Giysi
Dünyadaki ilk insanlar çıplaktı. Önce soğuk bölgelerde yaşayanlar ısınmak için hayvan postlarından giysiler yaptılar. Daha sonra kabile toplulukları halinde yaşamaya başlayınca, düşmanlarını ya da kötü ruhları ürkütmek amacıyla özel giysiler yarattılar ve takılar kullandılar. Çağlar boyunca da insan toplumlarının gelişmesiyle birlikte örtünmek toplumsal kurallardan biri durumuna geldi; giysiler çeşitlendi ve değişik işlevleri oldu. Günümüzde giysiler bir yandan iklim özelliklerini ve ülke geleneklerini yansıtırken; öbür yandan, modanın etkisiyle giysilerde uluslararası bir ortak beğeni eğilimi de ortaya çıkmaktadır.
İklimin sıcak olduğu bölgelerde beyaz ya da açık renkli bol ve hafif giysiler giyilir. Çünkü açık renkler güneşi yansıtır ve koyu renkler gibi ısıyı çekmez. Soğuk ülkelerde ise kalın kumaşlardan ya da deriden yapılan koyu renkli giysiler yeğlenir. Avrupa’da 14. yüzyıla kadar erkekler ile kadınların giyimi arasında gözle görülür bir fark yoktu. Her iki cins de, rahibelerin giydiği türden, uzun harmaniler giyerdi. Fakat daha sonra erkekler ile kadınların giysileri arasında belirgin farklar ortaya çıkmaya başladı. Günümüzde batı ülkelerinde erkeklerin pantolon giymeleri olağan karşılanırken, bazı doğu ülkelerinde erkekler uzun entariler, kadınlar da şalvar giyer. Ama özellikle batı toplumlarında artık kadınlar ile erkekler neredeyse bir örnek giyinmektedirler.
Eskiçağ
Çok eski zamanlarda, avdan vücudu kanlar içinde dönen avcı, kabile halkınca saygı ve hayranlıkla karşılanırdı. Yaraları, yiğitliğin ve düşmana üstün gelmiş olmanın kanıtıydı. Avcı, çevresinden gördüğü ilgiden hoşnut, kan lekelerini vücudundan silmekte acele etmezdi. Savaş ya da av olmadığı zamanlarda da kabilenin erkekleri, ilgi çekmek için yüz ve vücutlarını renkli kille sıvarlar, gövdelerinin derisini iğne gibi sivri bir araçla çizerek, içine renk veren maddeler akıtır böylece dövme denen çıkmaz resimler yaparlardı.
İlk gerçek giysiler ısınmak için sarınılan hayvan postlarıdır. İlk insanlar sivrilttikleri taşlarla hayvanların derisini yüzmeyi öğrendikten sonra, Taş Devri’nin ilk döneminde, hayvan kemiklerinden yaptıkları iğnelerle postları birleştirip giyilebilir duruma getirdiler. Bir zaman sonra deriyi bazı sıvılarla yumuşatmayı öğrendiler. Cilalı Taş Devri’nden kalma mezarlarda deriden başka, bir tür kaba kumaşa da rastlanmış, bundan da daha o dönemde dokumacılığın başladığı anlaşılmıştır.
Dokumacılığın ilk önce Doğu Akdeniz ülkelerinde ortaya çıktığı sanılmaktadır. Yunanlılar dokunmuş kumaşları vücutlarına sararken, deri giysi kullanan İranlılar, deriyi biçerek vücutlarına oturtuyorlardı. Avrupa’da erkek olsun, kadın olsun giyilen başlıca giysi, ketenden T biçiminde kesilmiş, baş için bir delik açıldıktan sonra yanları dikilmiş tunikti.
Eski Mısır’da giyim son derece sadeydi. 5.000 yıl önce erkekler belden aşağı bir tür kısa peştamala sarınırlar, bazen de arkalarından bir hayvan kuyruğu sallandırırlardı. Saçlarını ise tüylerle süslerlerdi. Daha sonra peştamalın yerini önden pilili kısa bir etek aldı. Üzerine kolları bol ve pilili gömlek giyilirdi. Kadınlar, V yakalı, kolsuz, etekleri ince piliseli keten elbiseler giyerlerdi. Bu elbiselerin kumaşı işlemeli ya da incilerle bezeli olur, elbiselerin sadeliğine karşı, gerdanlıklar ve çeşitli takılar takılır, ağır bir makyaj yapılırdı. Daha sonra elbiselere kol eklendi. İlk önce yalnızca sol kolu olan giysiler moda oldu. Sağ kol, rahat kullanılsın diye açık bırakılıyordu. Sonradan her iki kolu olan giysiler giyilmeye başlandı. Mısırlılar yünlü dokumalar da giyiyorlardı. Erkekler de, kadınlar da çok güzel biçimler verilmiş takma saçlar takarlardı. Kokular sürünürler, saçlarına koydukları güzel kokulu bir yağ yavaş yavaş eriyerek omuzlarından aşağı süzülürdü. Erkeklerin özel günlerde takma sakal taktıkları da olurdu.
İşçiler ve askerler keten peştamallarının üstüne hasır gibi örülmüş bir deri sararlardı. Askerler ise peştamallarının arkasına kare biçiminde bir deri yama koyarlardı. Yöneticiler ve zenginler güzel giysiler giyip değerli takılar takarken, yoksullar bunlara erişemezdi. Daha o zamanlarda bile giysiler insanların toplumsal konumunu, zengin ya da yoksul olduklarını gösterirdi.
Babil, Asur ve İran'da da Mısır'dakine benzer giysiler vardı. İran'da gerek kadınlar gerek erkekler şalvar giyerlerdi.
Girit’te tarihöncesinde yaşamış olan Minoslular terzilikte ustaydı. Erkekler deri kemerler takar, kışın soğukta pelerinlere sarınır, ayaklarına bot ya da sandalet giyerlerdi. İşlemeli keten ve yünlü kumaş dokurlardı. Minoslular’dan günümüze kalmış fildişinden bir yılan tanrıça İÖ 2000-1500 yıllarında kadınların nasıl giyindiklerine ilişkin ipuçları verir: Tanrıçanın belinin inceliğini vurgulayan uzun, dar kollu ceketi sımsıkı vücuduna yapışıktır. Çan biçimindeki beş kat eteğin kenarları volanlarla süslüdür. Giysiyi şık bir önlük tamamlamaktadır. Minos giysilerinde belin inceliğini sağlayan korselerin dik durması için kemik balenalar kullanılırdı. Avrupa’da 14. yüzyıla gelinceye kadar böylesine şık ve güzel giysiler yapılamadı.
Eski Yunan, Roma ve Avrupa
Yunanlılar, modeli yüzlerce yıl değişmeyen bir giysi biçimi geliştirdiler. Erkekler de, kadınlar da kiton denilen bir tunik giyerlerdi. Bu aslında T biçiminde bir kumaştı; vücuda sarıldıktan sonra iğnelerle tutturulur ya da dikilirdi.
Kadınlar ve yaşlı erkekler sokakta üzerlerine himation denen bir tür atkı alırlardı. Erkeklerin giysileri beyaz, kadınlarınki ise sarı, mavi ve kırmızı kumaştan olurdu. Bazen bu kumaşlar tanrı, süvari, hayvan ve kuş gibi figürlerle bezenirdi. Giysiler yün, keten, ipek, pamuklu, hatta altın işlemeli tülden yapılırdı. Geziye çıkanlar, bir de askerler şapka ve pelerin kullanırlardı. Sokakta sandalet ya da ayakkabı giyilir, bunlar evlere girerken çıkarılırdı.
Romalıların giysileri Yunanlılar’ınkine çok benzerdi. Fakat Romalılar himation yerine toga giyerlerdi. Bu yarım daire biçiminde kesilmiş bir kumaştı, sol omzu örtecek biçimde vücuda sarılırdı. Genellikle kalın beyaz pamukludan yapılırdı. Togayı toplumda saygınlığı olan erkekler giyer, senatörlerin togasının kenarında mor bir şerit olurdu. İşçiler ve askerler sağ omzu bir broşla tutturulmuş olan kısa tunikler giyerlerdi. Askerler kafalarını madeni miğferlerle korurlardı. Romalı kadınlar tuniklerinin üzerine yere kadar uzanan bir giysi geçirirlerdi.
Roma İmparatorluğu'nun ilk yıllarında önemli kişiler beyaz giyerlerdi. Daha sonra kırmızı ve mor moda oldu. Giysiler iyice gösterişli olmaya başlamıştı. Dokumalara altın iplik karıştırılırdı. Jüstinyen döneminde İranlı keşişlerin Avrupa’ya ipekböceğini getirmesiyle tunikler ipekten dokunmaya başlandı. Yoksullar koyu renk giyerlerdi.
İngilizler’in nasıl giyindiklerini İS 1. yüzyılda Jül Sezar’dan öğreniyoruz. Sezar, Kent (İngiltere’de bir kentin adı) halkının derilere sarındıklarını, vücutlarını “mavi renk veren ve savaşırken onları çok korkunç yapan” bir bitki boyası ile boyadıklarını anlatır. Ne var ki, İngiltere’de ve Kuzey Avrupa’da yaşayanlar o dönemde daha çok tunik giyerlerdi. Erkekler ayaklarına bilekten büzülen bol pantolon geçirirlerdi. Ayrıca siyah ya da mavi boyalı deri pelerinleri ve deriden ayakkabıları vardı. Kadınlar, biri yerlere, öbürü dirseklere kadar gelen üst üste iki tunik giyerlerdi. Bir İngiliz boyu olan İken Kraliçesi Boudicca’nm çok renkli bir tuniğin üzerine bir broşla toplanmış bol bir elbise giydiği anlatılır.
Roma İmparatorluğu doğuya doğru yayıldıkça, giysilerin şatafatı arttı.
Kuzeyden gelen istilacı kavimler pantolon giyiyordu. Daha sonraları pantolon, tunik ve pelerinle birlikte giyilmeye başlandı. Ayaklara yün çoraplar giyilir, kordonlarla önden arkadan çaprazlama bağlanırdı.
Anglosaksonlar ve Danimarkalılar giyimlerinde parlak renklerden hoşlanırlardı. İngiliz kadınları nakışta ve altın iplikle işleme yapmakta çok ustaydılar.
Asyalılar'ın Geleneksel Giysileri
Bugün Asya kentlerinin çoğunda batılılar gibi giyinilmektedir. Ne var ki, kırsal kesimlerde ve bayram günleri geleneksel giysiler giyilir. Çin Halk Cumhuriyeti’nde devrimden sonra kadın erkek, çok uzun bir süre mavi pamukludan ceket pantolon, kışları ise bunun üzerine ısıtıcı kapitone ceketler giydiler. Günümüzde giyim biraz daha çeşitlenmiştir. Devrimden önce zengin erkekler ayak bileklerine kadar uzanan ipekliden ya da başka değerli kumaşlardan yapılan işlemeli kaftanlar giyerlerdi. Bu işlemelere göre kimin ne iş yaptığı anlaşılırdı. Kuzey Çin’de kadınlar pantolonun üstüne kısa, düz bir etek giyer, güneydekiler ise pantolon giymezdi. Yoksullar uzun geniş paçalı pantolonlar, kısa mavi ceket ya da uzun bir entari giyerlerdi. İmparatorluk döneminde, desenlerin olduğu gibi renklerin de anlamı vardı. Örneğin kırmızı mutluluk simgesiydi. Bu nedenle gelinlere hep kırmızı giydirilirdi. Bugün bile beyaz gelinliğin yaygınlaşmasına karşın, birçok yerde hâlâ kırmızı giyilmektedir. Eskiden beyaz yas rengiydi. Sarı giymek ise zenginlerin ayrıcalığıydı. Mavi boya çok ucuz olduğundan yoksullara da mavi giymek düşerdi. Öteki renklerin yaygınlaşmasına karşın mavi hâlâ Çin’de en çok giyilen renktir.
Japonya’da kırsal kesimde erkeklerin geleneksel giysileri mavi ya da beyaz pamuklu bir ceket ve pantolondur. Bundan başka hasırdan kaza denen geniş kenarlı bir şapka giyilir. Bugün Japonya’da kadınlar hâlâ bol kollu, sabahlığa benzer ve enli kemerli kimono'lar giyerler. Özel günlerde kimononun üzerine bir pardösü giyilir.
Hindistan’da erkek giysileri çok çeşitlidir. En sadesi beyaz pamukludan yapılma, uzun kollu gömlekle giyilen peştamala benzer dhoti'dir. Erkekler başlarına, inançlarına ve kastlarına göre, türban sararlar. Kadınlar ise 5-6 metre uzunluğunda pamuklu ya da ipekli bir kumaşı bedenlerine dolar, bazen de kumaşın bir ucuyla başlarını örterler. Bu giyime sari denir. Sarilerin kumaşı çok güzel desenli ve renkli olur. Hindistan’ın kuzeyinde kadınlar pantolon üzerine aynı kumaştan tunik giyerler.
Sarong ise Endonezya’da ve bazı Uzakdoğu ülkelerinde giyilir. Bu da çok renkli ve desenli, çeşitli biçimlerde vücuda sarılan uzun bir kumaştır. Bu desenler binlerce yıldır yapılan batik sanatının ürünleridir.
Ortaçağ
11. yüzyılda Haçlılar doğudan saten, kadife ve brokar gibi kumaşlar getirmişlerdi. Çok pahalı oldukları için bunları yalnızca zenginler alabilirdi. Tunik uzun yıllar erkeklerin başlıca giysisi oldu. 12. yüzyılın ortalarında pantolonlar kısaldı ve özenli çoraplar giyilmeye başlandı. Daha sonra pantolonlar iyice kısalınca, çoraplar bele kadar çıktı.
Kadınlar kalçaya kadar uzanan, bedene sımsıkı yapışan ve arkadan bağcıklarla bağlanan bluzlar giyerlerdi. Altına ise, yerlere uzanan bol bir etek giyilir, bele takılan gevşek bir kemerle giyim tamamlanırdı. 11. yüzyılda kollar bir ara öyle bollaştı ki, kadınlar yürürken bu kollar yelken gibi şişerdi. İç çamaşırı olarak erkeklerinkine benzer bir fanila giyilir, çoraplar diz altından jartiyerle tutturulurdu. Bu dönemde hem erkekler, hem de kadınlar üzerlerine pelerinler alırlardı.
Giyimde büyük değişim 14. yüzyılda gerçekleşti. Bunun çeşitli nedenleri vardı. En başta da erkek kadın ilişkilerindeki yeni bir anlayıştan kaynaklanıyordu. Kadınlar bu dönemde, eskisine oranla koca seçiminde daha fazla söz sahibi oldular. Bu yüzden giyimleriyle çekici olmaya özen gösteriyorlardı. Erkekler ise atılgan ve güçlü oldukları izlenimini verecek bir giyim arayışı içindeydiler. Bu nedenle bedene tastamam oturan giysiler moda oldu. Tunik yerine dar kollu, dik yakalı ve göğsü pamuk ya da kıtıkla kabartılmış ceketler giymeye başladılar. Kadınların giysileri ise artık bedenlerinin çizgilerini gösterecek bir biçim almıştı.
Fransız Modası
15. yüzyılda erkeklerin gardrobuna yeni bir giysi eklendi. Bu bol kollu, omuzları ve göğsü oturtulmuş, geri kalan bölümleri dökümlü, manto gibi bir giysiydi. Giyilen şapkalar türbana benziyor, yan tarafından uzun bir eşarp sarkıtılıyordu. 1480’lerde “yırtmaç” modası çıktı. İçine giyilen görülsün diye, ceketlerin kolları dirsekten bir yırtmaçla açılıyor, böylece o dönemde moda olan işlemeli gömlekler ortaya çıkıyordu. Kadın modasında pek fazla değişiklik olmadı. 15. yüzyılda en büyük değişim giderek çok acayip biçimler alan saç modellerinde görüldü. Avrupa’da kilise kulesi gibi taranmış saçlara bile rastlanıyordu.
Kabarık Yakalar ve Çemberli Jüponlar
Yırtmaç modası 16. yüzyılda iyice yaygınlaştı. Pabuçlarda bile yırtmaç görülmeye başlandı. Erkek ceketleri nerdeyse yastık gibi doldurularak kaskatı bir duruma getiriliyordu. Uzun çorap modası yerini, kabarık durması için içi doldurulmuş, kısa pantolonlara bırakmıştı. Bunlarla gene uzun çorap giyiliyordu.
Ayakkabılar artık sivri burunlu değil, parmakları rahat ettirecek biçimde, ördek gagası gibi genişti. Kraliçe I. Elizabeth döneminin en belirgin modası boynun çevresinde giderek genişleyen ve büyüyen yakalardı. 1850’lere gelindiğinde yakalar o denli büyümüştü ki, güzel durması için tel geçirerek kolalamak gerekiyordu.
Kadın giysileri, 16. yüzyılda İspanyol etekler moda oluncaya kadar pek değişmedi. Gitgide genişleyen tel çemberlerden oluşan bir jüpon üzerine geniş bir etek giyiliyordu. Daha sonra kadınlar, Fransız modası olan, belin iki yanma asılı yastık gibi kabarıklıkların üzerine etek giymeye başladılar. 16. yüzyılın sonunda düşük yakalar moda oldu. 1610’larda ise başın hemen arkasında, yelpaze gibi dik duran yakalar ortaya çıktı.
17. yüzyıl boyunca moda her zamanki gibi sürekli değişti. Genelde sadelik değil, işlemeler, volanlar, danteller, fiyonklar, kurdeleler aranıyordu. Erkeklerde 1670’lerden sonra yelek ve ceketler moda oldu. Her ikisi de dize kadar geliyordu ve yakasızdı. Ceketlerin kolları düzdü. Devrik kol kapakları vardı. Kol kapakları, içindeki ipek gömleğin görünmesi için iliklenmezdi.
1620’lerden sonra külot pantolon moda oldu. 1650-70 yılları arasında giyilen külot pantolonlar öyle boldu ki, neredeyse eteklik sanılırdı. Daha sonra daralan bu pantolonların paçaları diz altından bir düğme ya da toka ile iliklenirdi. Çoraplar ipekli olduğu için soğuk havalarda birkaç çifti üst üste giymek gerekirdi.
17. yüzyılın ilk yarısında tüylü, geniş kenarlı bir şapkayla, geniş konçlu çizmeler erkek giyimi için nerdeyse zorunluyken, yüzyılın sonuna doğru kenarları kıvrık küçük şapkalar ve küt burunlu, tokalı ayakkabılar giyilmeye başlandı.
Kadın giysileri hâlâ uzun ve geniş etekliydi. Ne var ki, çemberli jüponlar artık giyilmiyordu. Omuzları dışarda bırakan ve kombinezon denen dantelli iç çamaşırlarını kenarından gösterecek dekoltelikte giysiler giyiliyordu. Yüzyılın sonuna doğru çemberli jüponlar yeniden moda oldu. Elbisenin üzerine önden açık bir kaftan giyilirdi. Daha sonra bu kaftanın etekleri toplanarak arkaya bir kuyruk eklemek moda oldu.
Yüzyılın başında küt burunları ve kocaman fiyonklarıyla erkek ve kadın ayakkabıları birbirine benziyordu. 1650’den sonra burunlar sivrildi ve topuklar yükseldi. Pek uzun boylu olmayan Fransız Kralı XIV. Louis, topuklu pabuçlar giyerek erkekler için bu modanın Öncülüğünü yaptı. Erkekler de, kadınlar da ellerini sıcak tutmak için manşon kullanırlardı. Yüzlerine boyalarla makyaj yaparlar, solgun görünmek için siyah benler yapıştırırlardı.
Saten Giysiler
18. yüzyılın başında erkek giysileri pek değişikliğe uğramadı. Ceketler ve yelekler hâlâ uzundu. Altına çorap ve külot pantolon giyiliyordu. 1750’den sonra ceketlerin önü kısalmaya başladı. Öyle ki, sonunda arkada “kuyruktan" başka bir şey kalmadı. Bele kadar olan ceket önden sımsıkı iliklenirdi. Yüzyılın başında ceketlerin yakası yoktu, ama 1760’tan sonra yaka gitgide büyüyerek kulaklara kadar yükseldi.
Erkek takım giysilerinde kadife, ipekli ya da saten kullanılır, renkler siyahtan açık maviye, büyük bir çeşitlilik gösterirdi. Botlar ve eskiden kırsal kesimde giyilen tozluklar, yüzyılın sonunda moda oldu. Erkekler omzu yarım pelerinli bol pardösüler giyer, baston, manşon ve enfiye kutusu taşırlardı.
Giyimi tamamlayan peruktu. 1750’lere kadar yaşlı erkekler uzun lüleli peruklar takarlardı. 1730’larda genç erkekler, arkasında bir örgüsü olan daha derli toplu peruklar kullandılar. Bazen de saçlarını arkada siyah bir torba içinde toplarlardı. Erkek eğer peruk takmıyorsa, peruk gibi görünmesi için saçını pudralardı.
18. yüzyılda kadın giyimi oldukça hızlı değişti. 1730’larda etek boyu bileğe yükseldi. Genellikle önden açık olan eteğin içinden kapitone satenden bir jüpon görünürdü. Eteklerin kubbe gibi durması için çember kullanılırdı. 1740’ların, kalçalarda kabarık, ön ve arkada düz olan etek modası, kadınları dar yerlerden geçerken yan yan yürümek zorunda bırakıyordu. 1770’lerin modasına göre, koskocaman bir etek perde gibi iple toplanarak, üç yerinden sarkıtılırdı.
Kadın giysileri dekolteydi ve arkadan şeritlerle sıkılırdı. Açık kare yakalar modaydı. Elbise üzerine giyilen kaftanları çoğunlukla önü açık, kolsuz, arka parçaları ise zengin dökümlü olurdu. Yüzyılın sonunda kadınlar bu ağır giysilerden rahatsız olmaya başladılar. Hafif muslinden geniş kuşaklı giysiler yapılmaya başlandı. Ata binerken ya da geziye gidecekleri zaman erkekler gibi giyindiler.
Kadın ayakkabıları saten ya da brokardan yapılır, tokalar ve fiyonklarla süslenirdi.
Deniz merakı 18. yüzyılda başladı. Yazar Fanny Burney, Kral III. George’un ve çevresindekilerin fanilalar, korseler ve üzerinde “Tanrı Kralı Korusun” yazılı saç bantlarıyla nasıl denize girdiklerini anlatır.
Yenidünya
Amerika’daki kolonilerde giyilenler başlangıçta Avrupa’dakilerin kopyasıydı. Ne var ki, yeni yerleşim yerleri ve yeni maceralar arayan ilk öncüler daha sonra başlı başına bir moda yarattılar. Yerliler’den hayvan derilerini sepilemeyi öğrendiler. Deriler, pamuk gibi yumuşak oluncaya kadar geriliyor, ıslatılıyor ve hamur gibi yoğruluyordu. Yerliler, beyazlara ayrıca bu derilerden pantolon ve mokasen benzeri şeylerin nasıl yapılacağını da öğrettiler. Bunların hiçbiri Eskidünya’da bilinmiyordu. Böylece Amerika’nın koşullarından doğan yeni bir moda ortaya çıktı.
Erkekler avlanırken baştan geçme bol bir gömlek giyerlerdi. Bu gömlek önden bağcıklarla kavuşturulur, boyu dizlere kadar iner, üzerine bir pelerin alınırdı. Pelerin ve gömleğin dikişleri deri püsküllerle süslü olurdu. Bazen de kürk parçaları süs işini görürdü.
Bu giysiler rüzgâra ve yağmura karşı iyi bir koruyucu olan güderiden yapılırdı. Avlanma giysileri için geyik derisi de kullanılır; bunlardan nakışlı gömlekler yapılırdı.
Avcılar tilki, ayı, sincap derilerinden kasketler ve kepler giyer, keplerin arkasına bir tilki ya da kurt kuyruğu iliştirirlerdi.
Kadınların giydikleri erkeklerinki kadar süslü değildi. El dokuması kaba kumaştan giysiler giyerlerdi. Bazen kentlerden dantel, kurdele gibi şeyler gelirdi. Onü dantelli, bol etekli giysilerinin üzerine bir şal alır, kötü havalarda bunu başlarına örterlerdi. Dayanıklı ayakkabılar ya da mokasenler giyerlerdi. Yazın ise yalınayak gezmeyi yeğlerlerdi. Sadelikleri saç biçimlerinde de kendini gösterir, saçlarını ya örer ya da topuz yaparlardı. Takı, yelpaze, fiyonk türünden süs eşyaları kullanmazlardı.
Daha sonra 18. yüzyılda zenginler arasında dantelli gömlekler, kravatlar, desenli yelekler ve rengârenk çoraplar moda oldu. Güneyli kadınların sahip oldukları brokarların ve ipeklilerin değerine paha biçilmezdi. Erkeklerin giyimleri de kadınlarınki kadar masraflıydı. George Washington, son derece ağır kadife ve ipek takımlar giyerdi. Benjamin Franklin ise parlak renkli giysilerden hoşlanırdı.
19. Yüzyıl
19. yüzyılın başlarında giyimlerine düşkün erkekler, daha önce pek gözde olan ipekli ve saten kumaşlardan vazgeçerek güzel dikilmiş ve iyi oturtulmuş giysilere önem vermeye başladılar. 1830’larda, tozluk ve ayak bileklerinin üzerinde dar pantolonlar giyiliyordu. Sonradan, bugün de giyilen, klasik pantolon ortaya çıktı.
Ceket renkleri mavi, yeşil ya da kahverengi iken, pantolonlar çok daha açık renk, hatta beyaz oluyordu. Yüzyılın ortalarına doğru siyah redingotlar giyilmeye başlandı. Oysa pantolonlar değişik renklerde ya da ekose olabiliyordu. Pantolon ve ceketin aynı kumaştan yapıldığı takım giysiler ancak 1860’tan sonra giyilmeye başlandı.
19. yüzyılın sonlarında erkekler yakalık ve kravat takmaya başladılar. Bu gelenek zamanımızda da sürüyor. Erkeklerin resmi çağrılarda giydikleri beyaz ceket ve beyaz papyon ya da siyah smokin ve siyah frakla siyah papyon 1900’den beri hemen hiç değişmedi.
Erkek modası zaman içinde gitgide daha az değişikliğe uğrarken, son 150 yıl içinde kadın modası her yıl yenilendi. 19. yüzyılın başında kadınlar pamuklu ya da muslinden, beli yukarıda, geceliği andırır giysiler giyiyorlardı. Sonraları altına,bir tanesi at kılından olmak üzere, dört beş kat jüpon giyilerek eteklerin kabarık durması sağlandı.
1830’larda bel eski yerine inerek, kollar omza doğru kabartıldı, bunun adı “koyun budu” modasıydı. 1850’lerde jüpon giyilmesini gerektirmeyen telden bir kafes kullanıldı. Giysilerin kolları dar ve uzun, yakaları dikti. Kraliçe Victoria döneminin sona ermesiyle, sade, ayak bileğine kadar inen etekler giyilmeye başlandı. Koyun budu kollar geri geldi.
Mantolar, şallar, pelerinler çok çeşitlilik gösteriyordu. Büyük eteklerin üzerine manto giymek rahat olmadığından geniş şallar ve pelerinler kullanılırdı. Günümüz etek ceketin ya da tayyörün ilk biçimi 1860’larda ortaya çıkan “yürüyüş giysisi”ydi. ABD’de ve Avrupa’da kadın hakları mücadelesinin yükseldiği bu yıllarda, kadın giysilerinin daha rahat olması yolunda kampanyalar yürütüldü. Kadınlar spor yapmaya başladıktan sonra tenis ve bisiklet için özel giysiler giymeye başladılar. Mayolar, düğmeli bir bluz ve külot pantolondan oluşuyordu. Bazı cesur kadınlar kısa, şalvar türü şortlarla bisiklete binmeye başladı.
19. yüzyılın muslin elbiseleri ile sivri burunlu, topuksuz, ipekli kumaştan ayakkabılar giyilirdi. 1870’lerde kadifeden, düğmeli ve topuklu botlar moda oldu. Kadınlar 1820’lerde belden kuşaklı bol paçalı pantolonlar giymeye başladılar. Bundan 40 yıl sonra golf pantolon moda oldu.
Türkler'de Giysi
Türk giysilerine ilişkin en eski bilgiler, Orta Asya’da yapılan kazılar sonucunda bulunan kalıntılardan, çeşitli duvar resimlerinden, minyatürlerden ve çeşitli amaçlarla yazılmış eski kitaplardan çıkarılmaktadır. Orta Asya dönemi Türk giysilerinde ipekli, pamuklu kumaşlar yanında devetüyünden dokunan kumaşlar da kullanılmıştı. Koyun yünü daha çok keçe yapımında kullanılır ve bundan yalnızca köleler için elbiselik kumaş dokunurdu. Keçe ise çadır ve yaygı dışında kemer, çizme, börk gibi giysileri tamamlayan öğeler için kullanılıyordu. İki bez arasına pamuk konularak hazırlanan kapitone işlerinden de yelek ve hırka yapımında yararlanılıyordu. Giysilerde deri ve kürk de önemli bir yer tutuyordu.
Hayvancılıkla geçinen göçebe Türkler deri ya da keçe çizme, mintan, gömlek, kısa bir kaftan ve bunun üzerine takılan kemer; ata binerken rahat edilecek biçimde dikilmiş üst kısmı bol pantolon ya da şalvar, yağmurlu havalarda giyilen bir tür yağmurluk giyerlerdi. Keçe, tiftik ve ipekli kumaşlardan yapılan börk ise başlık olarak kullanılırdı.
Selçuklu dönemi Türk giysilerinde Orta Asya’daki giyim kuşam geleneğinin etkisi sürmüştür. İslamiyet’in İran ve Anadolu giysileri üstündeki etkisi bu dönemin belirleyici özelliği olmaktan uzaktır. Dokumacılığın büyük bir gelişme gösterdiği Selçuklu döneminde giysi yapımında kullanılan değerli kumaşların çeşitliliği dikkati çeker. Ayrıca giysi türlerinin de sayıca arttığı ve iklime, çevreye göre bazı küçük değişikliklere uğradığı görülür.
Osmanlı dönemi giyim kuşamı başlangıçta eski Türk geleneklerinin etkisini taşısa bile imparatorluk dönemine geçişle birlikte çok yönlü etkilenmeler kendini göstermiştir. Bu dönem giysileriyle ilgili bilgiler çeşitli müzelerde bulunan örneklerden, Osmanlı ülkesini gezen gezginlerin yapıtlarından, resim ve minyatürlerden çıkarılmaktadır. Saray, saray çevresi, devlet adamları, din adamları, ordu, esnaf, köylü, göçebe Türkmen, Hıristiyan, Musevi gibi toplum kesimlerinin kendilerine özgü giysileri vardı. Halkın günlük giyim kuşamı ise bazı geleneksel özellikler taşımakla birlikte genellikle örtünme amacına yönelikti.
Osmanlı döneminde zaman zaman devlet adamlarıyla halkın neler giyeceğini belirleyen düzenlemeler de yapılmıştır. Bunların ilki Kanuni Sultan Süleyman (1520-66) döneminde gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde erkek giyiminin belli başlı öğeleri başta kavuk, sarık, külah, börk; ayakta çedik, mest, çizme, yemeni; gövdede zıbın ya da mintan, gömlek; belde kuşak; altta iç donu, şalvar, potur; en üstte ise entariden oluşmaktaydı. Devlet adamları ve hali vakti yerinde kimseler en üste kürklü ve işlemeli kaftan; orta tabaka ve esnaf hırka ya da cüppe, halktan kişiler de cepken ya da yelek giyerlerdi.
Osmanlı Devleti’nin “Duraklama” ve “Gerileme” dönemlerinde giyim kuşamda da göze çarpan karmaşıklık 19. yüzyıla kadar sürdü. 18. yüzyılda ve özellikle Lale Devri’nde görülen gösteriş ve süse düşkünlük, batı giyim kuşamının da etkisiyle 19. yüzyıl başlarına kadar sürdü.
II. Mahmud’un 1820’lerde gerçekleştirdiği yeniliklerden biri de giyim kuşamla ilgiliydi. Bu dönemde yapılan yenilikler daha çok devlet adamlarıyla varlıklı kimseler üzerinde etkili oldu. Devlet adamları zorunlu olarak, sarık yerine fes giymeye başladılar. Pantolon ve setre, şalvar ve entarinin yerini aldı. Ayakkabı olarak da potin giyilmeye başlandı. Halkın bir kesimi yer yer bu değişikliklere tepki duyduysa da İstanbul’da ve öteki büyük kentlerde yeni giysiler benimsendi. Merkezden uzak kentlerde ve köylerde yaşayan halk ise bu gelişmelerin dışında kaldı ve kendi geleneksel giysilerini kullanmayı sürdürdü.
19. yüzyılda Tanzimat (1839) ve I. Meşrutiyet (1876) dönemlerinde giyim kuşamdaki değişme daha da hızlı oldu.
Osmanlı döneminde kadın giysileri üstüne ayrıntılı bilgi sarayda ve zengin konaklarında giyilenlerle sınırlı kalmıştır. İlk dönemlerde entari, kaftan, şalvar, kuşak, başörtüsü biçiminde karşımıza çıkan kadın giysilerine 17. yüzyılda ferace ve 19. yüzyılda ise eteklik ve çarşaf eklenmiştir.
Türk giyim kuşamı, 20. yüzyılın ilk yıllarından Cumhuriyet’in ilanına kadar 19. yüzyıldaki hızlı değişimini sürdürmüş; fes dışında batı giysileri yaygınlık kazanmıştır. Cumhuriyet’in ilanından sonra her alanda görülen yenilikler arasında giyim kuşamdaki değişiklikler önemli bir yer tutmuştur. 1925’te çıkarılan ve Şapka Kanunu diye anılan yasa ile fes ve öteki başlıklar kullanılmaz olmuş, tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla da din adamlarına giyim kuşam konusunda tanınan serbestlik ibadethaneler dışında kaldırılmıştır. Erkekler pantolon, ceket, gömlek, kravat ve ayakkabı; kadınlar ise çarşaf yerine manto, atkı ya da başörtüsü ile etek ceket giymeye başlamışlardır. Erkek giysilerinde batı ölçülerine göre değişme daha hızlı olurken özellikle kırsal kesimde kadınlar çarşaf giymeyi sürdürmüştür. Erkek giyiminde batı giysileri bütünüyle yerleşirken bazı güney ve doğu illerinde şalvar ya da bazı yöresel giysiler giyilmektedir.
Günümüzün Giysileri
20. yüzyılda erkeklerin resmi yerlerde ya da işte giydikleri giysilerde pek az değişiklik oldu. Ama resmi giyim dışında çok büyük bir çeşitlilik gözleniyor. Spor giysilerden eşofmanlar, şortlar, tişörtler, keten pantolonlar en çok aranan giysilerdir. Blucin bunların başında geliyor. Kadın, erkek, yaşlı, genç herkesçe bütün dünyada sevilerek giyiliyor. Eskisine göre giysiler çok daha renkli, pratik ve rahat olmuştur.
I. Dünya Savaşı’ndan önce çok dar ve uzun etekler, araba tekerleği gibi geniş şapkalar modaydı. 1920’lerde etekler birden dizlerin üstüne çıktı, bel çizgisi kayboldu. Başlara ise küçük, kloş şapkalar geçirildi. Daha sonraki yıllarda orta karar bir etek boyu moda oldu. Geceleri ise uzun gece giysileri giyiliyordu.
II. Dünya Savaşı sırasında etekler yeniden kısaldı. Sokakta giyilen etek ceketler ise askeri üniformaları çağrıştırıyordu. Savaştan sonra kumaşlar yeniden bollaşınca, Fransız modacı Christian Dior büyük kloş eteklerle yeni bir moda başlattı. 1950’lerde etekler yeniden kısalırken, 1960’ta mini etek modayı altüst etti. Bunun ardından manto ve elbiselerde maksi modası ortaya çıktı. 1970’lerde gene ortalama boyda giysiler giyilmeye başlandı. Günümüzde kadınlar artık yadırganmadan pantolon da giyebiliyor.
Gündelik ayakkabı ve çizmelerde deri, süet gibi malzemeler kullanılıyor. Kadife ve ipek ayakkabılar tarihte kaldı.
Artık çocuk giysileri de geçmişe göre çok daha rahat ve sağlıklı. 19. yüzyıla kadar çocuklar tıpkı büyükler gibi giydirilirdi. Bunlar katı, aşırı süslü ve çocukların hareketlerini kısıtlayan giysilerdi. Kız çocuklara sekiz yaşına gelir gelmez korse giydirilir, anneleri gibi tel kafeslerin içinde dolaşırlardı. Bugün ise çocukların giysileri sade, çok renkli ve oyun oynamaya elverişlidir.