İktisat
İktisat, Bir insan topluluğundaki ya da bir ülkedeki mal ve hizmetlerin üretimi, dağılımı ve tüketimiyle ilgili olguları yöneten bilimsel yasaları belirleyen bilim dalı.
Üretim, dağıtım ve tüketim, insana özgü etkinliklerdir. İnsan davranışlarının çeşitliliği ve çeşitlemelerin önceden kestirilemezliği, iktisadın (ekonomi de denir) insan bilimleri arasında sınıflandırılmasına yol açmıştır.
Üretmek, bölüşmek ve tüketmek için insanlar, ilişki ve çıkarları açısından birleşirler ve karşılarında yer alan topluluklara karşı bir savaşım verirler. Bu savaşımları ılımlaştırmak, sonuçlarını yumuşatmak ve barışçı çözümler önermek için, iktisadın işleyişinde devlet rol alır: Dolayısıyla iktisat bilimi, aynı zamanda da bir siyasal bilimdir.
Bütün bilimler, olguları gözlemek, bu olguları nedenlerle açıklamak ve neden-sonuç ilişkilerinin biçimini belirtmek işlemlerinden oluşur. Bu yöntem yeterince uygulandığında, bilim, belirli bazı veriler karşısında olabilecekleri öngörmeyi sağlar. Aynı zamanda, insan gereksinmelerinin karşılanması, varolan güçler tarafından uygulamaya konabilir. "Uygun" etkenleri, yani istenen sonuçlara götüren ve istenmeyen sonuçlar doğuran nedenleri yumuşatmaya ya da yok etmeye elverişli etkenleri, olanaklar elverdiğinde oluşturmak yeterlidir. İktisat bilimi, bu ölçütlerin tümünü karşılar.
İktisat istatistikleri, üretimi, ulusal geliri, bu gelirin nüfusa dağılışını, tüketimi ve tasarrufu ölçer. Bu nicelikler arasında, değişen koşullara bağlı olarak ilişkiler ortaya çıkar: İstihdam ya da işsizlik; yüksek iktisadi etkinlik ya da bunalım; vb.
İktisadın ilk kez Fransa'da 1750 dolaylarında Louis XIV'ün doktoru Quesnay'in ve İngiltere'de 1770 yıllarında felsefe profesörü Adam Smith'in yapıtlarıyla ortaya çıktığı kabul edilir. Ayrıca tarihçiler daha da eskilere uzanan iktisadi olayları belgelemişlerdir.
İnsanların iktisadi etkinlikleri gereksinmeden doğar. Söz konusu gereksinmelerin başlıcaları beslenme, giyinme, barınma, vb'dir. İnsanlar bu gereksinmeleri karşılamak için çalışır, çeşitli araçlar gerçekleştirir, uzmanlaşır ve değiş tokuş yaparlar. Tarih boyunca üretimde çok büyük ilerlemeler olmuştur; ama gene de, gereksinmeler tam anlamıyla karşılanmış değildir. İktisat uzmanları, genellikle şu kötümser yasayı benimsemişlerdir: Yaşama koşullarının düzelmesi ve gelişmesi, doyurulmaz ve sınırsız gibi görünen gereksinmelerin alabildiğine artışını engelleyemez.
Gereksinmelerin karşılığı olan zenginlikler arasında, hava ve su gibi son derece bol, hattâ bedava olanlar vardır. Bununla birlikte, kentsel nüfusun yoğunlaşması ve çevre kirlenmesi, bu bedava zenginliklerin niteliğini bozabilir. Böyle durumlarda, istenilen niteliği elde etmek için, emek ve sermaye gerekir ve bu harcamayı yapan topluluk, yaptığının karşılığını bekler. Çünkü, her iktisadi zenginliğin bir bedeli vardır ve bu bedel, o zenginliğin az bulunurluğuyla orantılıdır. Fiyatın sayısal belirtilmesi, bir az bulunurluk göstergesidir.
Günümüzde, bollaşmış olan besin ürünlerinin fiyatları, nispeten düşüktür. Ama bir kıtlık baş gösterdiği anda fiyatlar, bazen baş döndürücü bir hızla artar. Dolayısıyla fiyat, aynı zamanda, insanların iktisadi zenginlikleri elde etmek için verdikleri savaşımın da bir belirtisidir.
Toplumsal yaşamın başlangıcında avcılık, toplayıcılık ve tarım alanında harcanan emek, gereksinmeleri karşılamaya bol bol yetiyordu. Çağdaş toplumlardaysa, gereksinmeler, gerekli olan sayıda değiş tokuş (mübadele) yoluyla sağlanır: Kişi başkaları için üretir; kendi üretmediğini tüketir. Değiş tokuşun aracı paradır. Böylece, az bulunurluğa karşı verilen savaşımın, en iyi gelirin peşinde çabalamak olduğu ortaya çıkar; çünkü gelir, satın alınabilecek mal ve hizmet tutarının ölçüsüdür. Batı toplumlarında gelir elde etmenin iki ana yolu vardır: Emek ve girişim.
Ücretliler ve bazı serbest meslek sahipleri (doktorlar, avukatlar, mimarlar, vb.), en yüksek ücreti elde edebilmek için bedenlerini ya da kafalarını kullanırlarsa, girişimcilerse, piyasadan yararlanarak kazanç elde etmeyi amaç alır, bunun için de, bir işyerinin ilk işleyişi için gereken sermayeyi sağlayarak, ücretli emekçileri çalıştırırlar. Göze aldıkları yatırılan sermayeyi yitirme olasılığı ve gösterdikleri işletmecilik becerileri, hiç değilse özgür girişim (hür teşebbüs) yanlısı liberallerin gözünde, girişimcilerin elde ettikleri kazancı haklı gösterir.
Bu kazançları koruyabilmek için savaşmak gerekir: Girişimciler kendi aralarında piyasanın sağladığı olanaklar peşinde rekabet ederken, ücretliler de, yüksek ücret için savaşır ve işverenlerle çekişirler. Bu olgu, iktisat bilimi için yeni bir tanım getirir: İktisat bilimi, iktisadi etkenlerin birbirlerine uyguladıkları çeşitli zorlama yöntemleriyle birlikte, az bulunurluğa karşı bütün savaşım biçimlerini inceleyen bilimdir.
SUNU VE İSTEM
Tüketime sunulan mal ve hizmetler, işletmelerin önceden satın almaları gereken başka mallarla üretilir: Fabrika binaları; makineler, vb. Bu malların satın alınma işlemine "yatırım" denir. Bir topluluk ne kadar yatırım yaparsa, o oranda üretebilir. Ama söz konusu malların bedelini ödeyebilmek için işletmelerin, kazançlarının tümünü tüketecekleri yerde, bir bölümünü ayırmaları, halkın da kendi yönünden, gelirinin bir bölümünü ya doğrudan ya da dolaylı olarak bankalar aracılığıyla işletmelere ödünç vermeyi kabul etmesi gerekir. Bu tüketilmeyen birikime, tasarruf (tutum) adı verilir. Tasarruf, doğal olarak bir özveridir; çünkü anında tüketim daha çekicidir. İşte bu nedenle, ödünç alanlar, ödünç verenlere faiz öderler. Tasarruf istemi (talebi) sunudan (arz) yüksek olduğunda, faiz oranları artar. Bu yasa, bütün iktisadi zenginlikler için geçerlidir: Sunu istemi aşmışsa, fiyatlar düşme eğilimi gösterir; tersi olduğunda, fiyatlar artmaya başlar. Bu, temel bir iktisadi süreçtir.
Görüldüğü gibi sunu ve istemin karşılaşması, fiyatı değiştirmektedir. Aynı ilişki örneğine dayanılarak, başka bir ilişki tanımı yapılabilir: Fiyat dalgalanması, gelecekteki sunuyu etkiler. Gerçekten, işletmeler kazanç için ürettiklerine göre, bir malın fiyatı artmaktaysa, elde edilecek kazanç çekici olduğundan, sunu artacak, fiyatlar düşerse de, düşecektir.
Bu olgu, emeğin istihdamı (iş bulması) düzeyinde de sonuçlar doğurur. Çok üretmek için, daha çok çalışana gerek vardır; daha az üretim yapıldığında, işsizlik baş gösterir. Böylece, bütün iktisadi değişkenler (üretim, fiyat, istihdam, yatırım, tasarruf) birbirlerine "iktisadi süreç" ya da "iktisadi yasa" adı verilen nedensellik ilişkileriyle bağlıdır.
Çağdaş bilim, bu yasalara niceliksel bir anlatım kazandırma çabasındadır. Sözgelimi, bir malın fiyatı yüzde on düşerse, gelecekteki sunu ne derece eksilir? Geçmişin irdelenmesi bu tür soruları yanıtlayabilir. Ama, geleceği öngörmede, insan davranışlarının sürekli değişkenliği, güçlüklere yol açmaktadır.
Üretim, değiş tokuş ve tüketim, insanlar tarafından ve insanlar için yapılır. Zamanla değişen güdülere ve aynı biçimde başkalaşan davranışlara bağımlılık gösterir. İktisat yasaları da bundan dolayı, zamanla yıpranır. Fiziksel yasalar, kesindir. Sözgelimi suyun elektrolizi, her zaman aynı kütlede oksijen ve hidrojen verir: İşlemde geçen su miktarı iki katına çıkarılırsa, elde edilen gazlar da iki kat olur. İktisattaysa, üretim öğeleri, yani emek, sermaye ve hammadde miktarları iki katına çıkarıldığında, iki kat üretim elde edileceği kuşkuludur. Büyük Ekonomik Bunalım sırasında (1930 yılları), ABD'de apansızın duran üretim, olanakların daha az olduğu geçmiş dönemlerin bile çok altına düşmüş, milyonlarca işsiz, çalışmak ve tüketmek ister ve çalıştıkları fabrikalar yerli yerinde dururken, fabrikalar onları işe alamamış ve ülkenin bütün işleri durmuştur. Bu duruma çözüm bulmak yıllarca sürmüştür. Anlaşılması güç görünen söz konusu bunalımların, belirli nedenleri vardır.
En başta, iktisat sahnesinde yeni öğeler ortaya çıkar. İnsanlar gene eskisi gibi, çıkarlarına uygun sandıkları biçimde davranış gösterirler; oysa yeni öğeler, yepyeni davranışlar gerektirmektedir. İktisat yasalarının zamanla yıpranmasının başlıca nedeni de budur. Sözgelimi, uluslararası rekabet, korumacılık döneminde Fransız girişimcilerini farklı türde davranışlara itmiştir. Aynı biçimde, işçi sendikalarının kurulmaları ve güçlenmeleri, ücret yasalarına ve buna bağlı olarak tüketim ile ücretlilerin tasarrufuna, yeni bir biçim kazandırmıştır.
Öte yandan, ruhsal olgularda davranışları apansızın değiştirebilir. Gelecek parlak ve bulutsuz göründüğünde, girişimciler çok yatırım yapar, bir tehlike belirtisinde de hemen geri çekilebilirler. Tüketiciler de aynı biçimde, az ya da çok tasarruf yapar, olağan ölçüde tüketir ya da dükkân ve mağazalara akın ederler.
Bütün bu nedenler dolayısıyla, iktisat uzmanları aynı gelecek konusunda çelişik öngörülerde bulunabilir, hattâ öngörüde bulunmayacaklarını açıkça belirtebilirler. Bu, iktisat biliminin de aralarında yer aldığı insan bilimlerinin yazgısıdır.
Ancak, bu önermenin geçerliliğinin de bir sınırı vardır. Çünkü, kalkınma planları çerçevesinde yapılan öngörülerin çoğunun yanlış çıktığı görülebilir; ama bunun nedeni çoğunlukla, kamu yetkilerinin söz verdiği, ama yerine getirmediği siyasal önlemlerdir; birçok öngörünün de doğru çıktığı unutulmamalıdır.
İKTİSADİ BUNALIMLAR
İktisadın gelişmesi düzenli biçimde olmamış, gelişme dönemlerini çöküntü dönemleri izlemiştir. Bir gelişme döneminden bir çöküntü dönemine geçişe, "iktisadi bunalım" adı verilir.
Sanayi çağından çok önce de iktisadi bunalımlar olurdu; ama bunlar doğal yıkımların sonucuydu: İklim koşulları hasadın bir bölümünü yok edebilir, salgınlar ve savaşlar nedeniyle işçi sayısında azalma olurdu. Söz konusu bunalımların nedenleri dışsaldı, yani özel iktisadi olayların değil, bütün toplumun sonucuydu (tarım kesiminin ağır basması, ulaşım yetersizliği, tüketime yönelik etkinliklerin öneminin artması).
Sanayi çağıyla durum değişti. Bunalımlar sekiz-on yıllık dönemlerle yinelendi ve "iktisadi çevrim"den söz edilmeye başlandı. Bir iktisadi çevrim, bir bunalım döneminin izlediği gelişme dönemini kapsar; sonra, üretimin düşmesiyle nitelenen çöküntü patlak verir; daha
sonra da yeni bir gelişme döneminin izleyeceği toparlanma görülür. Bunalımlar, Birinci Dünya Savaşı'na kadar oldukça düzenli biçimde sürdü. Etkinliğin azalmasına, dolayısıyla da işsizliğe ve fiyatların düşmesine yol açtı. Birinci Dünya Savaşı'nı izleyen gelişme dönemi, 1929'da patlak veren "Büyük Ekonomik Bunalım'la kesildi. Üç yıl sonra ABD'de işsiz sayısı 14 milyonu bulmuş, sanayi üretimi yarı yarıya azalmıştı. Kendiliğinden bir toparlanmayı öngören liberal öğretilerin etkisinde kalan hükümetler, duruma el atmaya yanaşmıyor, gelişmenin yeniden başlamasını edilgin bir biçimde bekliyorlardı.
Bunalımları açıklama konusunda ortaya atılan, kuramlar üç sınıfta toplanabilir:
Bunalım aşırı donatımın sonucudur. Gelişme döneminin aşırı iyimserleştirmiş olduğu girişimciler, üretim yeteneklerini ölçüsüz biçimde artırırlar ve istem (talep) bu üretimi eritemez duruma gelir. Sağlıklı bir duruma ancak üretimin düşürülmesiyle dönülebilir; ama bu, en güçsüz işletmelerin iflas ederek kapanmasına yol açar.
Bunalım malidir. Kredi-faiz oranının artmasının bir sonucudur. Gelişme döneminde işletmeler çok kredi isterler. Bu istek karşısında, kredi faiz oranları yükselmeye başlar; sonunda işletmecilerin kazancı, alınan krediyi ödemeye yetmemeye başlar. Bu, bunalımın başlangıcıdır.
Bunalım bir aztüketim bunalımıdır. Maoc'ın görüş açısı budur. Satın alma gücü, gelişme döneminde yapılan yatırımların yol açtığı üretim artığını eritmekte yetersiz kalır. O zaman, toparlanma dönemi ancak, en iyi donatılmış işletmeler iflas edenleri satın alıp bu kötü dönemi aştıkları zaman başlayacaktır. Marx'a göre, iktisadi bunalımların sonuçlarından biri, sermayenin tröstler ve kartellerde toplanmasıdır.
Günümüzde, bunalımları doğuran şeyin, sanayi toplumunun kendi olduğu düşünülmektedir; yatırımlar ve üretim çevriminin uzaması, tüketicilerin son istemine oranla farklar yaratmaktadır. İktisadın çeşitli kesimleri ortak bir cephede aynı ritimle gelişmemekte, sermayenin devir hareketinde duraklamalara yol açmaktadırlar.
1945'ten bu yana, dünyada iktisadi gelişme çok daha düzenli olmuş, gerçek bunalımlar yerine, gerileme dönemleriyle, gelişme sahanlıklarıyla karşılaşılmıştır.
Bu gerilemelerin nedenleri bilinmektedir. Gelişme döneminde fiyatlar yükselir (enflasyon); fiyatı yükselen ülke ürünlerinin satışı azalırken, yabancı ürünlerin fiyatı iç pazarda düşer. Bu yüzden ödemeler dengesinin bozulması, hükümeti ödemeler dengesini korumak amacıyla kredileri kısıtlamaya, vergileri yükseltmeye yöneltir; bu da iktisadi gelişmeyi durdurur.
Günümüzde bütün hükümetler, iktisadi bunalımlar ya da gerilemeler karşısında edilgin davranmayı bırakmışlardır. İngiliz iktisat uzmanı J. M. Keynes, hükümetin yatırımlar aracılığıyla iktisadi etkinlik üstünde etki yapabileceğini ortaya koymuştur. İktisadi hedeflerin esnek bir planlaması, bir hükümete gerilemeyi önceden kestirmek, önlemek ya da frenlemek olanağı sunar. Değiş-tokuş ve dış ticaretin denetlenmesi, iç fiyatların korunması ve para değerinin düşürülmesi, en etkili müdahale araçlarıdır. Bir fon, istihdam ve bütçe açığı siyasetinin günü gününe izlenmesi, belirli bir enflasyon oranının benimsenmesi, doğrudan doğruya Keynes'in öğretisinden esinlenilmiş yollardır.
Ama bu gelişme siyasetinin sürekli tehlikesi, yatırımı paranın değerinin düşürülmesiyle ödemektir. Uluslararası para pazarında, bu tür bir devalüasyon, para bunalımına kadar varabilir. Para bunalımı, bir paranın değiş tokuş pazarında istikrarını yitirme dönemidir ve çoğunlukla bir ülkedeki enflasyonun ticaret dengesini bozan sonucudur. Devalüasyondan korkanlar, ellerindeki bu parayı daha sağlam bir parayla değiştirmek isterler; bu da, söz konusu paranın güvensizliğini artırır.