Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Demokrasi

  • Okunma : 374

Demokrasi, bir ülke halkının kendi kendini yönetmesi demektir. Demokrasinin ilk uygulamaları Eski Yunan’da görülmüştür. Yunanca’daki demos (halk) ve kratos (iktidar) sözcüklerinin birleşmeşinden oluşan “demokrasi” , yalnızca ayrıcalıklı bir ya da birkaç kişinin değil, bir bütün olarak halkın ülkenin yönetimine katıldığı bir yönetim sistemi anlamına gelir.

Demokrasinin Gelişimi

Demokrasi geleneğinin beşiği sayılan Eski Yunan’da bir kent ve çevresinden oluşan kent devletlerinde, yasalar tüm yurttaşların katılımıyla yapılıyordu. Çeşitli yürütme ve yargı organlarında görev alan yurttaşlar oy verme ve meclise katılma hakkına sahiptiler. Kentlerdeki yurttaş sayısının 10 bini geçmemesi bu tür bir doğrudan demokrasi uygulamasına olanak veriyordu. Eski Yunan’da demokrasi İÖ 5. yüzyılda yaygınlaştı. Ne var ki, kadınlar ve köleler yurttaş sayılmadıkları için bu tam anlamıyla katılımcı bir demokrasi değildi. Kölelerin ve kadınların en zor işleri yerine getirmeleri, yurttaşlara kamu hizmetleriyle uğraşmak için olanak veriyordu. Eski Yunan’ da yurttaşlar arasında eşitlik vardı; ama insanlar arasında eşitlik yoktu.

    Eski Roma’da da herkes yurttaşlık hakkına sahip değildi. Başlangıçta yurttaş sayılmayan plebler sonradan öteki yurttaşlarla hukuksal eşitliğe sahip oldular. Önce cumhuriyet, sonra imparatorluk olan Rom a'da yönetim senatonun elindeydi. Senatörler halk tarafından seçilmiyor, genellikle toprak sahipleri ve eski devlet görevlilerinden oluşuyordu.

    Ortaçağda siyasal iktidar büyük ölçüde feodal toprak sahiplerinin temsilcilerinin elindeydi. Ortaçağ Avrupa’sındaki feodalizmin yıkılışından sonraki mutlak krallıklar döneminde ticaret kentleri gelişti. Bu kentlerde en çok sözü geçen tüccarlar ile sanayiciler, yani burjuvalardı. Halk meclisleri de halkın tamamını temsil etmeyen bu kesimin elindeydi. Gene de bu meclisler daha ilerde parlamentolara ve yasama meclislerine giden yolda bir adım oldu.

    17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa'da sanat, düşünce  ve siyaseti etkileyen Aydınlanma Akımı eski yönetim biçimlerini sorgulayan eleştirel ve devrimci bir akımdı. İnsanların eşit doğduğu, devletin güçlünün karşısında ve zayıfın yanında olması gerektiği, insanların yönetime seçimle getirdikleri hükümetler yoluyla geleceklerini belirleme olanağına sahip olabilecekleri gibi düşünceler bu dönemde yaygınlık kazandı. Hükümetler halklarına karşı görevlerini yerine getiremedikleri zaman, halkın bu yöneticileri işbaşından uzaklaştırmaya ve yerine yenilerini getirmeye hakkı olmalıydı.

    Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde (1776) tüm insanların eşit yaratıldığı ve Tanrı tarafından onlara vazgeçilmez haklar tanındığı; bu haklar arasında yaşam, özgürlük ve mutlu olma hakkı bulunduğu; hükümetlerin varlığının bu hakların elde edilmesine yardımcı olmaktan başka bir nedeni olamayacağı dile getiriliyordu. Fransız Devrimi’nin (1789) getirdiği özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkelerine göre, kurulacak hükümetlerde halkın yönetime katılması öngörülüyordu. İnsanlar hiçbir ayrım gözetilmeksizin yasalar önünde eşit olacaktı. Ne var ki, bu ilkelerin yaşama geçirilmesi kolay olmadı. Hemen hemen her ülkede gerek kadınların, gerek etnik grupların, ABD ve Güney Afrika gibi ülkelerde ise Siyahlar’ın hakları için çetin mücadeleler vermeleri gerekti. Bu mücadeleler bugün de sona ermiş değildir.

    Günümüz demokrasilerinde genelde, yasal yaş sınırının üstünde olan tüm yurttaşların ülke yönetiminde görev alacak temsilcileri seçme hakkı vardır. Yurttaşların temel hak ve özgürlükleri ülkelerin kendi anayasalarıyla güvence altına alınmıştır. Temel hak ve özgürlüklerden bazıları, kişinin görüş ve düşüncelerini herhangi bir baskı olmaksızın özgürce belirtmesini sağlayan konuşma özgürlüğü; sendika ya da siyasal parti gibi örgütler kurmak üzere kişilerin bir araya gelmesini sağlayan toplanma özgürlüğü; herkesin dilediği biçimde dinsel inançlarının gereklerini yerine getirmesini sağlayan inanç özgürlüğü; gazetelerin serbestçe bilgi toplama ve yayımlamasını sağlayan basın özgürlüğü ve herkesin yasalara uygun olarak yargılanmasını sağlayan yasa önünde eşitlik hakkıdır.

    Demokrasinin yerleşmiş olduğu ülkelerde seçimle işbaşına gelen hükümetler, halkın beklentilerini yerine getiremezlerse, gene seçimle görevlerini yeni partilere ve hüküm etlere bırakırlar. Bu gibi ülkelerde halkın dışında hiçbir güç yönetime el koyamaz, halk adına herhangi bir müdahalede bulunmaz.

    Demokrasinin yerleşmesi ve sürmesi, demokrasi ilke ve kurallarının günlük yaşamda benimsenmesi ve gözetilmesiyle de yakından ilişkilidir. Ailede, okulda, oyunda benimsenecek demokrasi ilkeleri bir yaşam boyu insanın davranışlarını etkiler ve yönlendirir. Çocukların, yaşları küçük de olsa, aile içinde söz sahibi olabilmeleri, alınacak kimi kararlarda onların da düşüncesinin sorulması, ailede görevlerin paylaşılması ve hakların gözetilmesi demokrasinin uygulama alanından bir örnektir. Okulda öğrencilerin yönetime katılabilmeleri, hak ve istemlerini dile getirebilmeleri, özellikle değişik ırktan, ulustan ve dinden öğrencilerin bir arada olduğu ortamlarda karşılıklı saygı, dikkat edilmesi gereken demokrasi kurallarıdır.

Türkiye'de Demokrasi

Osmanlı İmparatorluğumda halkın yönetime katılması yönünde ilk adım I. Meşrutiyet’le atıldı. 1876’da ilan edilen anayasada ilk kez kişi hak ve özgürlüklerinden söz ediliyor ve üyeleri seçimle belirlenecek bir meclis kuruluyordu. Kısa süren bu dönemi 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı ve anayasanın meclisin yetkilerini genişletici yönde değiştirilmesi izledi.

    1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti “halk egemenliği” temeline dayanıyordu. 1924’te kabul edilen yeni anayasada “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi de yer aldı. Genel oya dayalı seçim sistemi kabul edilmekle birlikte yalnızca bir siyasal parti bulunuyordu. 1924 ve 1930’daki çok partili demokrasiye geçiş girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı. II. Dünya Savaşı sonrasında yeni partilerin kurulmasına olanak tanındı. 1946’da kurulan Dem okrat Parti 1950’de yapılan seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nden daha fazla oy alarak iktidara geldi.

    Türkiye’deki çok partili demokratik yaşam 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’de olmak üzere üç kez askeri müdahale sonucu kesintiye uğradı. 27 Mayıs müdahalesi sonrasında halkoylamasıyla kabul edilen 1961 Anayasası kişi hak ve özgürlüklerini genişleten, yasama ve yürütme üzerindeki yargı denetimini güçlendiren bir nitelik taşıyordu. Buna karşılık, 12 Eylül müdahalesinin ardından hazırlanan ve 1982’de halkoylamasıyla kabul edilen yeni anayasa bazı hak ve özgürlüklere sınırlamalar getirdi, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay gibi yargı organlarının yetkilerini kısıtladı.

    Günümüzde, Türkiye’de demokrasinin tüm ilke, kural ve kurumlarıyla yerleştirilmesinin ve sürdürülmesinin gerekli olduğu görüşü toplumun hemen hemen bütün kesimlerince kabul edilmektedir.