Bomba
BOMBA, hedefe fırlatıldığında, havadan atıldığında ya da uzaktan gönderilen sinyallerle uyarıldığında patlayacak biçimde tasarlanmış bir silahtır. Bunun için bombalar genellikle patlayıcı madde doldurulmuş metal bir kılıf ile fünye denen bir ateşleme düzeneğinden oluşur. Top mermisine benzeyen ilk bombalar barut doldurulmuş metal bir küre biçimindeydi ve ağır ağır yanan bir fitille ateşlenerek patlatılıyordu. Düşman siperlerine elle ya da havan topuyla atılan bu bombalar ilk kez 16. yüzyılda kullanıldı.
El bombası denen küçük bombalar kol gücüyle yaklaşık 30 metre uzağa fırlatılabilir. Ayrıca, özel tüfeklerle çok daha uzağa atılabilen tüfek bombalan geliştirilmiştir. II. Dünya Savaşı’nda denizaltılara karşı kullanılan su bombalan ise gemiden suya atılarak batmaya bırakılıyor ve basınca duyarlı bir fünye bombayı istenen derinlikte patlatıyordu. Sualtındaki bu patlama düşman denizaltısını yaralayacak ya da batıracak kadar güçlüydü. Bugün de hedefe doğru yönlendirilebilen, çok daha geliştirilmiş güdümlü su bombalan kullanılır.
Bütün bombalarda patlayıcı madde bulunmaz; bazıları gaz, duman ya da zehirli kimyasal maddelerle doludur. Çeşitli amaçlarla kullanılan bu bombalara, içindeki etkili maddenin türüne göre gaz bombası, kimyasal bomba, sis bombası ya da göz yaşartıcı bomba denir. Yangın bombalarında ise, ateşlendiği anda çok büyük bir ısı açığa çıkararak çevresindeki her şeyi yakan termit ve napalm gibi son derece yanıcı maddeler kullanılır.
Havadan Bombardıman
Bombalarda, top mermisindeki sevk barutu gibi itici bir madde bulunmaz (bak. Ateşlİ SİLAHLAR). Bu nedenle bombaların hedefe ulaşabilmesi için ya fırlatılması, ya havadan hedef üzerine bırakılması ya da patlayacağı yere önceden yerleştirilmesi gerekir. Bombaların uçaktan atılmasına ilk kez I. Dünya Savaşı yıllarında başlandı. Önceleri bombalar herhangi bir savaş uçağına yükleniyor ve hedefin üzerinden geçerken elle boşluğa bırakılıyordu. Sonradan, bombalan kanat altlarında ya da gövdenin içindeki özel bölmelerde taşıyan bombardıman uçakları geliştirildi. Bu bombalar yere çarptığı anda patlıyor ve metal gövde parçalanarak geniş bir alana saçılıyordu.
I.Dünya Savaşı’nda uçaklar 300 kg ağırlığındaki bombalan atabiliyordu. Daha ağır bombalar da yapılmıştı, ama bunlar kullanılamadı. Çünkü nişan alma aygıtları hedefi tek bir bombayla vurabilecek kadar gelişmiş değildi; uçaklar ise o ağırlıktaki bombalardan ancak bir tanesini taşıyabiliyordu.
II. Dünya Savaşı’nda artık her uçak 450-500 kilogramlık çok sayıda bombayı taşıyabilecek kadar gelişmişti. Hatta İngiliz yapımı Lancaster bombardıman uçağı, bu savaşın en ağır bombası olan 10 bin kilogramlık bir bombayı taşıyabiliyordu.
Havanın direncini en aza indirmek için bombalara genellikle balık gövdesi gibi aerodinamik bir biçim verilir ve düşerken yön değiştirerek hedeften sapmaması için kuyruğuna kanatçıklar eklenir. Ateşleme düzeneğinin tasarımında da bugüne kadar büyük gelişmeler olmuştur. Örneğin radyo sinyalleriyle çalışan ateşleme düzenekleri, bombanın hedefe en çok zarar verebileceği yükseklikte patlamasını sağlar. İngiliz mühendis Barnes Wallis’in Almanya’daki barajları yıkmak üzere tasarladığı “seken bombalar” da değişik bir bomba türüdür. Çok alçaktan uçan bir uçağın attığı bu bombalar, tıpkı suda sektirilen taşlar gibi baraj gölünün üzerinde sekerek kayıyor ve barajın gövdesine vurduğu anda patlıyordu. Hedef alınan yapının beton duvarını delip içeri girdikten sonra patlayacak biçimde tasarlanmış bombalar ve geceleri çevreyi aydınlatmak için kullanılan aydınlatma bombalan da vardır.
Uçan Bombalar ve Roketler
II. Dünya Savaşı’nda Almanlar’ın kullandığı iki güçlü silah da, geleneksel bombalara benzememekle birlikte, bomba sınıfından sayılabilir. Bunlar VI adıyla bilinen pilotsuz jet uçağı ile V2 roketidir. Müttefik hava kuvvetleri bu silahların yapıldığı fabrikaları ve fırlatma rampalarını bombalayarak Almanlar’ın bu “gizli silahlan” kullanmasını geciktirmeseydi, II. Dünya Savaşı çok daha büyük bir yıkımla sonuçlanırdı.
VI ya da uçan bomba, burnunda patlayıcı yüklü bölmesi olan küçük bir jet uçağıydı. Ancak hedefe ulaşmaya yetecek kadar yakıt dolduruluyor ve otomatik pilotla, yani uçağı belirlenmiş rotada tutan otomatik bir aygıtla yönlendiriliyordu. Hedefe varıp yakıtı bitince de yere çakılarak patlıyordu. Almanlar bu savaşta Londra’ya ve Müttefikler’in elindeki öbür Avrupa kentlerine 15 bin kadar VI fırlatmışlardı.
V2 roketleri bugünkü uzun menzilli füzelerin öncüsüdür. Yakıt olarak alkol ve sıvı oksijenin kullanıldığı bu roketler 100 kilometrelik bir yükseltiye çıkabiliyor ve saatte 5.000 kilometrelik hıza erişebiliyordu. Fırlatma rampasından hedefe ulaşıncaya kadar bütün menzili boyunca yönlendirilebilen güdümlü bombalar ya da füzeler ise çok daha ileri bir mühendislik ve teknoloji ürünüdür. Japonlar’ın kamikaze'leri ya da intihar uçakları, bir bakıma bu tür güdümlü silahların en basit örnekleri sayılabilir. Kamikaze pilotları, patlayıcıyla doldurulmuş olan uçaklarını hedefin üzerine doğru yöneltiyor ve hedefe çarparak uçaklarıyla birlikte parçalanıyorlardı.
Bugünün savaş uçakları çok daha öldürücü bombalarla donatılmıştır. Örneğin laserle güdümlenen bombalar inanılmayacak kadar şaşmaz bir duyarlıkla hedefi bulur. Modern uçaklar da çok büyük bir hızla, ama olabildiğince alçaktan uçarken bomba atabilecek biçimde tasarımlanmıştır. Paraşütlü ya da güdümlü bombalar taşıyan bu bombardıman uçakları iyice alçaktan uçarken bile hiç yara almadan hedefi bombalayabilir; çünkü hedeften kilometrelerce uzaktayken attığı bombalar daha yere ulaşıp patlamadan önce uçak yükselerek son hızla o bölgeden uzaklaşabilir. Gene de, bir değil birkaç nükleer başlık taşıyabilen kıtalararası balistik füzeler bütün bombardıman uçaklarından çok daha büyük yıkıma yol açabilecek kadar öldürücü silahlardır (bak. Güdümlü Füzeler).
Nükleer Bombalar
II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru, ABD’de büyük bir gizlilik içinde çalışan değişik uluslardan birçok bilim adamının işbirliğiyle ilk atom bombası yapıldı. Aynı konuda yoğun araştırmalar yapan Nazi Almanya’sının böyle bir silahla bütün dünyayı tehdit edeceğini düşünen bilim adamları, bu atom bombasının caydırıcı bir denge öğesi olacağına inanıyorlardı. Oysa bu bombalardan iki tanesi, 16 Temmuz 1945’te New Mexico’nun Alamogordo yöresindeki denemeden sonra iki Japon kentine atıldı. 6 Ağustos’ta Hiroşima’ya atılan ilk bomba yaklaşık 75 bin kişinin, 9 Ağustos’ta Nagasaki’ye atılan ikinci bomba da yaklaşık 39 bin kişinin ölümüne neden oldu.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Büyük Okyanus’un güneyinde ve Nevada eyaletinde daha güçlü atom bombası denemeleri yapan ABD, 1952’de bundan çok daha etkili ve yıkıcı bir silah olan hidrojen bombasını geliştirdi. Atom bombasının olağanüstü patlama gücü, uranyum ve plütonyum atomlarının bölünmesi sırasında açığa çıkan enerjiden kaynaklanır (bak. NÜKLEER ENERJİ). Hidrojen bombasının ürkütücü boyutlardaki patlama gücü ise, hidrojen atomlarının birleşerek helyum atomlarına dönüştüğü termonükleer tepkimeden doğar. Kısacası, atom bombasının patlaması bir çekirdek bölünmesi (fisyon), hidrojen bombasınınki ise bir çekirdek kaynaşması ya da birleşmesi (füzyon) olayıdır.
SSCB ilk atom bombasını 1949’da, ilk hidrojen bombasını 1953’te yaptı. İngiltere ilk atom bombasını 1952’de, ilk hidrojen bombasını 1957’de patlattı. İlk atom bombasını 1960’ta patlatan Fransa’yı 1964’te Çin izledi.
Bugün bombardıman uçaklarıyla da nükleer bomba atılabiliyor. Ama, yeraltından ya da denizaltılardan fırlatılan nükleer başlıklı güdümlü füzeler, özellikle ayrı hedeflere yöneltilebilen çok sayıda hidrojen bombası taşıdığında çağımızın en korkunç silahlandır.
Bir tek nükleer patlamadan doğan patlama dalgalan ve açığa çıkan ısı bütün bir kenti yok edebilir. Daha da kötüsü, çevreye yayılan radyoaktif ışınlar, yani radyasyon bütün canlıları öldürür ya da kuşaktan kuşağa geçecek onarılmaz zararlar verir. Atmosferde uzun zaman kalan bu ışınlar ve rüzgârla savrulan radyoaktif tozların yeniden yeryüzüne inmesi (radyoaktif serpinti) canlılar için sürekli bir tehlikedir.
1963’te ABD, SSCB ve İngiltere atmosferdeki atom bombası denemelerini yasaklayan bir antlaşma imzaladılarsa da yeraltı denemelerinden vazgeçmeye yanaşmadılar. O zamandan bu yana nükleer silahlan kısıtlamak, bu tehlikeli ve pahalı silahlanma yarışına bir son vermek için girişimler sürdürülüyor.