Belgesel film
Belgesel film, Bir ülke, bölge, kişi, halk, vb'yi tanıtmak amacıyla çekilmiş film. Tanımı gereği, belgesel filmin yalnızca gerçeği yansıttığı yolunda yaygın bir görüş bulunmakla birlikte, bu filmlerin büyük çoğunluğu tarafsız bir bakış açısıyla çekilmemiştir. Yalnızca konunun seçimi bile bir yorum içerir. Bu yüzden, belgesel filmi "kurguya dayanmayan" film diye tanımlamak belki de daha doğru olur. Belgeseller çoğunlukla dikkatle yazılmış bir senaryo ve titizlikle kurulmuş bir çatıya dayanırlar; amatör oyuncularla, doğaçtan diyaloglarla, gizlenmiş kameralarla çekilseler de, incelikli bir bakış açısını yansıtırlar.
Robert Flaherty'nin yok olmaya yüz tutmuş Eskimo yaşamı üstüne Nanook of the North (Kuzeyli Nanook, 1922) adlı filmi, dünya sinemasında ilk önemli belgeseldir ve günümüzde bir klasik olarak kabul edilmektedir. SSCB'de Sergey M. Ayzenştayn, (Ekim [Oktiabr,
1928]), Dziga Vertov (Kameralı Adam [Çelovek Skinoapparatam, 1929]) ve Aleksandr Petroviç Dovjenko'nun (Yeryüzü, 1930) çektikleri filmler de, siyasal etkilerinin yanı sıra, sanat yönünden son derece değerli belgesellerdir.
1928'de İngiliz sinema kuramcısı John Grierson, "Britanya İmparatorluğu hakkında olumlu bir imaj yaratacak filmler yapmakla" görevlendirilince, olağanüstü yetenekli bir yazarlar ve fotoğrafçılar grubunun yardımıyla çektiği Drifters (Serseriler, 1929), The Song of Ceylon (Seylan Şarkısı, 1934) ve Night Mail (Gece Postası, 1936), vb. birçok filmle, belgesel filmi, sinemanın önemli türlerinden biri haline getirmiştir.
1930 yıllarında ABD'de Pare Lorentz, Mississippi vadisindeki ye Dusty Bowl'daki koşulları olağanüstü bir biçimde incelediği The Plow That Broke the Plains (Ovaları Yaran Saban, 1936) ve The River(lrmak, 1937) adlı filmleriyle belgesel filme yeni bir atılım yaptırırken, Almanya'da Leni Riefenstahl Nazilere övgüler yağdıran bir propaganda başyapıtı sayılan Triumph des Willen (İradenin Zaferi, 1935; Nümberg'de yapılan Nasyonal Sosyalist Parti Kongresi Üstüne) ve atletleri yücelttiği Olympia'yı (1938) gerçekleştirmiştir. İkinci
Not: ABD'li ünlü belgesel film yönetmenlerinden Frederick Wİseman'in Welfare (Refah) adlı belgeseli, bütün çalışmaları gibi ne olayları anlatır ne de müziği vardır. Yalnızca kamerasına ve metnine güvenerek çalışan Wiıseman, böylece, belgesel sinemada kendine özgü bir üslup yaratmıştır: Seyirci, ekrandaki sahnenin kesinlikle gerçek olduğu izlenimine kapılır.
Dünya Savaşı'ndan sonra 1890'a doğru altın arayıcılarının hücumuna uğrayan Klondike'ın merkezi Dawson City'i anlatan, Canadian City of Gold(Kanada'daki Altın Kenti, 1957), teknik açıdan belgesel filmciliğe büyük bir atılım yaptırmış (filmde XIX. yy. sonlarının sabit fotoğraflarıyla çok ince ayrıntılara girilmiş ve kameranın görüntünün üstünden geçmesi sağlanmıştır), bu teknik, sanat konulu filmler başta, pek çok filmi etkilemiştir. Daha sonra büyük titizlikle hazırlanmış bilimsel belgesel filmleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu alanda ilk film 1956'da Jacques-Yves Cousteau'nun çektiği Sessiz Dünya'dır (Le Monde du Silence).
Luis Bunuel (Tierra sin Pan [Ekmeksiz Toprak, 1932]), Lindsay Anderson Thursday's Children [Perşembe Çocukları, 1953]), Alain Resnais (Guernica, 1950) gibi konulu film yapan yönetmenler de ünlü belgeseller çekmişler, Özellikle Resnais'in La Nuit et la Brume'ü (Gece ve Sis, 1955), Nazi işgali altındaki Fransa'ya duyarlı bakışıyla en etkili belgesel filmlerden biri olmuştur.
16 mm'lik hafif kameraların ve portatif senkronize ses sistemlerinin ortaya çıkması, belgesel yapımcılarına hareket serbestliği sağlamış (böylece ilk kez, görünüşte araya bir şey girmeden, filmi çekilen nesneye yaklaşılabiliyordu), ABD'de aralarında kameraman Richard Leacock ve yapımcı Robert Drew'un da bulunduğu bir grup, 1960'ta bir seçim kampanyasını yakından izleyen Primar/yi çekmişler, aynı gruptan Albert Maysles, kardeşi David'le belgesel filmin en iyi yapıtları arasında sayılan Salesman'i (Satıcı, 1969) gerçekleştirmiştir.
Avrupa'da hafif araçların getirdiği hareket özgürlüğü, cinéma vérité (gerçek sineması) akımının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Filmde yer alanların gerçek tepkiler vermelerini sağlamak için çekim sırasında müdahalede bulunan cinema-verité yönetmenlerinden Jean Rouch (Chronique d'une Eté [Yaz Günlüğü, 1961]) ve Chris Marker (Le Joli Mai[Güzel Mayıs, 1963]), yarattıkları tarzla, konulu film yapan yönetmenleri de büyük ölçüde etkilemişlerdir.
Türkiye'de ilk belgesel filmler, 14 Kasım 1914'te Fuat Uzkınay tarafından çekildiği (Ayastefanos'taki Rus anıtının yıkılışı) bilinen, ama günümüze kalmayan filmden sonra, gene Fuat Uzkınay tarafından Ordu Merkez Sineması için çekilen filmlerdir (Sultan Reşat'ın Cenaze Töreni), vb. Sonraki belgesel filmler genellikle haber ağırlıklı olmuş, İstanbul Üniversitesi Film Merkezi'nin kurulmasından (1956) sonra, Sabahattin Eyüboğlu ve Mazhar Şevket İpşiroğlu Hitit Güneşi (Berlin Film Festivalinde Gümüş Ayı ödülü), Adnan Benk ile Mazhar Şevket İpşiroğlu Akdenizve Adnan Benk Ben Asitavandes (Padova Üniversitesi Sanat Şenliği'nde, sanat filmleri dalında ikincilik ödülü) adlı filmleriyle, belgesel filme Türkiye'de büyük bir atılım yaptırmışlardır.