Sindirim
Vücudumuzdaki bütün yaşamsal etkinliklerin sürmesi, organlarımızın çalışması ve hücrelerimizin yenilenmesi için gerekli olan temel maddeleri çeşitli yiyecek ve içeceklerden sağlarız. Ama yediğimiz her yiyeceğin, örneğin etin, ekmeğin, sebze ya da meyvenin bu temel maddelere ayrışması ve vücutta kullanılabilecek duruma gelmesi için çok köklü değişikliklerden geçmesi gerekir. Sindirim denen bu dönüşüm süreci yiyeceklerin parçalanmasıyla başlar; karbonhidratlar, proteinler ve yağlar gibi karmaşık yapılı besinlerin çok daha küçük moleküllü kimyasal bileşiklere dönüşüp kana karışmasıyla
sürer ve gerekli maddelerin hücrelerce kandan emilip işe yaramayan bölümlerin vücuttan dışarı atılmasıyla sonuçlanır.
Bir dizi mekanik ve kimyasal olaya dayanan sindirim temel olarak sindirim kanalı’nda gerçekleşir. Ağızdan başlayıp gövdeyi boydan boya geçen ve yetişkin bir insanda uzunluğu 8-10 metreyi bulan bu kapalı kanal başlıca beş bölümden oluşur: Ağız, yemek borusu, mide, incebağırsak ve kalınbağırsak. Yiyecekler bu beş bölümden sırayla geçerken, bir yandan öğütme, yoğurma ve çalkalama gibi mekanik hareketlerle, bir yandan da çeşitli salgıbezlerinin bu kanala boşalttıkları özsuların kimyasal etkisiyle sindirilir. Tükürük bezleri, karaciğer, pankreas, mide ve bağırsak bezleri gibi sindirime yardımcı organlar ile sindirim kanalından oluşan bu bütüne sindirim sistemi denir. Ağızda başlayıp midede ve incebağırsakta süren sindirim sırasında, besinlerdeki yararlı maddelerin kan damarlarıyla emilip dolaşıma karışması incebağırsakta gerçekleşir; kalınbağırsak ise sindirilemeyen yararsız maddelerdeki suyun emilip, geri kalan posanın dışkı biçiminde vücuttan dışarı atıldığı yerdir.
Ağız ve Yemek Borusu
Ağzımıza attığımız her lokma yiyecek, dişlerle çiğnenip öğütüldükten ve tükürükle ıslatılıp yumuşatıldıktan sonra yutulmaya hazır duruma gelir. Katı yiyeceklerin kolay yutulabilir bir hamura dönüşmesini sağlayan tükürük, kulak, dil ve çene altındaki küçük salgıbezlerinin ürettiği su gibi bir sıvıdır. Bir yiyeceği görmek, kokusunu duymak, hatta yalnızca düşünmek bile ağzımızı “sulandırır” ; çünkü tükürük bezleri bu uyarılarla her zamankinden çok tükürük salgılamaya başlar.
Bu sıvının tek işlevi yiyecekleri yumuşatmak değildir. Yiyeceklerdeki nişastanın vücutta kullanılabilecek şekere dönüşmek üzere parçalanmasını da tükürükteki pityalin enzimi sağlar. Bu enzimin ağzımızdaki lokmayla iyice karışıp etkisini gösterebilmesi için, yiyecekleri ağızda bir iki kere döndürüp hemen yutmak yerine iyice çiğnemek gerekir.
Bu arada dil de yiyecekleri ağızda çevirip dişlerin arasına doğru iterek ve tükürükle karışması için altüst ederek sindirimin bu ilk aşamasına yardımcı olur. Böylece yutulmaya hazır duruma gelen lokma dille ağzın gerisine doğru itilerek önce yutağa, sonra yemek borusuna girer. Yemek borusundaki kasların hareketiyle de aşağıya doğru ilerleyip en sonunda mideye iner. Sıvıların ağızdan mideye ulaşması 6 saniye kadar sürerken, çiğnenecek katı yiyeceklerde bu süre yaklaşık 15 saniyeyi bulur.
Mide
Karın boşluğunun üst bölümünde yer alan mide torbaya benzeyen bir organdır. Bu organın içini döşeyen zarın altında çok küçük, milyonlarca salgıbezi bulunur. Bu salgıbezleri “mide özsuyu” denen salgılarını besinlerin üzerine boşaltırken, mide de bir yayık gibi çalkalanarak besinlerin duvarlara çarpa çarpa yoğrulmasını ve bu özsuyla iyice karışmasını sağlar.
Sindirimin bu aşamasında en önemli rolü oynayan, mide özsuyunun bileşimindeki hidroklorik asit ile çeşitli enzimlerdir. En önemli mide enzimlerinden biri olan pepsin, yiyeceklerdeki proteinlerin sindirilmesine yardımcı olur. Su, saf bal ve bazı meyve şekerleri bu sindirim sürecinden geçmeksizin hemen hemen tümüyle mideden emilip doğrudan kan dolaşımına karışır. Bu arada öbür besinler midede uzun süre çalkalanıp mide özsuyuyla karıştıkça, bulamaç gibi koyu kıvamlı bir sıvıya dönüşmüştür. Kimus ya da kimüs denen bu bulamaç yeterince sulandığında yavaş yavaş mideden incebağırsağa geçmeye başlar. Midedeki sindirimin süresi, her öğünde yenen yemeğin miktarına ve özelliğine bağlı olarak, 1 ile 5 saat arasında değişir.
İnce bağırsak
Uzunluğu yaklaşık 6-7 metre olan, çapı da yer yer 25 ile 50mm arasında değişen incebağırsak, kendi üstüne katlanarak pek çok kıvrım yapan boru biçiminde bir kanaldır. Kalın bağırsaktan daha dar, ama çok daha uzun olan bu sindirim yolunun mideden hemen sonraki ilk bölümüne onikiparmak bağırsağı denir. Karaciğer ve pankreas gibi iki önemli salgıbezi onikiparmak bağırsağına açılır ve salgılarını mideden gelen kimusun üzerine boşaltır.
Karaciğer, sarımsı yeşil renkte, acı bir sıvı salgılar. Safra (ya da öd) denen bu salgı, karaciğerin alt yüzündeki çukur bölüme yerleşmiş olan safrakesesinde depolanır ve mideden gelen yarı sindirilmiş besinler onikiparmak bağırsağına ulaştığında buraya akıtılır. Safranın görevi, kimustaki yağları (lipitleri) bir ön işlemden geçirerek pankreas salgısının etkisini artırmaktır. İçinde çeşitli enzimler bulunan pankreas özsuyu yağların yanı sıra nişasta ve proteinlerin sindirilmesine de yardımcı olur.
İnce bağırsağın iç yüzünü döşeyen mukozada da çok sayıda küçük salgıbezi vardır. Bu bezlerin salgıladığı bağırsak özsuyundaki çeşitli enzimler, o ana kadar yeterince parçalanmamış olan besinlerin sindirilmesinde önemli rol oynar. Böylece, karbonhidratlar basit şekerlere, proteinler aminoasitlere, yağlar da gliserol ile yağ asitlerine ayrışarak emilmeye hazır duruma gelir.
Kimusun incebağırsağı boydan boya geçerek kalınbağırsağa doğru ilerlemesini sağlayan, ince bağırsağın duvarlarındaki kasların birbiri ardına düzenli olarak kasılıp gevşemesidir. Sığamsal hareket (ya da peristaltik hareket) denen bu kasılmalar, bir yılanın yerde sürünerek ilerleyişine benzetilebilir:
Kimusun arkasındaki bağırsak bölümü kasılırken öndeki bölüm gevşer ve böylece dalgalar halinde bütün bağırsağa yayılan bir öteleme hareketi başlar.
İncebağırsağın mukozası, tıpkı bir kumaşın pililerini andıran incecik, parmak biçiminde kıvrımlarla kaplıdır. Bağırsak duvarlarının alanını genişleterek besinlerin daha geniş bir yüzeyden emilmesini sağlayan bu kıvrımların her birinde kılcal damarlar ile lenf damarları bulunur. Kimusun içindeki yağlar lenf damarlarıyla, öbür besin maddeleri de kılcal damarlarla emilir ve kan dolaşımı yoluyla vücudun bütün dokularına dağıtılır.
Kalın bağırsak
İnce bağırsağın alt ucu, yaklaşık 1,8 metre uzunluğunda ve ince bağırsağın hemen hemen iki katı genişliğinde olan kalın bağırsağa açılır. İnce bağırsakta emilmemiş olan sindirim artıkları 20 saat kadar kalın bağırsakta tutulduktan sonra, sindirim kanalının son bölümü olan göden bağırsağına geçer. (Kalın bağırsaktaki bu uzun bekleme süresi içinde, sindirim artıklarında kalmış olan su bağırsakların duvarlarından emilip yeniden kan dolaşımına verilir. Çünkü yediğimiz yiyeceklerin yaklaşık üçte ikisini oluşturan su, vücut için son derece gereklidir. Alınan suyun fazlası böbrekler
yardımıyla kandan süzülür ve idrar olarak vücuttan boşaltılır.) Suyu yeterince emilmiş olan yarı katı haldeki atıklar biriktiğinde, gödenbağırsağının ucundaki kas halkası (anüs) gevşer ve dışkı denen bu atık kütlesini vücuttan dışarı atar.
Sindirim Sistemi Hastalıkları
Sindirim sistemindeki bozukluk ve hastalıklar, genellikle bu sistemin hangi bölümünü etkiledikleri
göz önüne alınarak gruplandırılır.
Ağız ve yemek borusunda önemli hastalıklara pek sık rastlanmaz. Ağzın içinde zaman zaman aft denen küçük, ağrı verici yaralar belirirse de, bu yaralar AIDS, şeker hastalığı ya da Behçet hastalığı gibi önemli bir hastalığın belirtisi olmadıkça kısa sürede iyileşir.
Bazen yemek borusunun mideye açılan alt ucundaki kas zayıflayıp güçsüz düşer. Bu durumda, özellikle insan yatarken ya da öne doğru eğildiğinde, mide asidiyle karışmış ve yarı sindirilmiş besinler yemek borusuna geri dönebilir. Boğazda bir ekşime ve yanma duygusuna yol açan bu bozukluk (“hiatus fıtığı”) ilaçlarla yatıştırılabilirse de çoğu zaman en iyi çare fazla kiloları atmaktır.
Bazı mikroplu hastalıklar, özellikle kolera ve tifo, sindirim kanalının büyük bölümüne yayılır. Bazıları ise yalnızca bir bölgeyi etkiler; örneğin yalnız kalın bağırsağı tutan dizanteride bu bölümün mukozası iltihaplanarak kızarır ve şişer.
Gastroenterit denen mide-bağırsak mukozası iltihapları ise çoğu zaman temizlik kurallarına uyulmamasından ileri gelir. Yemekten önce elleri yıkamamak ya da iyice temizlenmemiş çiğ sebze ve meyveleri yemek, pis suları içmek gibi nedenlerle vücuda bulaşan mikroplar, özellikle mide ve ince bağırsak mukozasının iltihaplanmasına yol açar. Bulantı, kusma, mide ağrısı, halsizlik ve ishal gibi belirtiler veren bu hastalıklar genellikle bir-iki gün içinde geçer; eğer daha uzun sürerse, vücuttaki su kaybı ağır sonuçlara yol açacağından, mutlaka doktora başvurmak gerekir.
“Sindirim güçlüğü” ya da “hazımsızlık” , çeşitli mide ve bağırsak rahatsızlarını tanımlamak için kullanılan oldukça belirsiz bir terimdir. Midede yanma ya da ekşime, karın ağrısı, bulantı, geğirme, kabızlık ya da ishal gibi yakınmalar bazen mikroplu bir hastalığın belirtisidir. Bazen de fasulye ya da salatalık gibi güç sindirilen yiyecekler nedeniyle bağırsaklarda aşırı gaz birikmesinden ileri gelir. Gastrit denen mide mukozası iltihabı da genellikle aynı belirtileri verir. Hatta, çok ender olmakla birlikte, midedeki ya da kalın bağırsaktaki urlar da sindirim güçlüğüne yol açabilir. Bu yüzden, belirli bir nedene bağlı olmaksızın sık sık sindirim güçlüğünden yakınanların bir doktora görünmesi yerinde olur.
Sindirim sisteminin en ağrılı hastalıklarından biri ülserdir. Bu mukoza yaraları yalnız midede (mide ülseri), yalnız onikiparmak bağırsağında (onikiparmak bağırsağı ülseri) ya da her ikisinde birden bulunabilir (peptik ülser). Ülserin nedenleri henüz tam olarak açıklanamıyor; ama çalışmaktan dinlenmeye zaman ayıramayan ve çok gerilimli yaşayan kişilerde daha sık görüldüğü biliniyor. Bu yaralar ilaç tedavisiyle kapanırsa da, yaşam biçimlerini değiştirmeyen ve doktorun önerdiği beslenme
rejimine uymayan hastalarda yeniden ortaya çıkar.
İnce bağırsak çok çeşitli hastalıklara açık olan bir organdır. Nedeni bilinmeyen Crohn hastalığı inatçı bir karın ağrısı, ishal ve halsizlikle kendini belli eder. Doktorlar yalnızca bazı yiyecekleri yasaklayarak ve ilaç tedavisi uygulayarak belirtileri gidermeye çalışırlar. Ayrıca bağırsaklarda yaşayan kancalıkurt ve tenya gibi asalaklar da insanın besinine ortak olarak kansızlık, iştahsızlık, halsizlik ve sürekli zayıflama gibi rahatsızlıklara yol açabilir.
Daha çok çocuklarda görülen çölyak hastalığı, glüten denen proteinin ince bağırsakta sindirilememesinden kaynaklanan bir emilme bozukluğudur. Buğday, çavdar gibi tahıllarda ve buğdaydan yapılmış ekmek, makarna gibi yiyeceklerde bulunan bu proteine karşı ince bağırsağın tepkisinden doğan hastalık, doktorun önereceği glütensiz yiyeceklerden oluşan bir beslenme rejimiyle önlenebilir.
Kalın bağırsak spazmı ve ülserli kolit (kalın bağırsak iltihabı), şiddetli ağrılara yol açan kalın bağırsak hastalıklarıdır. Kalın bağırsağın hemen başlangıcında, parmak gibi bir uzantısı olan apandisin iltihaplanması (apandisit) ise çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Bu uzantının patlayarak yarılması, iltihabın bütün karın boşluğuna yayılmasına yol açacağı için ölümle sonuçlanabilir. Bu yüzden, apandisit olasılığını akla getiren sağ kasık bölgesinde ağrı ve bulantı gibi belirtilerde hiç zaman yitirmeden ameliyata başvurmak gerekir.