Çinicilik
Yapıların özellikle duvarlarını süsleyerek kaplamak amacıyla topraktan yapılarak pişirilen, geometrik biçimli ve küçük boyutlu, bir yüzü bezemeli ve sırlı levhalara çini; bu levhaları çeşitli tekniklerle hazırlama, boyayıp bezeme sanatına da çinicilik denir. Yapıların duvarları dışında tavan, taban ya da başka yüzeyleri de çiniyle kaplanabilir.
Çini Yapımı
Çininin ana maddesi kildir. Ancak bu iş için kili içindeki yabancı maddelerden arındırıp katışıksız bir hale getirmek gerekir. Bunun için kil suyla karıştırılır ve havuzda bekletilip süzdürülür. Böylece arı bir duruma getirilen kilin içine yüzde 40 oranında kuvars, yüzde 20 oranında kireç katılarak yoğunlaştırılır ve kalıplara dökülerek levha biçimi alması sağlanır. Sonra da bu levhalar özel fırınlarda pişirilir. Pişirme ısısı 700°C ile 1.000°C arasında değişir. Bu iş bittikten sonra çininin renklendirilmesi için silkme yöntemiyle pişmiş kilin üzerine desen çizilir ve boyanır. Boyanın korunması, kalıcı olması için kilin üzerinin sırlanması gerekir. Sıvı durumunda olan sır canı türünden bir ciladır. Daldırma, sulama ya da püskürtme yöntemleriyle sırlanan çini sırın sertleşmesini sağlamak amacıyla yeniden fırınlanır. Çini tek renkli olacaksa sırın renklendirilmesi gerekir. Bunun için sırın içine çeşitli maden oksitleri katılır. Kimi zaman çininin boyanmadan önce sırlanıp pişirildiği olur. Bu durumda boyama işlemi sırın üzerine uygulanır.
Çininin Kullanılması
Selçuklular, Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar’ın ilk dönemlerinde yapıların dış yüzlerinin bezenmesinde dar ve uzun yüzü renkli sırla kaplanmış tuğlalar kullanılmıştır. Bunlarla cami, medrese, türbe, minare gibi yapıların duvarlarına çok çeşitli desenler yapılmıştır. Ama yapıların çoğunlukla dış duvarlarının bezenmesinde kullanılan bu tuğlalar çini olarak kabul edilmez
Yapılarda levha biçimindeki çinilerden daha çok iç duvarların kaplanmasında yararlanılır. Çiniler tek renkli olabildikleri gibi üzerlerinde çok renkli desenler de bulunabilir. Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar değişik renkteki çinileri birlikte kullanarak büyük yüzeylerde geometrik şekiller oluşturmuşlardır. Üzeri bezemeli ve çok renkli#çinilerde ise geometrik şekiller ya da kıvrık dal, çiçek, yaprak gibi karmaşık motifler kullanılmıştır. Bu çiniler yapıların duvarlarına tek başlarına ya da bir arada uyumlu bir biçimde yerleştirilirdi. Tek renkli çiniler genellikle üçgen, kare, altıgen, sekiz köşeli yıldız ve uçları sivri haç biçiminde, desenli çiniler ise kare ve dikdörtgen biçimindeydi.
Selçuklular’da en yaygın çini tekniği mozaik çiniydi. Bu tekniğin en basit biçimi tuğlalar arasındaki boşluklara çini parçalarının yerleştirilmesidir. Gelişmiş biçimi ustalık gerektiren bu tekniğin görünümü çok zengindir.
Dünden Bugüne Çinicilik
Tarihte daha çok Asya, Ortadoğu ve Akdeniz çevresinde üretilip kullanılan çiniyi Türkler Orta Asya’da bulundukları dönemlerde de bilmekteydiler. Uygur tapmak ve evlerinde döşeme çinilerine rastlanması bunu kanıtlar. Zengin bir çini geleneğine sahip Çinliler’in bu konuda büyük etkisi vardır. Bir süsleme sanatı olan çinicilik Türkler’in İslamiyet’i kabulünden sonra daha da yaygınlaşmıştır. İslam dinindeki tasvir (resim) yasağı onları duygu ve düşüncelerini aktarmada bu tür süsleme sanatlarına yöneltmekteydi. O günlerden kalma çini örnekleri Horasan ve Türkistan’da bulunmaktadır. Bu örneklerde Arap çiniciliğinden esinlenme varsa da Türk süsleme geleneğinin ağır bastığı göze çarpmaktadır. Anadolu Selçuklu çiniciliği ilk dönemler sırlı tuğlaların yanında mozaik çini uygulaması biçiminde gerçekleşmiştir. Giderek bezeme malzemesi olarak yararlanılmaya başlanan Anadolu Selçuklu çinilerinin en güzel örnekleri Konya’daki Alaeddin Camisi, Sırçalı ve Karatay medreselerinde kullanılmıştır.
Osmanlılar döneminde Bursa, İznik, Kütahya ve İstanbul önemli çinicilik merkezleri olarak sivrildi. Osmanlı çinilerinin en güzel ve en eski örnekleri İznik’te yapılmıştır. Teknik bakımından Selçuklu geleneğini sürdüren İznik çiniciliği renk kullanımına zenginlik getirmiştir. 15. yüzyılın ikinci yarısında büyük gelişme gösteren Kütahya çiniciliği kendine özgü motifleriyle İznik’ten ayrılmıştır.
16. yüzyıl Osmanlı çiniciliğinde geometrik desenlerin yerini çiçek ve yaprak motiflerinin aldığı görülür. İznik’te yapılan çinilerde kullanılan renkler zenginleşmiş; zümrüt yeşili, parlak mavi ve kırmızının çeşitli 4onları temel renkler olarak çinilerde görülmeye başlamıştır. Bu çinilerle bezenen birçok yapının arasında Mimar Sinan’ın yaptığı, İstanbul’daki Rüstem Paşa Camisi’nin özel bir yeri vardır. Bu camide kullanılan, 41 çeşit lale motifi taşıyan çiniler Osmanlı çiniciliğinin bu yüzyılda ne kadar geliştiğini gösterir.
İstanbul’daki Sultan Ahmed Camisi 17. yüzyıl çiniciliğinin en güzel örneklerini sergilemektedir. Ancak bir yüzyıl öncesinin özellikle mercan kırmızısı rengi, yerini tatlı yeşile bırakmıştır. Gene bu yüzyılın çinilerinde servi ağacı gibi yeni bir motif ortaya çıkmıştır.
17. yüzyılda mimarlık alanındaki durgunluk çiniciliğin de gerilemesine yol açtı. İznik ve Kütahya’da kurulmuş bulunan çini atölyelerinin üretimi azaldı, çinilerin niteliği bozuldu. Bu durum 18. yüzyılın başlarında yapılmış olan bazı çeşme ve camilerin solgun renkli, bozuk sırlı çinilerinden de fark edilmektedir. Bu yüzyılın başlarında İstanbul’da Edirnekapı yakınlarındaki Tekfur Sarayı’nda kurulan çini atölyesinin çiniciliğe büyük bir katkısı olmamıştır. Çinicilikteki bu gerilemede çeşitli Avrupa ülkelerinden getirtilen yabancı çinilerin rekabetinin de etkisi olmuştur.
Bu gerileme 19. yüzyılda da sürmüş, Haliç’ te kurulan çini fabrikasının üretimi buna engel olamamıştır. Bu yüzyılın sonlarında başlayan, mimaride eskiye dönme anlayışı nedeniyle yapılarda kaplama öğesi olarak yeniden çininin kullanılması çiniciliğe kısa süren bir canlılık getirmiştir. Günümüzde de çini sanatı eski renk ve desenleri yeniden ele almakta, bu yolda arayışlarını sürdürm ektedir. Türkiye’de Kütahya çiniciliğin tek merkezidir.