Flaman sanatı ve mimarlığı
Flaman sanatı ve mimarlığı, Genel çizgileriyle günümüzdeki Belçika topraklarını içeren bölgede (tarihsel Flandres bölgesinin güney kesimi) gelişmiş sanat ve mimarlığı belirtmede kullanılan terim.
Birkaç istisna dışında heykel ve mimarlıktan çok resimde başarılı olan Flaman sanatçılarının en yaratıcı, üretken ve etkili oldukları dönem XV. yy. ile XVII.yy'ın ilk çeyreği arasında kalan dönemdir. XV. yy. boyunca Bourgogne düklerinin yönetiminde kalan Flandre bölgesi siyasal ve sanatsal açıdan Fransa'ya bağımlı olduğundan, sanatçılar, söz konusu dönemde yapıtlarını özellikle Cent, Brugge ve Brüksel'deki zengin yerel yöneticiler ve Bourgogne sarayı için üretmişlerdir. Marie de Bourgogne ile Avusturya arşidükü Maximilian l'in evlenmelerinden (1477) sonra, Flandre, Habsburglara bağlanmış ve Güney Flandre XVII. yy'ın sonuna kadar İspanya Habsburglarının yönetiminde kalmıştır.
RESİM
XI. yy'dan XIV. yy'a kadar elyazmaları süslemeciliği (tezhip) en yaygın resim sanatı dalıydı. XIV. yy'ın ikinci yarısında Jean Bondol, bu sanatın son derece zarif örneklerini ortaya koydu. Fransa'da çalışan öbür minyatürcüler gibi, süslemelerinde, Fransız elyazmalarında görülen zarif üsluplaştırma ile manzaraları ve arka plandaki figürleri daha az idealleştirmeye dayanan kendi anlayışını birleştirdi. Ama elyazması süslemeciliğinin en başarılı yapıtı, 1416'dan önce Limbourg Kardeşler'in resimledikleri Tres Riches Heures de Jean duc de Berry (Berry Dükü Jean'ın Dua Kitabı) oldu. Bu yapıttaki süslemeler evrensel üslubun en gelişmiş örneğini oluşturmalarının yanı sıra, gündelik yaşama ilişkin ayrıntılı betimlemeleriyle, sonraki Flaman ressamlarının büyük ölçüde geliştirecekleri günlük yaşam sahneleri türünün ilk örneklerini oluşturdu.
XV. yy'da, elyazması süslemeciliğinin yerini, büyük ölçüde, ağaç levhalar üstüne yapılan resimler aldı. Bu resimlerin niteleyici özelliği Flaman ressamlarının resme 1420 yıllarında getirdikleri temel yenilik olan yağlıboya tekniği ile dönemin İtalyan resmindeki çizgisel perspektif anlayışı arasındaki çelişkidir; bu perspektif anlayışıyla İtalyan sanatçılar resimde mekânı, matematik ilkelere uygun bir biçimde yapılandırırlarken, Flaman sanatçıları) görgücül çözümlemeyi, matematiksel oranlamaya yeğ tuttular ve görünen dünyayı bütün çeşitliliği içinde, büyük bir coşkuyla yansıttılar. Yağlıboya resim, gündelik yaşamın ve doğa görüntülerinin en ince ayrıntılarının betimlenmesini olanaklı kılarken, ışığın, nesnelerin biçimi ve dokusu üstündeki etkilerini de aktarmayı sağladı. Flaman sanatçıları yağlıboyayı tuvale, kat kat, saydam tabakalar halinde uygulayarak, görülmemiş derecede zengin, parlak renkler elde ettiler. Jan Van Eyck Şansölye Rolin'li Meryem (1434'd.; Louvre, Paris), vb. tablolarında, bu yeni tekniğin bütün olanaklarından yararlanan ilk sanatçı oldu.
Flaman resmine, Ortaçağ'ın simgeci anlayışının yanı sıra, din dışı, maddi bir dünyanın görüntülenmesi de egemen oldu; böylece gotik üslubunun geç dönemi sanatçıları, dinsel konulara yer vermekle birlikte, aynı tablo içinde, büyük bir dikkatle çizilmiş dünyasal ayrıntıları yansıttılar. En sıradan günlük eşyaları bile, dinsel simgecilerin aktarılmasında bir araç olarak kullandılar: Sözgelimi, Flemalleli Usta diye anılan sanatçının Merode mihrap arkalığı (1425-27; The Cloisters, New York City) hem işlevsel niteliği olan bir nesne, hem de Meryem'in bekâretinin bir simgesidir. Özet olarak Flaman sanatçıları din dışı olan ile dinsel olanı bir araya getirerek, dinsel bir olayı çağdaş bir dekora yerleştirdiler ve maddi dünyaya manevi bir anlam kattılar.
Söz konusu ortak özellikleri tümünün paylaşmalarına karşın, sanatçıların her birinin ayrı bir kişisel üslubu da vardı: Yapıtlarını imzalayan ilk Flaman ressamı olan Jan Van Eyck, coşkusuz, dingin tablolarında, ışığı ve ayrıntıları kusursuz biçimde kullandı; Rogier Van der Weyden, özellikle insanın duygularını yansıtmakta ustalaştı. Hocası Flemaleli Usta, yerel dekorlar önünde gürbüz, güçlü insan figürlerine yer verirken, Van der Weyden, günlük yaşam sahnelerinde dinsel olguyu ön plana çıkardı. Portrelerinde kusursuzluğa ulaşan Hans Memling, döneminin insanlarını katıksız bir yalınlıkla hiçbir aşırılığa kaçmadan görüntülerken, eşsiz, şaşırtıcı bir doğa gözlemcisi özelliğini ortaya koydu. Gerçekçi ayrıntıların simgesel olanaklarını araştıran Hugo Van der Goes'daki hüzün ve manevi yoğunluk, XX. yy'da bile yankılar) uyandırdı ve Vincent Van Gogh gibi dışavurumcuların öncüleri arasında sayılmasına yol açtı.
XV. yy. ortalarından sonra Flaman ressamları İtalyan ressamlarını önemli ölçüde etkilediler. Özellikle Hugo Van der Goes'un bir Floransa kilisesinin siparişiyle gerçekleştirdiği Portinari mihraparkalığı'nın (1475'e d.;Uffizi, Floransa) İtalyan ressamları üstünde güçlü etkileri oldu. Ne var ki, hümanizmin XVI. yy'dan başlayarak Flandre'a yayılmasıyla, sanatsal etki rüzgârları ters yönde esmeye başladı. Flaman sanatçıları bu dönemde İtalyan Rönesans sanatçılarından esinlenmeye başladılar. İtalya'ya sık sık yolculuklar yapmaları Flandre'a yeni temalar, yeni biçimler getirdi; Jan Gossaert (Mabuse adıyla tanınır) "çıplaklarında İtalyan üslubunu yansıtırken, Flandre da mitolojiden alınma konuları işleyen ilk ressam oldu. Anvers resim okulunun kurucusu Quentin Massys, Kuzey geleneğine bağlı kalmakla birlikte, Leo-nardo da Vinci'nin incelikli ışık ve gölge tekniği ile kompozisyon anlayışını benimsedi. Raffaello'nun, yaklaşık 1515'te Brüksel'e gönderilen duvar halısı taslaklarından büyük ölçüde etkilenen Bernard Van Orley, yapıtlarında Rafaello'nun insan figürlerini teklit etti.
İtalyan sanatı etkisindeki geç gotik dönemi Flaman sanatçıları, daha sonra manîerisme üslubuna bağlandılar ve bu süreç içinde, büyük boyutlu resme yöneldiler: XV. yy. sonunun dev boyutlu kompozisyonları.
Bu gelişmeler sırasında Kuzey sanatının özellikleri bütünüyle yok olmadı. Flaman ressamları, portre resmindeki ustalıklarıyla ün salmayı sürdürdüler. Ayrıca XVI. yy. ortalarında, manzara resimleri ve gündelik yaşam sahneleri, bağımsız konulara doğru gelişti; aynı yönelim natürmortta da gerçekleşti. Yaşlı Pieter Bruegel (Bk. BRUEGEL, PİETER), geleneksel Kuzey temalarında yoğunlaşan en büyük sanatçı oldu: Çağdaşları gibi o da İtalyan sanatının etkisi altında kalmakla birlikte, bu etkileniş, özel motiflerden çok, uzam düzenlemesi ve tekniği yönünde oldu: İtalyanların tersine, Bruegel, insanları idealleştirmeden, son derece ayrıntılı ve gerçekçi uzamlarda resimledi.
1560'tan başlayarak Flandre'ın her yanına yayılan ayaklanma sırasında Flandre'ın yalnızca kuzey kesimi (Hollanda), İspanyol egemenliğinden kurtulup bağımsızlığa kavuştu. Güney Flandre, Habsburglar imparatorluğunun bir parçası olarak kaldı. 1609'dan sonra siyasal açıdan birbirinden ayrılan iki bölge, sanatsal açıdan da farklılık gösterdi. XVII. yy., Hollanda'nın her iki bölgesinde de soyutlamadan ve manierismo üslubunun yapmacıklarından uzaklaşma dönemi olurken, barok sanat Flandre'da, Hollanda'dakinden farklı bir özellik gösterdi (Bk. HOLLANDA SANATI VE MİMARLIĞI). Fİandre'da katoliklik yeniden ağır basınca, sanatta kilisenin korumacılığı da sürdü. Bu arada, aristokrasinin sanat eğilimlerini taşıyan burjuva sınıfı, günlük yaşam sahnelerine olduğu kadar mitoloji ve tarihten alınma konulara ilgisini sürdürdü. Flaman ressamları, bütün konularda zengin bir renk ve süslü bir kompozisyon anlayışı yansıttılar.
Kuzey Flandre'da birçok yerel üslup geliştirilirken, Güney Flandre'da P. Rubens, bütün Flaman sanatına damgasını vurdu. Flaman geleneği ile İtalyan geleneğini birleştiren ilk sanatçı olan Rubens, Flaman sanatının, manzaraları ayrıntılarıyla işleme, zengin renkler kullanma ve karmaşık iç doku anlayışı ile İtalyanların, idealleştirme, genelleştirme ve dev boyutlarda çalışma eğilimlerini kaynaştırarak, bu bileşimle, canlılık dolu anıtsal sahneler yarattı.
Rubens'in sanatı, A. Van Dyck ve Jacob Jordaens'i etkiledi. Sanat tarihinin en duyarlı portre ressamlarından biri olan Van Dyck, kişilerinin hem bireysel özelliklerini, hem de sınıfsal konumunu ustalıkla yansıttı. Jordeens, Rubens'in kompozisyonlarının görkemiyle yarışamamakla birlikte, gerek dinsel ve mitolojik konuları işlediği tablolarında, gerek köy şenlikleri betimlemelerinde, gündelik yaşantının karmaşasını büyük bir başarıyla yansıttı.
Rubens'in sanattaki ağırlığı, Frans Snyders gibi manzara ve natürmort ressamlarını da etkilediyse de, bu etki küçük boyutlarda çalışan ressamlar üstünde daha sınırlı oldu. Sözgelimi bir Adriaen Brouwer, Flaman sanatçılarına özgü canlı hareket anlayışını, Hollandalıların renk tonları anlayışıyla bağdaştırdı. Jan Bruegel (Kadife Bruegel), Rubens'in tarzından oldukça farklı, minyatürcülüğe yakın bir üslup geliştirdi.
Rubens'in ölümüyle, Flaman resminin altın çağı da sona erdi. XVIII. ve XIX. yy'larda Flaman sanatçılarının büyük bir bölümü Fransız sanat akımlarını izlediler. 1815'te Brüksel'e sürgün gönderilen Jacques Louis David'in benimsemiş olduğu birtüryeni klasisizm, Flaman sanatını önemli ölçüde etkiledi. Buna karşılık, olağanüstü özgün bir sanatçı olan James Ensor da, alabildiğine kişisel üslubu, garip, gizemli renkleri ve içkarartıcı, fantastik biçimsel çarpıtmalarıyla, XX. yy. dışavurumcu ressamlarını etkiledi. (Bk. DIŞAVURUMCULUK.)
XX. yy'ın en ünlü Belçikalı ressamları, imge ile gerçek dünya arasındaki ilişki sorunsalını bulmaya çalışan Rene Magritte ile Paul Delvaux'dur. (Bk. GERÇEKÜSTÜCÜLÜK.)
HEYKEL
Karolenj imparatorluğu döneminde, Meuse ırmağı vadisi, fildişi oymacılığının ve maden işçiliğinin merkezi oldu. Bölgenin heykelcileri, roman üslubu döneminde de olağanüstü nitelikte yapıtlar ortaya koydular.(Bk. ROMAN ÜSLUBU.) Roman üslubu döneminin iki büyük Flaman heykelcisi Renier de Huy ve Nicholsh de Verdun, Meuse ırmağı vadisinde yaşamış kuyumcu ustalarıydı.
Renier de Huy'ün başyapıtı, Liege'deki Saint Barthelemy kilisesinin dökme pirinçten vaftiz kurnasıdır (yaklaşık 1107-18). Roman üslubuna özgü geometrik yapısına karşın, kurnanın üstündeki kabartma sahnelerde, kumaş kıvrımlarının insan yüzlerini ve bedenlerini çağrıştırmasıyla, klasik sanatın etkileri de gösterir.
Nicholas de Verdun, roman üslubu döneminin son ünlü Flaman sanatçısı oldu. Dönemini önemli ölçüde etkileyen yapıtlarında, klasik sanat bilgisinin yanı sıra, gerçek dünyanın derinlemesine bir gözlemini de yansıttı. İnsan duygularını son derece gerçekçi bir biçimde aktarırken, kumaş kıvrımlarından insan figürlerinin hareketini anıştırmakta yararlandı. Bu anlayışı, gotik üslubu dönemi heykelcileri tarafından benimsenerek, daha da geliştirildi.
Gotik uslubu döneminde Fransız heykelciliği, Flaman sanatını büyük ölçüde etkiledi. Bununla birlikte Bourgogne sarayının en başarılı heykelcisi, sanat yaşamının bir bölümünü Brüksel'de geçiren Hollandalı Claus Sluter oldu. Sluter'in olağanüstü bireyci figürleri, heykelin, mimarlığın bir parçası olmaktan kurtulmasında önemli, bir adım oluşturdu. XVI. yy. boyunca İtalyan yapıtları, Flaman heykelcilik merkezleri Anvers ve Mechelen'i önemli ölçüde etkilediler. Dönemin en yetenekli Flaman kökenli heykelcisi Giambologna, başarılı sanat yaşamını İtalya'da geçirdi. XVII. yy'ın önde gelen Flaman heykelcisi François Duquesnox da İtalya'da yaşamayı seçti. Barok heyekciliği ustalarından biri de, Amsterdam Belediye sarayının süslemelerini yapan Artur Quellinus oldu.
Flaman heykelcileri, XVIII. yy'da da Güney Flandre dışında çalışmayı sürdürdüler. Michel Rysbrack, Peter Scheemakers (1691-1781) ve Laurent Delvaux (1696-1778), İngiltere'de büstleri ve lahitleriyle büyük başarı kazandılar. Flandre'da kalarak, çoğunlukla anonim bir kimlikle yerel kiliseler için çalışan heykelciler de, sıradışı, özgün yapıtlar ortaya koydular. XVII. yy'ın ikinci yarısı ile XVIII. yy'da, geleneksel ağaç oyma kilise eşyası sanatındaki gelişmeler, geniş karmaşık insan figürleriyle süslenen günah çıkarma bölmelerindeki ve vaaz kürsülerindeki süslemelerle doruğa ulaştı: Hendrik Verburggen'in Brüksel katedrali vaaz kürsüsü (1699), vb.
XIX. yy. boyunca Flaman heykelciliği Fransa'nın etkisinde kaldı. Fransız heykelciliğinin esinlerini taşıyan yeni klasisizm, yüzyılın ilk yarısının egemen üslubuydu; ancak, yüzyılın ikinci yarısının en dikkat çeken heykelcisi, Auguste Rodin'in heykel anlayışından etkilenen gerçekçi sanatçı Constantin Meunier oldu; Meunier'nin Emek Anıtı adlı heykel topluluğunda (1893-1905; Brüksel müzesi) Rodin etkisi açıkça belirgindir. XX. yy'da da heykel, Flaman sanatı geleneğinde hep olageldiği gibi, resim kadar önem taşımadı.
MİMARLIK
Roman üslubunda sanat ve kültür etkinliği, Flandre bölgesinde, Tournai ve Liege'deki manastırlar ile piskoposluk saraylarında yoğunlaştı: Liege'deki Saint Barthelemy kilisesi, (XI.-XII. yy'lar) bu dönemden günümüze kalan ender mimarlık örneklerinden biridir. Ama bu bölgelerdeki yerel zenginleşme nedeniyle, XIII., XIV. ve XV. yy'larda, roman üslubunda mimarlık yapıtlarının yerine, yeni ortaya çıkan gotik üslubunda yapılar yükseltildi. Gotik dönemin başlangıcında, Flaman kilise mimarlığı özellikle Fransız mimarlığının etkisinde kaldı. Brüksel'de Saint-Michel et Gudule katedrali (yapımına 1226'ya doğru başlandı), gotik üslubunun başyapıtlarından biri oldu. Din dışı mimarlıkta en yenilikçi gelişmeler, çeşitli kumaş hali binalarında gerçekleştirildi: İeper'deki haller (1304'e d.-80). Flaman mimarları, gotik üslubunun XVI. yy'a kadar sürdürüp, o tarihte İtalyan rönesans ve manierismo üslublarına yöneldiler. Tasarımını yardımcılarıyla birlikte Cornelis Floris'in (1514-75) yaptığı Anvers Belediye sarayında (1561-66), yerel üsluplar ile dış etkiler kaynaştırıldı: Kökeni kuzey Avrupa olan ve Flaman mimarlar aracılığıyla yaygınlaşan atkılı tarz (manierismo süslemeciliğinin bir ara biçimidir) geniş ölçüde kullanıldı. Belediye sarayının karmaşık, yapmacıklı süslemeli çizgisel planında da manierismocu özellik vurgulandı. Buna karşılık Pieter Huyssens (1577-1637) ve yardımcılarının planlarını çizdikleri Anwers'teki Saint Charles Borromeo cizvit kilisesinde (yapımına 1615'e doğru başlandı), barok üslubunun özelliği olan, tek parçalı, dolgun, akışkan biçimler, zengin ışık ve gölge oyunları sergilendi. Rubens'in tasarımını yaptığı cephe kabartmaları, İtalyan cizvit kiliseleri örneğine göre biçimlendirildi. Flaman barok sanatının en zarif örneğiyse, Rubens'in Anvers'teki kendi evi için tasarımladığı, üçlü kemerli kapı oldu.
XVIII., XIX. ve XX. yy'larda Flaman mimarlığı, genel olarak Avrupa'daki eğilimleri izledi (Victor Horta'nın yapıtları dışında). Brüksel'de 1890 yıllarında, art nouveau üslubunun ilk örnekleri gerçekleştirildi. Art nouveau üslubunda yapıtlar da ortaya koymuş olmakla birlikte, Henri Van de Velde, daha sonra XX. yy. mimarlığını büyük ölçüde etkileyecek ilkeleri ortaya attı: Mimarlıkta aşırı süslemeye son vermenin gerekliliğini vurgulaması; işlevselliği savunması; vb.