Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Resim Sanatı

  • Okunma : 374
Resim Sanatı Resim

Resim Sanatı, düşünce ve duyguların çizgiler ve renklerle yansıtıldığı bir sanat dalıdır. Gerçek ya da düş ürünü herhangi bir olay ya da öykü resmin konusu olabilir. Nesneleri göründüğü biçimiyle yansıtan gerçekçi resimler olabildiği gibi, yalnızca renklerin belirli bir düzenlemeyle birleştirildiği soyut resimler de vardır.

    Tarih boyunca resim sanatına ilişkin benzer görüşleri paylaşan bazı ressamlar, zaman zaman bir araya gelerek gruplar oluşturmuş, ortak ilkeleri benimsemiş ve değişik akımlara öncülük etmiş ya da resim “okulu” (Fransızca’da ecole) olarak tanımlanan belirli bir üslubun sözcülüğünü yapmışlardır.

    Resim sanatında değişik zaman dilimlerinde değişik yöntemler ve üsluplar kullanılmıştır. Örneğin doğrudan duvarın üzerine yapılan, fresk denen resimler yakın zamanlara kadar çok yaygındı.

    Resim kâğıt, karton, mukavva, kontrplak ya da tuval'in (çerçeveye gerilmiş ve astarlanmış bez) üzerine yapılabildiği gibi muşamba, duvar, cam ya da seramiğin üzerine de yapılabilir. Kullanılacak boya ve çizim gereçlerinin türü, resmin yapılacağı yüzeyin özelliklerine göre belirlenir. Boyalar bitkilerden, metal ve minerallerden ya da hayvanlardan elde edilir. Günümüzde yapay yollarla üretilen boya türleri de vardır. Ressamların kullandığı yağlıboya, toprak ve kayaçlardaki metal ve minerallerden elde edilen renk verici pigment ile bitkisel yağların karışımıdır. Sürüldüğünde alttaki yüzeyi örten katı bir tabaka oluşturur. İnce toz halinde öğütülen toprak, olduğu gibi ya da kavrularak kullanılabilir. Boya bileşimindeki öteki maddeler ise boyanın fırçayla sürülmesini sağlayan bağlayıcı ve inceltici maddelerdir. Boyayı daha akışkan hale getirerek kolay sürülmesini sağlayan başlıca maddeler su, yumurta ve terebentin esansı ile gazyağı gibi tinerlerdir. Fresklerde inceltici olarak kireçli su, kâğıdın üzerine suluboya ile yapılan resimlerde yalnızca su kullanılır. Renk verici pigmentin yapay reçineyle karıştırılmasından oluşan yapay boyalar, guvaş, mumboya, pastel ve renkli tebeşirler en yaygın boya türleridir. Boya fırça, mala, ıspatula ya da boya püskürtmeye yarayan boya tabancaları kullanılarak sürülür. Yağlıboya ilk kez 15. yüzyılda kullanılmaya başlandı. Daha önce sanatçılar tozboya ile yumurta sarısının karışımından elde edilen, tempera denen bir boya kullanıyorlardı.

Eski Mısır

Tarihöncesi dönemlerde yaşayan insanların yaşadıkları mağaraların duvarlarına çizdikleri mamut, bizon, at, boğa gibi hayvanların resimleri resim sanatının ilk örnekleri sayılır. Mağara insanlarından
yüzlerce yıl sonra Eski Mısır’da, mezar odalarına yapılan resimler dinsel inançlardan kaynaklanıyordu. Ölümden sonra yeni bir yaşama geçildiğine inanılan Eski Mısır’da, ölen kimsenin eskiden her gün kullandığı eşyalara gereksinim duyacağına inanılırdı. Bu nedenle ölü mezara kişisel eşyalarıyla birlikte gömülür, mezar odasının duvarlarına da çeşitli resimler yapılırdı. Eski Mısır mezarlarındaki bezeme sanatının bu güzel örneklerinde her şey basit ve açık bir biçimde çizilmişti. Eski Mısırlılar, baş ve bacakları yandan, gözleri ve vücudu önden gördükleri gibi çizerlerdi. Firavun ya da rahip gibi önemli kişiler büyük çizilir, öteki figürler geri kalan boşluğa yan yana ve üst üste sıkıştırılırdı. Resim yapanların uyması gereken katı kurallar yüzünden Eski Mısır’da resim sanatı binlerce yıl hiç değişikliğe uğramadı.

Eski Yunan ve Eski Roma

Günümüze kadar gelen heykel, tapmak ve taş oymaları, Eski Yunan sanatının çok gelişkin bir düzeyde olduğunu gösterir. Ne var ki, vazoların üzerindeki bezemeler ve desenler dışında Yunan resim sanatına ilişkin pek az bilgi vardır. Bununla birlikte Eski Yunan yazarlarının yapıtlarındaki övgü dolu sözler, Eski Yunanlılar’ın heykel ve mimarlığın yanı sıra resim sanatında da üstün olduğunu göstermektedir. Anlatıldığına göre bu resimlerde tanrı ve tanrıçalar, efsaneler ya da günlük yaşamdan görüntüler konu edilmiştir. Eski Yunan resim sanatı en parlak dönemini Geç Minos (İÖ yaklaşık 1600-1150) ve Geç Miken (İÖ yaklaşık 1400-1100) uygarlıkları sırasında yaşadı. O dönemlerden kalma kırmızı ve siyah figürlü vazolar son derece ince bir zevkin ürünüdür.

    Vezüv Yanardağı’nın patlamasıyla (İS 79) lavlar altında kalan Pompei kentinin 18. yüzyıl ortalarında yeniden ortaya çıkarılması, Eski Roma’daki resim sanatına ilişkin önemli bilgiler sağladı. Yüzyıllar boyunca kalın lav tabakası altında bozulmadan kalmış olan bu resimlerde çeşitli insan figürleri, avcılar, balıkçılar, kır ve deniz manzaraları, tarihsel olaylar ya da Yunanlı kahraman Odysseus’un yolculukları gibi çeşitli destanlar ve mitolojik sahneler konu edilmişti (bak. Odysseîa). Ayrıca meyve ve çiçek desenlerinin yer aldığı, günümüzde natürmort (ölüdoğa) adıyla bilinen türden resimler de vardı. Eski Roma’da vazo ve duvar resminin yanı sıra kitap resimleri ve portreler de yaygındı. Süse ve lükse düşkün olan Romalılar evlerinin ve eşyalarının resimlerle bezenmesinden hoşlanırdı. Bununla birlikte özgün bir sanat yaratmak yerine Etrüsk ve Eski Yunan sanatını taklit etmekle yetindiler.

Bizans

Zengin bir kültür birikiminin ürünü olan Bizans sanatı, mimarlıkta olduğu kadar mozaik resim ve duvar bezemeciliğinde de yetkin bir düzeye ulaşmıştı. Ortaçağda dünyanın en büyük kenti olan imparatorluk başkenti Konstantinopolis’teki (bugün İstanbul) görkemli saraylar ve kiliseler binlerce renkli taş ya da cam kırığından oluşturulan eşsiz güzellikte mozaik resimlerle bezeliydi. İS 323’te Hıristiyanlık’ın benimsenmesiyle ikona adı verilen kutsal resimler yapılmaya başlandı. İkonalar Yeni Ahit’te yazılı dinsel öyküleri resimler aracılığıyla okuryazar olmayanlara öğretmek için yapılıyordu. İkona resmi zamanla gelişerek sanatsal bir nitelik kazandı. Hz. İsa’nın, Hz. Meryem’in, havarilerin ve azizlerin yaşamını konu alan ikonalar sonraki yıllarda bütün Ortodoks kiliselerinde yaygınlaştı. Erken Bizans döneminde (330-726) hayvanları ve mitolojik sahneleri betimleyen mozaik resim sanatı, kilisenin katı kurallarının egemen olduğu ve ikonaların yok edildiği dönemde belirgin bir duraklama geçirdi. O dönemde daha çok haç ya da benzeri simgelere ağırlık verildi. Kilise denetiminin zayıfladığı Orta Bizans ve Geç Bizans dönemlerinde Eski Yunan sanatına duyulan ilgi yeniden canlanmaya başladı. Dinsel bağnazlıkların getirdiği kısıtlamalardan kurtulan mozaik resim, daha çeşitli konularda, doğalcı ve gerçekçi bir üslupla yapıldı. İstanbul’da Ayasofya’da ve Kariye Camisi’nde yer alan mozaik resimler, Bizans resim sanatının günümüze ulaşabilen en güzel örnekleri arasındadır.

Ortaçağ

Sanatta genel bir gerileme döneminin yaşandığı ortaçağda daha çok kitap resmine ağırlık verildi. 15. yüzyılda matbaanın bulunuşuna kadar Avrupa’daki büyük manastırlarda kendilerini elyazmaları resimlemeye adayan keşişler çok sayıda dinsel metni ve Incil'i resimlediler. Bir yandan kitap resmi yaygınlığını sürdürürken, 11. yüzyılın ikinci yarısında kiliselerin ve katedrallerin duvarlarına büyük boyutlu resimler yapılmaya başlandı. 12. yüzyılda Konstantinopolis’ten Avrupa’ya taşınan elyazmaları, ikonalar ve pano resimleri Bizans resim sanatının yayılmasına yol açtı. Gotik dönemde resim sanatı yeni bir canlılık ve çeşitlilik gösterdi.

    13. yüzyılda İtalyan ve Flaman ressamların canlı renklerle yaptıkları anıtsal resimler ve freskler Rönesans sanatına temel hazırladı. Özellikle Floransalı ressam Giotto, fresk ve pano resimlerinde kullandığı parlak renkler ve usta tekniğiyle kendinden sonra gelen birçok sanatçıyı etkiledi.

    Aynı dönemde yaşamış bir başka Floransalı sanatçı Cimabue ile Sienalı Agostino di Duccio freskleri ve pano resimleriyle gotik üslubun en güzel örneklerini verdiler. Duccio’nun yapmış olduğu, Hz. Meryem ve Hz. İsa’nın yaşamından sahnelerin yer aldığı dev boyutlu bir resim halk tarafından öyle beğenildi ki, ressamın atölyesinden katedrale kadar törenle ellerde taşındı.

Rönesans

15. ve 16. yüzyıllar Avrupa’da bilim, sanat ve kültür alanında “yeniden doğuş” olarak tanımlanan Rönesans’ın damgasını vurduğu bir dönem oldu. Bu dönemde özellikle İtalya’da hemen hemen her kent kendi sanat anlayışını ve üslubunu geliştirdi, kendi sanatçılarını yetiştirdi. Önce İtalya’da, Floransa kentinde filizlenen Rönesans, zamanla öteki kentlerde ve ülkelerde de etkisini gösterdi.

    Floransa. Floransa’yı yeni düşüncelerin ve gelişmelerin merkezi yapan mimar Filippo Brunelleschi ve heykelci Donatello’ydu. Masaccio’nun yapıtlarıyla bu yeni gelişmeler kısa sürede resme de yansıdı. Rönesans’ın resim sanatına en büyük katkılarından biri perspektif kurallarının saptanması ve bu sayede resimlerde derinlik duygusunun verilebilmesiydi. Resimlerinde matematikçilerden öğrendiği perspektif kurallarını uygulayan Masaccio, aynı zamanda ışıkla ilgili çalışmalar yaptı. Tablolarında, ışık en yakın pencereden geliyor ve üzerine vurduğu tüm figürleri sarıyormuşçasına, doğal ve ferah bir atmosfer yaratmayı başardı. Anatomi biliminden yararlanarak insan vücudunu gerçekçi bir biçimde çizdi.

    Masaccio’nun yakın izleyicilerinden biri de Paolo Uccello’ydu. Perspektif kurallarını öğrenen Uccello’nun figürleri canlı ve hareketliydi. Hayvan resimleri yapmayı seven sanatçının seçtiği konular da çok çeşitliydi.

    Bir başka Rönesans sanatçısı olan Fra Angelico, tanrıya duyduğu sevgi ve hayranlığı, ayrıntıların gözden kaçırılmadığı, göze hoş gelen renkleriyle bol ışıklı resim ve fresklerde dile getirdi.

    Floransa, İtalya’nın her yanından gelen sanatçıların toplandığı canlı bir kültür merkeziydi. Kente Umbria’dan gelen Piero della Francesca aynı zamanda bir matematikçiydi. Bu özelliği resimlerindeki güçlü perspektifte ve mekân yapısında kendini gösterdi. Resimlerinin arka planında kusursuz güzellikte görkemli yapılar, önde ise heykel görünümlü insanlar yer alıyordu.

    Bu dönemde sanatçılar kilisenin ve varlıklı ailelerin koruması altındaydı. Floransa kentinin yönetimini de elinde bulunduran zengin ve soylu Medici ailesinin koruması altında çalışan sanatçılardan en ünlüleri, İlkbahar ve Venüs’ün Doğuşu tablolarıyla Sandro Botticelli, Mona Lisa'sıyla belleklerden silinmeyen Leonardo da Vinci, daha yaşarken çağının en büyük sanatçısı olarak benimsenen Michelangelo ve “ressamların prensi” olarak anılan Raffaello’ydu. Bu sanatçılar
insanı merkez alan yapıtlarında ışık ve perspektifi olağanüstü bir ustalıkla uyguladılar. Resim sanatını ve güzellik kavramını doruk noktasına ulaştıran Rönesans sanatçılarının resimlerindeki en çarpıcı özellikler fon ve figürler arasındaki yumuşak renk geçişleri, figürlerin gerçeğe uygunluğu, aralarındaki kusursuz uyum, bütünlük ve anlatım gücüydü.

    Venedik. 15. yüzyıl başlarında ve 16. yüzyılda Jacopo Bellini ve oğulları Gentile ile Giovanni “Venedik Okulu” olarak tanımlanan resim üslubunu geliştirdiler. Yeteneğiyle babasını ve kardeşini gölgede bırakan Giovanni Bellini, yağlıboya kullanan ilk İtalyan ressamlarındandır. Yeni boyalarla renkleri ve ışığı daha büyük bir ustalıkla işlemeyi başaran Giovanni aynı zamanda yapıtlarında derinlik ve mekân duygusunu vermeyi başaran ilk Rönesans sanatçılarındandır.

    Giovanni Bellini’yle birlikte çalıştığı sanılan Giorgione ve Tiziano, Venedik Okulu’nun gelişmesine önemli katkıları olan sanatçılardandır. Venedikli ressamların yapıtlarını Floransalı ressamlarınkinden ayıran en belirgin özellik, dinsel içerikli resimlerinin bu dünyanın ötesinde bir gizemlilik taşımaktan çok, insana yakın oluşlarıydı. Michelangelo ve Raffaello dinsel konulu resimlere ağırlık verirken, Venedikliler, belki de sularla kuşatılmış olduklarından, manzara resimleri yapmayı yeğlediler. Renklerini ve dokumalarını beğendikleri göz alıcı kumaşlara resimlerinde yer verdiler. Doğa fonu içinde çıplak kadın resimleri (nü) yapmak Venedikli sanatçıların en hoşlandığı konular arasındaydı.

    Geç Rönesans döneminin klasik üslubuyla çalışan Paolo Veronese de Venedik Okulu’ndandı. Beyaz mermer sarayların önünde genç ve güzel kadınlarla ağır giysiler içindeki soylu senatörlerin tablolarını yaptı. Tiziano’dan sonra Venedik Okulu’nun en tanınmış sanatçısı Tintoretto’dur. Olağanüstü bir düş gücüne sahip olan Tintoretto’nun, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, karanlıktan aydınlığa çıkıyormuş gibi görünen figürleri ve hızlı çalışma temposu dikkat çekiciydi. Sanatçının Venedik’te Düklük Sarayı için yaptığı 22,5 metre uzunluğunda ve 9,1 metre genişliğindeki Cennet Bahçesi adlı resmin, bugüne kadar yapılanların en büyüğü olduğu sanılmaktadır.

    İtalya’da bu gelişmeler olurken Avrupa’nın kuzeyinde resim sanatı farklı bir doğrultudaydı. Roma mimarlığının yeniden benimsenmesiyle İtalya’da başlayan Rönesans hareketinin etkisi Alpler’in kuzeyinde çok daha geç görüldü. Kuzey ülkelerindeki kiliseler hâlâ renkli cam bezemeli kocaman pencereleriyle gotik üslupta yapılıyordu. Bu yapıların duvarlarında resim ya da fresklere fazla yer verilmiyordu. Bu nedenle yaldızlı çerçevelerin içinde mihrabın üzerine yerleştirilen küçük boy resimler yapıldı. Bir yandan da eskisi gibi kitap resimleri yapılıyordu. Geç Gotik dönemin en ünlü kitap bezeme ustaları sayılan üç Flaman kardeş, özenli teknikleri ve ayrıntıları doğalcı bir biçimde işleme ustalıklarıyla öne çıktı. Kısaca Limbourg kardeşler olarak anılan Pol, Hernan ve Jehanequin hep birlikte çalıştıkları için, üsluplarını birbirinden ayırmak zordur. Doğal görünümleri doğru ve gerçeğe uygun resimlemeleriyle, Felemenk sanatının gelişmesine büyük katkıları olmuştur.

    Masaccio’nun İtalyan resmini değiştirmekte oynadığı rolü Felemenk ve Flandre’da Robert Campin ve Jan van Eyck oynadı. Çevrelerinde gotik binalar gördükleri için resimlerinde bunları yansıtmalarına karşılık, ışık altında yıkanıyormuş izlenimi veren figürleri ve geniş mekân anlayışlarıyla resme yenilik getirdiler. Resim tarihinin en özgün yapıtlarından sayılan Giovanni Arnolfini'nin Evlenmesi adlı tablosuyla tanınan Jan van Eyck, o dönemde yeni gelişmekte olan yağlıboya tekniğini yetkinleştiren ilk ressamdı. Yağlıboyanın yarattığı saydamlık, ışığı resimlemede temperadan çok daha iyi sonuç veriyordu.

    16. yüzyılda yaşamış Flaman ressam Pieter Bruegel (Yaşlı) resimlerinde günlük yaşamdan görüntüler, eğlenen, yiyip içen köylülerden başka, o günlerde kimsenin yabancısı olmadığı savaş sahnelerinden kesitleri yansıttı. Yapıtlarında çarpıcı bir hareketlilik ve canlılık egemendi. Bruegel,
kendinden önce gelen, düş ürünü korkutucu yaratıkların yer aldığı resimleriyle ünlü Hieronymus Bosch’tan etkilenmiştir.

    Fransa’da Rönesans ilkelerini benimseyen ressamlar Jean Cousin (1522-94) ve Antoine Caron’du (yaklaşık 1520-1600). Yapıtlarının pek azı günümüze ulaşabilen bu sanatçılar Flaman ve Alman ressamlar kadar etkili olamadılar.

    Almanya’da 15. yüzyılın sonlarına doğru resim sanatını önemli ölçüde etkileyen ressamlar yetişti. Bunların en ünlüleri Matthias Grünewald, Albrecht Dürer, Lucas Cranach (Yaşlı) ve Hans Holbein’dı.

    İspanya’da Gotik dönem öncesi yapılan görkemli kiliselerin duvarları adı bilinmeyen ressamlarca çarpıcı resimlerle bezenmişti. Rönesans resim sanatının önde gelen temsilcileri ise 15. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan Bartolome Bermejo ve 17. yüzyılda Rönesans sanatını doruk noktasına çıkaran El Greco’dur. Daha çok dinsel konulu resimler yapan El Greco resim yapmayı Tiziano ve Tintoretto döneminde, Venedik’te öğrendi. Resimleri Venedikli ressamların yapıtlarındaki gibi renk açısından parlak ve zengindi.

    En çok Tiziano’dan etkilenen Velazquez ise portre ressamlığında ustalaştı.

17. Yüzyıl

17. yüzyılda Rönesans’ın yerini barok sanat akımı aldı. Bu yeni sanat anlayışında Rönesans’ın klasik sanata dönme eğilimi sürmekle birlikte, resimlerde görkemlilik, duygusallık, canlılık ve hareketlilik egemendi. Barok resmin önde gelen adlarından Flaman ressam Peter Paul Rubens, kiliselere büyük mihrap panoları, mitolojik konulu resimler, çok sayıda portre ve saray yaşamıyla ilgili resim yaptı. Manzara resminin ilk büyük ressamı olan Rubens, ressamlığın yanı sıra önemli diplomatik görevlerle İtalya, İspanya ve İngiltere’ye gitti.

    17. yüzyılın başlarında Hollanda İspanyol egemenliğinden kurtulmuş, keşif gezilerinin sonucu elde ettiği sömürgelerle zenginleşmişti. Varlıklı HollandalI tüccarlar sanatçılara evlerinin duvarlarını süslemek için resimler ısmarladılar. Ressamlar bu tüccarların sadık eşlerini, tombul ve neşeli çocuklarını, zenginlikten dolup taşan evlerinin içini gösteren resimlerin yanı sıra, onlara bu zenginliği sağlayan denizin ve bereketli toprakların resimlerini de yaptılar. Bazı sanatçılar ise Hollanda’nın öteki
yüzünün, yoksul köylülerin ve içinde yaşamak zorunda oldukları izbelerin resmini yaptı. Bu dönemin önemli ressamları, iç mekân resimleriyle tanınan Jan Vermeer ve Pieter de Hooch, yiyip içen, eğlenen sıradan insanları konu alan Jan Steen ve Frans Hals’tı. Felemenkli portre ressamlarının en büyüğü olan Rembrandt, ışık kullanmaktaki ustalığının yanı sıra insanları tüm kişilik özellikleriyle yansıtabilmesiyle tanındı.

    Barok resmin İspanya’daki temsilcileri, doğalcı üslubuyla tanınan Annibale Carracci ile kendinden sonra gelen ressamları derinden etkilemiş ve kendi adıyla anılan yeni bir üslup yaratmış olan Caravaggio idi. Işık ve gölge karşıtlığını o güne kadar görülmemiş bir biçimde kullanan Caravaggio, dinsel kişileri sıradan insanlarla birlikte ve onlara benzeterek çizdiği için yapıtları çoğu kez kilise tarafından geri çevrilmişti. İspanyol ressam Goya ise önceleri barok ve rokoko üslupta yapıtlar verdi, sonradan Velazquez’in etkisinde kalarak doğalcı ve gerçekçi bir anlayışı benimsedi. Yağlıboya yapıtlar yanında fresk ve oymabaskı resimler de yapan Goya, 19. ve 20. yüzyılın önemli ressamlarını etkiledi.

    Fransa’da 1635’te Fransız Akademisi kurulmuş, Fransa Kralı XIV. Louis döneminde Paris bir sanat ve kültür merkezi durumuna gelmişti. Düşüncelerin özgürce tartışıldığı bir ortamda resimde de katı kuralları aşan, dinsel konular yerine hafif ve uçarı konuları ele alan bir eğilim belirdi. Antoine Watteau akademinin yeğlediği klasik konular yerine, kendi düş dünyasının ürünü resimler yaptı. Jean-Baptiste-Simeon Chardin, François Boucher ve Jean-Honore Fragonard’ın kolayca yapılıvermiş
izlenimini yaratan uçarı görünümlü resimleri aslında yoğun bir emek ürünüydü.

    16. yüzyıl Reform hareketi sonucu yok edilen kilise resimlerinden sonra İngiltere’de uzun süre sadece Holbein ve Van Dyck gibi yabancı sanatçılar yapıt verdi.

18. Yüzyıl

18. yüzyılda barok ve rokoko sanat akımlarının süslü ve gösterişli üslubuna tepki olarak Yeniklasikçilik (Neoklasik) Akımı gelişti. Eski Yunan ve Eski Roma sanatına duyulan ilginin yeniden canlanması resim sanatında da etkili oldu. Resimde tarihsel ve mitolojik konulara ağırlık verildi. Plastik sanatların denge, uyum, bütünlük ve yalınlık ilkeleri temel alındı.

    Yeniklasikçi sanat akımına damgasını vuran öncü ressam Fransız Jacques-Louis David’di. Fransız Devrimi’ni destekleyen David, siyasal görüşlerini yansıtan resimler yaptı. Bunların içinde Marat’nın Ölümü (1793) David’in başyapıtlarından biridir. Renkten, ışıktan çok desene önem veren David ve onun görüşünde olan sanatçılar ile karşıt görüşte olanlar arasında, 19. yüzyılda da sürecek bir tartışma başladı. David’in önde gelen izleyicilerinden Jean-Auguste Ingres “Çizgi her şeydir* renk ise hiçtir” diyordu.

    18. yüzyıl’da İngiltere’de yetişen dünya çapındaki en önemli ressam William Hogarth’tır. Hogarth her sınıftan insanın resmini çizerken aynı zamanda yaşadığı döneme eleştirel bir gözle bakmıştır. Sir Joshua Reynolds iyi bir portre ressamıydı. 1768’de kurulan Kraliyet Sanat Akademisi’nin ilk başkanı oldu. 18. yüzyılda İngiltere’de manzara resimleriyle tanınan en ünlü ressam Richard Wilson’du. Ünlü şair William Blake ise çoğunlukla suluboya çalıştığı düş ürünü, gizemli resimleriyle resim tarihinde özgün bir yere sahiptir.

    Thomas Gainsborough da 18. yüzyıl İngiliz resminin en büyük ustalarından biridir. Gerek portrelerinde, gerek manzara resimlerinde tekniği ve renkleriyle dikkati çeker.

Rusya Batıdaki Gelişmelere Açılıyor

Rus ressamlar 17. yüzyıla kadar yapıtlarına imza atmadıkları için bu yapıtların kimler tarafından yapılmış olduğu ancak yazılı belgelere ya da üslup özelliklerine dayanılarak saptanabiliyordu. 14. yüzyılın sonuyla 15. yüzyılın başında yaşayan ve Rusya’nın en önemli ressamlarından biri olan Andrey Rublyov bu gelenekten geliyordu. Rusya’da Hıristiyanlık’ın benimsenmesiyle başlayan ikona yapımı 15. yüzyılda ulusal bilincin uyanmasıyla Slav özellikleri kazandı. Bezemelerde artık Rus motifleri yer alıyor, azizlerin giysileri yerel giysiler örnek alınarak boyanıyordu. İkona yapımı 18. yüzyıla kadar sürdü.

    1703’te I. Petro’nun St. Petersburg (bugün Leningrad) kentini kurması batı etkisinin Rusya’da yayılmasına yol açtı. İtalyan ve Fransız ressamlar Rusya’ya gelirken, çok sayıda genç sanatçı da öğrenim görmek için Avrupa’nın çeşitli kentlerine gitti. 18. yüzyılın başında dinsel konulu resimlerin yerini giderek daha genel konular aldı. Dimitri Levitski 18. yüzyılda batı üslubunda resim yapan en
ünlü sanatçıydı. 1757’de St. Petersburg’da kurulan Güzel Sanatlar Akademisi’ne okulun yönetimi için Fransa’dan sanatçılar davet edildi.

    Napolyon’un 1812’de Rusya’yı işgali ülkede batı-Slav karşıtlığına ilişkin yoğun bir tartışmanın başlamasına yol açtı. Batının değerleri sorgulanırken Rusya’nın özdeğerleri yüceltildi. Bu dönemde konularını tarihten alan resimler yapıldı. Resim yapmayı bir ikona ressamından öğrenen ve akademiyi 1860’larda altın madalya ile bitiren İlya Yefimoviç Repin tarihsel konulu resimleriyle ünlendi.

Modern Resim

Modern resmin başlangıç tarihi kesin olarak belirtilemezse de, 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa’da ortaya çıktığı konusunda görüş birliği vardır. “Modern sanat” terimi, bu dönemden günümüze kadar batı resmindeki ve öteki görsel sanatlardaki yenilikçi gelişmeleri belirtmekte kullanılır. Çok çeşitli akımları, üslupları ve kuramları kapsayan modern resim, geçmişte kullanılmış teknikleri ve konuları genelde reddeder.

    19. yüzyılda bilimsel ve teknolojik ilerleme, sanayileşme ve kentleşme sonucu batı toplumları hızlı bir değişim sürecine girdi. Daha önce kabul gören dinsel dogmalar ve ahlak ölçütleri sorgulanmaya başlandı. Kilisenin eski baskısı kalmadı; dinden bağımsız, laik devlet anlayışı yerleşti. Sanatçılar da bu gelişmeler doğrultusunda resmin konusu, üslubu, renk ve ışık kullanımıyla ilgili geleneksel kalıpları değiştirmek, çağdaş yaşamın gereklerine uygun yapıtlar yaratmak kaygısıyla yeni arayışlara yöneldiler.

    İngiltere’de 19. yüzyılın başlarında iki önemli manzara ressamı dünya çapında üne kavuştu: John Constable ve William Turner. Doğada hiçbir çirkinlik bulunamayacağını söyleyen Constable, yemyeşil çayırların ve ağaçların resmini yaptı. Turner ise resimlerinde parlak renkler kullandı.

    Özgün renkleri ve dramatik kompozisyonlarıyla ünlenen Fransız ressam Eugene Delacroix, yaşadığı dönemin tarihsel olaylarından ve Kuzey Afrika’nın parlak güneşinden etkilendi. Waterloo
Savaşı’ndan sahneleri, aslan avlarını, Cezayirli kadınları canlı renklerle tuvaline aktardı. Eugene Delacroix ve William Turner kendilerinden sonra gelen İzlenimci ressamları derinden etkiledi.

    19. yüzyıl ortalarında İngiltere’de, Kraliyet Sanat Akademisi’nin katı kurallarına karşı çıkan bir grup ressam, konularını geçmişteki değer yargılarını yücelten edebiyat yapıtlarından seçtiler. Sanatta yapaylığı yadsıyan bu sanatçılar kendilerini “Ön-Raffaellocular” olarak adlandırdılar. Resimlerinde genellikle parlak ışıklı, canlı, ayrıntıya yer veren bir üslup kullandılar. Grubun önde gelen adları Ford Madox-Brown, Holman Hunt, John Millais ve Dante Gabriel Rossetti’ydi.

    19. yüzyılın ikinci yansında Fransa’da başlayan Doğalcılık (Naturalizm) Akımı resim sanatını da önemli ölçüde etkiledi. Doğalcılık’tan etkilenen ve öncüleri Theodore Rousseau ile Jean-François Millet olan Barbizon Okulu ressamlan, doğadaki her şeyin olduğu gibi yansıtılmasını savunuyorlardı. Yerleştikleri yemyeşil ve sakin Barbizon kasabasından adını alan bu sanatçı grubuna 1840’larda hayvan ve manzara resmi yapmak amacıyla birçok genç ressam katıldı. Doğalcılık Akımı’nın manzara resmi alanındaki en büyük ustası Jean-Baptiste Camille Corot’ydu. Corot, sonradan geleneksel sanatın kurallanna karşı çıkacak olan İzlenimci ressamlara da esin kaynağı oldu.

    Gene 19. yüzyılın ortalannda, Doğalcılık’ın bir uzantısı olarak gelişen Gerçekçilik Akımı’nı benimseyen sanatçılar, köylü ve işçi gibi, uzunca bir zamandır resimden uzak tutulmuş konulara yer verdiler. Millet’nin Harmancı adlı tablosuyla Gustave Courbet’nin 1849’da yaptığı Taş Kıranlar, Gerçekçilik Akımı’nın ilk resimleri sayılır.

    Fransa’da 19. yüzyılın sonunda Claude Monet, Alfred Sisley, Pierre-Auguste Renoir, Edouard Manet, Camille Pissarro ve Frederic Bazille gibi sanatçıların öncülüğünde İzlenimcilik Akımı başladı. Geleneksel resim anlayışının yüzyıllardır süren kurallarını altüst eden bu sanatçılar genellikle açık havada çalışarak, doğada ve çevrelerindeki her şeyi kendi gördükleri gibi resimlerinde gösterdiler.

    Anlık izlenimlerini rahat ve kesik fırça darbeleriyle, canlı renklerle yansıttılar. Geleneksel resim sanatının koyu renklerine ve aynntıya önem veren tutumuna karşı çıktılar. Bakıldığında rengin ve ışığın titreştiği izlenimini yaratmak amacıyla, karşıt renkleri yan yana kullandılar. Işık, gölge ve biçimleri yalnızca renklerle belirlediler. İzlenimci ressamlar yalnızca yeni bir üslup yaratmakla sınırlı kalmadılar, konulara da yenilik getirdiler. Edouard Manet’nin 1862’de yaptığı Tuileries Bahçesinde
Konser adlı tablosu Paris yaşamının tüm özelliklerini yansıtıyordu. Yenilik getiren, yenilikçi anlamında avangard (avantgarde) terimi bu sırada sanat sözlüğüne girdi; arayış içinde olan genç ressamları nitelemek için kullanıldı. Yeni ressamlarla eski geleneklere bağlı sanat çevreleri arasındaki karşıtlık ilk kez 1863’te, resimde katı kuralları uygulamakta büyük bir titizlik gösteren Paris’teki Salon Sergisi’nin 4.000 tabloyu geri çevirmesiyle açığa çıktı. Bunların arasında Manet’nin ünlü Kırda Öğle Yemeği tablosu da vardı. Bunun üzerine yapıtları sergiye alınmayan ressamlar Salon des Refuses ( reddedilenler salonu) adını verdikleri bir sergide halkın önüne çıktılar. Resim sanatına çok geniş kapsamlı ve köklü değişiklikler getiren İzlenimcilik Akımı, birçok uzmanca modern sanatın başlangıcı olarak kabul edilir.

    Yeni İzlenimciler olarak bilinen Paul Signac ve Georges Seurat noktacılık tekniğini geliştirdiler. İzlenimciler’in saf renklerini ve noktalan andıran küçük fırça vuruşlarını matematiksel bir düzen içinde uygulamayı denediler.

    İzlenimci Akım’ın geliştiği dönemde yaşayan Edgar Degas, hareket halindeki insan figürünü çizmekte ustaydı. Bale dansçılarını yumuşak renkler ve serbest çizgilerle betimledi. Eski ustalardan Rubens, Delacroix ve Tintoretto’nun yapıtlannı inceleyen Paul Cezanne renk kadar biçimle de ilgilendi. Resimde anıtsal görüntüler yaratmayı başardı. Paul Gauguin, büyük kent yaşamını terk ederek doğal yaşama kavuşmak amacıyla Tahiti’ye yerleşti. Canlı renklerden oluşan en güzel resimlerini bu adada yaptı. Vincent Van Gogh, bakıldığında sanki hareket edecekmiş gibi görünen
ağaçları, bulutları, ekin tarlalarını içeren coşkulu resimleri ve duygu yüklü portreleriyle 20. yüzyıl resim sanatına damgasını vurdu. Paul Cezanne, Vincent Van Gogh, Edgar Degas ve Paul Gauguin geleneksel konuları ve teknikleri reddetmekten başka, özgün üsluplarıyla da modern resmin öncüleridir.

    Gene aynı dönemde Henri de Toulouse-Lautrec, 1890’ların Paris kabarelerini ve gece yaşamını derin bir psikolojik duyarlıkla resimledi. Yalın ve güçlü çizgileri, cesur renkleriyle alışılmadık canlılıkta yapıtlar yarattı.

    Fransız Henri Rousseau, egzotik bitkileri, yabanıl hayvanları ve ormanları betimlediği resimleriyle naif resmin canlanmasına önemli katkılarda bulundu ve modern sanatı etkiledi.

    20. yüzyıl başlarında resim sanatını etkileyen yeni akımlar doğdu. Almanya’da Die Brücke (“Köprü”) ve Der Blaue Reiter (“Mavi Atlı”) grubu sanatçılarının öncülüğünde Dışavurumculuk (Ekspresyonizm), Fransa’da Henri Matisse’in öncülüğünde Fovizm ve İspanyol ressam Pablo Picasso ile Fransız ressam Georges Braque önderliğinde, sanat tarihinde bir devrime yol açan Kübizm akımları başladı.

    Batıdaki gelişmelerin yakından izlendiği Rusya’da kökleri ilkel sanatlardan güç alan Dışavurumcu bir hareket başlamıştı. 1912’de Kazimir Maleviç, Kübik Gerçekçilik olarak tanımlanan ilk sergisini açtı. Figürlerin tümü canlı renkli bloklara indirgenmişti. Natalia Goncharova ve Michail Larionov ise ışın benzeri çizgilerden oluşan resimler yaptılar. Işıncılık olarak nitelenen bu akımın temel düşüncesi,
biçimlerin çeşitli nesnelerden yansıyan ışınların kesişmesiyle elde edilmesi ilkesine dayanıyordu. 1922’de SSCB’den kaynaklanan Yapımcılık hareketi El Lissitzky ile batıya geçti.

    Çeşitli ülkelerde ortaya çıkan yeni sanat akımları soyut resim sanatının doğuşuna temel
hazırladı. Fotoğrafın ve fotomekanik kopya tekniklerinin gelişmesi, o güne kadar fiziksel dünyayı doğru olarak betimleme aracı gibi görülen resmi bu durumdan kurtardı. Hollandalı ressam Piet Mondrian’ın beyaz zemin üzerine yerleştirilmiş üç temel renk olan sarı, kırmızı, mavi ve gerçekte renk olmayan siyah, beyaz ve gri ile sınırlandırılmış kompozisyonları soyut resmin en katıksız örnekleriydi.

    1919’da mimar Walter Gropius’un başlattığı, Paul Klee ve Wassily Kandinsky gibi ünlü ressamların da katıldığı Bauhaus (yapı evi) hareketi soyut resim üzerinde oldukça etkili oldu. Paul Klee kendine özgü soyut resim anlayışını “bir çizgiyi yürüyüşe çıkarmak” olarak tanımlıyordu. Modern resmin en önemli temsilcilerinden Kandinsky ise bazı sanat tarihçilerince soyut resmin yaratıcısı olarak kabul edilmektedir.

    1920’lerde ortaya çıkan Gerçeküstücülük Akımı (Sürrealizm) daha önceki gelişmelerden oldukça farklıydı. Gerçeküstücü ressamlar somut olarak var olmayan, bütünüyle düş ürünü resimler yaptılar. Gerçeküstücülük Akımı’nın en önemli temsilcileri Belçikalı Rene Magritte, İspanyol Joan Mirö ve Salvador Dali, Fransız Paul Klee, Yves Tanguy ve Giorgio da Chirico’ydu.

    20. yüzyılın ilk yarısında, üçü de Meksikalı olan Jose Clemente Orozco, Diego Rivera ve David Alfaro Siqueiros yaptıkları dev boyutlu duvar resimleriyle fresk tekniğini yeniden canlandırdılar. 1923-27 arasında üçü birlikte çalışarak Meksika tarihini ve kültürünü kalabalık, canlı ve renkli kompozisyonlarıyla duvarlara yansıttılar.

    II. Dünya Savaşı’nın Avrupa’da yol açtığı yıkım resim sanatının merkezini Paris’ten New York’a kaydırdı. 1960’larda ABD’de Hareketli Soyut, Pop Sanat, Foto Gerçekçilik, Op Sanat gibi, Soyut Dışavurumculuk kapsamında yeni akımlar ortaya çıktı. Bu harekete bağlı ressamlar fotoğraf parçaları, konserve kutulan gibi her türden nesneyi kolaj yöntemiyle tuvale uygulayarak yepyeni bir anlatım dili oluşturdular. Bu akımlann önde gelen adlan Roy Lichtenstein, Andy Warhol, Peter Blake, Ronald B. Kitaj, David Hockney ve Jackson Pollock’tur.

    Türk resim sanatına ilişkin bilgiyi TÜRK RESİM VE HEYKEL SANATI maddesinde bulabilirsiniz.

Resim Sanatı Resimleri