Asya Tarihi
Asya Tarihi ve uygarlığı bağımsız olarak gelişmiştir ve benzer uygarlık örnekleri geniş bir alana yayılan üç ırmak-vadi sisteminde yer alır. Batı Asya'da en erken dönemde ortaya çıkan kültür merkezi, birbirine paralel olarak akan Dicle ve Fırat ırmakları arasında kalan, daha sonraları Yunanlıların Mezopotamya adını verdikleri bölgeydi. İkinci merkez, Himalaya sıradağlarının batı ucunda, Hindu Kuş ve Afgan dağlarının doğusunda, Hindistan'ın kuzeybatısında yeralan İndus vadisindeydi. Üçüncüsü, Kuzeydoğu Çin'deki Huang Ho ırmağının düz kesitinde ve öbürlerinden oldukça uzakta kalıyordu.
ASYA ESKİ ÇAĞ UYGARLIKLARI
Üç merkezde odaklanan bu uygarlıkların gelişmesinde temel rol oynayan başlıca neden, yüksek kesimlerden inen ırmak kollarında gerçekleşen taşkınların getirerek çökelttiği milin toprakları besleyerek verimli tarım alanları yaratmasıydı. Bu tür taşkın alanlarının çökeltilerden temizlenmesi gerekiyordu; ayrıca, sulama kanalları nedeniyle bataklık haline gelen alanlar yapay setler aracılığıyla aşırı sudan kurtarıldı ve sulama denetim altına alındı. Yerleşik yaşayan çiftçiler, daha önce uygulamakta oldukları avcılık, balıkçılık, toplayıcılık gibi etkinlikleri bırakarak, kasaba yaşamına uyum sağlamayı öğrendiler. Kasabalarda yaşayanlar daha çok yönetimsel işlerle, toprak ve su hakları gibi sorunlarla ilgilenmekteydiler. Düzenli zanaat etkinlikleri yaygınlaştı ve ulaşıma elverişli ırmaklarda, karalarda ve denizlerde ticaret yapılmaya başlandı.
Aynı dönemde gelişme gösteren ırmak-vadi toplulukları, İ.Ö. IV. ve III. binyıllar süresince taş aletlerden, Yeni taş Devri'nde madenleri işlemeye, özellikle Tunç Çağı'nda tuncu işlemeye geçtiler. Bakır ve kalayın gerekli ısıda karıştırılmasıyla elde edilen tunçtan yapılan sağlam aletler, hem tarımda hem de vadileri savunmak için yapılan silahlarda kullanıldı. Aynı dönemlerde Mısır'ın Nil vadisinde gelişen uygarlık, Orta Asya uygarlıklarından farklı olarak yapılarda taştan yararlandı. Kereste ve taş kaynaklarının bulunmaması nedeniyle Asya toplulukları yapılarda fırınlanmış tuğla kullanıyorlardı. Erken dönem Asya tarihinin üç bölgesinde, bir süre sonra ekonomik, toplumsal ve dinsel etkinlikleri birbirinden ayırma gereksinmesi duyuldu. Toplumsal açıdan gerçekleştirilen gelişmeler, yazı sistemlerinde de gelişmelere yol açtı ve bu sayede arazi sahiplerinin listesi, işçiler, ticaret etkinlikleri, resmî ve dinsel törenler kayıtlara geçirilmeye başlandı. Çivi yazısı Mezopotamya'da, Çin ideogramlarına ("düşünyazı") dayanan yazılar Huang Ho vadisinde gelişti; başka bir çeşit yazı da İndus vadisinde gelişti ama, bu yazıdan günümüze kalan örnekler yetersizdir ve hâlâ okunamamıştır. Erken dönem yazıları, taş ya da kil üstüne kazınıyordu; ama daha sonra Çinliler kâğıdı buldular.
Her üç uygarlık alanında da sürekli su baskını sorununa bir çözüm getirmek için, gök ve su tanrılarını etkilemek amacıyla rahip-krallar büyüler yapıyorlardı. Toplumdaki yüksek sınıfın altında tacirlerle zanaatçılar, daha altta çiftçiler ve işçiler, en alttaysa savaşta tutsak alınmış köleler bulunuyordu.
Eski Çağ'da Güneybatı Asya
İ.Ö. 111. binyılın ilk dönemleri boyunca, Dicle ırmağının ağzındaki Sümer kentlerinden başlayarak tüm Mezopotamya, başka bir deyimle «Verimli Hilal»in doğu ucu Sümerler tarafından denetim altına alındı. Bölgenin en önemli kentlerinden biri Ur'du (İncil'e göre İbrahim peygamber bu kentte doğmuştur). İ.Ö. 2800'den 2400'e kadar uzanan dönemde Sümerler, aşağı Dicle vadisini yönettiler. Daha sonra yönetim, bölgenin kuzey halklarından Akkadların eline geçti. Akkad halkı da Sümerlere benziyor, ama Sami ırkından geliyordu. Akkad kralı Sargon, Akdeniz'i en batı ucuna kadar ele geçirdi. Sümer ve Akkad yönetimleri, ekonomik, siyasal gelişmeler kadar, kültürel gelişmelere de önem verdiler. Dönemin kültür etkinlikleri arasında çivi yazısı, edebiyat, matematik ve astronomi çalışmaları, kentleri savunmak için yapılan surlar, tapınaklar ve sanat eşyaları sayılabilir.
Babil ve Asur. İ.Ö. 2100'ün başında Mezopotamya, doğudan Elamlıların, batıdan Amurluların saldırısına uğradı ve bu saldırılar yüzyıl boyunca sürdü. İ.Ö. 2000 yılına doğru Mezopotamya'da Babil kenti kuruldu. Babilliler Mezopotamya'ya atalarından çok daha iyi uyum sağladılar. Yaklaşık İ.Ö. 1800'de tüm halkın ve kölelerin yasal haklarını belirleyen ünlü Hammurabi yasaları gene Babil'de ortaya çıktı. Dört yüzyıl boyunca (İ.Ö. 1600-1200) Kuzey Mezopotamya'da yaşayan Asurlular, bölgeye egemen oldular. Asurlular, daha sonra, Suriye ve Kuzey Mısır'ı da ele geçirdiler. Asur devleti, kuzeydeki Hint-Avrupalı Medlerin, doğudaki Perslerin ve güneydeki Kaide sülalesi yönetimindeki Babil'in ittifak yapmalarından az önce, İ.Ö. 612'de yıkıldı. Yeni Babil İmparatorluğu yüzyıldan kısa bir süre ayakta kalabildi ve 539'daki Pers istilası sonrasında bu yenilikçi siyaset, kültür ve edebiyat merkezi ortadan kalktı. Günümüzde kullanılmakta olan rakamları Mezopotamyalıların buldukları, daha sonra Arapların onlardan örneksedikleri düşünülmektedir.
Pers hükümdarları. Pers İmparatorluğu'nda iki ünlü hükümdar yetişmiştir. Birincisi, yaptığı fetihlerle ünlü Büyük Keyhüsrev II (549-30), İkincisi devleti örgütlemede gösterdiği başarıyla ünlü Dara l'dir (522-486). Pers İmparatorluğu'nun sınırları İran'dan başlayarak, Hazar Denizi'nin güneyine, doğuda Hindistan'ın Pencap eyaletinin dağlarından Mezopotamya'ya ve Suriye'ye, oradan Mısır ve Batı Anadolu'ya kadar uzanıyordu. Bu imparatorlukta da etkili bir yönetim kurulmuştu: Her bölgede yönetici 21 satrap ve bunların her birinin emrinde de vergi toplanmasını ve güvenliği sağlayan bir görevli bulunuyordu. Atlı haberciler merkezle bağlantıyı sağlıyorlardı.
Pers İmparatorluğu'nun başka bir önemli yönü, halkının tek tanrılı bir din olan zerdüşt dinini kabul etmiş olmasıydı. Dinin kurucusu Zerdüşt (İ.Ö. 628-521), tanrı Ahuramazda'nın yeryüzünün kralı, adaletin ve doğruluğun temsilcisi olduğunu söylüyor ve ona inananlara bir çeşit ölümsüzlük veriyordu. Zerdüşt dini, önceleri çok tanrılı dine inanan sivil halkın ve dinsel yetkililerin büyük tepkisini çektiyse de, sonraları hükümdar Dara'dan destek gördü. Perslerin tek tanrılı dinlerini daha sonra Güneybatı Asya'da başka tek tanrılı dinler izledi: Musevilik, hıristiyanlık ve İslâm.
İ.Ö. 330'da, Büyük İskender komutasındaki Yunan ordularının saldırıları sonucu Pers imparatorluğu'nun bütünlüğü bir süre için bozuldu. Büyük İskender 326'da İndus vadisine ulaştı; ne var ki, İ.Ö. 323'te öldü ve Pers toprakları siyasal bir belirsizlik içine itildi. Bağımlı krallıklardan Parth Krallığı ikinci Pers ya da Parth Imparatorluğu'nu Mezopotamya'dan Akdeniz'e kadar yaydı. İ.Ö. 63'te Roma ordusu Asur'u işgal etti: O tarihten sonra birkaç yüzyıl boyunca Roma-Pers sınırını Dicle ırmağı belirledi. İ.S. III. yy'da Parth sülalesi devrildi ve Pers topraklarına egemen olan Sasaniler, Roma İmparatorluğu'nun devamı olan Bizans İmparatorluğu'yla çekişmeyi sürdürdüler.
Musevilik ve hıristiyanlık. İbraniler, İ.Ö. 1200'de Musa başkanlığında Mısır'dan kurtularak, anayurtları Filistin'e yerleştiler. Ama Babillilerin ve Asurluların saldırıları sonucunda topraklardan yeniden sürüldüler. Bir süre sonra, daha hoşgörülü olan Pers hükümdarlarından Filistin'e dönme izni elde ettilerse (İ.Ö. 500) de, II. yy'da Romalılar tarafından bir kez daha sürüldüler. İbraniler Yehova'yı tek tanrı saymışlardı. Aynı temelden çıkan Hıristiyanlık, Akdeniz, Yunanistan ve Roma yoluyla bütün Batı Avrupa'ya yayıldı.
Not: Çin Şeddi, günümüze kadar yapılmış yapıların en uzunudur. Çin'in kuzey sınırı boyunca yaklaşık 2 400 km uzanır
Eski Çağ'da Hindistan: Hindistan'daki en erken uygarlık İ.Ö. IV. binyılda, İndus vadisinin orta kesiminde gelişti. İndus uygarlığının iki temel kenti vardı: Pencap'ta dağlardan inen İndus sistemine bağlı ırmakların birleştikleri yerin biraz yukarısındaki Harappa; Sind alanının birkaç bin kilometre altındaki Mohenco-Daro. Daha sonra bu sisteme İndus'un denize döküldüğü yer kıyısındaki Gucerat kenti de eklendi ve Mezopotamya ile Güneydoğu Asya limanları arasında ticaret ilişkilerini geliştirdi.
Mohenco-Daro'nın uzun tarihinin gelişme dönemleri boyunca görkemli saraylar, tapmaklar, kiremit döşeli caddelerle, büyük bir uygarlık geliştirildi (yapılan arkeoloji kazıları sonucunda, bu kentin yedi kez yeni baştan kurulduğu anlaşılmıştır). Bölgeyi daha sonra istila eden, Ariler ya da Hint-Avrupalılar adı verilen halkın dili olan Sanskritçe'yle yazılmış metinler, Mohenco Da-ro'yu kurmuş halklara bağlanan Vedda ilahilerini de kapsar.
Bölgenin en eski yazılı kaynakları olan bu metinlerde, söz konusu halkın koyu renk tenli, orta boylu, gözleri birbirine yakın, düz burunlu oldukları, erkeklerinin bıyıklı oldukları belirtilmiştir. Bu betimlemeye göre, söz konusu halkın, açık renk tenli oldukları belirtilen Ariler'den ve Dekkan yaylasında, Thar çölü ile Vindhya dağları arasında yaşayan Dravidlerden çok, doğuda Ganj vadisi kıyılarında yaşayan topluluklara yakın olduğu düşünülmektedir.
Ari akınları ve Hindu dini. İ.Ö. III. binyılda, bilim adamlarının Hint-Avrupa dil öbeğinin varlığına dayanarak, Hint-Avrupa halkları ya da Ariler diye adlandırdıkları (bu tanımlama yanlıştır) bir halk, İndus vadisine saldırmaya başladı.
İ.Ö. 1500-1200 arasında son saldırı gerçekleşti ve Mohenco-Daro yerle bir edilerek, halkının büyük bölümü ya öldürüldü ya da göçe zorlandı. İstilacıların İndus uygarlığına, dolayısıyla da Hint uygarlığına ekledikleri en önemli şey Hint-Avrupa dilleri ve Sanskrit yazı sistemleri oldu. Erken dönem sanskritçe ilahiler olan Veda'larda yaratıcı Brahma, koruyucu Vişnu ve yıkıcı Şiva'dan söz edilir. Hindu dininin temeli kastlar sistemiydi ve Hindistan'ın toplumsal yaşamı ile kültüründe, varlığını yakın dönemde zayıflamış bile olsa, günümüze kadar sürdürdü.
Buddhacılığın ve Caynacılığın doğuşu. I.O. VI. yy'da hindu Hindistan'da birbirlerinden ayrı olarak aşağı yukarı aynı dönemde Gautama Buddha'nın ve caynacılığın kurucusu Mahabbarata'nın ortaya çıkmalarıyla çok büyük din ve kültür değişiklikleri başladı.
Buddha da, Mahabbarata da, varlıklı sınıftan gelme, ama sonradan varlıklı sınıfın yaşayışından, dolayısıyla da dünya nimetlerinden el çekmiş kişilerdi. Mahabbarata tam bir çilekeş yaşamı öğütlerken, biraz daha ılımlı olan Buddha, ruhun maddeden daha önemli olduğunu ileri sürüyordu: En basit biçimiyle buddhacılık, kişinin dünya nimetlerinden el çekme yoluyla, tanrının kimliğiyle bütünleşmesidir. Bu yeni düşünce, halkın varlıklı kesimi arasında hindu dinini tam olarak ortadan kaldıramadıysa da, Ganj'ın aşağı kesimindeki bölgede ve Bengal körfezine bitişik bölgelerde hızla yayıldı. Daha sonraları, Hindistan'da büyük ölçüde gerilediyse de, Doğu Asya'da ve Güneydoğu Asya'da başlıca din haline geldi. Mauryalar ve Guptalar dönemi. İ.Ö. 325-326'da Büyük İskender komutasındaki eski Yunan birliklerinin İndus'un aşağı kesimine kısa süreli egemen oluşlarından sonra, bölgedeki Magada Krallığı (günümüzdeki Bihar eyaleti),Çandragupta Maurya tarafından ele geçirildi ve torunu Aşoka (İ.Ö. 244-İ.Ö. 232), egemenliğini Hindistan yarımadasının aşağı yukarı her yanına yaydı; sonra buddhacılığı kabul etti. İ.Ö. II. yy'da, Hindistan'ın kuzey kesiminde egemenlik, Yunanlıların kurdukları Baktria (ya da Baktriane) Krallığı'na, İskitlere (Salalar), Parthlara ve Kuşanlara geçti. İ.Ö. 320'ye doğru Çandragupta adlı Hintli, Guptalar Krallığı'nı kurup egemenliğini Hindistan yarımadasının her yanına yaydı. Guptalar, egemenliklerini iki yüz yıldan çok sürdürüp, sonunda Akhunlar tarafından ortadan kaldırıldılar. Mauryalar ve Gupitalar döneminde, hem hindu dini, hem buddhacılık kökenli Hint kültürü, siyasal açıdan çok kültür açısından, Güney Doğu Asya ve Çin'i çok önemli ölçüde etkiledi.
Eski Çağ'da Çin
Buzul çağı boyunca Asya'nın iç kesimlerinden esen rüzgârların taşıdığı tozlar, Çin'in kuzey kesimindeki derin lös tabakalarının büyük bölümünü biriktirdi. Bu dönemin sonunda, lös tabakaları bölgesinde mevsimlik yoğun yağışlar hızlandı. Suların sürekli taşıdıkları topraklar eski lös birikintilerinin üstüne eklendi. Taşıdığı topraklar nedeniyle Huang Ho ("Sarı Irmak") adı verilen ırmağın sık sık taşarak su altında bıraktığı toprakları yağışsız ama çok verimliydi ve mevsimlik taşkınlar nedeniyle yağışlara bağlı olduğu için ürün yetiştirilmesi yılın yarısıyla sınırlıydı; ama ırmakta açılan kanallarla, geriye kalan dönem için de sulama yoluyla tarım olanağı sağlanıyordu. Tarihöncesi dönemin başlarında dağlardan gelen sular önce Şandung yarımadasını, sonra da okyanusa ulaşıyorlardı. Bir bölümü de, kuzeyde günümüzdeki Honan ilinde, Pekin yakınında denize dökülmekteydi.
Tarımcı topluluklar kanallar yakınındaki birbirine uzak köylerde yaşıyor, merkezden yönetimin yetkilileri, mülkiyet haklarıyla, ortak savunma için görev dağılımıyla, suyun dağıtılmasıyla ilgili kayıtlar tutuyorlardı. Bu tür kayıtların tutulması amacıyla bulunmuş olan Çin yazı sistemi, başlangıçta kemik parçaları, sonra kil tabletler ve ipek kaplı bambu kabukları, daha sonra da kâğıt üstüne yazılmış resim harflerden oluşturuldu. O dönemlerde yerleşik topluluklar, aynı zamanda da tunçtan aletler, silahlar ürettiler ve ağır yüklerini taşıyabilmek için üç tekerlekli el arabasını buldular. Bu halklar, yıl boyunca kuzeyden, Moğolistan ve Mançurya'daki binici toplulukların yaptıkları akınların tehdidi altındaydılar.
İlk Çin sülalesi: Çin kaynaklarında adı geçen ilk sülale Şialar sülalesidir. Kesin olmayan bilgilere göre söz konusu sülale, İ.Ö. 2200 yılına doğru ilk Çin imparatorluk sülalesini kurarak köy tarım birimlerini ve kuzeyden gelen akınlara karşı savunmayı örgütlemiştir. Ama Şialar dönemi Çin'i ile Cilalı taş devri sonlarında ve Tunç devrinde ülkede gelişmiş kültürler ile aralarındaki bağlantı henüz çözülememiştir. Bu sülalenin Çin'de toplumsal bütünlüğü sağladığı, dinsel uygulamaların temelini attığı düşünülmektedir. O dönemde Çin'de kaplumbağa kemiklerine bakılarak kehanette bulunulduğuna, ilahiler söylenen ve dans edilen dinsel törenler yapıldığına ilişkin buluntular ele geçirilmiştir.
İ.Ö. 1600'e doğru Çin'de egemenliği, kuzey kesimde kurulan Şanglar sülalesi krallığı ele geçirdi. Şialar krallığı dahil birçok krallığı yönetimi altına alan bu sülale döneminde edebiyat, ekonomi, din ve yönetim alanlarında önemli gelişmeler, gerçekleştirildi. Özellikle de, tabakalara dayalı bir toplum örgütü kuruldu. Şanglar sülalesi dönemi Çin'inde, toplumun en üst katında imparatordan sonra, toprak sahipleri ve oldukça iyi biçimde örgütlenmiş ordunun yüksek görevlileri yer alıyor, onları zanaatçılar ve çiftçiler sınıfı izliyor en altta da köleler yeralıyordu.
Şanglar döneminin bu toplumsal örgütlenmesi İ.Ö. XVI. yy. boyunca siyasal bütünlüğü sağladı ve İ.Ö. 1400'de Anyang'ın başkent olmasından sonra, Şanglar uygarlığı en parlak dönemini yaşadı. Başkentte surlar, imparator sarayı, tapınaklar, seçkin tabaka için mezarlar, tahıl depoları, ordu birlikleri için barikatlar yapıldı.
Shanglar İmparatorluğu'nun sınırları Vey ırmağı tarafından akaçlanan alandan büyük orta vadinin batı kesimine, doğuda deniz kıyısından Yangdzı ırmağı havzasının kuzey kenarına ve kuzeyde, göçebe halkların yaşadıkları bozkırlara kadar uzanıyordu. Kültür ve güzel sanatlarda gelişmiş, ülke sırlı seramikler, mermer yeşim taşı oymacılığı, kusursuz tunç dökümcülüğüyle ün salmıştı. Kehanet kemikleri, çanak çömlek, yeşim taşı yüzeyleri, düz tahta yüzeyler ve ipek kaplı bambu kabukları üstüne resim yazıyla süslemeler yapma ve kayıtlar tutma geleneği, geliştirilerek sürdürülmekteydi. Dinsel ayin törenleri takvime bağlanmıştı. Ama sonraki yüzyıllar boyunca Şang sülalesi hükümdarlarının yozlaşması, toplumun çeşitli sınıflarında tepkilere yol açtı ve sonunda Wey Ho vadisinde İ.Ö. 1050'de ayaklanan Cou prensinin orduları, Anyang'ı ele geçirdi,'Şanglar sülalesi yıkıldı.
İ.Ö. 249'a kadar ayakta kalmayı başaran, Coular, derebeyliğin gelişmesine engel olamadılar ve İ.Ö. IV. - III. yy'larda ülkenin büyük bir anarşiye yuvarlanmasına ("savaşan krallıklar" dönemi) yol açtılar. Bu arada kuzeyden Çin'i büyük bir tehlike tehdit etmeye başladı. Şiongnular (Hunlar oldukları sanılmaktadır). Hunlarla ilişkiler sonucu savaşta ustalaşan Çinler sülalesi, İ.Ö. 249'da derebeylikler dönemine son vererek, bütünlüğü yeniden sağladı. İ.Ö. 221 'de Çinlerin önderi kendini Şi Huangdi ("ilk imparator") ilan edip, "gökyüzünün altındaki her yeri ilk olarak bir araya getirdi". Bu dönemde "Yasalar okulu"nun etkisiyle akıllıca bir siyaset uygulandı. Kuzeyde Büyük Çin şeddi yapıldı; güneyde yeni toprak kazanıldı, ulaşım yolları açıldı; merkeziyetçi bir yönetim yerleşti ve tarım yeniden örgütlendi. Ne var ki, çok geçmeden Şi Huangdi zorbaca yönetimi nedeniyle ülkeyi yeniden anarşiye yuvarladı. Bu durumdan Han sülalesi yararlandı.
Önceleri Çang-an'a (Şensi) yerleşen Hanlar (İ.Ö. 206-İ.S. 220), Çinlerin yolundan yürüyerek imparatorluğun bütünlüğünü pekiştirdiler. Büyük kral Vu, prensleri eyaletlerine sürüp, imparatorluk temsilcilerinin yönetimi altında tutarak güçlerini azalttı. Toprak sahiplerine bağlı "okumuşlar", imparatorluk rejimine bağlandılar. Çin düşüncesinin geleneksel yapıtları olan "Beş Klasiklin okutulduğu resmî okullardan çıkan "bilgelere çağrı" sistemi uyarınca imparator tarafından atanan "okumuşlar", "göksel manda" kuramını ortaya koydular. Bu kurama göre, Eski Çağ'ın "Kutsal Kralları"nın vârisi olan "eşsiz adam", ayda bir kez, tören giyimleri giymiş saray görevlilerinin karşısına "Gökyüzünün oğlu" olarak çıkıyordu. Ama sarayda bu şatafatlı törenler yapılırken, sınırlar sarsılmaktaydı. En iyi savunmanın saldırı olduğunu düşünen Vu, kuzeyde Gansu topraklarına girdi, sonra Türkistan ve Altay'a yöneldi. Kore ilhak edildi.
Not: Japonya'nın ilk şogunu Minamoto Yoritomo, 7185'te Tayra sülalesini devirmiş ve yaklaşık yedi yüzyıl sürecek bir askerî yönetim kurmuştur.
Güney Doğu Asya, Kore ve Japonya'da erken dönem gelişmeleri: Çin'in etkileri güneyi, özellikle Güneydoğu Asya'daki halkları çok büyük ölçüde etkiledi. Bununla birlikte, Vietnam dışında Güneydoğu Asya'nın her yanındaki halklar, kültür bağlantılarını karmaşık konfüçyüscülüğün etkisindeki Çin yerine, Hindistan'la kurdular. Kore ve Japonya'ysa, Çin'in kuzey kesimine daha yakın olduklarından, bölgenin kültüründen de daha çok etkilendiler.
Güney Doğu Asya: Çin'de bütünlüğün sağlanmasından önceki dönemde Avrasyalı Mon kabileleri, Çin'den geçerek, Güneydoğu Asya'nın orta kesimine ulaşmışlardı. İlk Mon grupları Birmanya'daki (ya da Burma) Saluen ve Sittang vadilerine, Bengal'in kıyı kesimlerine yerleştiler. Bu alan, aşağı yukarı, günümüzdeki Birmanya'yı, günümüzdeki Tayland'dan (eski Siyam) ayıran bölgeye denk düşüyordu. Daha sonra bir Mon grubu da, Siyam'da Menam vadisine yerleşti. Böylece Monlar, Güney Doğu Asya'nın ucunu oluşturan kıstağın iki yanına yerleşmiş oldular ve bu konumdan yararlanarak, batıdaki Hint limanlarıyla yakın ticaret ve kültür ilişkileri kurdular. Sonraki yüzyıllarda Monlar, Buddhacı kültürün (gerek dinsel, gerek siyasal) Güney Doğu Asya'nın iç kesimlerine aktarılmasında en önemli aracı oldular. Siyam körfezinin doğu kıyılarına yerleşen Malezya'dan gelme Funanlar, kuzeydoğu ticaretini ellerine geçirirlerken, gene Malezya kökenli Çampalar, Annam'ın kıyı kesimine yerleşerek, Çampalar Kralllığı'm kurdular.
Monlar'ın bölgeye yerleşmelerinden birkaç yüzyıl sonra, Khmer toplulukları, Güney Çin'den yola çıkarak Mekong vadisinin aşağı kesimine doğru ilerleyip, zaman içinde buddhacılığın en büyük kültür merkezlerinden biri haline gelecek Angkor'u kurdular. Günümüzdeki Kamboçya ile Laos'un bir bölümünü içine alan Khmer imparatorluğu, VI. yy'dan XV.yy'a kadar bölgeyi denetimi altında tutmayı başardı ve Monlar, kültürleriyle Khmerleri büyük ölçüde etkilemelerine karşın, bu imparatorluk içinde önemlerini yitirdiler.
I.S. VI. yy'dan başlayarak 835'e kadar uzanan dönemde, Pyular adı verilen Tibetli halk İrravadi ırmağının yukarı kesimindeki vadilere ve bu ırmağın başlıca kollarından Çindvin'in vadisine kadar (Birmanya'nın kuzey kesimi) ilerlediler. Hindistan sınırındaki kentlerle, özellikle de Çittagong'la kültür ve ticaret ilişkileri kurdular. Birmanya'nın kuzey kesimindeki bu Hindistan'a giden kara yolu, Hanlar dönemi sonrası Çini'yle de kültür ve ticaret ilişkilerini geliştirdi. 638'de başkentleri Sriksetra'yı kurmuş olan Pyular, VIII. yy'ın başlarında kısa bir süre Güney Çin'deki Nan Çao Krallığı'nın egemenliğini kabul edip, 835'te de, Tayvanların akınlarıyla yıkıldılar. Böylece Tibet-Birmanya halkları arasında üstünlük Birmanlar adı verilen topluluğa geçti. Yavaş yavaş Birmanya'nın orta kesimini ele geçiren bu halk, sulamada, taraçalar halinde tarım sisteminde ve pirinç yetiştiriciliğinde, önemli gelişmeler gerçekleştirdi.
X. yy'da Birmanlardan, Anavratha, Birmanya'da bütünlüğü sağlayıp, başkenti Pagan'ı kurdurdu. Krallığın başkenti daha sonra Pagan'ın kuzeyindeki Ava'ya ve Mandalay'a aktarıldı. Birmanya'nın kışları çok fazla yağış alan aşağı kesimiyse (Saluen ve Sittang ırmaklarının denize döküldükleri yerden Tenasserim kıyısına kadar uzanan bölge), Birmanların ilgisini çekmedi ve yakın dönemlere kadar, Monların yönetiminde kaldı. Bu arada Tay dili konuşan Şanlar da, İravadi vadisinin orta kesiminin doğusunda kalan yüksek bölgelere yerleştiler. Doğuda Güney Çin sınırlarındaki Tonkin'den batıda Şan yaylasına kadar uzanan alanı ele geçiren Taylar (başkentleri Menüm vadisinin orta kesimindeki Ayuthia'ydı), Mon buddhacılığını benimsemişlerdi. Krallık doğu kesimini ellerinden tutan Çinliler, sonunda, Kore'deki birbirleriyle sürekli çekişen üç krallıktan (kuzeyde Kogoryo, güneyde Paekeho ve Silla krallıkları) biri olan Kogoryo Krallığı tarafından bölgeden çıkarıldılar. Ama Kore yarımadasında bütünlüğü, 660'a doğru, Çin'den destek alan Silla Krallığı sağladı. 936'da Silla sülalesini deviren Koryo sülalesi, 1392'de, yeni konfüçyüsçülüğü benimsemiş olan Yi sülalesi tarafından devrildi. Yiler, 1627'den 1800'e kadar, Çin'de egemenliği ele geçirmiş olan Mançu sülalesine yıllık vergi ödemek zorunda kaldılar.
Japonya. Japon tarihinin ilk yüzyılları efsanelerle karışıktır. japon İmparatorluğu'nun, İ.Ö. 660 yılında Tenno ("imparator") Cimmu tarafından kurulduğu söylenir; oysa anılan tarihten sekiz yüz yıl sonra ülke hâlâ, birbiriyle sürekli savaşan klanların egemen olduğu krallıklara bölünmüş durumdaydı. Bu klanlardan biri, ötekiler üstünde askerî üstünlük sağlayınca, son derece merkezî bir devlet kurmaya girişti. Klanın önderi de, egemenlik savlarını haklı göstermek için, Çin geleneğinden esinlenerek, Çinlilerin kullandıkları "imparator" unvanını aldı; yönetimde reformlar yaptı; bir başkent kurarak "Nara" adını verdi ve buddha dinini benimsedi.
Devlet merkezinin Nara'dan Heyan'a (Kyoto'nun eski adı) taşınması, Nara çağının (710-784) sonu ve 1185'e kadar sürecek olan Heyan çağının başlangıcı olarak benimsenir. O dönemde ortaya çıkan toprak sahibi ve asker soylular sınıfı, küçük toprak sahiplerinin topraklarına el koyduysa da, kendi arasındaki bölünmelere ve amansız savaşımlara engel olamadı. Eski ve tanınmış bir aile olan, önderleri geleneksel olarak "naip" unvanını taşıyan Fucivaralar, iktidardan uzaklaştırıldı; yerlerini, rakip aile Taira'yı Dannoura deniz savaşında yenen (1185) güçlü Minamoto ailesi aldı.
Minamoto ailesinin reisi Yoritomo, kendini başkomutan (şogun) ilan ederek, şogunluk sistemini kurdu. Şogunluk, ikili bir hükümet sistemiydi; iktidar, İmparator ile Şogun arasında paylaşılıyordu, imparator, sarayının bulunduğu Kyoto'da kalmayı yeğledi; Yoritomo da kendine başkent olarak Kamakura'yı seçti ve oradan, ülkeyi gerçek bir askerî diktatörlükle yönetmeye başladı. Ama Yoritomo'nun otoritesi, büyük toprak sahiplerine dayanmaktaydı ve ancak bu kişiler kendisini desteklemeye devam ettikleri sürece ayakta durabilirdi. Nitekim, çok geçmeden daha güçlenen Hoco ailesi(1200-1333), özellikle de Aşikaga ailesi(1338-1573)iktidarı ellerine geçirdiler.
Şogunluk, Japonya için köklü bir değişme dönemi oldu. Yerel derebeyler giderek bağımsızlık kazandılar; kent burjuvazisi de ticaretin gelişmesinden yararlanarak zenginleşti ve haklarını sağlama bağladı. Son şogun Aşikaga 1573'te görevden alındıktan sonra, yerine geçenler, ülkenin birleştirilmesini sağlamaya giriştiler.
Hükümet merkezi olarak daha sonra "Tokyo" adını alan Edo'yu seçen Tokugava İyeyasu, derebeylere yetkisini kabul ettirmeyi başardı; son derece örgütlü bir merkezî devlet yapısı geliştirdi ve her olanağı kullanarak, Japonya'yı dış dünyadan yalıtmaya girişti.
Arap egemenliği. Hazreti Muhammed'in doğup, İslâm dinini yayışına kadar Araplar, tarihte önemli bir rol oynamamışlardı. Ama İslâm'ın birleştirici bayrağı altında toplanmalarından sonra, inanılmaz bir hızla genişlemeye başladılar. Hazreti Muhammed'in ölümünden yalnızca on yıl sonra (632), Sasani İmparatorluğu'nu ortadan kaldırdılar. VII. yy'ın sonuna doğru başkenti Şam, 762'deyse Bağdat olan İslâm İmparatorluğu, 712'de deniz yoluyla Hindistan'ın kuzey kesimindeki Sind vadisine ulaşıp, çok geçmeden Hint okyanusunu denetimine aldı. Islâm orduları da karadan Kuzey Afrika'ya ulaşıp, kısa süre sonra ispanya'nın da büyük bölümünü ele geçirdiler.
Türk egemenliği. Arap egemenliğinin VII. yy. sonuna doğru zayıflamaya başladığı sırada, İslâm dünyasında önderlik kısa bir süre için, Orta Asya Türkleriyle siyaset ve kültür ilişkileri içinde olan İran'a kaydı. İslam dinini benimseyen Türklerden Selçuklular, 1055'te Tuğrul Bey'in komutası altında Bağdat'ı ele geçirip, çok geçmeden Suriye'nin ve Anadolu'nun büyük kesimini denetimleri altına alarak, bütün Yakındoğu'yu egemenlikleri altında topladılar. Ne var ki, imparatorlukları kısa sürede bölünüp, XIII. yy'da çözülmeye başladı ve Cengiz Han yönetimindeki Moğolların saldırılarıyla çöktü. XIV. yy'ın sonuna doğru yeni bir Türk-Moğol dalgası, Timur yönetiminde İran ve Mezopotamya'ya yayıldı.
Selçuklu imparatorluğu'nun Moğollar tarafından yıkılması sırasında Anadolu'da ortaya çıkan Türk beyliklerinden Osmanlı beyliği, çok geçmeden hızla büyüyerek, 1453'te Bizans'ın Fatih Sultan Mehmet tarafından fethinden sonra, büyük bir imparatorluğa dönüştü. 1918'e kadar ayakta kalmayı başaran Osmanlı İmparatorluğu, batıda Viyana kapılarına dayanmasının yanı sıra, İran dışında bütün Yakın Doğu'ya Kuzey Afrika'ya egemen oldu.
Haçlı seferleri. XI. ve XII. yy'larda Selçuklu İmparatorluğu'nun zayıflamasından yaradanan Batı Avrupalı hıristiyanlar, müslümanların denetimi altındaki kutsal toprakları (Kudüs ve çevresi) ele geçirmek amacıyla, seferler düzenlediler. Aslındaysa, asıl amaçJarı Doğu'dan gelen baharat, ipekli kumaşlar gibi değerli malların ticaretini ele geçirmekti. Haçlı seferlerinin başarısızlıkla sonuçlanması, daha sonra da Osmanlı egemenliğinin Asya'ya ulaşmalarını engellemesi üstüne, Batılılar, Doğu'ya deniz yoluyla ulaşma çabalarına giriştiler. Portekiz denizcileri 1485'e doğru Güney Afrika'ya, 1498'de Hindistan'da Kaliküt'e, 1513'te Çin'de Kanton'a ulaştılar.
AKINLAR DÖNEMİ:
İ.S. IV. yy'dan başlayarak XVII. yy'a kadar uzanan dönemde, Asya sık sık, göçebe halkların akınlarına uğradı, bu halklar, kıtanın geniş bölgelerini, egemenlikleri altına aldılar.
Batı Asya'da İslâm'ın gelişmesi: İ.S. IV. yy'ın başlarında Batı Asya'daki Sasani hükümdarları, kuzeyden gelen göçebe halkların akınlarına uğradılar. Bu akınların ve Bizans'ın Anadolu'ya sürekli saldırılarının sonucu, VII. yy'da başlayacak Arap akınlarına dayanamayacak kadar zayıfladılar.
Güney Asya ve Doğu Asya'ya Türk-Moğol akınları: X. yy'dan sonra İslâm dinini benimsemiş Türk topluluklarından Türkmenler, Orta Asya bozkırlarına egemen oldular ve egemenliklerini Batı Asya'daki Selçuklu egemenliğindeki toprakların sınırına kadar yaydılar. Hindistan'a İslâm akınları. 1000 yılına doğru, Hindistan'ın kuzey kesimi, Gazneli Mahmut'un egemenliği altına girdi ve Gazneliler Krallığı kuruldu. Gurlu Muhammet'in fetihleri, 1256'da Hindistan'daki ilk İslâm devleti olan Delhi Sultanlığı'nın kurulmasını sağladı. Sultanlık, XIV. yy'da gerileyip, güney kesimde Vicayanagar gibi Hindu krallıkları kurulduysa da, XVI. yy'da Hindistan'ın büyük kesimini fetheden Türk-Hint İmparatorluğu, egemenliğini 1858'e kadar sürdürmeyi başardı.
Hanlar sülalesinden sonra Çin. Hanlar döneminden (İ.Ö. 206-İ.S 220), sonra Çin, büyük bir kargaşa içine yuvarlandı. Paralı askerlerden, aç serserilerden ve yoksullardan oluşan orduların başındaki generaller, "gereğinden çok" vazgeçilmez hale geldiler. Kanlı iktidar savaşımının yerini iç savaş aldı ve imparatorluk çökerek, üç parçaya bölündü: "Üç Krallık" dönemi. Kuzeyde de "Beş Barbarın on altı krallığı" kuruldu. Güneydeki yeni topraklara sığınan "Altı Sülale", Nankin'de bir tür süreklilik sağlamayı denedi. Soylu sınıfın yeniden canlanarak bütün ayrıcalıkları elde etmesi, soy ağaçları modasını ortaya çıkardı.
Kuzeyden yola çıkarak Güney krallığını fetheden Sûylar sülalesi (581-618), bütünlüğü yeniden sağladı. Pinti Van-Dİ ve oğlu Savurgan Yan-Di, kişilikleri lakaplarının da gösterdiği gibi karşıt olduğu halde, ölçüsüz derecede büyük ülkeyi sağlamlaştırmak kaygısını paylaştılar. Dev ambarlar kurulmasıyla kurtulan canlara karşılık, Büyük Seddi sağlamlaştırma ya da büyük suyolları kazma çalışmalarında milyonlarca kişi öldü. Yeniden kurulan Loyang'da ağaçlar güz mevsiminde ipek yapraklarıyla süslendi ve yeni kanallarda, 800 000 kişinin çektiği imparatorluk filosu 100 km boyunca gidip gelmeye başladı. Sûylar dış siyasetlerinde, Türkler arasındaki anlaşmazlıklardan yararlanarak, Orta Asya'ya yerleştiler. Ama Yan-Di'nin üç milyon kişiyi silah altına alarak Kore'ye saldırma girişimi, ülkeyi zorba imparatora karşı ayaklandırdı.
Bir anarşi döneminden sonra, toprak sahipleri ve subaylar aristokrasinin desteklediği Tanglar (618-907), güçlü Çin uygarlığını doruğuna ulaştırdılar. Mandarinlik karmaşık bir bütün halinde örgütlendi: Kalıtım, atamalar ve sınavlar sonucunda, "yakın akraba prensler"den yalın bir onur unvanı olan memurlara kadar inen bir aşamasırası kuruldu. İki başkentte (Çangan ve Loyang) lüks bir yaşam sürülürken, güney kalabalıklaştı; İpek yolunun denetiminin yeniden ele geçirilmesi sayesinde canlı ve büyük kentler kuruldu. Tahta üstüne kazı tekniğiyle baskı yapımının bulunması sonucunda, buddha rahipleri basılı ilk kitabı çoğaltarak yaydılar (868). Ama kuzeyden gelen akınlar, sınırlarılyeniden tehdit etmeye başlamıştı. Ekonomik sıkıntılar, vergilerin ve köylülerin borçlarının artması, yeni ayaklanmalara yol açtı. "Beş Sülale" ve "On Krallık" döneminde (907-959), ülke yeniden parçalandı. Kayfong'dan gelen Sung sülalesi (960-1280), "Sivil imparatorluk"u yeniden kurdu. "Edebiyatı Yüceltme Sarayı" kuruldu ve devlet görevleri için sınav sistemi yeniden kondu. Karabarut ve ilk su saati bu dönemde bulundu.
Siyaseti yöneten "okumuşlar" sınıfı ikiye bölündü: Sıma Guang'ın yönettiği tutucular ve başbakan Vang Anşı'nm (1021-1086) yönettiği yenilikçiler. Vang Anşı, ülkenin başlıca gücü köylü sınıfını destekleyerek Çin'e eski gücünü kazandırmak istiyordu: Angarya yerine ücretli işçi çalıştırma sistemi getirildi; toprak vergilerinde daha iyi bir dağıtım sağlandı; tarım üretimini geliştirmek için vergi ayrıcalıkları tanındı; ordunun yerine köylülerden oluşan bir milis gücü getirildi ve öğretimde reform yapıldı. Ama eski düzenden yana olanların saldırıları, taraftarlarının yozlaşması sonucunda, başbakan görevinden çekildi ve "okumuşlar" çılgınca, körü körüne bir rekabete giriştiler. Ülke genel bir hoşnutsuzluk dalgasıyla sarsıldı ve "Kırmızı Takkeliler" ayaklanması gibi kanlı ayaklanmalar patlak verdi.
Oysa o sırada Tatarlar, ülkenin kuzeyini istilaya başlamışlardı. Kuşatılan başkentte öğrencilerin kahramanca direnmeleri, yıllar süren çekişmelerin, gevşekliğin, dalavereciliğin cezasının çekilmesini önleyemedi.
Güneye sığınan Güney Sungları da, Orta Asya'dan gelen akınlar karşısında tutunamadılar. Kubilay Han, Çin'i birleştirerek büyük babası Cengiz Han'ın yapıtını tamamladı. Yuenler İmparatorluğu (1280-1368) döneminde yağmalanmış, yerle bir edilmiş ülke yeniden kalkındı. Yeni başkent Pekin, Büyük Kanal aracılığıyla Mavi ırmak havzasına bağlandı ve imparatorluğun yollarında 200 000 atlıyla bir posta servisi düzenlendi. Ne var ki, halkın yoksullaşması ve kıtlıklar yüzenden patlak veren toplumsal ayaklanmalar, Çinlilerin ırk merdiveninin en alt basamağına itilmiş oldukları imparatorlukta kısa sürede ulusal bir harekete dönüştü.
Ming sülalesiyle (1368-1644) yeniden iktidara gelen Çinliler, güneydoğu kıyılarını yağmalayan Japon korsanlarıyla ve Moğollarla savaşarak sınırlarını korumayı başardılar. Yeni bir tüccar ve işadamları sınıfı ortaya çıkarken, hadımağalarının yeniden önemli görevleri ele geçirdikleri saray, günden güne halk yığınlarından. koptu. Pekin'de görkemli ¡yapılar kuruldu ve bu arada ilk Avrupalılar (Portekizliler) Makao'ya yerleştiler.
Mâliyenin iflas etmesi ve bunu izleyen karışıklıklar, kuzeyden gelen Mançuların, Çing sülalesiyle (1644-1912) iktidarı ele geçirmelerine yol açtı. Büyük kentlerde ırk ayrımı başladı, Çinlileri zorbalıkla yöneten Mançular, Rusya'nın genişlemesini durdurdular (Nerçinsk anlaşması, 1689); güneye ve Moğolistan'a egemenliklerini kabul ettirdiler. Lhasa ve Tibet'e girdiler; Nepal, Birmanya, Siyam, Vietnam ve Kore'yi haraca bağladılar. Çin'de bir hıristiyanlaştırma çabasına giriştiler ve ülkenin haritasının çıkarılmasına katkıda bulundular. Ama Roma kilisesinin atalar kültüne karşı çıkması üstüne, saray hıristiyanlığa yüz çevirdi. Gansi (1662-1722) ve Çien-lung (1736-1796) dönemlerindeki eşsiz ekonomik gelişme ve nüfus patlamasından sonra, dev nüfusun yol açtığı güçlükleri alt etmeye elverişsiz bir yönetimin hareketsizliği, ülkeyi gerileme dönemine soktu.
Bu arada bu kez, Batı'dan gelen "barbarlar" ortaya çıkmıştı. Kanton rıhtımlarından birinde bir afyon stokunun yok edilmesine öfkelenen İngiltere, Kanton'u topa tuttu (1841). Şanghay'ın alınması ve Yangdzı kıyılarına bir sefer düzenlenmesiyle başlayan "Afyon savaşı" sonunda, Çin Batı ülkeleriyle peşpeşe haksız anlaşmalar imzalamak zorunda kaldı.
Not: Mahatma (Büyük Ruh) Candhi adıyla tanınan Mohandas K. Gandhi Hindistan'ın bağımsızlık hareketinin kurucusu sayılmaktadır. Dinsel hoşgörü ve pasif direnme yöntemleriyle, 1947'de İngiltere'yi Hindistan'a bağımsızlık tanımak zorunda bırakmıştır.
ASYA VE BATI
Asya kıtasının batıda Avrupa'ya bağlanması, AvrupalIlar ile Asya arasındaki ilişkileri çok erken tarihlerde başlattı. Bununla birlikte, önce İslâm İmparatorluğu'nun yayılması, daha sonra da Osmanlı imparatorluğu'nun Doğu Akdeniz'i bir Türk denizine dönüştürmesi, hıristiyan Avrupa ile Asya arasındaki ilişkilerin XV. yy'a kadar kopmasına yol açtı.
ilk ilişkiler. Avrupa ile Asya arasındaki ilişkilerin yeniden kurulması, batı AvrupalIların baharat vb. Asya ürünlerine ulaşmak için, Asya'ya denizinden yeni bir yol aramaya koyulmalarıyla başladı. 1498'de Portekizli gemiciler, tüccarlar, askerler ve misyonerler, Hindistan'da Kaliküt'e yerleştiler. 1510'da Goa'yı, 1511'de Malakka'yı ele geçirdiler. Portekizlilerin yanı sıra HollandalIlar, Hindistan'nda ticaret acenteleri ve askeri üsler kurarak AvrupalIların Asya'ya sömürgeleştirmesini başlattılar.
ASYA'NIN SÖMÜRGELEŞTİRİLMESİ
XVIII. yy'da Avrupalılar, kıtanın iç bölümünde yayılmaya başladılar; egemenlikleri, aşılması güç olan "yüksek Asya"nın çevresinde gelişti. Asya'nın güney cephesinde, İngilizler Hindistan ve Malezya'da, HollandalIlar "Hollanda Hindistanı"nda, Fransızlar Çinhindi'nde sömürgeler kurdular. Bu sömürgeler, sömürgeci ülkelere 1869'da açılan Süveyş kanalıyla bağlanıyordu. Kıtanın kuzey cephesinde de Ruslar Sibirya'yı ele geçirdiler ve 1902'den sonra, bölgeyi boydan boya aşan demiryolunu döşediler.
Uzakdoğu'da birleşmeye yönelik bu ikili hareket, Japonya ve Çin limanlarının Avrupa ticaretine açılmasıyla tamamlandı.
Avrupa emperyalizmi, Asya'ya belirli bir siyasal istikrar da kazandırdı. İngilizler Hindistan'da birliği sağladılar. Fransızlar Çinhindi'nde, HollandalIlar "Hollanda Hindistanı"nda halkları birleştirdiler. Ulaşım yollarıyla donatılan Asya, uluslararası ticarete katılarak sanayileşmiş Avrupa ülkelerine tarım işletmelerinin ve madenlerinin ürünlerini göndermeye başladı.
Avrupa ülkelerinin teknik üstünlüğünü gören seçkin bir tabaka batılılaştı; bazıları Avrupa'da öğrenim görmeye başladı. Böylece düşünmeye ve Asya ülkelerinin gelişmesine engel olan emperyalizmi eleştirmeye koyuldular. Asyalılar kendi işlerinin yönetimine yeterince katılamıyor, Avrupalılar ülkelerindeki fabrikaların çıkarına dokunacağı için Asya'nın sanayileşmesine karşı çıkıyorlardı. Sözgelimi Hintliler, kendi ürettikleri pamukla dokunmuş İngiliz pamuklularını satın almak zorunda kalıyorlardı.
Not: Başlangıçta Güney Vietnam hükümetine destek olarak gönderilen ABD birlikleri, sayılarının gün geçtikçe artırılmalarına karşın, Vietkong ve Kuzey Vietnam birliklerinin ilerlemesi sonunda, 1973'te Vietnam 'dan çekilmek zorunda kalmışlar ve Kuzey Vietnam ile Güney Vietnam, Vietnam Halk Cumhuriyeti adı altında yeniden birleşmiştir.
ASYA'DA ULUSÇULUĞUN GELİŞMESİ
Asya'nın Avrupa emperyalizmine tepkisi, XX. yy'ın ilk yarısında başladı. Japonya 1905'te Mançurya'da Rusya'yı yenerek ilk başarıyı elde etti. Bu büyük yankılar uyandıran başarı, 1868'de Meiciler dönemiyle başlayan köklü bir dönüşümün sonucuydu. Meiciler döneminde girişilen reformlarla, Japonya'da güçlü bir merkeziyetçi hükümet, güçlü bir sanayi, modern bir ordu ve donanma kurulmuştu. Geleceği hazırlamanın en iyi yolu olarak, AvrupalIların ekonomik yöntemlerini uygulamak görülüyordu.
Asya'nın öteki ülkeleri de bu başarıdan ders almayı bildiler, ama seçtikleri yollar birbirinden çok farklı oldu. Çin'de Sun Yat Sen'in yönettiği Cuomindang (Kuomintang) partisi 1911 'de imparatorluk sülalesini ayaklanmayla devirdi; ama genç Çin Cumhuriyeti'nde yönetimi bir süre sonra, Mao'nun yönetimindeki komünistler iç savaşla ele geçirdiler. Hindistan'da Kongre ¡Partisi, Gandhi'nin etkisiyle, siyasal özerklik kazanabilmek için "pasif direnme" önerdi; ekonomik İngiliz egemenliğini zayıflatmak için İngiliz mallarını boykot etti. Asya'nın öteki ucunda Osmanlı İmparatorluğu'nun çökmesi (1918) ve Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti'nu kurarak hızla avrupalılaşma yoluna sokması, Orta Doğu'daki İslâm ülkelerinde büyük yankılar uyandırdı.
İkinci Dünya Savaşı ve sömürgelikten kurtulma: Asya'nın sömürgelikten kurtulmasına elverişli koşulları, İkinci Dünya Savaşı hazırladı.
Savaş başlar başlamaz, Fransa ve Belçika, Alman orduları tarafından işgal edildi; İngilizlerse, adalarına kapanmak zorunda kaldılar. Bunun Asya'da doğurduğu boşluğu, emellerini "Asya Asyalıların olmalı" sloganı altında gizleyen Japonya doldurmaya kalkıştı. 1942-1943 yıllarında "Hollanda Hindistam'nı ve Malezya'yı ele geçirdi ve bir süre Hindistan'ı tehdit etti. Böylece, AvrupalIların saygınlığına ağır bir darbe indirmiş oldu.
Savaştan sonra, müttefik ordularında çarpışarak savaşa ve örgütlenmeye alışan ulusçu akımların üyeleri, son derece elverişli bir durumdan yararlandılar. 1945'te ezilen Japonya Asya'nın siyaset yaşamından çekildi. Dünyanın iki yeni büyük devleti ABD ve SSCB, sömürge ülkelerin davasına yakınlık gösterdiler; çünkü ABD, kendini sömürgecilikten kurtulmanın bir örneği sayıyordu. SSCB'yse, 1918'de çok uluslu bir devlet halini almıştı.
Avrupalı sömürgeci ülkelerin halkları da, gerek bu serüvenden bıktıklarından, gerek, sömürgecilik konusunda suçluluk duygusuna kapıldıklarından, hükümetlerin sömürgelerde eski güçlü durumlarına erişme isteklerini frenlediler. Asya'nın özgürlüğüne kavuşması, öteki sömürge ülkelere de örnek oldu. Cezayir, Fransa'nın Dien Bien Fu yenilgisinden (1954) kısa süre sonra ayaklandı. Afrika ülkeleri de bağımsızlıklarını elde etme savaşımına girdiler.
Etnik ve dinsel gerilimler: Asya ülkelerinin çoğunda, bağımsızlığa kavuşulmasından sonra, etnik ve dinsel gerilimler ortaya çıktı. Birmanya'da, bağımsızlıktan hemen sonra, ülkede yaşayan Hintlilerin çoğu sınır dışı edildi. Malezya'da da, ülkedeki kalabalık Çinli topluluğu sık sık huzursuzluklara yol açtı. Büyük bölümü Çinli olan Singapur, 1963'te Malaysia Federasyonu'na katıldıysa da, 1965'te ayrıldı. 1971 'de Doğu Pakistan'da yaşayan Bengalliler, Pakistan'dan ayrılarak, Bangladeş Cumhuriyeti'ni oluşturdular. Hindistan-Pakistan arasında ve İsrailliler ile Araplar arasında, kanlı savaşlar oldu. Çin ile Hindistan arasında ve Çin ile Vietnam arasında sık sık sınır çatışmaları çıktı. İran ile Irak arasında sekiz yıl (1980-1988) süren kanlı bir savaş, iki yanın da üstünlük sağlayamamasıyla sonuçlandı. Bu arada 1990 sonunda SSCB nin parçalanması da, İran ve Suudi Arabistan'ın Türkiye'yle bağları güçlü Orta Avrupa Türk cumhuriyetlerini etkilemek için yoğun bir rekabete girişmelerine yol açtı.
Ekonomik çeşitlilik: Asya ülkelerinin çoğunun Üçüncü Dünya ülkeleri arasında yer almalarına karşın, Asya günümüzde, büyük bir ekonomik çeşitlilik sergilemektedir. Bu uçsuz bucaksız kıtada, ekonomisi tarıma dayalı Bangladeş'in yanı sıra, dünyanın en gelişmiş sanayi ülkelerinden biri olan Japonya da yer almaktadır. Irak, 1990'da Kuveyt'ki işgal ederken, Arap ülkeleri arasındaki Batı karşıtı düşüncelerin yanı sıra, petrol zengini Körfez ülkeleri ile yoksul Arap ülkeleri arasındaki çelişkiye de güvenmiştir. Günümüzde Asya ülkelerinin, Batı'ya bazı bağımsızlıklarını elde etmiş olmalarına karşılık, içlerinden birçoğu ekonomik bakımdan eski sömürgeci devletlere bağımlıdırlar. Körfez Savaşı (1990-1991), Batı ülkelerinin bölgeyle ilgilerinin yoğun biçimde sürdüğünü açıkça ortaya koymuştur. Günümüzde Asya ülkelerinin çoğu, Bağlantısız Ülkeler üyeleridirler; bölgesel ve uluslararası kuruluşlarda etkin bir rol oynamaktadırlar. En büyük çabayı da, bir yandan ekonomilerini Batı tipi birgelişme sürecine sokarken, bir yandan da Batı etkisine karşı geleneklerini korumaya harcamaktadırlar.