Göl
Göl, kara ile çevrili büyük su birikintilerine denir. Sular yerkabuğu üzerindeki kapalı havzalarda birikerek gölleri oluşturur. Göller yağmur, akarsular ve bazen de göl yatağındaki kaynaklarla beslenir. Göl dolduktan sonra, su havzanın en alçak bölümünden genellikle bir ırmağa akar. Buharlaşma ya da göldeki suyun yeraltı sularına karışması su düzeyini düşürür. Buharlaşmanın yüksek olduğu yerlerde taşma olmaz, Lût Gölü, Hazar Denizi ve Avustralya’da birçok gölde görüldüğü gibi gölün suyu tuzlu olur. İsrail ile Ürdün arasında bulunan Lût Gölü o kadar tuzludur ki, bu gölde insan batmaz.
Birçok göl yatağı yüz binlerce yıl önce büyük Buzul Çağı’nda oluşmuştur. Finliler’ce Suomi (göller ülkesi) olarak adlandırılan Finlandiya’da 35 binden fazla göl vardır. Kanada’nın Ontario bölgesi ve çevresinde de binlerce göl bulunur. Her iki ülkede de göller bir zamanlar karayı örten büyük buz tabakalarının erimesi sonucunda oluşmuştur. Bir.bölümü de buzulların yüzey kayaçlarında açtığı büyük oyukların suyla dolmasıyla ortaya çıkmıştır. Bazen de buzulların erimesinden sonra geride kalan balçık, kum ve taşlar, buzultaş (moren) denen küçük tepecikler oluşturarak eski ırmak vadilerinin ağızlarını kapatmış ve bu havzalar zamanla suyla dolarak uzun ve dar göllere dönüşmüştür.
Buzul Çağı boyunca buzul tabakalarının yüksekçe kenarları büyük su birikintilerine yol açmıştır. Bunlardan biri jeologların Agassiz Gölü adını verdiği büyük su birikintisidir. Bugün bu gölün kapladığı alanda Minnesota ve Manitoba’nın zengin çayırlık alanları bulunmaktadır. Bu büyük su kütlesinden geriye Winnipeg Gölü ile çevresindeki birkaç küçük göl kalmıştır.
Türkiye’de az sayıda buzul gölü vardır. Rize Dağları üzerindeki Mal Gölü 600 metre çapındadır ve deniz düzeyinden yüksekliği 2.525 metredir. Uludağ’da bulunan Aynalıgöl, Karagöl ve Kilimligöl de buzul hareketlerinin oluşturduğu göllerdendir.
Büyük göllerin çoğu yerkabuğundaki çatlamalar, kaymalar, çökmeler ve depremlerle oluşmuştur. Suları St. Lawrence Irmağı tarafından akaçlanan Kuzey Amerika’daki büyük göller zinciri bu türdendir. Dünyanın en geniş tatlı su birikintilerinden olan Superior Gölü, dünyanın en büyük içdenizi olan Hazar Denizi, Victoria Gölü, Tanganika Gölü, Doğu Afrika’daki Malavi Gölü hep yerkabuğunun hareketleri sonucunda oluşmuştur. Avrupa’nın en büyük gölleri olan SSCB’deki Onega ve Ladoga, ABD’de Utah’taki Büyük Tuz Gölü aynı biçimde oluşmuştur. Bu tür göllerin öbür örnekleri arasında dünyanın en derin gölü olan Baykal Gölü (1.525 metre), deniz düzeyinden en düşük göl olan Lût Gölü ve deniz düzeyinden yüksekliği en fazla olan Bolivya’daki Titicaca Gölü sayılabilir. Lût Gölü deniz düzeyinden 400 metre kadar aşağıda, Titicaca Gölü ise yaklaşık 3.800 metre yüksektedir.
Türkiye’deki göllerin çoğu da yer hareketleri sonucunda oluşmuştur. Tuz Gölü, Ulubat, Manyas, Sapanca gölleri ile suyu tuzlu olan Acı Göl, Beyşehir, İznik gölleri gibi birçok göl yerkabuğunun çatlaması, çökmesi ya da kayması sonucunda ortaya çıkmıştır.
Yanardağlar göl havzalarının oluşumuna iki yoldan katkıda bulunur. İlkinde sönmüş yanardağ kraterleri su ile dolarak küçük göllere dönüşür. Bu biçimde oluşan göllerin en ünlüsü ABD’de, Oregon’da Kaskad Dağları’nda bulunan Crater Gölü’dür. Nemrut ise Türkiye’nin en büyük krater gölüdür. Bitlis il sınırları içinde olan bu gölün deniz düzeyinden yüksekliği 2.400 metredir.
İkincisinde, akan lavlar bir akarsu vadisini keserek bir engel oluşturabilir ve doğal bir baraj görevi görebilir. Şeria Irmağı bu biçimde tıkanarak Taberiye Gölü’nü oluşturmuştur. Türkiye’nin en büyük gölü olan Van Gölü ve gene Doğu Anadolu’daki Çıldır Gölü lavların oluşturduğu setler arkasında biriken sularla oluşmuşlardır.
Düz bir alanda yavaş yavaş akan bir ırmak, genellikle menderesler çizerek, kıvrımlı bir yol izler. Taşkın zamanlarında, ırmağın suyu bu kıvrımlardan birini atlayarak akabilir. Sular çekildikten sonra bu kıvrım ana ırmaktan ayrılarak dar ve uzun bir göl oluşturabilir. Bu tür göller, akmaz göl (kopuk menderes) olarak adlandırılır. Akmaz göller Mississippi Irmağı boyunca sıkça görülür. İngiltere’deki Norfolk gölleri de bu tür göllerdendir.
Kıyı boyunca rüzgârla savrulan kumlar bir koy ya da bir ırmak ağzında birikerek suyu orada hapsederse lagünler oluşur. Lagünlere denizin sığ, kıyının alçak olduğu yerlerde, örneğin deltalarda sık sık rastlanır. Nil deltasında bu türden birkaç lagün vardır. Lagünler Türkiye’de oldukça sık görülür. Bunların en önemlileri Büyükçekmece, Küçükçekmece ve Terkos gölleridir.
Göllerin çoğu yok olma sürecindedir ve bu süreç gölün oluşumuyla birlikte başlar. Göl taşkını ile oluşan ırmaklar, kendi yataklarıyla birlikte gölün havza ağzını da derinleştirir. Böylece gölün su düzeyi sürekli düşer. Su düzeyindeki bu düşüş, göl yok oluncaya kadar sürer. Bir göle akan ırmaklar gölün yavaş yavaş ortadan kalkmasında daha da etkilidir. Göle akan ırmaklar, taşıdıkları çamur ve çakılları göl yatağına yığarlar. Irmak ağzında deltalar oluşur ve bu deltalar göl boyunca yayılarak havzayı doldurur. Bu süreç sonunda gölden geriye yalnızca düz bir alan kalır.
Rhöne Irmağı’nın, İsviçre’deki Cenevre Gölü’ne akan suyu çamurlu ve bulanıktır. Getirdiği çamurları göl yatağına bırakır ve gölü temiz, parlak ve mavi bir ırmak olarak terk eder. Eski göl yataklarında bu yolla verimli topraklar birikmiştir. Göller hızlı akan ırmakların hızlarını keserek su taşkınlarını da önler. Irmağın fazla suyunu geniş yüzeylerine yayarak olası bir sel tehlikesini ortadan kaldırır. Bu göller kurak mevsimlerde kendilerine akan ırmakların su düzeylerinin çok alçalmasını da engeller. Ren Irmağı üzerindeki Konstanz Gölü bu duruma iyi bir örnektir. Birçok göl kentlere su sağlayarak, su deposu görevi de görür. Ayrıca, ırmaklar üzerine yapılan barajlarla büyük baraj gölleri de oluşturulmuştur. Keban baraj gölü Türkiye’nin gölleri arasında kapladığı alan bakımından üçüncü büyük göldür.