Roma İmparatorluğu
Bugünkü İtalya’nın Latium bölgesinde, Tiber Irmağı’na bakan tepelerde kurulmuş birkaç köyden oluşan eski Roma İmparatorluğu, sonradan dünyanın en büyük imparatorluklarından birinin merkezi oldu. Romalılar tarihte pek çok ülkenin dilini, edebiyatını, yasalarını, yönetim biçimini ve mimarlığını etkiledi.
Bir efsaneye göre Roma kenti İÖ 753’te Romus ve Romulus tarafından kurulmuştur. Ama bu kuruluş öyküsü gerçeği tam olarak yansıtmaz. Günümüzde, geçmişteki olayların tarihi nasıl İÖ ve
İS diye belirtiliyorsa, Romalılar da Roma’nın kuruluşunu tarihin başlangıcı olarak kabul ederdi. Roma’nın, Fenikeliler’in Afrika’nın kuzeyinde Kartaca’yı kurmalarından yaklaşık 60 yıl sonra kurulduğu bilinmektedir. Kartaca sonradan Roma’nın en büyük rakiplerinden biri oldu.
Roma Cumhuriyeti
Roma’nın tepelerinde İÖ 8. yüzyılda birbirinden ayrı köyler kurulmuştu. Yüzyılların biriktirdiği kalıntıların alt katmanlarında, bu köylerde yaşamış olan insanların gösterişsiz mezarları ve kulübeleri bulunmuştur. Önemli bir yol kavşağı ve Tiber Irmağı’nın köprübaşı olan Roma, Etrüskler’in bölgeyi ele geçirmesiyle gerçek bir kent görünümü kazandı. Etrüskler bataklıkları kuruttular ve geniş çaplı bayındırlık işlerine giriştiler. Yunanlılar’dan almış olduklan alfabeyi, ölçü birimlerini ve çeşitli paralan Romalılar’a tanıttılar. Romalılar Etrüskler’den etkilenmekle birlikte, törelerini ve dilleri olan Latince’yi değiştirmediler. Bağımsız kişiliklerini korudular.
Romalılar İÖ 509’da Tarquinialılar’ı topraklarından kovarak, babadan oğula geçen bir krallık yerine, yöneticilerini kendilerinin seçtikleri bir cumhuriyet kurdular. Tarquinialılar, Etrüskler’in yardımıyla Roma’ya saldırarak tahtlannı geri almayı denedilerse de başarılı olamadılar. Ünlü Romalı şair Quintus Horatius’un Tiber Irmağı’nı korumak amacıyla nöbet tuttuğuna ilişkin öykü bu döneme
aittir. Etrüskler’in Roma’dan ve Latium bölgesinden İÖ 470 dolaylarında ayrıldığı sanılmaktadır.
Giderek cumhuriyetçi bir devlet yapısının oluştuğu Roma’da yönetim patriciler’in, yani soyluların elindeydi. Senatoya (Roma Parlamentosu) yalnızca onlar seçilebilirdi. Her yıl bu senatörlerin arasından iki konsül seçilir, konsüller barış döneminde yasa önerisinde bulunur, senato toplantılarını yönetir, savaş döneminde ise ordulara komuta ederlerdi.
Etrüskler eski güçlerini yitirmeye başlayınca soylulara karşı plebler’in (halk kesimi) yanında yer almaya başladılar. Patriciler ile plebler arasında yüzyıllarca sürecek bir mücadele başladı. Toprakların tümü soylulara aitti. Halkın kendi hesabına çalışarak yaşamını kazanma olanağı yoktu. İÖ 493’te plebler topluca kentin dışına çıktılar ve hakları verilmezse yeni bir kent kuracaklarını ilan ederek soyluları tehdit ettiler. Bu durumdan korkan soylular, pleblerin çıkarlarını korumaları ve haklarını savunabilmeleri için iki temsilci seçmelerine razı oldular. Bundan başka pleblere kendi meclislerini kurma hakkı da tanındı. Zamanla plebler güçlendi; meclisleri yasa önerme yetkisine sahip oldu ve İÖ 4. yüzyıldan başlayarak iki konsülden biri pleblerden seçilmeye başlandı.
İÖ 390’da Galyalılar Roma’yı yağmaladılar, yakıp yıktılar. Romalı senatörler, kenti terk etmedikleri için topluca kılıçtan geçirildiler. Sadece, surlarla çevrili olan Capitolium (bugün Capitolino) Tepesi direnebildi. Galyalılar ancak büyük bir fidye karşılığı kenti terk ettiler. Galyalılar’ın saldırısını başka saldırılar izledi. Ekuviler, Volskiler ve Samnitler Roma ordularıyla çarpıştı. İÖ 321’de Samnitler Romalılar’ı Napoli’nin kuzeyinde bulunan dar bir geçitte kıstırarak yenilgiye uğrattı. Romalılar teslim olmak zorunda kaldı. Buna karşın, Romalılar genelde hem topraklarını genişletiyor, hem de güçlerini artırıyordu. Ele geçirdikleri yerlere bazen kendi adamlarını yerleştirerek koloniler kuruyorlardı. Yabancı düşmanların ilki, Epir Kralı Yunanlı Pyrrhos oldu. Pyrrhos İÖ 280’de İtalya’nın güneyine çıkarma yaptı. Yunanlıların , Romalılar’ın bilmediği iki savaş yöntemi vardı. Bunlardan biri phalanks denen, ağır zırhlı piyadelerin omuz omza sekiz sıra halinde dizilerek saldırıya geçmeleriydi. Ellerinde kalkanları ve mızraklarıyla karşılarındaki gevşek örgütlenmiş askerleri kolayca yıldırabiliyorlardı. Öbür yöntem ise, savaş alanına fillerin sokulmasıydı. Böylesine beklenmedik bir olayla karşılaşan askerler ne yapacaklarını şaşırıyordu. Daha sonra ünlü Kartaca komutanı Hannibal de savaşta fillerden yararlanmıştı. Pyrrhos Romalılar’a karşı iki zafer kazandı. Ama öyle çok kayıp verdi ki, “Pyrrhos zaferi” deyimi, pahalıya mal olmuş bir zaferin yenilgiyle eşdeğer olduğu anlamında, birçok dile yerleşti. Pyrrhos’un üçüncü saldırısı ise yenilgi ile sonuçlandı ve İtalya’yı terk etmek zorunda kaldı. Roma artık İtalya’nın neredeyse tümünü denetimi altına almıştı.
İÖ 3. yüzyılın ortalarında Kartaca ile Roma arasında çatışma başladı. Hızla güçlenen bu iki devlet için Akdeniz ticaretini ele geçirmek çok önemliydi. İÖ 264’te Roma ile Kartaca arasında, tarihte Kartaca Savaşları olarak anılan bir dizi savaşın ilki başladı. Bu savaş 241’de sona erdi. Barış ilan edildiğinde Kartacalılar Sicilya’yı Roma’ya vermek ve savaş zararlarını ödemek zorunda kaldı. 23 yıl süren gergin bir barış döneminden sonra Kartaca Savaşları’nın İkincisi ve en büyüğü, Kartacalı komutan Hannibal’in İspanya’dan yürüyüşe geçmesiyle başladı. Hannibal ordusu ile Rhöne Irmağı’nı ve Alpler’i aştı; önünde ne varsa ezip geçerek İtalya’ya girdi. Cannae’de büyük bir zafer kazandı. Ama bundan sonra Romalılar başarılı savaş taktikleriyle Kartaca ordusunu yıprattılar. Hannibal İÖ 203’te İtalya’yı terk ederek Kartaca’ya geri döndü. Bundan bir yıl sonra da Zama Savaşı’nda Romalı komutan Scipio Africanus’a yenildi.
Kartaca ile Roma arasındaki barış 50 yıl sürdü. Kartaca eski zenginliğini ve önemini yeniden kazanmaya başladı. Bundan tedirgin olan Romalılar Kartaca’ya saldırdı. III. Kartaca Savaşı ile (İÖ 146) Kartaca Devleti tarihten silindi.
Roma Ordusu
Roma artık Akdeniz çevresindeki ülkelerin hepsinden üstün olma yolundaydı. Başarısını büyük ölçüde ordusuna borçluydu. Kuruluşundan İS 3. yüzyıla kadar Roma ordusunun belkemiğini lejyonlar (alaylar) oluşturdu. Bir lejyon 4.000-6.000 askerden oluşuyordu. Lejyonun onda birine kohort (tabur) deniyordu. Eyalet ya da vali yardımcılarına eşdeğerde olan komutanları legatus sanma sahipti. Komutanın emrindeki subaylara tribunus, astsubaydan aşağı rütbedekilere ise centurion denirdi. Lejyon, Roma yurttaşı olan seçkin askerlerden oluşuyordu. Yedeklerden, yani orduda hizmet gören yabancılardan her zaman daha fazla ücret alırlardı.
Lejyon askerleri zırhlı piyadelerdi. Disiplinli ve iyi eğitilmiş olan Roma piyadeleri tüm ülkelerin korkulu rüyasıydı. Her birinin iki ciriti (pila) ve bir kısa kılıcı (gladius) olurdu. Piyadeler yedeklerle desteklenir, genellikle 500’er kişilik birimler halinde örgütlenirlerdi.
Seferberlik durumunda orduya bazı uzmanlar da katılırdı. Bunlardan biri kamp komutanıydı. Ordu konakladığı zaman konaklanan yerin çevresine hendek kazmadan ve gerekli güvenlik önlemlerini almadan geceyi geçirmezlerdi. Askerlerin her birinin, kamp kurarken ve bir sonraki gün kampı toplarken yükümlü oldukları görevler vardı.
Quaestor ordunun para işlerinden sorumluydu. Mühendisler, usta ve zanaatkârlar da orduya eşlik ederdi. Kuşatma eyleminden ve oldukça ilkel olan topların kullanılışından ve bakımından onlar sorumluydu. Mancınık ve arbaletlerden oluşan “toplar” , genellikle saldırılarda ağır taş gülleleri ya da kayaları fırlatmak için kullanılırdı. Mühendisler kuşatmalarda kolayca kurulabilen, hareketli kulelerin yapımını denetlerdi. Askerler bunlarla düşman kalesinin içini görme olanağı elde ettikleri için, taş ve oklarını yağdırmakta güçlük çekmezlerdi.
Roma askerlerinin başarısında yiğitliklerinin yanı sıra dirençlerinin de büyük payı vardı. Çok güçlü ve sağlıklı olan askerler, silahlarından başka, iki hafta yetecek kadar yiyeceği ve kamp kurmak için gerekli araç gereci yanlarında taşımak zorundaydı.
Askerler, savaş hattına girdikleri zaman ayrı, kol halinde yürüdükleri zaman ayrı adlar alırdı. Savaş sırasında ağır bir saldırı altında kalırlarsa bir araya gelerek bir blok oluştururlardı. Lejyonun simgesi tunç ya da gümüşten yapılan kartaldı. Kanatları iki yana açık olurdu. Romalılar için kartalın düşmanın eline geçmesi onur kinci bir olaydı.
Roma’nın yükseliş döneminde ordu yenilmezliği ile ün salmıştı. Bunun üç temel nedeni vardı: Birincisi disiplin, İkincisi sıkı ve yetkin bir eğitim, üçüncüsü ise askerlik konusunda yenilikleri hemen benimsemeleriydi.
Cumhuriyetten İmparatorluğa
İÖ 3. yüzyılın sonlarına doğru, Yunan uygarlığı Roma’da yayılmaya başladı. Romalılar bu uygarlığa büyük bir saygı ve hayranlık duyuyordu. Bu nedenle, Makedonya Kralı V. Philippos (İÖ 238-179) Yunan kentlerini ve Anadolu’yu tehdit edip de, bu kentler Roma’dan yardım isteyince, bu isteğe olumlu yanıt veren Romalılar, Makedonyalılar’la dört yıl çarpıştılar. Sonuçta Doğu Akdeniz Roma’nın denetimine girdi; İÖ 146’da Makedonya ve Yunanistan da birer Roma eyaleti oldu. Böylece tüm Akdeniz Roma’nm egemenliği altına girdi.
Bu zaferler sonucu Roma güçlendi ve zenginleşti. Mal ve köle ticareti gelişti. Senatörler ve öbür yöneticiler çabuk zengin olmanın yollannı ararken, bazı eyalet yöneticilerinin de vergi toplarken zora başvurmaları halkın tepkisini çekiyordu. Kişisel hırslar ve açgözlülük, cumhuriyetin ilk yıllarındaki yurtseverliğin ve özverinin yerine geçmişti.
İÖ 2. yüzyılın sonlarına doğru yönetici sınıfın davranışlarını eleştiren Tiberius ve Gaius Gracchus adlarında iki kardeş, halkın daha fazla hak sahibi olması için mücadele etmeye başladılar. İÖ 133’te soyluların el koyduğu kamu topraklarını yoksul halka dağıtmak için bir yasa tasarısı hazırladılar. Romalılar’ı uyandırmak için canları pahasına mücadele eden bu kardeşlerin ikisi de acımasızca öldürüldü. Ama çabaları boşuna olmamış, Romalılar’da, haksızlıkların ortadan kalkması için siyasal bir reform gerektiği inancı yerleşmişti.
Bu sıralarda Roma ordusunda köklü bir değişiklik oldu. Ücretli askerler yurttaş askerlerin yerini almaya başladı. Yurttaş askerler tümüyle ülkelerine bağlı oldukları halde, yeni profesyonel askerler, komutanları her kim ise ona bağlanıyordu. Bu durum Roma’nın siyasal yaşamını büyük ölçüde etkiledi. O tarihten sonra, başarılı generaller ordularının desteğiyle üstün bir güç ve yetki sahibi olmaya başladı.
Gaius Marius’un askerlerin desteğiyle nasıl yükseldiği buna örnektir. Doğuştan pleb olan Marius, kendine sadık ordusunun desteğiyle konsül olmuştu. İlk kez İÖ 105’te Kuzey Afrika’da Numidya’nın kralı olan Iugurtha’yı yenerek ünlenen Marius, daha sonra İtalya’nın kuzeyini tehdit eden Germen kabilelerini de üst üste iki kez yenmeyi başarmıştı. Bundan sonra patricilerin generali Sulla ile güçlerini birleştirerek, Roma ile savaşan komşu halkları yenilgiye uğrattı. Sulla, Yunanistan’ı ve doğuyu tehdit eden Mithridates’le savaşmak için Roma’dan ayrıldı.
“Mithras” Güneş tanrısının adıydı. Mithridates ise “Güneş tanrısının soyundan” anlamına geliyordu. Karadeniz’in doğusunda bir krallık olan Pontos tahtına geçen VI. Mithridates, kanlı bir egemenlik kurarak dünyaya korku salmış, annesini hapse attırdıktan başka, kardeşini de öldürtmüştü. Üç ayrı zamanda Roma’ya savaş açan Mithridates, sonunda Romalı general Pompeius’a yenildi. Sulla doğuda Mithridates’le savaşırken, Marius Roma’da yönetime el koydu. Sulla seferden döndüğünde Marius ölmüştü, ama Sulla öcünü Marius’un yandaşlarından ve halktan aldı. Sonsuz yetkilerle İÖ 82’de kendini diktatör seçtirdi.
Sulla’dan sonra Roma’da yasadışı olaylar ve siyasetçilerin entrikaları hız kazandı. İÖ 73’te Spartaküs adında bir gladyatör kölelerden oluşturduğu ordusuyla Roma’ya başkaldırdı. Çok sayıda
Roma lejyonunu yenilgiye uğrattıktan sonra İÖ 71’de yenildi ve öldürüldü.
İÖ 1. yüzyılın ortalan Jül Sezar ile Pompeius arasındaki rekabetle geçti. Her ikisi de yetenekli ve değerli önderlerdi. Bir süre, zengin bir soylu olan Marcus Crassus’u da aralanna alarak triumvirlik denen üçlü yönetim denemesinde bulundular. (Sonraki üçlü yönetimlerden ayırmak için, Sezar’ın da içinde bulunduğu üçlü, Birinci Triumvirlik olarak adlandınlır.) Crassus, İÖ 53’te öldükten sonra Pompeius, Sezar’ın Galya’daki askeri başarılarını eskisinden daha fazla kıskanmaya başladı. Sezar’ın geri çağrılması için hükümeti etkiledi. Sezar, bu buyruğa uyarak geri dönecek olursa, ordusunu terk etmek zorunda kalacağının bilincindeydi. Bu yüzden İÖ 49’da ordusunun başında yola çıktı. Kendi bölgesi olan Gallia Cisalpina ile geri kalan İtalyan toprakları arasında sınır oluşturan Rubicon Irmağı’nı geçtikten sonra, dönüşü olmayan bir noktaya geldi. Roma’da güçlü bir destek sağlayamayacağını anlayan Pompeius Yunanistan’a kaçtı.
Gücünü kanıtlamak için savaşmayı sürdüren Sezar İÖ 45’te Roma’ya döndü ve ömür boyu başkanlığa seçildi. Ne var ki, bazı senatörler Roma’nın özgürlüğü açısından Sezar’ın planlarını sakıncalı buluyordu. Sezar çok geçmeden, bir senato toplantısından sonra hançerlenerek öldürüldü (İÖ 44).
Bundan sonra iktidar Marcus Antonius’a geçti. Ne var ki, Sezar’ın evlat edinmiş olduğu genç Octavius Roma’ya dönünce, aralarında çatışma çıktı. Octavius senato tarafından konsüllüğe getirildi. Gaius Julius Caesar Octavianus adıyla, Sezar’ın evlat edindiği oğlu olarak tanındı. Bir süre sonra Octavianus ve Antonius uzlaşmaya vararak, Sezar’ın süvari komutanı Marcus Lepidus’un da katılmasıyla İkinci Triumvirlik’i kurdular. Sezar’a komplo kurarak öldüren Brutus ve Gaius Longinus Cassius’a karşı savaş açarak, onları İÖ 42’de Makedonya’da yendiler. Bundan sonra doğuya giden Antonius, orada karşılaştığı Mısır Kraliçesi Kleopatra’ya âşık oldu ve arkasından Mısır’a gitti.
Octavianus’la yeniden arası açıldı. İÖ 31’de Yunanistan’ın batı kıyılarındaki Aktium Savaşı’nda Octavianus, Antonius’un donanmasını dağıttı ve Roma’nın rakipsiz önderi olarak yönetimi ele geçirdi.
Roma İmparatorları
Octavianus İS 14’te ölünceye kadar, tam 45 yıl Roma’yı yönetti. İÖ 27’de kendisine, “yüce” anlamında Augustus sanı verilmişti; ama o “şef’ demek olan Princeps'i yeğledi. Çok büyük bir güce sahip olmasına karşın, Roma’nın eskiden olduğu gibi cumhuriyetle yönetildiği izlenimini yaratmaya büyük özen gösterdi. O dönemde krallar mutlak egemenliğe sahipti. Romalılar böyle bir yönetim istemiyordu.
Augustus yönetiminde Roma en parlak dönemini yaşadı. Ticaret çok büyük bir gelişme gösterdi. Roma yasaları imparatorluğun her yerinde uygulanmaktaydı. Güçlü hükümet, lejyonlarca da destekleniyordu. İmparatorluğun egemen olduğu bölgelerdeki yerli halkların haklarına saygı gösteriliyordu. Yüzyıllardan beri sürmekte olan çekişme ve kargaşanın sona ermesi Augustus’un başarısıydı. Halk, yasaların güvencesi altında olmanın huzuru içindeydi.
Yurttaşlık ve Yasalar
Roma İmparatorluğu döneminde Roma yurttaşlarının pek çok ayrıcalığı vardı. Başlangıçta yurttaşlık Roma’ya hizmeti geçmiş kimselere verilirdi; daha sonra yurttaşlık hakkı yaygınlaştırıldı. Roma yasaları sonraki yüzyıllarda da pek çok ülkede etkisini sürdürdü. Günümüzde birçok Avrupa ülkesinin yasalarının temelinde Roma yasaları vardır. Bu yasalar Roma imparatorlarınca büyük bir titizlikle uygulanmıştır. Bunların çoğu, kralların hem yönetici, hem de yargıç olduğu ve yasalann yazılı olmayıp gelenek ve ahlak kurallarına göre belirlendiği çok eski zamanlardan beri gelişerek yetkinleşmiştir. İÖ 5. yüzyılın ortalarında Roma’da temel yasalar yazılmış bulunuyordu. Herkesin bu yasaların ne olduğunu bilerek, uyma zorunluluğu vardı.
Bu yasalara göre ailede baba öteki bireylerin üzerinde tartışmasız bir otoriteye sahipti. Zaman içinde bazı yasalar değiştirilerek geliştirildi. İS 6. yüzyılda Bizans İmparatoru I. Jüstinyen hukukçuları ve bilginleri toplayarak, dağınık bir biçimdeki yasaları incelemelerini, derlemelerini ve kamuya açıklamalarını istedi. Corpus Iuris Civilis (“Medeni Hukuk Yasaları”) olarak bilinen bu yasa derlemesi, Roma yasalarının daha sonraki yüzyıllara kalmasını sağladı.
Roma yasalarının zamanın sınavından başanyla geçmiş olması bizleri şaşırtmamalı. Çünkü Romalılar düzenleme, örgütleme ve yönetmekte olduğu kadar, sorunlara çözüm bulmakta da çok başarılıydılar. Bu bakımdan sanatsal duyarlıkları ağır basan Yunanlılar’dan üstündüler. Romalılar, uluslararası ilişkilere belirli ölçütler getiren kurallar da geliştirmişlerdi.
Augustus'tan Sonra İmparatorluğun Durumu
Augustus ölmeden önce imparatorluğa üvey oğlu Tiberius’u seçmişti. İS 14’te başa geçen Tiberius, yayılmacı bir siyasetten yana değildi. Daha yönetimdeyken, Tiberius’tan sonra kimin başa geçeceğine ilişkin tartışma ve kavgalar başlamıştı. Augustus’un kurmuş olduğu güçlü yönetim ağı bir süre ülkenin gerilemesini önledi. Tiberius’tan sonra Caligula 25 yaşında imparator oldu. Babası Germanicus asker olduğu için, çocukluğu askerler arasında geçmişti. Halk babasını sevdiği gibi, onu da benimsedi. Caligula başa geçtiği ilk aylarda iyi bir yönetici izlenimi veriyordu. Ama sekiz ay sonra hastalandı, belki de bu hastalığın etkisiyle, daha sonraki yıllarda dengesiz davranışlarda bulundu. Roma’nın en tanınmış ailelerini yok etti. Cumhuriyet döneminin törelerine karşı duyduğu tepkiyi göstermek için sevdiği atını önce rahip, sonra da konsül ilan etti. Bir gladyatör gibi dövüştü, akrabalarının çoğunu öldürdü. Acımasızlığı dillere destan oldu. Dört yıl süren kanlı bir saltanattan sonra koruma görevlilerinden biri tarafından öldürüldü.
Caligula’nın ardından, İS 41-54 arasında hüküm süren Claudius yetkin bir yöneticiydi. Roma yurttaşlığını genişleterek yabancı topluluklara da yurttaşlık hakkı tanıdı. Özgürlüğünü kazanmış Yunanlı köleleri önemli devlet görevlerine getirdi. Bu onların güçlenmesine yol açtı. Üçüncü karısı Valeria Messalina entrikaları ve yakışıksız davranışlarıyla ün saldı. İS 48’de idam edildi. Claudius’un dördüncü karısı olan Agrippina, önceki kocasından olan oğlu Neron’u evlat edinmesi için Claudius’a
baskı yaptı. Oysa Clauidus’un Britannicus adında bir oğlu vardı. İS 43’te Romalılar Claudius’un komutasında İngiltere’yi işgal ederek, adanın doğusunu Roma İmparatorluğu'na kattılar. Caligula’nın ve Claudius’un dönemlerinde eyalet yöneticilerinin yetkin ve güçlü olmaları sayesinde imparatorluk gelişmesini sürdürdü. İS 54’te Agrippina Claudius’u zehirledi, böylece oğlu Neron tahta geçti. İlk beş yıl sorunsuz geçti; ne var ki, sonraki yıllarda benzeri görülmemiş bir dehşet yaşandı. Neron annesini ve karısını öldürttükten başka, zamanın önde gelen yönetcilerini de birer birer ortadan kaldırttı.
Neron atletizm, tiyatro ve şiir yarışmaları da düzenletti. Hükümdarlığının 10. yılında Roma’da büyük bir yangın çıktı. Neron bundan ilk Hıristiyanlar’ı sorumlu tuttu ve onlara eziyet etti. Kentin yeniden yapılması için büyük paralar harcadı.
Roma İmparatorluğu’nun tarihine bakacak olursak çöküşün Neron zamanında başlamış olduğunu görürüz. Vergi yükü altında ezilen insanlar sıkı ve düzenli çalışamaz olmuştu. Ordu siyasete karışıyor, hükümet ordunun istemlerine çoğu zaman boyun eğiyordu. Neron’un savurganlığı imparatorluğun birçok yerinde ayaklanmalara yol açmıştı. Sonunda orduyu da karşısında bulan Neron intihar etti.
Çok geçmeden lejyonlar arasında kıran kırana bir iç savaş başladı. Bu kargaşanın sonunda Vespasianus adında bir general Flavius hanedanını kurdu. Ağır vergilerle ülkenin mali durumunu düzeltti. İS 69-79 arasında hüküm süren Vespasianus ve ondan sonra gelen Titus ve Domitianus adlı imparatorlar büyük ölçüde ordunun gücüne dayandılar. Askeri düzenlemelerle sınırları koruyabildiler. İS 79’da, Titus döneminde patlayan Vezüv Yanardağı bir Roma kenti olan Pompei’yi lavlar ve küller altında bıraktı. Bu olaydan yüzlerce yıl sonra arkeologlar her şeyi, patlama anında oldukları gibi buldular. Böylece İS 1. yüzyılda bir Roma kentinde nasıl yaşandığına ilişkin pek çok şey öğrenildi.
Domitianus 81’de imparator oldu. İmparatorluğunun son üç yılında Romalılar insanlıkla bağdaşmayan korkunç bir terör yaşadılar. Domitianus 96’da öldürüldü. Ondan sonra tahta geçen Nerva yalnız iki yıl yaşadı. Traianus ve yeğeni Hadrianus düzeni yeniden kurmak için çok çaba gösterdiler. İS 98’de başa geçen Traianus imparatorluğun sınırlarını genişletti. Akıllı ve ölçülü yönetimi, halkın yeniden devlete güven duymasını sağladı. Hadrianus, ülkeye çoktan özlenen barış ve bolluğu geri getirmekte başarılı oldu. 117’de imparator olan Hadrianus, Roma topraklarını baştan başa denetleyerek, zayıf gördüğü yerleri surlarla güçlendirdi. 122’de İngiltere’ye kadar gitti. Adanın kuzeydoğusunda İskoç saldırılarına karşı kendi adıyla anılan bir duvar yaptırdı. Onun başarısı
sayesinde bir sonraki imparator Antoninus Pius sanatsal etkinliklere zaman ayırabildi. 138-161 arasında Pius yönetimi sırasında imparatorluk çok gelişti.
Marcus Aurelius’un öğrenmeye hevesli zeki ve akıllı bir genç olması Antoninus Pius’un ilgisini çekti. Lucius Commodus adlı bir başka gençle birlikte onu evlat edindi. Amacı tahtını bu gençlere bırakmaktı. İS 161’de ikisi birden tahta geçti. Lucius İS 169’da öldü ve Marcus tahtta tek başına kaldı.
İmparatorluğun Çökmesi
Nerva ile başlayan ve Marcus Aurelius’a kadar süren dönem, Roma tarihinin varlık ve barış içinde yaşadığı yıllar oldu. Ama imparatorluğun bazı yörelerinde çıkan isyanlar bu dönemin sona ermekte olduğunu gösteriyordu. Marcus Aurelius imparatorluğun doğu sınırını güvence altına aldıktan sonra kuzeydeki barbar kabileleri de bir dizi savaşla eski yerlerine sürdü. Depremler ve su baskınları Roma’nın büyük bir bölümünün yıkılmasına, tahıl depolarının zarar görmesine yol açtı. Bu da kenti kıtlığa sürükledi. Doğudan gelen veba da hızla yayıldı. Tüm bunlara karşın, Marcus Aurelius vergileri olabildiğince azaltarak ve mahkemelerin iyi işlemesini sağlayarak sorumlu bir yönetici olduğunu gösterdi. İmparatorluğun gücünü tehdit ettiğini düşündüğü Hıristiyanlar’a karşı baskıcı bir siyaset izledi.
Marcus Aurelius Ta eis Eauton (“Kendime Düşünceler”) adlı kitabında bilgelik, doğruluk, direnç ve ölçülülük olarak belirlediği dört temel erdemden söz eder.
İS 180’de Marcus Aurelius’un ölümünden sonra imparatorluk 100 yıl boyunca “barbar” denen kavimlerin saldırısı altında kaldı. Barbar sözcüğü, Eski Yunanlılar tarafından, Romalılar da içinde olmak üzere, kendilerinden olmayan herkes için kullanılırdı. Eski Yunanlılar tüm yabancıların yabanıl ve uygarlıktan yoksun olduğuna inanırlardı. Romalılar ise, aynı sözcüğü Roma topraklarına saldıran Got, Vandal, Frank ve Germen kavimleri için kullandılar. Roma İmparatorluğu denetlenmesi çok zor olan bir büyüklükteydi. En görkemli çağında, kuzeyde İngiltere’den güneyde Afrika çöllerine, batıda Atlas Okyanusu’ndan doğuda Mezopotamya sınırlarına dayanıyordu. Bugün hâlâ izlerine rastlanan Roma yolları, insanların güvenlik içinde imparatorluğun bir ucundan öbürüne gidip gelmelerini sağlardı.
İmparatorluk sınırlarının böylesine genişlemesi Roma’nın eyaletler üzerindeki doğrudan yönetimini giderek zorlaştırdı. Kölelik yaygınlığını sürdürürken, halk da yoksulluk içindeydi. İmparatorluğun başlıca sorunlanndan biri, sınırlarını korumak için büyük bir ordu besleme zorunluluğuydu. Marcus Aurelius’un yerini alan oğlu Commodus döneminde (180- 192) imparatorluk iç çekişmelerle sarsıldı. Commodus’tan sonra cumhuriyet kurumları yıkılmaya başladı. İmparatorlar yetkilerini genişletti. İS 193’te Septimius Severus imparator oldu. 235’e kadar süren Severus hanedanı döneminde Roma’nın mali ve askeri gücü sarsıldı. Severus hanedanından gelen imparatorların hiçbiri eceliyle ölmedi. Bu dönemdeki en önemli gelişme Hıristiyanlık’ın daha özgür bir ortam bularak yaygınlaşmasıydı. Severus hanedanından sonra barbar kavimlerin yeniden saldırısına uğrayan Roma, Tuna eyaletleri gibi bölgelerde onlann egemenliğini tanımak zorunda kaldı. Bu sırada doğudan da Sasaniler saldırıyordu. Barbar akınları ve iç savaşlar kentlerin yıkımına, yolların bozulmasına yol açtı.
3. yüzyılın sonuna doğru imparatorluğu yönetmek öylesine güçleşmişti ki, İmparator Diocletianus İS 286’da Roma İmparatorluğu’nun geniş topraklarını dört yönetim bölgesine ayırdı. Orduyu yeniden düzenleyerek eski disiplini kurdu. Yeni vergilerle mali durumu düzeltmeye çalıştı. Sasaniler’i geriletmeyi başararak imparatorluğun sınırlarını Dicle Irmağı’na kadar götürdü. Hıristiyanlar üzerindeki baskıyı artırdı. Milano’yu batı imparatorluğunun başkenti yaptı; böylece Roma eski önemini yitirdi. Diocletianus yetenekli bir yöneticiydi ve imparatorluğun yeniden güç kazanmasını sağladı.
Diocletianus’un ölümünden sonra yönetimi ele geçirmek için yeniden çatışmalar baş gösterdi. Diocletianus’un oğlu I. Constantinus (280-337) bu mücadeleden zaferle çıkarak imparatorluğun iki kanadını birleştirdi ve tek başına yönetimi ele aldı. İS 330’da Yunanlıların Avrupa ile Asya’nın kavuştuğu noktada kurduğu Bizans’a kendi adını vererek Roma’nin başkenti olduğunu ilan etti. Bundan sonra ünlü Bizans kenti, 1453’te Türkler tarafından fethedilinceye kadar Konstantinopolis (Constantinus’un kenti) olarak anıldı.
Constantinus’un hükümdarlığının en önemli olayı Hıristiyanlık’ı kabul edişidir. 300 yıldan beri sürekli baskı ve zulüm altında olmasına karşın, Hıristiyanlık giderek daha çok yandaş kazanmaktaydı. Çok tanrılı dinler eski etkilerini günden güne yitiriyordu. Constantinus’un Hıristiyan olması Hıristiyanların üzerindeki baskıların kalkmasını sağladı.
Constantinus’tan sonra imparatorluk hızla çözülmeye başladı. İS 364’te ikiye ayrıldı. Her iki kesimin de önem açısından eşit birer imparatoru oldu. Konstantinopolis doğu imparatorluğunun,
Milano ise batının başkentiydi. I. Valentinianus batıda, kardeşi Valens doğuda hüküm sürmeye başladı. Doğu Roma İmparatoru Valens 378’de Gotlar’a yenik düştü. İmparator öldürüldü, ordusunun üçte ikisi yok oldu. Savaşın sonunda, yüzyıllardan beri dünyayı egemenliği altında tutmuş olan Roma lejyonları tarihten silindi. İS 410’da Alarik’in öncülüğündeki Vizigotlar Roma’yı ele geçirip yağmaladıktan sonra güneye inerek bereketli ovaları talan ettiler. Roma’nın Galyalılar tarafından alındıktan 800 yıl sonra düşüşü, kentin tarihinde bir dönemin kapanması demekti.
Aynı yıllarda Vandallar İspanya’ya saldırırken, Hunlar da Orta Avrupa’ya akın ediyordu. Önderleri Attila 451’de Galya’da yenilgiye uğradıysa da bir sonraki yıl toparlanarak Kuzey İtalya’nın birçok kentini ele geçirdi ve Roma’ya yöneldi. Papanın ricası üzerine Roma’ya girmekten vazgeçti. Batı Roma İmparatorluğu artık iyice sallantıdaydı. İS 476’da İmparator Romulus Augustulus, Germen Kralı Odoaker’e yenildi. Odoaker İtalya kralı oldu ve böylece Batı Roma İmparatorluğu tarihe karıştı.
Roma İmparatorluğu geleneğini sürdürmek Doğu Roma İmparatorluğu’na kalmıştı. Ne var ki, Doğu Roma İmparatorluğu Güneydoğu Avrupa’da Yunan kültürünün çok güçlü olduğu bir bölgede kurulmuştu, üstelik egemenliği altında bulunan halklar Asyalı idi. Zaman içinde Roma gelenekleriyle Asya ve Yunan gelenekleri birbirinden etkilendi. İS 6. yüzyılın ilk yansında İmparator I. Jüstinyen’in generallerinden Belisarios Kuzey Afrika’yı, İtalya’yı ve İspanya’nın bir bölümünü barbar kavimlerden geri almayı başardı. Ama bir süre sonra İtalya, Germen kavimlerinden Lombardlar’ın eline geçti.
Bizans İmparatorluğu olarak da bilinen Doğu Roma İmparatorluğu 10. yüzyılda en parlak dönemini yaşadı.
Batıda, 800 yılı Noel’inde, papanın Frank Kralı Şarlman’a imparatorluk tacı giydirmesiyle yeni bir imparatorluk kuruldu. Daha sonra Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu adını alan bu devletin eski Roma İmparatorluğu ile ilişkisi yoktu.
Çok uzun bir süre boyunca, papalarla imparatorlar arasında kimin daha üstün olduğu konusundaki rekabet çatışma ve savaşlara yol açtı. Reformcu Papa VII. Gregorius ile Kutsal Roma-Germen İmparatoru IV. Heinrich arasında baş gösteren şiddetli çatışma sırasında Heinrich’in askerleri Roma’ya girerek kenti ele geçirdi (1084).
Papalık 1309-1417 arasında Fransa’da Avignon kentine yerleşti. Roma ise bir süre İtalyan soylularının savaş alanı oldu. 16. yüzyıldan sonra papalar yeniden Roma’ya yerleşti.
Papalar ve kardinaller Roma’yı sayısız kilise, saray ve heykelle doldurdular. Eski anıtların ve yapıtların taşlarını bu yeni yapılarda kullandılar. Eski Roma’dan geriye pek az şey kaldı. Roma 1870’te İtalya Krallığı’nın başkenti olunca, bir kez daha değişikliğe uğradı. İyice büyüyerek bugünkü durumuna geldi.
Eski Roma Kenti
Roma, Tiber Irmağı kıyısında “yedi tepe” olarak bilinen bir yörede kurulmuştu. Tepelerin adları sırasıyla Palatium (bugün Palatino), Capitolium, Aventinus, Caelius, Esquilinus, Viminalis ve Quirinalis’ti. Kent Akdeniz’den 24 km uzaklıktaydı. Tiber’in hızlı akıntısı gemilerin yanaşmasını engelliyordu, bu yüzden yer olarak pek elverişli sayılmazdı. Aynca Tiber boyunca uzanan bataklıklar sağlıksız bir ortam yaratıyordu. Etrüsklü mühendisler bu bataklıkları kurutmaya çalıştılarsa da başarılı olamadılar.
Kent kurulduktan sonra zaman içinde gelişti. Roma’nın ilk sahiplerinin evleri, çatılan samandan yapılmış olan küçük kulübelerdi. Tanrıları için yaptıkları tapınaklar yakınlardaki yanardağlardan kopan kayalardan yontulmuştu. Kentin çevresinde dışardan gelecek saldınlara karşı bir sur vardı.
İÖ 1. yüzyılın başlannda, Roma’da Cumhuriyet döneminin son yıllan yaşanıyordu. Bu yıllarda Tiber’den yukarı doğru tırmanan bir kimse ilk önce iki tepeyle karşılaşırdı. Bunlardan soldaki Janiculum, sağdaki ise Aventinus idi. Janiculum’un tepesinde eski bir kale vardı. Tepeler, kuzeyden gelecek saldırıları gözetlemekte yararlı olurdu. Tepenin eteklerinde zengin Romalılar’ın evleri bulunuyordu.
Aventinus’ta ise Roma’nın yoksul halkı yaşıyordu. Bunlar dört beş katlı yıkık ve karanlık evlere sığınmışlardı. Tepenin en yüksek noktasında tanrıça Diana (Eski Yunan’da Artemis) için yapılmış bir tapınak vardı. Tepenin güneybatı eteklerinde mısır ambarları yer alıyordu.
Tekneyle Aventinus’un kuzeybatısına yanaşılacak olursa, Roma’nın hayvan pazarı olan Forum Boarium görülebilirdi. Doklann tam üzerinde güzel villalann ve bahçelerin bulunduğu Palatium Tepesi herkesin oturmak için özlemini çektiği bir yerdi. Çünkü alçaklardaki aşırı sıcağa burada rastlanmıyordu. Palatium’da ayrıca doğunun bolluk ve bereket tannçası Kibele adına bir tapmak yapılmıştı. Aventinus ve Palatium tepeleri arasındaki vadide Circus Maximus adıyla, ahşap bir stadyum vardı. Çeşitli gösterilerin yer aldığı yaklaşık 640 metre uzunluğundaki bu stadyum 150 bin kişilikti. İki yanında dükkânlar ve sıcaktan bunalanlar için buz gibi içecekler satan satıcılar sıralanırdı.
Vadinin öteki yakasında bulunan Caelius Tepesi evlerle kaplıydı. Buradan Jüpiter Tapınağı’na (Eski Yunan’da Zeus) giden bir yol ayrılırdı.
Palatium ve Capitolium tepeleri arasındaki düzlükte, mermer sütunlarıyla ve heykelleriyle Roma Forumu görünürdü. Forum her zaman hararetli tartışmaların, kıyasıya pazarlıkların yapıldığı bir yerdi. Forumun biraz ötesinde, sıradan insanların buluşma yeri olan Comitium vardı. Rostrum denen kürsü gibi yerde ise konuşmalar yapılırdı. Forumun arkasında senatonun toplantı yeri Curia bulunuyordu.
Foruma giden başlıca yollardan birinin üzerinde iki başlı tanrı Janus’un tapınağı vardı. Savaş sırasında tapınağın kapıları hep açık olurdu.
Capitolium Tepesi çift dorukluydu. Kuzeydekinde bir kale, güneydekinde ise Tiber İrmağından görülen Jüpiter Tapmağı bulunuyordu.
Eski Roma’da bulunan çeşitli tanrılara adanmış tapınaklar, sunaklar, heykeller arasında Jüpiter ayrı bir öneme sahipti. Jüpiter Tapınağı’na savaşlarda elde edilen ganimetler sunulur, tanrının heykeli kente tepeden bakardı.
Irmak kıyısında kurulu olmasına karşın kent halkı içmek için Tiber’in suyunu kullanmazdı. İçme suyu kanallarla ve toprakaltına döşenmiş suyollanyla yakındaki pınarlardan kente ulaştınlırdı. Bunlardan ilki İÖ 4. yüzyılda yapılmıştı. İÖ 144’te Capitolium Tepesi’ne su götürecek olan Aqua
Marcia yapıldı. Daha öncekiler toprağın altındayken, bu kemer toprağın üstündeydi. Roma’nın kanalizasyon şebekesi de çok iyi planlanmıştı. Bu şebekenin bazı bölümleri 20. yüzyılın başlarına kadar kullanılmıştır.
İmparatorluk döneminde Roma’nm görünümünde çok büyük değişiklikler oldu. İmparatorlar kendi adlarını taşıyan görkemli binalar yaptırdılar. Roma Forumu daha sonra Augustus, Vespasianus ve Traianus’un yaptırdığı forumların yanında çok küçük kaldı. Traianus Forumu’nda yer alan, üzerine imparatorun yaşamındaki önemli olayların işlendiği yüksek, mermer sütun günümüze kadar gelebilmiştir.
Yıkanmaktan çok hoşlanan Romalılar büyük hamamlar yaptırmışlardı. Bunların zemini mozaik işlemeliydi; kubbeleri ise mermer sütunlarla destekleniyordu. Zafer kazanan generaller için yapılan zafer takları geniş caddeleri süslerdi. Özellikle, 70’te Titus’un Kudüs’ü ele geçirişinin anısına yapılan Titus Takı çok görkemliydi. Bugüne ancak kalıntıları kalan, Palatium Tepesi yakınlarında, Vespasianus zamanında yapılmış olan çok kemerli, görkemli bir yapı olan Colosseum’da çeşitli gösteriler düzenlenirdi. Zaman içinde binaların çoğalmasıyla kent Capitolium Tepesi’nin batısına, ordunun eğitim alanı olan Campus Martius’a doğru yayıldı.
Romalı Zenginlerin Yaşamı
Eski Roma’nın zengin ve güçlü sınıfı senato üyesi olan patriciler ve mülk sahipleriydi. Tüm toplumsal ve siyasal güç birkaç soylu ailenin elindeydi. İmparatorluk döneminde senato gücünü büyük ölçüde yitirdiyse de, senatörlerin geldiği aileler kamuoyunu yönlendirmede etkilerini sürdürdüler. Patricilerin çoğunun Roma’da evi, kırsal kesimde çiftliği ve Orta ya da Güney İtalya’da birkaç tane villası olurdu. Kent evine bir verandadan girilirdi. Birincil öneme sahip olan oda atrium idi. Evi ve ocağı koruyan tanrıça Vesta için bu odada bir sunak bulunurdu. Evleri koruyan tanrılardan Lar ve Penate için de ayrılmış yerler vardı. Lar’ın heykeli evin girişinde durur, eve uğur getirirdi. Penate ise aile ocağının bereketiydi. Lar’a da, Penate’ye de armağanlar sunulur, özel günlerde çiçekler getirilirdi. Atrium dikdörtgen biçimindeydi ve tavanında, gökyüzüne açık bir yer vardı. Atriumun çatısı bu deliğe doğru eğimli olur, taştan bir sarnıca yağmur suyu toplanırdı. Evin öbür odaları atriuma açılırdı. Girişin tam karşısında yemek odası bulunur, buradan da bahçeye çıkılırdı. Ev yerin altından geçen sıcak havayla ısıtılır, bazı evlerde hamam da olurdu.
Villalara ise mutlaka hamam yapılırdı, çünkü kırsal kesimde genel hamamlar yoktu. Villalar kent evlerine oranla daha büyük olurdu. Atrium gene vardı, ama evin asıl merkezi bir dizi kolonla çevrili olan bahçeydi. Bahçenin ötesinde odalar bulunurdu.
Varlıklı ailelerin oğullan genellikle okula gönderilirdi, özel öğretmenlerce eğitilenler de olurdu. Roma dünyasında Eski Yunan kültürü egemen olduğu için öğretmenler Yunanlılar’dan seçilirdi. Romalı bir oğlan çocuk öğrenimine Yunanca okuma yazma öğrenmekle başlardı.
Oğlan çocukların büyüdükleri zaman eyaletlerde para işleriyle ilgilenmeleri ya da ticaretle uğraşabilmeleri için iyi matematik bilmeleri gerekiyordu. İlkokul eğitiminden sonra güzel konuşmayı ve yazmayı becerebilmek için konuşma sanatı dersleri alırlardı. Bu dersler ya Roma’da ya Atina’da ya da Yunanca konuşulan herhangi bir kentte verilirdi.
Kızlara ev işleri ve edebiyat dersleri verilirdi. Eğitim kısa sürer, 15’ine gelmeden evlendirilirlerdi. Gelin, düğün günü, erkek kardeşleri gibi çocukken giydiği bir tür pelerin olan toga’yı çıkartır, gelinliğini giyerdi. Yüzü kırmızı bir peçeyle örtülü olurdu. Oyuncak bebeklerini tanrı Lar’a armağan ederdi. Babasının evinde evlendikten sonra, törenle kocasının evine götürülürdü. Evin eşiğinden kocasının kucağında atriuma taşınır ve yeni yaşamı başlardı.
Erkek çocuklar mor kenarlı togalannı 16 yaşında çıkarır, yerine herkesinki gibi beyaz toga giyerlerdi. Baba oğlunu alarak foruma götürür, onu Roma yurttaşı olarak kütüğe yazdırırdı; böylece delikanlı ilk seferberlikte askere gitmek için hazır olurdu. Romalılar oğullarının iyi bir asker olmasından övünç duyardı. Askerden dönen bir patricinin oğlu mutlaka siyasete atılırdı. Mülk sahiplerinin oğullarının da siyaset yaşamına katıldığı olurdu. Genç bir adam ilk önce kent meclisine
seçilir, görevi mısır stoklarının yeterli olup olmadığını saptamak, halkın eğlence programlarıyla ilgilenmek olurdu. Bunun bir üstündeki görev muhasebe işleriyle ilgilenmekti. Daha sonraki aşama yargıçlıktı. Bundan sonra, şansı açık olan, bir eyalete vali atanabilirdi. Bir başka olasılık ise konsüllüğe seçilebilmekti. Cumhuriyet döneminde konsüller aynı zamanda yargıç oldukları için çok büyük bir yetkiye sahiptiler.
Romalı ailede babanın çocukları üzerinde çok büyük otoritesi vardı. Kadınlara da saygı gösterilirdi. Romalı kadın evinin tüm sorumluluğunu yüklenir, sokağa çıktığı zaman ona yol verilir ve kibar davranılırdı. Romalılar aile yaşamına büyük önem verirdi. Ev tanrılarının varlığı bunun kanıtıydı.
Yoksul Halk
Romalı patriciler köleleri sayesinde rahat bir yaşam sürerdi. Plebler de denen Romalı yoksullar ise karanlık izbelerde üst üste yaşarlardı, ne ocakları, ne de evlerine bereket getirecek tanrıları vardı. Evde yatar, ama yemeklerini devletin sağladığı aşevlerinde yerlerdi.
Ünlü Romalı yazarlar hor gördükleri bu insanlara yapıtlarında pek yer vermediler. İS 1. yüzyılda yaşamış olan Decimus Iunius Iuvenalis, Roma halkının ekmekten ve sirke gitmekten başka bir şey bilmediğini yazmıştı. Sirkler, halkı oyalayarak ekmek derdini unutturmayı amaçlıyordu. Araba yarışları, yabanıl hayvanlarla boğuşturulan köleler, sonu ölümle biten kanlı gladyatör dövüşleri bazen günlerce sürerdi.
Roma halkının yaklaşık yüzde 80’i işsiz ve yoksuldu. Erkekler orduya katılmaya can atardı. Böylece yaşamlarının bir amacı olurdu. Zengin Romalılar’ın köle sahibi olmaları iş alanlarının tıkanmasına yol açıyor, plebler özgür doğmuş olsalar da iş güç sahibi olamıyordu.
Köleler imparatorluğun işgali altındaki eyaletlerden getirilirdi. Villalarda hizmetçi ve uşak, tarlalarda işçi olarak çalıştırılırlardı. Bazen kâhyalık da yaparlardı. Hiçbir hakkı olmayan kölelerin yalnızca görevleri vardı ve efendiler kölelere diledikleri gibi davranırlardı.