Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Beyoğlu

  • Okunma : 393
Beyoğlu Resim

BEYOĞLU, bir zamanlar sinemaları, tiyatroları, çeşitli eğlence yerleri ve büyük, gösterişli mağazalarıyla yalnız İstanbul’un değil bütün Türkiye’nin en gözde eğlence ve alışveriş merkeziydi.

20. yüzyılın ilk yarısında en görkemli çağını yaşamış olan bu semt Bizanslılar döneminde her yanı ağaçlıklarla ve çayırlarla kaplı, yer yer bağların bulunduğu yemyeşil bir alandı. Bizanslılar buraya “karşı yakanın bağları” anlamına gelen “Peran Bağlan” ya da Pera adını vermişlerdi. İstanbul’un fethinden sonra Galata surlarının dışında da yerleşim alanları kuruldu. Ama Beyoğlu’nun bu kırsal görünümü ve ıssızlığı 1700’lerin sonlarına kadar sürdü. II. Bayezid döneminde yapılan Asmalımescit, birkaç cami ile Hıristiyanlar’ın oturduğu Dörtyol, Tomtom, Polonya gibi semtlerin bulunmasına karşılık Beyoğlu tenha bir yerdi.

Galata’da art arda çıkan yangınlardan sonra daha güvenceli olur düşüncesiyle Beyoğlu’na taşınan yabancı elçilik binaları yavaş yavaş bu ıssız görünümü bozmaya başladı. 1780’lerde ise Beyoğlu’nun sınırları Taksim’e kadar genişlemişti. Daha ileride Aya Dimitri tepelerinde ise Tatavla (bugünkü Kurtuluş) köyü yer alıyordu.

19. yüzyıla gelindiğinde Beyoğlu sınırlarının genişlediği, Tophane ile Kasımpaşa yamaçlarını evlerin kapladığı görülmektedir. 1873’te ise Galata ile Beyoğlu’nu birleştiren tünel yapılmıştır. 19. yüzyılın başlarında Beyoğlu caddeleri dar ve bakımsız, sokakları eğri büğrüydü. Elçilik binaları ile bazı yabancıların evleri dışta tutulacak olursa, tüm evler ahşaptı. Müslüman ve Hıristiyan mahalleleri ise hâlâ birbirinden ayrıydı. Nüfusun çoğunluğunu Rumlar oluşturuyordu.

Zamanla canlanıp hareketlenmeye başlayan Beyoğlu’nda 1850’den sonra kahvehaneler hızla çoğaldı. Bugünkülere hiç benzemeyen bu kahvehanelerin içinde çok ünlü olanları vardı. Gene bu yıllarda Naum adındaki Halepli bir Hıristiyan’ın kurduğu tiyatro, oynadığı Fransızca ve İtalyanca oyunlarla Beyoğlu yaşamına değişiklik getirdi, canlılık kattı. Beyoğlu gün geçtikçe elçiliklerde yaşayanların, İstanbul’a gelen yabancıların ve İstanbul’da Müslüman olmayan halktan zengin kesimin kümelendiği bir yer haline geldi. Batıdakilere benzer eğlence yerleri açıldı. 19. yüzyılın sonlarına doğru sayılan artan müzikli gazinoları ve kahveleriyle, tiyatrolarıyla, yabancı yayın satan gazeteci ve kitabevleriyle Beyoğlu artık İstanbul’un batıya açılan penceresi ve eğlence yeri olmuştu.

İstanbul’un surlar içinde kalan ve Eminönü yakası denen kesiminde yaşayan Müslüman halk ise Beyoğlu’na pek iyi gözle bakmazdı. O yıllarda Beyoğlu’na ancak Avrupalı olmaya özenen kimseler giderdi. Ayrıca, bu semti çoğunlukla gençler yeğler, tatil günlerinde özenle giyinip ana cadde (İstiklal Caddesi) boyunca bir aşağı bir yukarı gezinerek “piyasa” yaparlardı. Gelenek ve göreneklerine bağlı olanların yadırgadığı bu gençler o dönemin birçok edebi yapıtına konu olmuştur. Ahmed Midhat Efendi’nin Felâtun Bey ile Râkım Efendi adlı romanında Felâtun Bey, Recaizade Mahmud Ekrem’in Araba Sevdası adlı romanında Bihruz Bey bu tür kimseleri canlandırırlar.

Beyoğlu ilki 1831, İkincisi 1870’te olmak üzere iki büyük yangın geçirdi. 1870’teki yangın büyük kayıplara yol açtı. Resmi rakamlara göre 3.000 kadar ev, dükkân, bina yandı. O zamana kadar dar bir cadde olan bugünkü İstiklal Caddesi, genişletilerek yeniden yapıldı ve “Cadde-i Kebir” (Büyük Cadde) adını aldı.

19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Cadde-i Kebir bir Avrupa kenti caddesini andırıyordu. Tünel’den çıkıp Taksim’e doğru yürüyen bir kimse, yolda fotoğraf stüdyolarına, batı tarzı pastanelere, kitabevlerine, kadın berberlerine, her çeşit malın satıldığı ve “bonmarşe” denen büyük mağazalara, birahanelere ve eğlence yerlerine rastlardı. Siyasal ve kültürel ilişkiler daha çok Fransa ve Almanya ile kurulduğu, özellikle de Fransız dili ve kültürü o dönemlerde geçerli olduğu için iş ve eğlence yerlerine Fransızca ve Almanca adlar konmuştu. Bu caddede yolcu taşıyan atlı tramvaylar ise 1913’te yerlerini elektrikle işleyen tramvaylara bıraktı.

Beyoğlu yalnızca Cadde-i Kebir demek değildi; Şişhane ile Galatasaray’ı birleştiren ve bu caddeye paralel olarak uzanan Meşrutiyet Caddesi de giderek önem kazandı. Union Française, Pera Palas ve Bristol Oteli gibi yapılar tarihsel kimlikleri ve değişik mimarileriyle bu semtte yer alırlar. Tepebaşı Bahçesi diye ün salan eğlence yeri de özellikle yaz aylarında sazlı eğlentileri ve “muzika”ları ile ilgiyi çeker ve birçok yazara konu olurdu.

Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan biraz da sinemalar olmuştur. Türkiye’de halka açık ilk sinema gösterisi 1897’de Galatasaray’daki Sponeck Birahanesi’nde yapılmıştır. Bu gösteriyi gerçekleştiren Sigmund Weinberg 1908’de Tepebaşı’nda Türkiye’nin ilk yerleşik sineması olan Pathe’yi açmış ve giderek Beyoğlu’nu sinemalar kaplamaya başlamıştır. Daha sonralan Beyoğlu’ndaki Yeşilçam Sokağı Türkiye’de filmciliğin merkezi olmuştur.

İstanbul yabancı güçlerin işgalinden kurtulduktan sonra Cadde-i Kebir’e İstiklal Caddesi adı verildi. Günümüzde de cadde bu adla anılır.

Beyoğlu, Cumhuriyet döneminde de uzun süre özelliklerini korumuştur. Daha sonra 1970’lerde yitirdiği, ülkenin kültürel yönden de seçkin bir semti olma özelliğini yeniden kazanmaya başlamıştır. Sayıları gittikçe artan resmi ve özel tiyatrolar ile kitabevleri, resim galerileri ve yabancı ülkelerin kültür kuruluşları buna katkıda bulunmaktadırlar. Günümüzde Beyoğlu aynı zamanda önemli bir ticaret ve alışveriş merkezidir.

İstanbul’un Fatih ve Eminönü ile beraber tarihsel çekirdeğini oluşturan üç ilçesinden biri olan Beyoğlu’nda 1983’ten bu yana ilçe belediyesi halka hizmet götürmektedir. Nüfusu 245.999’dur (1985).

Beyoğlu Resimleri