Sabahattin Ali
(1907-1948), öykü ve roman yazarı olarak yapıtlarında toplum sorunlarını tüm çıplaklığıyla yansıtan ve cumhuriyetin ilk yıllarında filizlenen Gerçekçilik Akımı’nın öncülerinden sayılan bir yazarımızdır.
Ağaların, jandarmanın ve zaman zaman yöneticilerin baskısı altında ezilen yoksul köylüleri, sıradan insanları, halktan kopuk memur ve aydınları konu alır. Yapıtlarında insan sevgisi egemendir.
Sabahattin Ali, o dönemlerde Osmanlı Devleti sınırlarının içinde bulunan Gümülcine’nin Eğridere köyünde doğdu. Babası yüzbaşı Ali Selahattin Bey döneminin önde gelen düşün ve sanat adamlarından Prens Sabaheddin ile Tevfik Fikret’in yakın dostuydu. İlk öğrenimini, babasının görevi gereği sık sık yer değiştirmesi nedeniyle çeşitli kentlerde yaptı. I. Dünya Savaşı süresince bulunduğu Çanakkale’de yaşadıkları kişiliğinde derin izler bırakmıştı. Aile daha sonra Edremit’e göç etti. Emekli olan babasının aylık alamaması nedeniyle aile zor günler yaşamaktaydı. İlkokulu burada bitiren Sabahattin Ali, Balıkesir Öğretmen Okulu’nda başladığı öğrenimini 1927’da İstanbul Öğretmen Okulu’nda bitirdi. Bir yıl Yozgat’ta ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nın açtığı sınavı kazanarak 1928’de gittiği Almanya’da iki yıl eğitim gördü. Ülkeye döndükten sonra Aydın ve Konya ortaokullarında Almanca öğretmenliği yaptı. Bu sırada öyküleri Resimli Ay dergisinde yayımlanmaya başlamıştı.
Konya’da öğretmenliği sırasında bir dost toplantısında okuduğu, Atatürk’ü yeren bir şiirinin ihbar edilmesi üzerine 1932’de bir yıl hapse mahkûm edildi. Konya ve Sinop cezaevlerinde yattı. Cezasının bitmesine daha birkaç ay varken cumhuriyetin 10. yılı nedeniyle 1933’te çıkarılan af yasasıyla serbest bırakıldı. Yeniden öğretmenlik yapmak için bakanlığa başvurduğunda kendisinden yönetim karşıtı görüşlerini değiştirmesi istendi. Bunun üzerine 1934’te Atatürk’ü öven “Benim Aşkım” adlı şiirini yayımlayınca bir yıl sonra Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğü’nde işe başladı. Daha sonra Ankara II. Ortaokulu’nda ve Devlet Konservatuvarı’nda öğretmenlik yaptı. 1945’te, kendisine karşı Milliyetçi-Turancı kesimden yöneltilen eleştiriler üzerine bakanlık emrine alındı. Bunun üzerine görevden ayrılarak İstanbul’a gitti ve gazeteciliğe başladı. Aynı yıl Yeni Dünya, Aziz Nesin ile birlikte Markopaşa, Merhumpaşa ve Alibaba dergilerini çıkardı. Markopaşa'da yayımlanan bir yazısı nedeniyle üç ay hapis yattı. Daha sonra bir kamyon satın alarak 1948’de taşımacılığa başladı. Bu arada Zincirli Hürriyet dergisinde yazmayı sürdürüyordu. Sürekli izlenmekten ve baskı altında tutulmaktan duyduğu tedirginlik nedeniyle Bulgaristan’a geçmek isterken kendisine kılavuzluk eden kişi tarafından öldürüldü.
Sabahattin Ali’nin gelişmesinde savaşlar ve siyasal dalgalanmalar içinde geçirdiği çocukluğunun, sanata ve düşünce dünyasına açık olan babasının önemli bir yeri vardı. Duyarlı, atak ve coşkulu kişiliği özellikle ilk Öykü ve şiirlerinde kendini gösterir. Duygu yüklü ilk şiir ve öyküleri 1926’da Balıkesir’de yayımlanan dergilerde basıldı. Daha sonra Yedi Meşale, Güneş, Servet-i Fünun dergilerinde yazmayı sürdürdü. Hece ölçüsüyle yazdığı ve halk şairlerinden etkilendiği bu şiirlerini 1934’te Dağlar ve Rüzgâr adlı kitapta topladı.
Şiirleri ilgi görmesine karşın, Sabahattin Ali öykü ve roman alanını seçti. Yazdıkları arasında toplumsal konulu öyküler ağırlık taşır. Değirmen (1935) adlı yapıtında topladığı ilk öykülerinin büyük bölümü romantik öykülerdir. Öykülerde kişileri toplumsal sorunların içinde yansıtmış, insana özgü durumları çarpıtmadan ve abartmadan gerçeğe uygun olarak vermiştir. Yazarın, kendine özgü kimliği ile belirginleşen öykücülüğünün 1936’da yayımlanan ikinci kitabı Kağnı ve bir yıl sonra yayımladığı Ses ile başladığını söyleyebiliriz. Bu kitaplarındaki öykülerin konularını Konya ve Orta Anadolu kentlerindeki öğretmenlik günlerinin anıları ile hapishanede gözlemledikleri oluşturur. 1943’te yayımladığı üçüncü kitabı Yeni Dünya'daki öykülerin tümü gözlem ve yaşantılara dayanır. Öykülerinin kahramanları her gün rastladığımız, konuştuğumuz kişilerdir. Sabahattin Ali onların durumlarını öykülerken bizi toplumun yapısını düşünmeye, irdelemeye ve araştırmaya yöneltir. Ölümünden bir yıl önce yayımladığı Sırça Köşk"teki (1947) öykülerinde çarpıcı bir biçimde eleştirici Toplumsal Gerçekçilik görülür. Kişilerin dış özelliklerini kesin çizgilerle verirken doğa betimlemelerinde özgün benzetmeler yapar. Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf (1937), İçimizdeki Şeytan (1940) ve Kürk Mantolu Madonna (1943) adlı üç romanı vardır. Bunlardan sonuncusu uzun öykü olarak kabul edilir.
Sabahattin Ali Türk edebiyatında köyü ve köylüyü belli bir bakış açısı altında inceleyen ilk yazardır. Ondan önce de Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay, Sadri Ertem gibi, Anadolu insanını konu alan yazarlar vardı. Ama bunların tümü yapıtlarının merkezine aydın kişiyi yerleştirmiş ve aydın-halk
karşıtlığını sergilemiştir. Sabahattin Ali’nin yapıtlarının merkezinde ise köy ve köylü vardır. Onlann toplumsal ve ekonomik durumlarını, doğayla mücadelelerini, devlete, aydınlara ye yöneticilere duyduklan güvensizlikleri, ürünlerini satmakta çektikleri güçlükleri anlatır. Sayıları çok olmamakla birlikte, bazı öykülerinde işçileri de konu almıştır. Kötü çalışma koşullarının, ücretlerin düşüklüğünün,
işçi-işveren ilişkilerinin irdelendiği bu öyküler köy ve köylüyle ilişkili öyküler kadar ayrıntılı değildir.
Orta sınıftan kişileri de öykülerine konu alan yazar, aydınları da olumlu ve olumsuz yanlarıyla, tedirginlikleriyle ya da düzene uyum sağlamanın verdiği rahatlık içindeki yaşayışlarıyla anlatır. Yapıtlarında aydınlara eleştirel bir yaklaşımı vardır. Bunlar köylü ve işçiyi hiçbir zaman anlamayan, Anadolu insanının karşısına yönetici olarak çıkan olumsuz kişilerdir. Yazar Türk aydınının halktan kopukluğunu, halkla ilişkilerindeki içtenlikten yoksunluklannı alaycı bir dille eleştirir. Aydınlarla birlikte yöneticilerin durumlarını da sergiler. Yöneticilerin halktan kopuk oluşlarını, kendi çıkarlarını gözeterek zenginlerin yanında yer alışlarını anlatır. Sabahattin Ali bu yaklaşımları belirli toplumsal koşulları gözeterek ortaya koyar. Böylece yazarın eleştirel tavrı dönemin yönetim biçimini hedef alır. Gördüklerini ve duyduklarını yönetime ters düşecek biçimde dile getirdiği için birçok sorunla karşılaşmıştır.