Duygu
Duygu, insanın mutlu, kederli, öfkeli, coşkulu ya da korku içinde olmasını anlatan bir sözcüktür. Herhangi bir duygu bir düşünceden kaynaklanır. Örneğin, sınav öncesinde aklınızdan ne gibi düşünceler geçer? Eğer iyi hazırlanmışsanız sınav, kazanmaya kesin gözle baktığınız heyecanlı bir yarıştır. Ama yeterince çalışmadıysanız sınavı kendinize yönelik bir tehlike ya da tehdit gibi düşünürsünüz. İlk durumdaki düşünce biçimi heyecan, güven ve umut gibi duygulara yol açar. İkinci durum ise sıkıntı, kaygı ya da korku gibi duygular uyandırır.
İkinci önemli nokta ise, duyguların vücutta ne gibi değişikliklere yol açtığıdır. Bu içsel değişiklikler duyguların yoğunluğuna göre çeşitlilik gösterir. Örneğin, kaygı mide bulantısına ve mide kramplarına; üzüntü boğazımıza bir yumru tıkanmış gibi olmasına; öfke ise yüzümüzün kızarmasına neden olabilir. Kalp atışlarının hızlanması, gözlerin faltaşı gibi açılması, tüylerin diken diken olması, solunumun artması ya da ter basması, heyecan, korku ve şaşkınlık durumlarında oluşan içsel değişimlerin dışa vurmasıdır. Ayrıca vücutta bunlar kadar belirgin olmayan değişimler de yer alır.
Duygulara ilişkin üçüncü önemli nokta vücuttaki gözle görülür değişimlerdir. Bunlar kol, bacak ya da beden kaslarının gerilmesi biçiminde ortaya çıkar. Örneğin, insanların öfkelenince yumruklarının kendiliğinden sıkıldığı gözlenir. Ama dışa vuran en büyük değişiklik yüzde kendini gösterir. Karşımızdaki bir kimsenin yüzünü inceleyecek olursak bir duygunun etkisi altında olup olmadığını, hatta hangi duyguyu yaşadığını tahmin edebiliriz. Öyle insanlar vardır ki, duyguları yüzlerinden okunur. Sevinç, üzüntü, şaşkınlık, nefret, korku ve öfke gibi en azından altı duygu yüzün aldığı biçimler yardımıyla bilinebilir. Örneğin, dudakların iki ucunun aşağı sarkması üzüntünün, kaşların çatılması öfkenin, gözlerin içi parlayarak gülümseme mutluluğun göstergesidir.
Bir bebeğin yüzüne yansıyan acı, sevinç ya da öfke bazı duyguların çok erken yaşta belirdiğini gösterir. Çocuklar büyürken çevrelerindeki dünyaya ilişkin yeni şeyler öğrenir; başlanndan geçen değişik olaylar, buldukları yeni ilgi alanları, yaşadıkları kaygılar ve sevinçler duygularının çeşitlenmesine yol açar. Sözgelimi çok küçük çocuklar bazı şeyleri yapmanın “yanlış” sayıldığını bilmezler. Doğru ve yanlış olanı öğreninceye kadar utanç ve suçluluk duygularını yaşamayacaklardır. Çocuklar büyüdükçe, duygularını belirtme biçimleri de değişir. Mamasının tadından hoşlanmayan bir bebek, bunu yüzünü buruşturarak, bağırarak ya da lokmasını tükürerek belli eder. Ama biraz daha büyüdüğünde, hoşnutsuzluk duygusunu değişik biçimlerde dışa vurur. Yetişkin biri ise, bir arkadaşının pişirip sunduğu bir yemeği beğenmemiş olsa da, duygulannı denetlemeyi öğrendiği ve karşısındakini incitmek istemediği için, beğenmiş gibi davranabilir.
Çocuk, duygularını ne zaman ve nasıl belirteceğini, anne, baba ve öğretmenlerinden aldığı eğitimle öğrenir. Kişinin tepkilerini denetleyebilme yetisi yetişkinliğin bir ölçüsü sayılır. Bazı durumlarda hoşnutsuzluğumuzu hiç denetlemeye gerek duymadan dile getirmek karşımızdakini incitebilir; örneğin, biri size hoşlanmadığınız bir armağan verdiğinde düş kırıklığınızı göstermeniz onu üzebilir. Ne var ki, her duyguyu gizlemek doğru değildir. Sevdiğimiz kişilere içtenlikli davranmak ve sevgimizi belli etmek, kırıldığımız ya da öfkelendiğimiz zaman açık sözlülükle bunu dile getirmek ve karşı tarafın nedenlerini açıklaması için fırsat yaratmak ilişkilerin sağlıklı yürümesi için son derece önemlidir.