Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Maddecilik

  • Okunma : 328

İnsanın içinde yaşadığı dünyayı anlama uğraşı olan felsefe daha ilkçağlardan başlayarak bilincin ne olduğunu, nereden kaynaklandığını saptamaya; akıl ile doğa, bilinç ile varlık arasındaki ilişkiyi tanımlamaya çalışmıştır. Aklın mı, doğanın mı önce ortaya çıktığı, bilincin insan beyni dışında var olup olamayacağı sorunu, çağdaş felsefeyi de kapsamak üzere bütün felsefenin en temel sorunu olmuştur. Filozoflar bu sorulara verdikleri yanıtlara göre idealist ve maddeci olarak iki ana ve birbirine zıt kampa ayrılmışlardır.

    İdealizm maddi dünyanın zihinsel dünyaya bağlı olduğunu, zihnin ya da düşüncenin maddeden ayrı olarak var olduğunu öne sürer. Bu felsefeyi benimseyenlere göre dünyayı tanıma ve bilme olanağı yoktur. Algı, deney ve bilimle doğruluğu soruşturulabilir ve bilinebilir olanın “üzerinde”, “ötesinde” ya da “gerisinde” bilinemez bir alanın varlığını kabul ederler.

    Maddeci felsefe, gerçek dünyanın ve doğanın, insandan önce var olduğunu savunur. Madde, düşüncenin dışında ondan bağımsız ve ondan önce var olmuştur. Sonsuz ve sınırsız olan madde yaratılamaz ve yok edilemez. Peki madde nedir? İnsanı çok sayıda ve çeşitli cisimler çevreler. Bunların bir bölümü atomun en küçük parçacıklarından en büyük uzay cisimlerine kadar cansızdır. Öbürleri ise tek hücrelilerden en gelişkin ve karmaşık yapıya sahip insana kadar olan canlılardır. Bunların bazıları hemen yanımızda, bazıları ise çok uzaktadır. Bazı maddeler çıplak gözle görülebilir, ama bazılarını görmek için özel araçlara gereksinim vardır. Maddeci felsefeye göre bu cisim ve olgular ne kadar farklı nitelikte olursa olsun hepsi nesneldir (maddi) ve insan zihninin dışındadır. Yerküre insan ve canlı varlıklar ortaya çıkmadan milyonlarca yıl önce var olmuştur. Buna göre zihin ve bilinç, nesnel dünyanın uzun evriminden başka bir şey değildir. Bütün nesne ve olguların
kendilerine özgü ortak özellikleri zihnin dışında nesnel gerçeklik olmaları ve onda yansımalarıdır. Böylece madde tek bir nesneyi, herhangi bir süreci, bir grup olguyu değil gerçek dünyayı, bütünü içinde kapsar.

İlkçağ Maddeciliği

Maddecilik’in kökleri, varlığın temelinde tanrısal bir eylem değil tek bir nesnel ilke, bir “ilk madde” olduğunu ileri süren ilkçağ İyon düşüncesine kadar uzanır. Thales’e göre temel öğe “su” Anaksimenes’e göreyse “hava” idi. Bu dönem maddeci düşüncenin önde gelenlerinden Herakleitos ise ilk maddenin sürekli bir hareket durumundaki “ateş” olduğunu öne sürüyordu. Bu düşünürler temel öğenin kendiliğinden hareket ederek her şeyi kendi bağrından yarattığına dayanıyordu. Demokritos ve Epikuros gibi düşünürler ise Dünya’nın atom adını verdikleri çok küçük maddesel parçacıkların birleşmesi sonunda oluştuğunu varsayıyorlardı. Onlara göre sayılan sonsuz olan atomlar, başı ve sonu belli olmayan bir hareket halindedir. Yalnızca küçüklük, büyüklük, biçim ve ağırlık bakımından farklı olan atomların uzayda birbirleriyle karşılaşıp kümeleşmeleriyle çeşitli öğeler
ve cisimler ortaya çıkar. Kaba ve ağır atomlar ortada bir araya gelir ve toprağı oluşturur, ince ve hızlı atomlar ise yukarıya itilerek suyu, havayı, ateşi doğurur. Buna göre evrende mekanik yasalar ve zorunluluk egemendir ve var olan her şey Tanrı ya da başka bir doğaüstü güç tarafından belirlenmiş bir amaç söz konusu olmaksızın doğar.

Yeni Maddecilik

Ortaçağ boyunca kilisenin etkisiyle yadsınan maddeci felsefe Rönesans’la birlikte yeniden canlandı. Bilim ve teknolojideki gelişmeler maddeci felsefeyi geliştirirken, maddeci felsefe de bilim ve teknolojinin gelişmesinde etkili oldu. Francis Bacon, Galileo Galilei, Thomas Hobbes, John Locke gibi düşünürler bu akımın öncüleriydiler. Hobbes bilginin doğuştan var olamayacağını, ancak deney ve gözlemlerle edinilebileceğini savundu. Locke’a göre ise beş duyu aracılığıyla dış dünyadan edinilen izlenimler olan duyumlar beyinde oluşan maddesel hareketlerdi. Tüm bilgiler duyumlardan çıkıyordu.

    Bu dönemin maddeci düşünürleri yaşamın, düşüncenin ve toplumun yasalarını fizik ya da mekanik bilimin yöntem ve kavramlarına başvurarak açıkladılar. “Mekanik maddeciler” adı verilen bu düşünürler dünyanın yalnızca etkileşim içindeki madde parçacıklarından oluştuğunu düşünüyorlardı. Her parçacığın öbürlerinden ayrı ve bağımsız bir varlığı vardı. Bunlar dünyayı oluştururlardı. Mekanik olan bu etkileşimler yalnızca bir parçacığın öbürü üzerindeki dışsal etkisiydi. Örneğin Hobbes’un felsefesinde devlet bile dev bir makine olarak gösteriliyordu.

    Maddeci felsefe 19. yüzyılda Alman düşünürü Ludwig Feuerbach’la en gelişkin düzeyine ulaştı. Bu düşünür felsefenin yalnızca saf düşünce çerçevesinde kalmamasını, asıl görevinin doğayı ve insanı incelemek olduğunu ileri sürdü. Doğa insanın dışında vardı. İnsan ise doğanın bir parçası, onun uzun gelişiminin bir ürünüydü. Bilinç doğayı yansıtıyordu ve insan maddeyi, doğayı duyumlarıyla algılıyordu.

Diyalektik Maddecilik

Maddeci felsefe 19. yüzyılda Kari Marx ve Friedrich Engels’le birlikte yeni bir boyut kazandı. Bu iki düşünür maddenin ancak hareket halinde var olabileceğini öne sürdüler. Diyalektik Maddecilik adını verdikleri öğretileri hareketi, değişikliklere, cisimlerin evrimine, eskinin yeniyi doğurarak dönüşmesine sıkı sıkıya bağlar. Diyalektik Maddecilik’e göre evren hareket halinde maddedir. Buna göre var olanların hepsi birbiri üzerinde etkide bulunur. Her şey birbiriyle ilişki içindedir.
Diyalektik maddeci yöntem hiçbir nesneyi tek başına ve soyutlayarak ele almaz. Öbür maddelerle ilişkisi içinde ve bir bütünün parçası olarak ele alır. Gene Diyalektik Maddecilik’e göre hareket halindeki madde bir durumdan öbürüne geçer ve sürekli olarak değişir. Maddenin hareketi basit yer değiştirmeden, düşünceye kadar evrendeki tüm değişimleri ve süreçleri kapsar. Nicelik değişimler
belirli bir birikime ve yoğunluğa ulaştıktan sonra bir nitelik değişikliği yaratır. Değişmeyi doğuran ise karşıtların çatışmasıdır. Karşıtlıklar birbirinin dışında değildir. Bir arada ve bir birlik oluşturacak biçimde bulunurlar. Değişmenin temelinde bu karşıtların bir arada bulunmasının doğurduğu çelişme vardır. Çelişme olmasaydı var olan her şey neyse öyle kalır, hareket değişime değil ancak yinelenmeye yol açardı. Oysa var olan her şeyde onu hem kendisi, hem de kendisinden başka bir şey olmaya iten güçler vardır. Böylece var olan her şey dışarıdan bir gücün etkisiyle değil içindeki çelişen güçlerin çatışmasıyla değişikliğe uğrar.