Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Düş ve düş görme

  • Okunma : 813

Düş ve düş görme, Düş görme genel olarak, "uyku sırasında gerçekleşen, genellikle irade dışı ruhsal olaylar dizisi" diye tanımlanır. Bununla birlikte, uyku da, düş görme de tam olarak açıklanamamıştır. Düş görmenin tanımı, düşün nasıl ölçüldüğüne ve uykunun dört temel aşamasından hangisinde ortaya çıktığına göre, farklılık gösterir. Aslında, düş görme, uykunun her aşamasında çeşitli ölçülerde gerçekleşir. Düşlerin, görsel görüntüler olmaları gerekmez; doğuştan kör insanlar da, işitsel ya da duyusal motor biçimlerde düş görürler.

TARİH:
Düş görme, her zaman için bir tartışma konusu olmuştur. İ.Ö. 2000'den kalma Mısır papirüslerinde, düşlerle ve düş yorumlarıyla ilgili bilgiler vardır. Eskiçağ Yunanlıları, düş gören bir insanın tanrılarla temasa geçtiğine inanmışlardır; sözgelimi Homeros'un ilyada'sında(I.Ö. yaklaşık 800) düşler, tanrılardan mesajlar olarak ele alınmıştır.

Sonraki yüzyıllarda, Hippokrates, Aristoteles ve Galenus, düşlerin bazen gelecekteki hastalıkların habercisi olan fizyolojik bilgiler içerdiklerini öne sürmüşlerdir. Artemidoros (İ.S. yaklaşık 150) Oneirokritika (Yunanca "oneiros", "düş" ve kritikos, "eleştiri" sözcüklerinin birleşimi) adlı yapıtında, binlerce düşü belgelendirip, yorumlamış, kendisinden önceki yazarların görüşlerinden farklı olarak, düşlerdeki simgelerin evrensel bir anlam içermediklerini ileri sürmüştür. Daha sonraysa, 1800 yıllarının sonlarına kadar, düş çalışmalarında hiçbir ilerleme olmamıştır.

1900'de Sigmund Freud, anıtsal yapıtı Rüyalar ve Yorumları'nda (Die Traumdentung), düş araştırmalarının modern çağını başlatmıştır. Freud'a göre düşler, bilinçaltı aklın saklı düşünceleridir. Freud, düş görmeyle ilgili ve uyku sırasında aklın nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bir kuram geliştirmiştir. Freud'un ilk öğrencilerinden Cari Jung'sa, düşlerin yüzeysel kaplamının anlamlı olduğunu, derin simgesel yorumun daha az önemli olduğunu ileri sürerek öğretmeninden ayrılmıştır.

REM UYKUSU

1953'te, Nathaniel Kleitman tarafından yürütülen uyku araştırmaları, uykunun hızlı, derin, gözlerin hareket ettiği, aykırı uyku, paradoksal uyku ya da REM (İngilizce Rapid Eye Movement'in "hızlı göz hareketinin kısaltması) uykusu adı verilen bir bölümü bulunduğunu ortaya koydu. Uyuyan insan ve hayvan denekler üstünde çalışan araştırmacılar, göz hücrelerinin uyku sırasında periyodik olarak hareket ettiğini görünce, denekleri beyin dalgalarını ölçen (elektroansefalograf ya da EEG), kas gerginliğini ölçen (elektromiyografya da EMG),göz hareketlerini ölçen (elektrokülograf ya da EOG) adlı aletlere bağladılar. REM uykusu sırasında uyandırılan deneklerin yaklaşık % 90'ı, bir düş anlattılar (buna karşılık REM uykusu dönemi dışında uyandırılanların % 60'ı da, düşe benzer bir etkinlikten söz ettiler.)

Laboratuvarda yapılan REM araştırmalarından önce, insanların hangi sıklıkla düş gördükleri bilinmiyordu. Hattâ bazı kuramlar, düş görmenin ruhsal bozukluğun bir işareti olduğunu destekliyordu. Oysa laboratuvarda REM araştırmaları sayesinde, insanların ve aşağı yukarı bütün memelilerin her gece düş gördükleri anlaşılmıştır. Yetişkin insanlarda bu düşler, uykunun başlamasından yaklaşık 90 dakika sonra başlar ve artan uzunluklarla, 90 dakika aralıkla yinelenir. Her gece toplam olarak yaklaşık 2 saatlik REM düşü görülür. Bir gecede yaklaşık 5 düşle insanlar, yaşamları boyunca 136 000'e yakın düş görür ve altı yıla eşit bir süreyi REM düşü görme durumunda geçirirler.

REM düşü görme sırasında düş görenlerin kalp atışlarında, soluk alıp vermelerinde, kan basıncında, (tansiyon kas seğirmesinde oksijen kullanımında, mide salgılarında ve kamış (penis) sertleşmesinde artış görülür. REM uykusuna aykırı (ya da paradoksal) uyku da denmesinin nedeni, hem derin, hem de hafif uyku olarak tanımlamasıdır; EEG ölçümleri kullanıldığında hafif uyku (aşama I), EMG ölçümleri kullanıldığında derin uyku aşama IV) özelliği gözlenir. Bunun nedeni çoğunlukla, geniş istemli kasların, düş görenin düş görme sırasında fiziksel etkinlikte bulunmasını önlemek için işlemez duruma gelmeleridir.

Yeni doğmuş bebeklerde uykusunun % 50'sini REM uykusu oluşturur. Bu oran, yavaş yavaş azalarak gençlikte °0 20-25 gibi değişmez bir değere ulaşır. Yaşlılık süresinceyse % 18 gibi düşük bir orandır. Ciddi biçimde zekâ geriliği gösteren ve zekâ kat sayıları (IQ) çok düşük kişiler, normal kişilerden daha az süreyi REM uykusunda geçirirler. Ayrıca, bazı akıl hastalıkları durumlarında da, REM uykusunda değişiklikler gözlenir.

Nedeni açıkça bilinmemekle birlikte, REM uykusunun biyolojik ve ruhsal bir gereksinme olduğu anlaşılmaktadır. Sözgelimi bir gece boyunca her REM devresine girişlerinde uyandırılan, böylece REM uykusundan yoksun bırakılan denekler, ertesi gün REM uykularının süresini artırmışlardır. Buna "REM geri tepme etkisi" adı verilmektedir. REM geri tepmesi, yalnızca uyanık kalma, uykudan yoksun kalma yüzünden oluşmaz. Çöküntü önleyici bir ilaç olan Nardil verilmesiyle, tamama yakın REM yoksunluğu ortaya çıkarılabilir. Bununla birlikte, REM uykusuna açıkça belli olan gereksinmeye karşın (ve daha önceki bulguların tersine), en az altı aylık bir zaman aralığında REM yoksunluğunun hiçbir ruhsal sonuca yol açmadığı da anlaşılmıştır. Aslında bazı ruhsal çöküntü içindeki kişiler, REM düşü görmelerinden yoksun bırakıldıklarında, çöküntüleri hafiflemiştir. Pek çok uyuşturucu madde, sözgelimi alkol ve histamin karşıtı ilaçlar, REM uykusunu (ve aynı zamanda IV. aşama uykusunu) azaltmaktadır.

BİYOLOJİK VE RUH BİLİMSEL KURAMLAR

REM uykusunun kaynağını ve işlevlerini açıklamaya çalışan kuramlara göre (1) REM uykusu, beynin gelişmesi için gerekli uyarıcılar sağlar; (2) REM düşü görme süresince, beyindeki azalmış kimyasal maddelerin yenilenmesiyle birlikte sinirsel protein bireşimi olur (böylece REM uykusu, kimyasal yenileme işlevi yapmış olur); (3) REM uykusu göz hareketlerinin eşgüdümünü sağlar (çünkü REM dışı uykuda, gözler birbirinden bağımsız olarak hareket ederler); (4) uyanıklık işlevi görür (çünkü REM uykusu ya da aşama I, uyanıklıktaki bilinçliliğe yakın bir düzeyle tanımlanır); (5) daha yeni ve tartışmalı bir kurama göre, REM düşü görme, bellekteki ikincil bilgileri ortadan kaldırarak sinirsel bir silme işlevi sağlar; (6) daha ruh bilimsel bir açıklamaya göre, REM düşü görme, bellek kapasitesini ve yeniden düzenlemesini artırır.

Genel inancın tersine, düş görmenin nedeni yatmadan önce yenen belirli yiyecekler de, uyku sırasındaki çevresel uyarımlar da değildir. Düş görmeye, içsel biyolojik süreçler yol açar. Bazı araştırmacılar etkinleşme-bireşim varsayımını ortaya atmışlardır. Yaptıkları sinirlerle ilgili araştırmalar, ilkel beyin sapındaki büyük beyin hücrelerinin her 90 dakikada bir kendiliklerinden harekete geçerek beyin kabuğu bölgelerine rastgele uyarılar yolladıklarını ortaya koymuştur. Bunun sonucunda beynin bellek, duyu, kas-denetim ve kavrama bölgeleri rastgele uyarılmış olur ve beyin kabuğu rastgele bilgilerden bir anlam çıkarmak için bireşime girişir. Araştırmalara göre bu olay, bir düş görülmesine yol açar.

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de en belirgin tartışma noktalarından biri, düşlerin anlamlan olup olmadığıdır. Freud'un isterikler üstünde uyguladığı "özgün çağrışımlar yöntemi", düşün "kılık değiştirmiş, biçim değiştirmiş, gizlenmiş" bir biçim altında gizli, itiraf edilemeyen, hastanın bilinçaltına bastırılmış eğilimlerini dile getirdiği ölçüde karmaşık, tuhaf bir görünüşe büründüğünü kanıtlamıştır.

Bilinçaltının bütün açığa vuruluşlarında olduğu gibi, düş iki düzeyli bir gerçekliktir: Açık, görünen düzey (bir bulmacanın öğelerine benzeyen, çözülebilecek işaretler bütünü); gizli düzey (bilinçsiz "dürtü"ler bütünü). Freud, düşün görünen, açık kapsamını, gizli isteklerin gerçekleştirilmesi sayar. Bazı düşlerin yürek sıkıştırıcı havası (karabasanlar), üstbenin düşüncesizce dile getirilen her türlü isteğe, uykuda bile uyguladığı sansürün sonucudur.

Her zaman yakın (uykudan önceki gün olmuş) olaylara az ya da çok bağlı olan düş, eski, çoğunlukla ilk yaşa kadar uzanan izlenimleri canlandırır. "Çözümlemede ne kadar derine gidilirse, gizli düzeyde düşlerin kaynağı rolünü oynayan çocukluk olaylarının izlerine o kadar çok raslanır". Eski durumlar yeni olaylara "düşünce zincirleriyle" bağlanır. Öte yandan, düş, gizli düşünceleri kılık değiştirmiş biçimde canlandırmak için, bir simgeler bütünü kullanır. Bu simgeler bütünü özellikle cinseldir. Uzun nesneler, şapkalar, şemsiyeler, kamışı (erkek cinsel organı) simgeler; çekmeceler, dolaplar, vazolar ve sandıklar, döl yolunun (kadın cinsel organı) simgesidir; diş yitirme ya da saç dökülmesi, kısırlaştırılma anlamına gelir; düşte, uçma ve düşmenin de cinsel eylemlerle ilişkisi vardır. Görüldüğü gibi, nevrozların tedavisinde düşlerin çözümlenmesi önemli rol oynar.

Uyandığımızda çoğunlukla gördüğümüz düşü anlatamamamızın ya da değiştirerek anlatmamazın (ikinci hazırlama) nedeni, düşün dile getirdiği saçma, çelişkili, yersiz saydığımız düşüncelere karşı Kendimizi savunmamızda (bilinçsiz olarak). Sözgelimi sık sık görülen iki düş türünden güçlükle söz ederiz: Çıplaklık düşleri (röntgencilik ya da teşhircilik eğilimlerinin anlatımıdır); yakın kişilerin ölümlerini gördüğümüz düşler (sevilen kişiye karşı hem iyi, hem kötü duyuların anlatımıdır).

SON ARAŞTIRMALAR:
Günümüzde antropologlar, düşlerdeki kültürler arası benzerlikleri ve farklılıkları incelemekte, ayrıca karabasanlarla ilgili araştırmalar sürdürülmektedir. Geleneksel olarak inanıldığı kadar yaygın olmayan garip düşler, derinlemesine İncelenmekte, düş görmede "altıncı duyu" etkileri konusunda tartışmalar yapılmaktadır. Bazı bulgular, sarayla ilgili nöbetlerin, REM uykusu sırasında bastırıldığını göstermiştir. Düşleri anımsama farklılıklarıyla ilgili araştırmalar da sürdürülmektedir. Sözgelimi sanatçıların, bilim adamlarından daha çok düş anımsayabildikleri, birçok insanın düşlerinin ancak çok az bir bölümünü anımsayabildiği anlaşılmaktadır.