Antibiyotikler
Antibiyotikler, Canlı organizmalardan, genellikle de bakterilerden ya da küflerden elde edilen ve mikroorganizmaları öldüren ya da büyümelerine engel olan maddelerin genel adı. Bazı antibiyotikler daha yüksek organizmaların yaşama sürecini de engellemekle birlikte, genellikle antibiyotik terimi yalnızca mikroorganizmalara karşı etki gösteren maddeler için kullanılır. Bakteri kökenli, mantar kökenli ya da asalakların yol açtığı bulaşıcı hastalıkların tedavisi için kullanılan yapay (laboratuvarda üretilmiş) ilaçlara da antibiyotik adı verilebilir; ama dar anlamda kullanıldığı zaman, antiboyitik terimi, yaşayan varlıklardan türetilmiş maddelere ayrılmıştır.
Yaraların ve yüzeysel şişkinliklerin tedavisinde gübreden ve ekşimiş soya fasulyesinden elde edilen küflü ya da ekşimiş maddelerin kullanımından, Çin, Mısır ve Mezepotomya'da bulunmuş en eski tıp metinlerinde söz edilmektedir ve bu tür "antibiyotikler''in, en az İ.Ö. 1500 yılından bu yana kullanıldıkları anlaşılmıştır. 3 000 yılı aşkın bir süredir, yüzeysel enfeksiyonların tedavisinde pek fazla etkili olmayan yöntemler bilinmektedir; ama bulaşıcı hastalıkların nedenlerinin bilinmemesi, gerçek anlamda antibiyotik tedavisini önlemiştir.
İngiliz bilim adamı William Roberts 1874'te mantarların büyümesinin, çoğu zaman bakterilerin büyümesine karşıt biçimde gerçekleştiğini farketti. Özellikle Penicillium glaucum adlı küfün, bakteri kökenli hastalıklara karşı bağışıklığı olduğunu gözlemledi. Bundan kısa süre sonra, Louis Pasteur ve Jules François Joubert (1834-1910), havayla gelen küfler bulaştığı zaman, sirpençe basilinin büyümediğini fark ettiler ve bu gözlemin, tedavi açısından önemli sonuçlan olabileceği sonucunu çıkardılar. Ama gene de, günümüzden yarım yüzyıl önce, bulaşıcı hastalıklarla ilgili araştırmalar bağışıklık serumları, aşılar ve kimyasal etkenler üstünde yoğunlaşmıştı.
PENİSİLİNİN BULUNMASI:
1928'de Alexander Fleming, havada oluşan Penicillium notatum adlı küfün bulunduğu bir alanda, irin oluşturucu bir bakteri olan Staphylococcus aureus'un büyümesinin durduğunu fark etti. Küfün bir kimyasal madde yaydığı kanısına varıp, bu maddeye penisilin adını verdi. Başlangıçta elde ettiği küçük ve arı olmayan miktarlar, etkili değildi; bu yüzden insanlarda bulaşıcı hastalıkların penisilinle tedavisi konusundaki ilk girişimlerinden olumlu sonuç elde edemedi. 1939'da, Oxford Üniversitesi'nden Ernst Boris Chain, Howard Walter Florey ve Edward Penley Abraham, daha arı ve daha kararlı penisilinli ürünlerin etkili olabilecekleri olasılığını araştırmaya başladılar. 1941'de, bir ölçüde arılaştırılmış penisilin, kemik iltihabı hastası bir polise verildi ve önemli gelişmeler kaydedildi; ama tedavi etkisini tam olarak göstermeden önce eldeki ilaç tükendi ve hasta öldü. Bununla birlikte, daha, sonraki araştırmalarda da bu maddenin kullanımı sürdürüldü; İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle, çalışmalar hızlandırıldı ve İngiltere'de büyük miktarda penisilin üretilmesi girişimlerine başlandı. Chain, İngiltere'den bir tüp küfü, sanayi kapasitesinin ilacın büyük miktarlarda üretilmesine elverişli olduğu ABD'ye götürdü. Gerçekten de, bira mayalandırma teknolojisi kullanılarak, bol miktarda küf sıvısı elde edildi, İlk dozlar 1943'te orduda kullanıldı. O sırada hazırlanan penisilin öylesine yoğundu ki, hastaların idrarlarından çıkarılıp, bir kez daha billurlaştırılarak, yeniden kullanılıyordu.
Bu çalışmalar sürerken, Rockefeller enstitüsünden Rene Dubos, Pasteur'ün düşüncesine bağlı kaldı. Topraktaki mikrop topluluklarının kusursuz biçimde bir başka topluluk oluşturduklarını gözlemledikten sonra, 1939'da da bir toprak bakterisini yalıtıp, arılaştırarak bir antibiyotik elde etti. Ne var ki bu ve benzeri maddeler yalıtıldıktan sonra yüzeysel yaralara uygulandıklarında etkili oluyor, ama bedende zehirleyici etki gösteriyorlardı. 1944'e doğru Selman Abraham Waksman ve çalışma arkadaşları, bir toprak mikrobundan streptomisini yalıtmayı başardılar ve verem basili üstündeki etkisini kanıtladılar. 1945-1960 arasında, dünyanın her yanında bulunan küf ve bakterilerden antibiyotikler türetme konusunda sistemli araştırmalar yapıldı. Yüzlerce antibiyotik bulunup, etkileri ve zararlı yan etkileri denendikten sonra, çoğu piyasaya sürüldü: Hekimler, yılda yüzlerce tonluk antibiyotik reçetesi yazmaya başladılar.
1957'de laboratuvarda yapay (sentetik) penisilin elde edildi. Tam penisilin bireşimi yapmak çok pahalıya mal oluyordu ama, Pénicillium küfünden penisilinin temel moleküllerini elde edip, sonra da çeşitli moleküllere eklemenin, maliyeti daha düşüktü; böylece penisilinin bir dizi yapay çeşidi hazırlandı. 1960 yıllarında "yarı yapay" diye adlandırılan, bir bölümü küften türetilmiş, bir bölümü de yapay olarak üretilmiş penisilinlerde, gerçek bir patlama görüldü. Bu çalışmaların amacı, penisilinin etkili olduğu bakterilerin yelpazesini genişletmekti.
Streptomisin ve öteki önde gelen antibiyotiklerin tarihçesi de buna benzer. 1960'tan günümüze kadar olan dönemde, doğadan yalıtılmış temel bakterilerin ve küflerin çeşitleri laboratuvarlarda zenginleştirilmiş ve toprak küfleriyle yapılan araştırmalardan, geniş tayflı karbaperemler, 80'li yıllarda da, hastane kökenli bulaşıcı hastalıklarla savaşımda son derece yararlı olan monobaktamlar gibi yeni antibiyotik sınıfları elde edilmiştir. Kinolonlar gibi yapay antibiyotikler de, benzer amaçlarla kullanılmaktadır.
ANTİBİYOTİKLERİN SINIFLANDIRILMASI
En yaygın sınıflandırma, etkileme biçimine göre yapılan sınıflandırmadır. Bakteri çeperinin büyümesini engelleyen antibiyotiklerden yaygın olarak kullanılanlar penisilin ve sefalotin grupları, daha az kullanılanlarsa vankomisin ve basitrasindir. Hücre zarında deterjan etkisi gösteren, yani besleyici maddelerin bakteri hücresine geçmesini engelleyen antibiyotikler arasındaysa polimiksin ve silistin gibi bakteri ilaçları ile mikostatin, amfoterisin gibi mantar ilaçları vardır. Bir protein bireşimiyle bakteri hücresine müdahale eden antibiyotikler arasında tekrasiklinler, aminoglikositler (streptomisin, kanamisin, neomisin, gentamisin ve amikasin) ile eritromisin, linkomisin ve klindamisini kapsayan makrolit grubu yer alır. Bakterinin gen yinelenmesini bozan antibiyotikler arasındaysa, bir mantar ilacı olan griseofulvin ve yapay kinolon ilaçları sayılabilir.
Bakteri öldürücü ve bakteri gelişmesini durdurucu etkiler: Başka bir sınıflandırmaysa, antibiyotiğin mikroorganizmaları öldürmesine (bakteri öldürücü etki) ya da büyümelerini engellemesine (bakteri gelişmesini durdurucu etki) göre yapılır. Penisilinler, aminoglikositler, vankomisin, basitrasin, polimiksin ve kolistin, bakteri öldürücü ilaçlardır. Tetrasiklinlerse bakteri gelişmesini durdurucudur. Bu ilaca duyarlı bakterilerin tetrasiklinlerle karşılaştıklarında büyümeleri geçici olarak durur; sonra yeniden başlar. Kloramfenikol ve makrolitler de bakteri gelişmesini durdurucu ilaçlardır. Ölüme yol açabilen bulaşıcı hastalıklarda yalnızca bakteri öldürücü antibiyotikler etkilidirler.
Etki alanı: Bir başka sınıflandırma sistemi, bir antibiyotiğin hedef aldığı mikroorganizma sıralanmasına (etki alanı) göre kurulmuştur ve iki ölçüte göre belirlenir: 1) Etkilenebilecek mikroorganizma türleri (sözgelimi stafilokoklar, streptokoklar, E.coli, vb.); 2) türlerin gram-pozitif ya da gram-negatif olmaları. İyodin ve asit alkol etkisi altında da mavi renklerini koruyan bakteriler gram-pozitif, aynı etki altında bu rengi yitirenlerse "gram-negatif" diye nitelendirilirler. Penisilinler, gram-pozitif bakterilerin çoğuna karşı etkilidir. Bu iki antibiyotik grubuna "dar tayflı antibiyotikler" adı verilir. Tetrasiklinler ve kloramfenikolse, geniş bir gram-pozitif ve gram-negatif bakteriler, riketsiya, vb. mikroorganizma yelpazesi üstünde etkilidirler; bu yüzden "geniş tayflı antibiyotikler" diye adlandırılırlar.
BAKTERİLERİN DUYARLILIĞI
Belirli bir bakteri türünün belirli bir antibiyotiğe duyarlılığı, Iaboratuvar testleriyle ya da yerleşmiş bir bulaşıcı hastalığın tedavisinden alınan sonuçlara bakılarak belirlenir.
Laboratuvar testlerinde, hastalığın bulaşmış olduğu bir hastadan alınan bakteriler, içinde antibiyotik etkeniyle zenginleştirilmiş bir kültür maddesi bulunan tüplere konur. Mikrobun büyümesini engellemeye yeten asgari antibiyotik konsantrasyonuna, "asgari ketleyici konsantrasyon" (MİC) adı verilir. MİC'nin bedende elde edilebilen konsantrasyon miktarıyla karşılaştırılmasıyla, bakterinin antibiyotiğe duyarlı ya da dirençli olduğu anlaşılır. Başka bir yöntemde, yarı katı bir kültür maddesinin yüzeyine bakteriler yerleştirilir ve üstüne antibiyotiğe batırılmış kâğıt yuvarlaklar konur. Duyarlı bakterilerin büyümesinin durduğu yerlerde, antibiyotik, kâğıt yuvarlakları çevresindeki açık renkli bölgelerden ayrılır. Büyümenin durduğu bölgelerin çapı ölçülüp, sonuçlar kesin biçimde değerlendirilebilir.
Ne var ki, bazen bu tür testlerden elde edilen sonuçlar ile klinik sonuçlar birbirine uymaz; bu duruma özellikle, kişide kötücül bir hastalık (kanser . bağışıklık sistemi bozukluğu, ağır bir yara varsa ya da bulaşıcı hastalıkların direncini azaltan ilaçlar alıyorsa rastlanır. Antibiyotiğin mideden emilme yetersizliği, antibiyotiğin bayatlaması ya da aynı dönemde alınan başka ilaçların etkisini kırmaları yüzünden, antibiyotik tedavisinde bazen beklenmedik sonuçlar elde edilebilir.
ANTİBİYOTİKLERE DİRENÇ
Doğuştan özellikler ve sonradan edinilen mekanizmalar, mikropların antibiyotiklere direnmesine yol açar. Doğuştan direnç, antibiyotiğin etki mekanizmasına bağlıdır. Sözgelimi, penisilin, dirençli bir gram-negatif bakterinin hücre çeperine ulaşamaz; çünkü hücreler, yapışkan bir kılıf tarafından korunmaktadır. Ama penisilin molekülü bu kılıfın içine girecek biçimde değişikliğe uğratılırsa, direniş de kırılmış olur.
Antibiyotiklere direnç, değşinime uğrama yoluyla ya da başka bakterilerden direnç genlerinin alınmasıyla edinilmiş olabilir. Bakteri hücresinin genetik aygıtındaki bir değşinime, bu hücreye, antibiyotik tarafından önü kesilen metabolizma adımından sıyrılma ya da antibiyotiğin etkisini uygulaması için gerekli olan bir alıcıyı mikroorganizmanın içinden uzaklaştırma yeteneğini kazandırabilir. Değşinim sağlayan öğeler, genellikle doğada yaşamlarını sürdüremezler; ama bakteri yığınının bir antibiyotiğin baskısı altında olduğu durumlarda gerçekleşen bir değşinim sırasında, doğada yaşayabilen dirençli değşinim öğeleri üreyebilir. Sözgelimi, antibiyotiklerin yaygın biçimde kullanıldıkları hastanelerde, diençli bakteriler çoğalabilir. Hastanedeki bir antibiyotik kullanımdan kaldırıldığında, yavaş yavaş doğal antibiyotiğe duyarlı türler dirençli çeşidin yerini alır.
Ayrıca, duyarlı bakteriler, dirençli bakterilerden antibiyotikleri yok eden enzimlerin üretimini şifreleyen genleri alabilirler. "Direnç aktarımı etmeni" adı verilen bu genler çoğunlukla gruplarda edinilir ve daha önce duyarlı olan bakteriler, apansızın geniş bir antibiyotik yelpazesine karşı dirençli duruma gelebilir. Kromozom dışı genler, bakteri hücresinin kendi kopyasını çıkarmasıyla uyum içinde, ama kromozom genlerinden bağımsız biçimde kendi kopyasını çıkaran "ambalajladın (plazmitler) içinde bulunurlar. Plazmitler DNA teknolojisinde, bakteri hücrelerinin genetik bileşimini değiştirmekte kullanılır.
ANTİBİYOTİK SEÇİMİ
Bir bulaşıcı hastalığın doğru teşhisi ancak, kişinin bedenindeki sıvı ya da dokularda, hastalığa yol açan etkenlerin bulunmasıyla ya da bir bulaşıcı hastalığın kanın antikor bileşiminde bıraktığı izler aracılığıyla konulabilir.
Bulaşıcı hastalık olasılığı laboratuvar testleriyle kanıtlanmışsa ya da başka güçlü belirtiler hastalığın bulaşıcı bir hastalık olduğunu düşündürüyorsa, doktor hastalığın tedavisi için hangi antibiyotiğin kullanılmasının yerinde olacağına ve antibiyotik tedavisinin yararının zararından fazla olup olmayacağına karar verir.
Hasta 24-48 saat arasında süren teşhis testleri bitmeden daha da kötüleşecek, hattâ ölebilecek kadar ağırsa, doktor hemen, hastalığın en olası kaynağına göre bir antibiyotik verir. Sonra, kandan, öteki beden sıvılarından örnek alıp, laboratuvara yollar. Bundan sonra laboratuvarda, olası hastalık etkenleri yalıtılıp, kültür ortamında üretilir ve antibiyotik duyarlılık testleri (antibiyotik çizelgesi) gerçekleştirilir. Hekim bundan sonra, antibiyotik tedavisinde gerekiyorsa düzeltmeler yapar.
Antibiyotik tedavisinin ertelenmesinin yol açtığı tehlike azsa, hekim hastalığa yol açan etken belirlenene kadar, tedaviyi erteleyebilir. Bu erteleme hastayı, zehirleyici ya da alerjiye yol açan antibiyotiklerden, dirençli mikroorganizmaların sayısında aşırı artıştan ve gereksiz harcamalardan kurtarır.
ÖNLEYİCİ KULLANIM:
Antibiyotikler uzun süre, sağlıklı kişileri bakterilerin yol açabilecekleri hastalıklara karşı korumak, süreğen hastalığı olan kişilerde bulaşıcı hastalığa yakalanma tehlikesini azaltmak ve travma kökenli ya da cerrahi girişim kökenli yaraları olan hastalarda mikrop kapmayı sınırlamak ya da önlemek amacıyla kullanılmıştır.
Koruma amaçlı birinci durum, genellikle, özgül bir mikroorganizmanın yol açtığı hastalık tek bir antibiyotikle durdurulabilecek ya da ortadan kaldırılabilecekse uygulanır. Bunun dışındaki durumlardaysa, çoğunlukla başarısızlığa uğranır; çünkü hedefler de, silahlar da açık biçimde belirlenmeden, herhangi bir mikroorganizmanın yol açabileceği bütün hastalıklar önlenmek istenmektedir. Yersiz koruma girişimleri çoğunlukla, antibiyotiklere dirençli mikroorganizmaların gelişmesine yol açmaları nedeniyle, bulaşıcı hastalıklara daha çok yakalanılmasına yol açar. Uzmanlar, antibiyotik kullanımlarının en az % 90'ının gereksiz ya da yerinde olmadığı kanısındadırlar.
Antibiyotikler, hayvan yemlerine de hem koruma amacıyla, hem de hayvanların büyümesinde önemli bir artış sağladığı için, küçük miktarlarda katılmaktadır. Ama bu uygulama, geçtiğimiz yıllarda insanlarda salmonella hastalıklarının çoğalmasına yol açmıştır. Bu yüzden birçok ülke, antibiyotiklerin yemlere katılmasına sınırlamalar getirmektedir.
EN ÇOK KULLANILAN ANTİBİYOTİKLER
Yaygın kullanılan ilk modern antibiyotik olan Penicillin G, hâlâ en etkili ve en ucuz antibiyotiktir. Zehirleyici ve klinik bakımdan etkili dozları arasındaki oran birkaç yüze bindir; bunun istisnaları, yeni doğmuş bebekler, böbrek işlevleri yetersiz kişiler ve antibiyotiğin doğrudan beyin dokusuna uygulanmasıdır. Ağızdan alındığında mideden emilmesi sınırlıdır ve mide asitleri tarafından yok edilebilir; buna karşılık, kas ya da damar yoluyla iğneyle verilebilir. Deriye ya da mukoza zarlarına uygulanmasından sonra alerji tepkileri görüldüğünden, yerel kullanımından kaçınılmalıdır.
Penicillin G, gram-pozitif bakterilere, özellikle apselere, kemik iltihabına, yaralara, kalp ve damar hastalıklarına yol açan stafilokoklara, boğaz iltihabına, ateşli soğukalgınlığına ve ivegen böbrek yumacıkları iltihabına yol açan streptokoklara ve bakteri kökenli zatürreenin en yaygın biçimine yol açan pnömökoklara, frengi, bel soğukluğu ve bakteri kökenli menenjitin en yaygın biçimlerine yol açan bakterilere karşı yüksek derecede etkili olan dar tayflı bir bakteri öldürücü antibiyotiktir.
Bu yararlarının yanı sıra, Penicillin G'nin birçok sakıncalı yanı da vardır: Mide asidi ve birçok mikroorganizmanın ürettiği enzimler (penisilinazlar) tarafından yok edilir; etki alanı sınırlıdır; sık sık da alerji tepkilerine yol açar.
Penicillin V gibi fenoksin penisilinler, mide asidinin etkisine dayanıklıdırlar; bu nedenle ağızdan alınabilirler. Bakterilere karşı tayfları ana çizgileriyle Penicilin G'ninkine benzer. Penicilin V de, penisilinazlar tarafından yok edilir.
Ampisilin, bazı gram-negatif bakterileri, bu arada tifo basilini, 6 ay ile 3 yaş arasındaki çocuklarda en sık rastlanılan bakteri kökenli menenjite yol açan Hemophilus influenzaeyi ve idrar yolu enfeksiyonlarına neden olan bakterilerin çoğunu kapsayan daha geniş bir bakteri yelpazesine karşı etkilidir. Ama ampisilin de sık sık deride alerji döküntülerine ve ishale yol açar. Ayrıca penisilinazlar tarafından yok edilir. Amoksilin, ampisiline çok benzeyen başka bir ilaçtır; üstelik, midede daha iyi emilir ve ishale yol açmasına daha ender rastlanır.
Methisilin (Staphcillin) penisilinazlar tarafından yok edilmeye dirençlidir; iğne yoluyla verilmesi gerekir. Dirençli "hastane stafilokoku"na karşı etkili olan ilk penisilindir (zaten yalnızca bu durumda kullanılmalıdır). Penisilinin böbrekler için zararlı olabileceği, ilk olarak methisilinde kanıtlanmıştır. Penisilinazlar tarafından yok edilmeye dirençlilikleriyle osasilin, kloksasilin, dikloksasilin ve nafsilin de benzer etkiler gösterirler; ağızdan verilebilirler.
Pseudomona türlerini de etkileyen karbenisilin, penisilinlerin bakteri karşıtı tayfını genişletmiştir (sözkonusu gram-negatif bakteriler, hastanede yatan ve zayıf düşmüş hastalarda ciddi bulaşıcı hastalıklara yol açarlar).
Mezlosilin, piperasilin ve tikarsilin de genişletilmiş tayflı penisilinlerdir. Ana kullanım alanları, Pseudomona hastalıklarının tedavisiyle ve kanser hastaları gibi bağışıklık sistemleri zayıflamış, dolayısıyla gram negatif bakteriler kökenli bir hastalığın gelişmesi tehlikesi yüksek hastalarla sınırlıdır.
Sefalosporinler: Sefalosporinler, bir mantar olan Cephalosporium acremoniumdan üretilen Cephalosporin C'nin, yarı-yapay türevleridir. Yapı ve etkinlik bakımından penisilinlere çok benzerler; birçok gram-pozitif, gram-negatif bakteriye ve bazı havasız ortamda yaşayan bakterilere karşı etkilidirler.
İlk kuşak sefalosporinler 70'li yıllarda kullanılmaya başlanmış ve Penicillin G gibi, gram-pozitif organizmalara karşı uygulanmışlardır. İkinci kuşak sefalosporinler de genellikle, birinci kuşaktan ilaçlara duyarlı olan organizmalar üstünde etkilidirler; ama etki alanları genişlemiştir. Üçüncü kuşaktan sefalosporinlerin, gram-pozitif organizmalar üstündeki etkileri zayıftır; ama bazı gram-negatif bakterilere karşı ikinci kuşaktan sefalosporinlere oranla daha etkilidirler. Yalnızca iğneyle verilen sefalosporinler, özellikle Pseudomona hastalıkları gibi hastane ortamından hastalık kapmış hastalara uygulanırlar.
Makrolitler: Eritromisin en güvenilir antibiyotiklerden biridir ve gerek zehirlenme belirtilerine, gerek başka mide ve bağırsak tahrişlerine yol açmasına çok ender rastlanır. Az sayıda hastada genellikle hafif deri döküntülerine, ateş yükselmesine ve kan hücrelerinin bileşiminde bazı değişikliklere yol açabilir. Buna karşılık, dozajın alışılmış miktarının iki katının üstüne çıkarıldığı ya da mideden emilmesini geliştirmek için kimyasal yapısının değiştirildiği durumlarda, ciddi karaciğer bozukluklarına neden olabilir. Eritromisinin kullanıldığı başlıca alanlar, penisilin alerjisi bulunan hastalarda gram-pozitif bakterilerin yol açtığı hafif ve orta ciddilikte bakteri kökenli hastalıkların tedavisi, geçmişinde ivegen romatizma kökenli ateş yükselmesi bulunan ve penisiline alerjisi bulunan hastalarda streptokok hastalıklarına karşı korunma ve Mycoplasma'ların yol açtığı zatürreenin tedavisidir. Bütün macrolitler bakteri gelişmesini önleyicidirler; beyin ve omurilik sıvısının içine girme yetenekleri sınırlı olduğundan, menenjit tedavisinde kullanılmazlar.
Klinik açıdan makrolitlere benzeyen, ama kimyasal bakımdan farklı olan klindamisin, karın travmalarından ya da cerrahi girişimden sonra ortaya çıkan yara iltihaplarına yol açabilen havasız ortamda yaşayan bakterilere karşı etkilidir. Ama kullanan hastaların % 15-20'sinde, ciddi ishal ve kolite (kalın bağırsak iltihabı) yol açtığı kaydedilmiştir; bu nedenle yalnızca ciddi havasız ortamda yaşayan bakteriler kökenli hastalıklarda kullanılır.
Aminoglikositler: Aminoglikositler (streptomisin, neomisin, gentamisin, tobramisin, amikasin, netilmisin ve kanamisin), önem bakımından penisilinden hemen sonra gelirler. Bu grubun en eskisi olan streptomisin, yaygın biçimde kullanılan ikinci, verem basiline karşı önemli etki gösteren ilk antibiyotik olmuştur. Bakteri öldürücü özellikli, dar tayflı antibiyotikler olan aminoglikositler, gram-negatif bakterilerin çoğuna karşı yüksek derecede etkilidirler. Gram-pozitif bakterilere karşıysa büyük ölçüde etkisizdirler (stafilokoklar dışında). Ayrıca, mikrobik canlıların başka biçimlerine karşı da etkisizdirler. Bütün aminoglikositler işitme aygıtı (dengede durulmasını sağlayan organlar) ve böbrekler için zararlıdırlar. Ayrıca tümü ateş, deri döküntüleri, kan hücrelerinin bileşiminde değişikliklikler gibi alerji tepkilerine ve ender de olsa apansızın ölüme yol acabilirler. Bakterilerin bu antibiyotiklere karşı çok hızlı biçimde direnç kazanmaları, yeni aminoglikositler bulmak için araştırmaların sürdürülmesini zorunlu kılmıştır.
Tetrasiklinler: 40'lı yılların sonlarında bulunan tetrasiklinler son derece etkili, geniş tayflı, bakteri gelişmesini durdurucu antibiyotiklerdir. Geniş bir gram-pozitif ve gram-negatif bakteriler, riketsiyalar yelpazesine ve trahom, vb. hastalıklara yol açan virüs benzeri etkenlere karşı etkilidirler; bazı biyolojik bakımdan daha karmaşık hücreli asalaklara karşıysa, bir ölçüde etkilidirler. Tetrasiklinlerin, geniş tayflı olmaları, hastanın bedeninde normal olarak bulunan mikropların çoğunu ortadan kaldırma yoluyla sağlanır; bunun sonucunda da, normalde zararsız olan dirençli kalıntılar aşırı derecede çoğalır: Bunun sonucunda dil siyah ve paslı bir görünüm alır; apışarası bölgesinde, koltuk altlarında ve mide-bağırsak bölgesinde mantar iltihapları ortaya çıkar. Bedendeki vitamin üreten zararsız mikropların ortadan kaldırılması yüzünden, ağızda kızarıklık görülebilir. Tetrasilinler genellikle aknelere ve boşaltım sisteminde görülen hastalıklara karşı, ağızdan verilirler.
Kloramfenikol: Kloramfenikol, temel etki alanı gram-pozitif ve gram-negatif bakteriler ile riketsıyalar olan, son derece etkili, geniş tayflı, bakteri gelişmesini durdurucu bir antibiyotiktir. En güvenilir antibiyotiklerden biri olmasına karşılık, tedavi gören hastalardan birkaçının kemik iliği fonksiyonlarında ciddî bozunlar (alyuvarların ve akyuvarların zarar görmesi ve kan pulcukları birikimi) görüldüğü için, sakınımlı kullanılmaktadır.
Kloramfenikolün kullanılabileceği hemen her hastalık için başka ilaçlar da bulunduğundan, kloramtenikolle tedavi ancak, zorunlu olunan durumlarda uygulanmalıdır. Bu durumlara bir örnek, hastalığa yol açan bakterilerin ampisiline dirençli, oysa kloramfenikole duyarlı olduklarının anlaşıldığı tifodur. Kloramfenikol, beyin-omurilik sıvısı alanına başka antibiyotiklerden daha iyi girmekte ve menenjite yol açan bakterilerin çoğunu etkilemektedir.