
Tebdil gezmek: Kendini gizlemek, tanınmasını önlemek için kıIık
Tebelleş olmak: Birisine musallat olmak, krş. Başına bitmek
Tecrübe tahtası olmak: Üzerinde birçok denemeler yapılmak, tecrübe amacıyla
Tefe koymak (koyup çalmak): Birini ya da bir olayı alaya alarak onun
Tekeden süt çıkarmak: En güç, en olmayacak bir şeyi olur kılmak
Tekeline almak: Bir şeye tek başına sahip olmak
Tekerine taş koymak: Bir kimsenin iyi giden işlerini bozacak
Tekne kazıntısı: Yaşlı bir kadının en son doğurduğu çocuk
Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp koymak (öne sürmek): Bir konuyu sürekli olarak
Temize havale etmek: Yiyeceği çarçabuk tüketmek
Tencere dibin kara seninki benden kara: Eksiklik, kötülük yönünden birbirini
Tepeden bakmak (birine): Karşısındakinden kendini yüksek görmek
Tepeden tırnağa (kadar): Her yanı, bütün vücudu. "Mağaranın
Tepesi atmak: Birdenbire çok öfkelenmek, aşırı ölçüde kızmak
Tepesinden kaynar su dökülmek: Aşırı derecede üzülmek, bu üzüntüyle ter içinde
Tepesine binmek: Güçlü bir kimse, birini bir şey yapmaya zorlamak
Tepesine çıkmak: Şımarıklık edip istediğini yaptırmak. "Sevildiğini
Tepesinin tası atmak: İçinde biriken öfkenin etkisiyle birdenbire
Tepe tepe kullanmak (birini, bir şeyi): Eskiyip yıpranacağını düşünmeden
Teraziye vurmak: Düşünce tartısından geçirip değerlendirmek
Terbiyeli maymun gibi: "Kendisine söylenenleri dikkatle izler
Ter basmak: Üzüntü ve sıkıntıdan ter içinde kalmak
Ter dökmek: Zor bir iş üzerinde uğraşmak, çaba göstermek
Tereciye tere satmak: Bir kimseye çok iyi bildiği bir şeyi
Tereyağından kıl çeker gibi: Herhangi bir işteki sorumluluğundan
Terör estirmek: Çevresinde korku salmak, çevresini korkutmak
Ters düşmek: Birbirine karşı aykırı durumda olmak
Tersi dönmek: Nerede olduğunu, nereye gideceğini, bilemez
Tersyüz etmek: Giyilmiş, eskitilmiş olan giysinin içini
Teslim bayrağı çekmek: Yenilgisini açıkça belli etmek. "Daha fazla direnemezdik
Tetikte olmak: Hemen harekete geçecek durumda beklemek
Tez elden: Geciktirmeden, çarçabuk. "Mektubunu aldım
Tezkere bırakmak: Askerlik görevini yapıp bitirdiği halde
Tezkeresini eline vermek: Uzaklaştırıp kovmak.
Tıka basa yemek: Mideyi gereksiz şeylerle doldurmak
Tıpış tıpış gelmek (gitmek): İstememesine karşın bir yere gitme
Tıraş etmek: Bir kimseyi bıktıracak ölçüde uzun uzun anlatmak
Tırpan atmak: İstemediklerinin görevine son vererek, onları görev aldıkları
Tilki uykusuna yatmak: Uyuyormuş gibi yaparak çevreyi kolaçan etmek
Timsah gözyaşı dökmek: Zarara soktuğu ya da kötülük ettiği
Tiridi çıkmak: iyice yaşlanmış, zayıflamış, gücü tükenmiş olmak
Tohuma kaçmak: Evlenme çağı gelip geçmek, kartlaşmak
Tok evin aç kedisi: Evde istemediklerini başka yerde isteyen çocuk için
Tok sözlü: Karşısındakinin hatırına, gönlüne bakmadan ne düşünüyorsa
Top atmak: Ticarette sermayesini batırmak, iflas etmek
Topa tutmak: 1. Bir yere art arda topla ateş etmek
Toprağa bakmak: Gözleri boşluğa bakmak, ölümü yakın olmak
Toprağa vermek: Ölüyü gömmek. "Öğle namazından
Toprağı çekmiş: Oturduğu yerden kısa bir süre için bir başka
Topuk çalmak: Ayakların dışa doğru çıkıntılı olan kemiklerini
Topun ağzında: Kendisine çatılacak ilk kişi. "Sen değil
Topu topu: Az olan bir şeyin tümü. "Cebinde topu topu
Torpil geçmek (torpil yapmak): Birini kayırarak ona arka çıkmak
Tozdan dumandan ferman okunmamak: Kimselere söz anlatamayacak
Toz kondurmamak: Bir kimsede ya da bir şeyde herhangi bir kusurun varlığını
Toz olmak: Ortadan kaybolmak. "Bahçe kapısının
Tozpembe görmek (dünyayı): Yaşamdaki üzücü durumları, karşılaşılan
Tozu dumana katmak: Gürültü, patırtı çıkarmak, ortalığı altüst etmek
Treni kaçırmak: Bir olanağı zamanında kullanamamak
Turnayı gözünden vurmak: Olanaklardan yararlanacak çok değerli
Turp gibi: (Kişi) Sağlıklı, güçlü kuvvetli, sağlığı yerinde
Turşu gibi olmak: (Biri) Yorgun ve halsiz kalmak
Turşusu çıkmak: 1. Çalışmaktan bitkin duruma düşmek, çok yorulmak
Turşusunu kurmak: Elden çıkarılması, harcanması gereken şeyleri
Tutarağı tutmak: Zaman zaman görülen aşırı sinirliliği ve huysuzluğuyla
Tut kelin perçeminden: Çözümü güç ya da gerçekleştirilmesi
Tutsak etmek: Birinin özgürce hareket etmesini önleyerek
Tuttuğu altın olmak: Bir yardım yaparak, ya da hayırda bulunarak
Tuttuğu dal elinde kalmak: Kime güvendiyse, hangi işe giriştiyse bunların
Tuttuğunu koparmak: El attığı her işi başarı ile sonuçlandıran bir yeteneğe
Tutunacak dalı olmamak: Güveneceği, destek ve güç alacağı
Tuzağa düşmek (Tongaya basmak): Bir kimse, kendisini kötü bir duruma düşürmek
Tuz biber ekmek (üstüne, yaraya): Daha önceden var olan bir üzüntünün
Tuz buz olmak (Tuzla buz olmak): Cam türünden şeyler kırılarak
Tuzlayayım da kokmayasın (kokma): Sözleri ve davranışları anlamsız
Tuzluya mal olmak (oturmak, patlamak): Çok pahalıya gelmek
Tuzu kuru: Durumu iyi, işi, geliri yolunda olduğu için kaygılanacak
Tükürdüğünü yalamak: Verdiği sözü tutmamak, ondan dönme
Türküsünü çağırmak: Bir kimsenin yanını tutmak, söz ve davranışlarını
Tütünü tepesinden çıkmak: Bir acının etkisiyle yanıp kavrulmak.
Tüy dikmek (Üstüne tüy dikmek): Daha önce yapılan bir kötülüğü ya da içinde
Tüyleri diken diken olmak (Tüyleri ürpermek): Soğuk, korku ve ürkünün etkisiyle
Tüyüne dokunmak: Bir kimseye en ufak zarar verecek
Ucu bucağı olmamak (bulunmamak): Yer ve alan olarak sanki
Ucu (birine) dokunmak: Bir işin bir yanı birine zarar vermek
Ucunda bir şey olmak: Bir işin ya da konunun içinde açıktan
Ucunda ölüm yok ya: "İnsan bu işi yapmakla ya da böyle bir işi
Ucunu kaçırmak: (Bir iş) İyi gitmemek, gidişini denetleyememek
Ucunu ortasını bulmak: Bir konuda iki yanın arasını bulup
Ucu ortası belli olmamak: İşe başından mı, sonundan
Ucu ucuna gelmek: Ancak yetişecek kadar olmak, zor zar
Ucuz atlatmak (Ucuz kurtulmak): Tehlikeli ve güç bir durumdan
Uçan kuşa borcu olmak: Pek çok yere ve kimseye borcu olmak
Uçan kuştan medet ummak: İçinde bulunduğu sıkıntılı ortamdan kurtulmak
Uç uca gelmek: Güçlükle yetişmek, denk gelmek
Uç vermek: Bir bitki filizlenmeye başlamak ya da bilinmeyen şeyleri
Ufak tefek: 1. Kısa boylu, küçücük gövdeli. "Seni ufak tefek biriyle
Ufak ufak at da civcivler yesin: "Gerçekçi davranmıyorsun
Ufkunu genişletmek: Bilgisini, anlayışını ve görüşlerini
Uluorta söz söylemek: Gelişigüzel, rastgele konuşmak
Uma uma döndük muma: Umulan, beklenilen bir şeyin gerçekleşmesini
Umudunu kırmak: Güvenini sarsıp yıkmak.
Umurunda değil: Önemsemez, aldırış etmez
Umut fakirin ekmeği ye Mehmet ye: "Dilediğin kadar umabilirsin, ancak umdukların
Umut Kaf dağının ardında: Bir işte umutsuzluk belirtmek
Umut kesmek: Bir işten hiçbir şey beklememek, umudunu
Un ufak etmek (Un ufak olmak): Un gibi olmak ya da ufak ufak
Ununu elemiş, eleğini asmış: "Bütün görevlerini yapmış bitirmiş
Us pahası: Düşüncesizce davranan ve bundan zarar gören birinin
Utancından yere geçmek: Utancından gizlenecek yer bulamamak
Uyku bastırmak: Aşırı biçimde uyuma isteği duymak, çok
Uyku çekmek: Uzun süre uyumak, iyice uyumak
Uyku gözünden akmak: Gözlerinin kapanır gibi olmasından
Uyku kestirmek: Kısa süre uyumak. "Divana uzanmış
Uykusu açılmak: Üzerindeki uykulu hal gitmek
Uykusu başına vurmak: Uykusunu iyi alamadığından huysuzluğu ve tersliği
Uykusu kaçmak: 1. Uyuması gerekirken herhangi bir nedenle uyuyamamak
Uykusunu almak: Yeteri kadar uyumuş olmak. "Akşamleyin
Uyku tulumu: Uyumayı çok seven, çok uyuyan kimse
Uyur uyanık: Yarı uykulu, yarı uyanık.
Uyuyan yılanın kuyruğuna basmak: Kötü yaradılışlı birinin yeni kötülükler
Uzağı görmek (ileriyi görmek) : İleride durumun nasıl
Uzak durmak: Bir olaya ya da bir topluluğa karışmamak
Uzaktan merhaba: "Dostluğumuz var, ancak sıkı fıkı değil"
Uzaktan uzağa: Çok uzaktan, ilgisi çok az olan. "Oturduğum
Uzaktan yakından: "Hiçbir şekilde, kesinlikle" anlamında
Uzun boylu (Uzun uzadıya): Uzatıp ayrıntılara inerek
Uzun etmek: Nazlanmak, sözünde direnmek.
Uzun hikâye: Ayrıntıları çok olduğundan anlatılması uzun sürecek
Uzun sözün (lafın) kısası: Kısacası, özetle, kestirmeden
Üç aşağı beş yukarı: Belli bir sayıdan ya biraz fazla ya biraz eksik
Üç buçuk atmak: Kötü bir durum ortaya çıkacak diye kaygı
Üçe beşe bakmamak: Bir malın alım ya da satımında
Üçkağıda gelmek: Aldatılıp dolandırılmak. "Belgelerin sahte
Üst baş: Giyecekler, giysiler, giyim kuşam. "Üstü başı perişan
Üst başa geçmek: Bir toplantı ya da yerde en büyüklerin
Üste çıkmak: Suçlu olduğu halde suçsuz durumuna geçip kendisinin
Üste vermek: Aldığı değerli bir şeyin yerine, değeri az bir şey verirken
Üst perdeden konuşmak: Yüksek sesle ya da böbürlenip üstünlük
Üstü başı dökülmek: Giyim kuşamı, kılık kıyafeti pejmürde
Üstü kapalı konuşmak: Bir konuyu açık açık anlatma, söyleme yerine
Üstünde durmak (Üzerinde durmak) (bir işin) : Bir işe önem vermek
Üstünde kalmak: Bir malın artırma ya da eksiltme yoluyla satımında
Üstünden akmak: Görünüşünden bir durumu açıkça belli olmak
Üstünden atmak (üzerinden atmak): Kendisinin sorumlu olmadığını
Üstünden dökülmek: (Giysi) Bol gelmek, biçimsiz durmak
Üstünden zaman geçmek: Bir olay ya da olgunun oluşundan
Üstüne almak (üzerine almak): 1. Bir iş ya da davranışın kendisine
Üstüne atmak (bir suçu birinin): Bir suçu, o suçla ilgisi olmayanın üzerine
Üstüne basa basa (Üzerine basa basa): Değişik bir söyleyişle
Üstüne basmak: Bir konuda uygun ve yerinde bir düşünce öne
Üstüne bir bardak su içmek: Başkasına borç ya da ödünç verdiği
Üstüne düşmek: Çocuğunu sevme ve korumada aşırı derecede
Üstüne evlenmek: Karısı varken bir karı daha almak
Üstüne geçirmek: 1. Bir malın tapusunu kendi adına çıkartmak
Üstüne gelmek (bir şeyin, sözün): Bir kimse, bir şeyin
Üstüne gitmek: İlgilenmek, karışmak. "Bu konunun
Üstüne gül koklamamak (karısının): Karısı dışında başka
Üstüne güneş doğmamak: Çok erken, güneş doğmadan
Üstüne mal etmemek: Bir işi kendisiyle ilgili saymamak
Üstüne oturmak (Üstüne yatmak): Başkasının malını kendine
Üstüne ölü toprağı serpilmiş gibi: Cansız, hareketsiz, uyuşuk biçimde
Üstüne titremek: Bir şeye aşırıca özen gösterip ona bir zarar gelmesin
Üstüne varmak (birinin): Bir şey yapması konusunda birini
Üstüne yıkmak: Bir suçu ya da iyi olmayan bir işi başkasının
Üstüne yok: Ondan daha iyisi, ondan daha üstünü yok. "Kırık çıkık
Üstüne yürümek: Saldıracakmış gibi bir kimsenin üstüne yürümek
Üst üste: Birbiri ardından, tekrar tekrar. "Aynı plağı
Üzümün çöpü armudun sapı var demek: Her şeyde eksik
Vadesi gelmek: Ömrü sona ermek, eceli gelmek
Vakit geçirmek: Oyalanmak, uğraşmak
Vakit kaybetmeden: "Hemen, derhal" anlamında kullanılır
Vakit kazanmak: Bir işte karşı tarafı türlü yollarla oyalayıp
Vakitli vakitsiz: Zamanın uygun olup olmadığını düşünmeden
Vakti dolmak: Bir işe ayrılan süre tamam olmak
Vaktini almak (Vaktini yemek): Bir iş, yapılması için bir süre uğraştırmak
Vaktini öldürmek: Zamanını iş yapmadan boş şeylerle
Vaktini şaşmamak: Bir şeyi tam, onun için belirlenmiş
Vara yoğa karışmak: Hemen her işe burnunu sokmak
Varı yoğu: Tüm varlığı, nesi varsa. "Varı yoğu
Varlık göstermek: Beğenilir bir iş yapmak, kendini göstermek
Varlıkta darlık çekmek: Parası pulu olduğu halde herhangi
Varsa o, yoksa o: "En çok onu seviyor, onu düşünüyor, onun dışında
Vartayı atlatmak: Tehlikeli ve korkulu bir durumdan kurtulmak
Var, yok: Belli bir ölçü ya da miktara yakın anlamında
Vay canına (vay anasını): Şaşma ve hayret bildirir
Vay sen misin? Bir söz ya da davranışın öfkelenmeye yol açtığını belirtmek için
Verem etmek: Birini aşırı derecede üzmek.
Verip veriştirmek: (Birine) Ağır ve kırıcı sözler söylemek
Veryansın etmek: Acımadan, hiçbir şey düşünmeden
Vıdı vıdı etmek: Çevresindekileri bezdirecek biçimde sürekli
Vız gelmek (Vız gelip tırıs gitmek) (birine bir şey): Bir kimse
Volta atmak: Bir aşağı bir yukarı dolaşmak
Vur abalıya: Her fedakârlığın yumuşak huylu
Vur deyince öldürmek: Kendisinden istenilen bir işte
Vurduğu yerden ses getirmek: Çok güçlü ve eli ağır olmak
Vurdukça tozumak: İnceleyip düzelttikçe eksiği çıkmak
Vurgun vurmak: Yasadışı yollara saparak kısa sürede çok
Vur patlasın çal oynasın: Parasının tümünü zevke ve eğlenceye yatıran
Yabana atmak: Bir şeye önem vermemek, onu önemsiz görmek
Yabancısı olmamak (Yabancısı olmak): Bir yeri ya da şeyi bilmek
Ya dayak yememiş, ya sayı saymasını bilmiyor: Bir işte gerçekçi davranılmayıp
Yağ bağlamak: Bir şeye çok sevinmek, içi rahatlamak
Yağ bal olsun: Bir kimsenin yedikleri "ona helal olsun"
Yağcılık etmek (Yağ çekmek) (birine): Bir kimseye onda bulunmayan
Yağlayıp ballamak: Bir şeyi överek, olmayan nitelikleri
Yağlı ballı olmak: Birbirleriyle çok iyi olmak, krş. Aralarından su sızmamak
Yağlı kapı: Çalıştırdığı kişiye bol para, yiyecek vb. sağlayan
Yağlı kuyruk: Kolayca sömürülecek, emek vermeden
Yağlı müşteri: Çokça alışveriş yapan, parası pulu çok müşteri
Yağma etmek (Yağma edilmek): Zor kullanılarak bir malın
Yağma Hasan'ın böreği: Sahipsiz, herkesin yararlandığı bir nesne
Yağma yok: Buna kimse razı olmaz, öyle şey yok
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak: Bir tehlikeden kaçayım derken
Yağmur olsa kimsenin tarlasına yağmaz (Yağmur olsa kimsenin tarlasına düşmez)
Yağmur yağarken küpünü doldurmak: Kazanma olanağı varken, bu olanaktan
Yağ tulumu: Çok şişman kişiler ya da semiz hayvanlar için
Yaka paça (götürmek): Bir kimseyi tutup zorla (götürmek)
Yakası açılmadık (küfür, açık saçık söz): Duyulmamış, işitilmemiş
Yakasına sarılmak: Birinden hesap sormak ya da istediğini
Yakasına yapışmak (Yakasını bırakmamak): Bir kimseyi usandıracak
Yakasını kaptırmak: Bir işe ya da bir kişiye kolay kolay ondan
Yaka silkmek (birinden): Bir kimseden bezmek, bıkıp usanmak
Yakayı ele vermek: Kaçamayarak ele geçmek, yakalanmak
Yakayı kurtarmak (Yakayı sıyırmak): İstemeyerek bulunduğu
Yakıp yıkmak: Her şeyi yerle bir etmek, büyük zarar vermek
Yakışık almamak: Uygun düşmemek, yerinde olmamak
Yalancı pehlivan: Büyük işler yapacağını söyleyen, gerçekte
Yalancısı olmak (birinin): Kanıtlanması olanaksız bir sözü başkalarından
Yalan dolan: Gerçek dışı, yalan dalavere
Yalan yanlış: Doğru olmayan, yanlışlarla yüklü, düzgün olmasına
Yalan yere: Gerçek dışı, gerçeğe aykırı olarak
Yalap şalap: Özensiz biçimde, yarım yamalak
Yalayıp yutmak: Önündeki yiyeceklerden hiçbir şey artırmayarak
Yalınayak, başı kabak: Üstü başı perişan, ayağında ve başında
Yalpa vurmak: Sağa sola sallanarak yürümek
Yanağından kan damlamak (Yanağından kan fışkırmak): Sağlığının yerinde olduğu
Yan bakmak: Bir şeye kötü gözle ya da küçümseyerek bakmak
Yan çizmek: Bir işten kaçmak. "Önce büyüğü, arkasından
Yan gelip yatmak (Yan gelip oturmak): Yapılması gerekli işleri bir yana atıp
Yangına körükle gitmek: Bir anlaşmazlıkta her iki yanı da kışkırtacak
Yangından mal kaçırır gibi: Aşırı bir çabuklukla, herkesten gizleyerek
Yan gözle: Göz ucuyla. "Şöyle bir yan gözle beni süzdü
Yanına bırakmamak (koymamak) (birinin davranışını): Yapılan kötü bir davranışı
Yanına kar kalmak: Cezasız kalıp yaptığının karşılığını görmemek
Yanından bile geçmemiş (bir şeyin): O şeyle bir yakınlığı, bir benzerliği
Yanıp tutuşmak (biri için, bir şey için): Büyük bir aşk içinde bulunmak
Yanıp yakılmak: Derdini döküp sızlanmak, dertlerini dile getirmek
Yanlış ata oynamak: Yanılmak, doğru olmayan bir iş yapmak
Yanlış kapı çalmak: İsteğinin yapılmayacağı, kabul edilmeyeceği
Yan tutmak (Taraf tutmak): Yansız olmamak, taraflardan
Yapmadığı kalmamak (Yapmadığını bırakmamak): Bütün kötülükleri
Yara açmak: Büyük bir dert ve üzüntü yaratmak
Yaradana sığınıp (bir iş yapmak): Bütün gücünü kullanarak
Yaralı parmağa işememek: En küçük yardımları bile başkalarından
Yarasını deşmek: Bir kimsenin üzüntüsünü, acısını ona
Yarım ağızla (söylemek): Tam istekli görünmeyerek
Yarım yamalak: Tamamlanmamış, eksik. "Evi yarım yamalak
Yarından tezi yok: Hemen yarın. "Yarından tezi yok
Yarı yolda bırakmak (birini): Yapmakta olduğu bir yardımı
Ya sabır çekmek: Sıkıntılı bir duruma sessizce katlanmak
Yas tutmak: Çok sevilen bir kimsenin ölümüyle doğan acı ve üzüntünün
Yaşama geçirmek: Bir düşünceyi uygulamaya koymak
Yaşama küsmek: Yaşama sevincini, yaşama isteğini yitirmek
Yaş dökmek: Ağlamak. "Gözlerinden oluk oluk
Yaşı ne, başı ne: "Hem deneyimsiz, hem de yaşı küçük"
Yaşını başını almış (Yaşlı başlı): Yaşı oldukça ilerlemiş
Yaşını içine akıtmak: Duyduğu acı ve üzüntüyü dışa vurmamak
Yaş tahtaya basmak: Bir işte yeterince uyanık davranmama
Yatağa düşmek (yataklara düşmek): Ağır hasta olmak
Yataklık etmek: Yasadışı işlere karışmış kişileri evinde
Yatırım yapmak: Bugünkü tutumuyla gelecekte sağlayacağı çıkar için
Yavaş gel: Yüksekten atan gerçekleşmesi olanaksız şeylerden
Yaygarayı basmak: Hiçbir önemli neden yokken bağırıp çığırmak
Yaz boz tahtasına çevirmek: Sürekli bir biçimde, arka arkaya
Yazıklar olsun: Bir kimsenin uygunsuz bir davranışını kınamak
Yediği naneye bak: Uygunsuz bir davranışta bulunan
Yedi iklim dört bucak: Her yer, bütün dünya. "Türk’ün
Yedisinden yetmişine kadar: Herkes, en küçüğünden en büyüğüne
Yele vermek: Bir şeyi boş yere harcamak, savurup telef
Yelkenleri suya indirmek: Gerçeği görüp yüksekten atmayı
Yel yeperek yelken kürek: Çok acele ve telaşla
Yem borusu: Çevresindekilere ileride daha iyi ve daha güzel yaşama koşulları
Yem dökmek: Birini kandırmak ya da kendi yanına çekmek
Yemeden içmeden kesilmek: Üzüntüsünden iştahı kapanmak
Yer almak: Kimi kişiler arasında ya da adı bir yerde
Yer bulmak: (Biri) Çalışacağı, görev yapacağı bir yere
Yer demir, gök bakır: "Nereye başvurdumsa, kime söyledimse elime hiçbir
Yerden göğe kadar: Anlatılmayacak kadar çok
Yerden yere çalmak (Yerden yere vurmak): (Birini) Aşırı derecede hırpalayarak
Yere bakan yürek yakan: Görünüşü yönünden uysal olan
Yere baktırmak: Bir kimseyi utandırmak
Yere göğe koymamak: Bir kimseye aşırı ölçüde ilgi göstererek
Yer etmek: İz bırakmak, yerleşip kalmak
Yeri göğü ben yarattım demek: Aşırı derecede gururlanma
Yeri göğü tırmalamak: Çok acı ve sancı çekmek
Yerinde duramamak: Bir işe ya da eyleme girişmek
Yerinden olmak (Yerinden etmek): İşini ve yerini yitirmek
Yerinde saymak: İlerleyememek, bulunduğu yerde kalmak
Yerinde yeller esmek: Artık yerinde bulunmamak, yerinde
Yerin dibine geçmek: Aşırı derecede utanmak, pek çok sıkılmak, o anda kimse tarafından
Yerine geçmek (biri, bir şey): Görevden ayrılan bir kimsenin yerini
Yerine getirmek: İstenileni, gereğini yapmak
Yerini doldurmak: 1. Bir görevin gereklerini başarıyla yapmak
Yerini tutmak: İşten ya da bir görevden ayrılan birinin yaptığı
Yeri yurdu belirsiz: Nerede barındığı, nerede bulunacağı
Yerli yerinde: Her şey kendi yerinde
Yerli yersiz: Gerekli gereksiz, uluorta, uygun olsun
Yer tutmak: (Bir nesne) Büyükçe bir yer kaplamak
Yer vermek: Önemli olduğunu söz ve yazıyla belirtmek
Yer yarılıp içine girmek: 1. Aşırı derecede utanmak
Yer yerinden oynamak: Bir durum ya da olay toplumun yaşamında
Yeşil ışık yakmak: Zararlı ve sakıncalı sonuçlar doğurabilecek
Yıkım olmak (bir iş, birisi için): Girişilen bir iş, o kimseye büyük zararlar
Yılan gibi: Çevresindekilere karşı çok soğuk ve sevgisizce
Yılan hikâyesi: Bir türlü çözülmeden, uzayıp giden sorun
Yılanı sen tut gözüne ben bakayım: Bir işin tehlikesini başkası
Yıldırımları üstüne çekmek (şimşekleri üstüne çekmek): Söz ve davranışlarıyla birçok kimseyi
Yıldırımla vurulmuşa dönmek: Bir kimse, ansızın aldığı kötü bir haber ya da yüz
Yıldızı parlamak: Bir kişi, yaptığı ya da gerçekleştirdiği bir işle ün kazanmak
Yıldızı sönmek: Bir kişi, kazandığı ünü yitirmek, eski saygınlığı
Yıldızları barışık olmak: İki kimse birbiriyle çok iyi geçinmek
Yıldızları saymak: Bütün gece hiç uyumamak, gözünü kırpmamak
Yırtık pırtık: Eskimiş, parça parça olmuş. "Üzerindeki yırtık
Yiğitlik sende kalsın (Yiğitlik bende kalsın): "Karşındaki gibi davranma
Yiyip bitirmek: Bir kimseyi sürekli biçimde hırpalayıp
Yok satmak: Bir nesneyi yokluğu yüzünden satamamak ya da
Yok yere: Hiçbir nedeni ve gereği yokken
Yok yok: "İstediğin her şeyi bulabilirsin" anlamında kullanılır
Yol açmak (bir şeye): Bir işe ilkin o başlayarak örneklik etmek
Yola düzülmek: Yola çıkıp yürümeye başlamak
Yola gelmek (yola getirmek): Bir kimsenin olumsuz
Yol almak: İlerlemek, yolda ilerlemek. "Sabahtan akşama
Yol aramak: Bir sorunu çözebilmek için olanak ve çare aramak
Yol bulmak: Bir sorunu sonuçlandıracak çareyi, olanağı bulmak
Yolcu etmek: Yola çıkacak bir kimseyi uğurlamak
Yol çizmek: Nasıl bir yol tutulacağını, neler yapılacağını
Yoldan çıkmak: Doğru bilinen gidişi bırakmak, kötülüğe sapmak
Yoldan kalmak: Bir engel yüzünden yolculuğu ertelenmek
Yol etmek: Bir işin sonucunu almak amacıyla bir yere sık sık
Yol görünmek: Bir yere gitme gereği doğmak. "Ağabeyim oraya
Yol göstermek: Bir kimseye, ne yapacağını, nasıl davranacağını
Yol kesmek: Güvenlik güçlerinin güç eriştiği, ıssız yollarda
Yollara düşmek: Kimi nedenlerin zorlamasıyla yola çıkmak
Yolları ayrılmak: Birlikte bir iş yapan, aynı görüş ve düşünceleri
Yol olmak: İlk kez yapılan bir iş ya da davranış başkalarınca
Yolsuz yöntemsiz: Yerleşik kural ve yöntemlere aykırı
Yol tutmak: Kendine özgü bir yaşama biçimi sürdürmek
Yoluna bakmak: Bir yere gitmiş olan birinin gelmesini
Yoluna girmek: İşler istenilen biçim ve düzeni almak
Yoluna koymak (işi): Bir kimse işlerine istediği düzeni
Yolunu beklemek (yolunu gözlemek): Büyük bir istekle bir kimsenin gelmesini
Yolunu bulmak: Amacına ulaşmak için çalışma biçimini ve yöntemini
Yolunu kesmek: Bir kimseye bir şey yapmak ya da ondan bir şey istemek
Yolunu sapıtmak (Yolunu şaşırmak): (Biri) Doğru gidişini, doğru yolu
Yolunu yapmak: Bir şeyi olumlu sonuca bağlayacak, onu olanaklı
Yolu tutmak: Yoldan hiçbir şey geçirmemek
Yol vermek: 1. Kişi ve taşıtların geçmesine izin vermek
Yol yakınken: Önceden olacağı sezilen kötü bir duruma
Yorgunluğunu almak: Dinlenerek yorgunluğunu gidermek
Yorgunu yokuşa sürmek: Yerine getirilmesi, yapılması aslında
Yorum yok: Bir konu ya da durumla ilgili olarak
Yufka yürekli: Acı veren, insanı üzen durum ve olaylara hiç dayanamayan
Yukarıdan almak: Bir konu üzerinde yapılan karşılıklı görüşmede
Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal: Birbirine karşıt, ikisi de aynı ölçüde
Yuları birinin elinde olmak: Birine bağımlı olmak, onun
Yumruk göstermek: Birini, bir işi yapmaması için korkutmak
Yumurta kapıya dayanmak (Yumurta kapıya gelmek): Zaman geçmek, iş sıkışık
Yumurtaya kulp takmak: En olmayacak açılardan bir şeyi eleştirmek
Yumuşak iniş: Uzay araçları ya da uçakların yere
Yumuşak karın: Bir kişi ya da ülkenin saldırıya
Yumuşak yüzlü (Yüzü yumuşak): Her isteği, bir gücenmeye yol açmamak
Yuvarlanıp gitmek: Olanaklara göre yaşamını sürdürmek
Yuvasını bozmak (Yuvasını dağıtmak): Aile ve ev yaşamını altüst etmek
Yuvasını yıkmak: Eşinden ayrılarak aile ocağının dağılmasına
Yük altına girmek: Yapılması güç ve ağır bi görev üstlenmek
Yük olmak (birine): Sıkıntı veren, güç bir işi başkasına yaptırmak
Yükseklerde dolaşmak (Yüksekten uçmak): Erişilmesi ve elde edilmesi
Yüksekten atmak (Tafra satmak): Üstesinden gelemeyeceği
Yükte hafif pahada ağır: İnci, altın yüzük, kolye... gibi taşınması kolay
Yükün altında kalmamak: Gördüğü bir iyilik ya da yardımı karşılıksız
Yükünü tutmak: Fırsatları değerlendirip pek çok para
Yüreği ağzına gelmek: Birdenbire çok korkmak
Yüreği cız etmek (Yüreği cızlamak): Ansızın içi sızlamak
Yüreği götürmemek: Acıklı bir şeye dayanamamak
Yüreği hop etmek (Yüreği hoplamak): Birdenbire büyük bir korku
Yüreği kabarmak: Heyecanlanıp aşırı derecede duygulanmak
Yüreği küt küt atmak: Herhangi bir nedenle aşırı derecede
Yüreğinden kan gitmek: Büyük ve derin bir acı, üzüntü içinde bulunmak
Yüreğine inmek: 1. Aşırı derece üzülmek. "Adı bu küçük olaya
Yüreği oynamak: Birden heyecanlanmak ya da korkmak
Yüreği parçalanmak: Birinin acıklı ve üzücü durumunu görüp ona çok
Yüreği soğumak: Düşmanının uğradığı bir yıkımdan içi ferahlanmak
Yüreği yağ bağlamak: İstediği gibi bir sonucun doğmasından
Yürekler acısı: Dayanılır gibi değil, çok acıklı
Yürürlüğe girmek: Uygulanmaya konmak
Yüz aklığıyla (yüzünün akıyla) çıkmak (bir işten): Kendisinden beklenen
Yüz bulmak: (Biri) Bir kimseden ilgi ve yakınlık görmek
Yüz çevirmek (dirsek çevirmek): (Bir kimseden) Gösterdiği
Yüze çıkmak: Aşırı derecede yüz bulup şımarmak
Yüze gülmek: Yapmacık olarak güler yüzlü davranmak
Yüze yüze kuyruğuna gelmek: Bir işi sonuna yaklaştırmak
Yüz göz olmak: Birbirlerine karşı saygılı olma durumunu yitirmek
Yüzsuyu dökmek (birine): Bir kimseye, kendini zorlayarak çok
Yüz tutmak: (Bir şey, belli bir durum almaya) Olmaya yaklaşmak
Yüzü ak: Suçu ve utanılacak bir durumu bulunmayan
Yüzü buruşmak: Bir işi istememek, ona katılmamak
Yüzü gözü açılmak: Utangaçlığını yitirmek
Yüzü gülmek: Sevinip neşelenmek, sevindirici bir duruma
Yüzü kalmamak (Yüzü olmamak): (Birine karşı) Üst üste birçok isteklerde
Yüzünden düşen bin parça (suratından düşen bin parça): Canının sıkıntısı
Yüzünden okumak: (Birinin) Ruhsal durumunu yüzünün
Yüzüne bağırmak: (Birinin) Yüzüne karşı saygısızca ve öfkeli biçimde
Yüzüne bakmamak (birinin): Bir kimseye bir davranışı ya da sözünden
Yüzüne bakmaya kıyılmaz: Pek çok güzel. "Bir kız ki yüzüne
Yüzüne durmamak: Bir kimseden, vermesi gereken ya da vermeye
Yüzüne gelmemek: (Birinin) Suçunu yüzüne söylememek
Yüzüne gözüne bulaştırmak: Bir işin üstesinden gelemeyerek
Yüzüne kan gelmek: Benzinin solgunluğu, sarılığı gidip yerine doğal rengi
Yüzüne karşı (söylemek): Korkup çekinmeden karşısında
Yüzüne tükürseler yağmur yağıyor sanır: Onurunu yitirmiş, arsız kimseler için söylenir
Yüzüne vurmak (Yüzüne çarpmak): Suçunu yüzüne açık açık
Yüzünü ağartmak (birinin): Yaptığı bir işle hem kendisinin hem de başkasının
Yüzünü ekşitmek (buruşturmak): Memnun olmadığını
Yüzünü gören cennetlik: Hiç görünmeyen kimselere söylenir
Yüzünü kara çıkarmak: (Birinin) Kendisiyle iIgili düşüncelerinin
Yüzünü kızartmak: Utanarak bir işi yapmak durumunda olmak
Yüzüstü bırakmak: Başladığı bir işi tamamlamamak
Yüzü soğuk: Sevilmeyen şeylerden söz edilirken kullanılır
Yüzü suyu hürmetine: Onun hatırı ve saygınlığı için
Yüzü tutmamak (bir şey söylemeye): Sıkıldığı, çekindiği
Yüzü yerde: Alçakgönüllü. "Kendi halinde
Yüz verince astarını istemek: Biraz olanak verip yakınlık gösterince
Yüz vermek (birine): Onun her türlü davranışını hoş karşılamak
Yüz yüze bakmak: Birbirleriyle her zaman görüşür, konuşur durumda
Yüz yüze gelmek: Birden karşılaşmak
Zamana uymak: Davranışlarını gelişen ve değişen koşullara
Zaman bırakmak: Bir iş için zaman ayırmak
Zaman kollamak: Uygun bir fırsat bulmaya, yakalamaya
Zaman öldürmek: Yararsız ve boş şeylerle uğraşmak
Zaman tanımak: (Birine) Bir işi yapma ya da bir tasarıyı
Zaman zaman (Vakit vakit): Arasıra, belirli olmayan
Zart zurt etmek: Yüksekten atıp tutmak, kendini önemli
Zar zor (zor zar): Bin bir güçlükle, zorlukla, ucu ucuna
Zehir zemberek (söz): Dokunaklı, çok acı. "O akşam
Zemheri zürafası: Kışın soğuk havada çok ince
Zemin hazırlamak: Bir durumun oluşması
Zerre kadar: Hiç. "Benim ona zerre kadar güvenim
Zevkine varmak (bir şeyin): Bir müzik parçası, bir resim ya da şiir
Zevkini çıkarmak (Tadını çıkarmak): (Bir şeyin) Güzelliğinden, tadından
Zevkini okşamak: (Bir şey, birinin) Hoşuna gitmek, beğenisine
Zevkten dört köşe olmak: Çok keyiflenmek, çok zevk duymak
Zeytinyağı gibi üste çıkmak: Türlü yollara başvurarak kurnazlıkla
Zılgıt vermek: Bir kimseyi korkutmak, paylamak, ona çıkışmak
Zırnık vermemek: En küçük, en değersiz bir şey dahi vermemek
Zıvanadan çıkmak: Taşkınca davranışlarda bulunmak, çıldırmak
Zihni açılmak: Kavrayışı gelişmek, daha çabuk anlar olmak
Zihni karışmak: Kafasının içi altüst olmak, düşünceleri bulanmak
Zihnine yerleştirmek: Bir şeyi unutmayacak biçimde öğrenmek
Zihnini kurcalamak: (Bir konu birinin) Sık sık aklına gelip kendisini
Zihni takılmak: Bir şey sürekli biçimde kafasını yormakta
Zil takıp oynamak: Çok sevinmek. "Haberi alınca nerdeyse
Zil zurna olmak: Kendinden geçecek, kendini bilmeyecek
Zindan kesilmek: 1. Bir yer oldukça karanlık bir duruma gelmek
Zokayı tutmak (Zokayı yutmak): Kandırılmak, aldatılıp
Zora binmek: İş, zor kullanmayı gerektirecek bir nitelik
Zora koşmak: Bir işte bir kimseye güçlük çıkarmak
Zor kullanmak: Bir işi yaptırmak için her türlü baskıya
Zoruna gitmek: Bir kimsenin sözünden ya da davranışından olumsuz
Zoru olmak: Bir yerinden bir sıkıntısı olmak
Zurnanın son deliği: Önemsiz bir kimseye denir