Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Fotoğrafçılık

  • Okunma : 788

FotoğrafçılıkIşığın ya da başka türden ışımaların (kızılaltı, morötesi ışınları, vb.) gümüş tuzlarını karartma özelliğinden yararlanılarak, bir şeyin bir yüzey üstünde görüntüsünü elde etmeyi sağlayan işlem.

Fotoğraf makinesinin atası, karanlık odadır. Kartondan herhangi bir kutuyla, yalın bir karanlık oda yapılabilir. Kutunun yüzeylerinden birinin tam ortasına birkaç milimetre çapında bir delik açılırsa, kutunun içinde, deliğin karşısına düşen yüzeyde, delikten görülebilen nesnelerin ters bir görüntüsü oluşur. Kutunun görüntü düşen yüzeyi çıkarılıp, yerine bir buzlu cam ya da yarısaydam bir kâğıt parçası yerleştirilirse, görüntü, kâğıdın ya da camın üstünde biçimlenir ve kutunun dışından bilegörülebilir.

Bir karanlık odanın tabanında oluşan ışıklı görüntüleri kalıcı bir biçimde saptamayı, ilk olarak, Nicephore Niepce düşündü. 1827 de, duyarlı tabaka olarak yuda bitümünü kullandı ve böylece, fotoğraf tekniğini bulmuş oldu. J. Daguerre'in araştırmaları, 1838'de dagerreyotiplerin bulunmasıyla sonuçlandı. 1871'de Maddox, jelatin gümüş bromürlü ilk emülsiyonları hazırladı.

Bir süre sonra, görüntünün daha seçik olması için, karanlık odadaki valin deliğe. ışık ışınlarını toplayıp görüntünün odak noktasında oluşmasını sağlayan bir mercek eklendi. Böylece karanlık oda, gerçek bir fotoğraf makinesine dönüşmüş oluyordu. Fotoğraf makinesinin başlıca parçaları, karanlık oda, objektif, diyafram, obtüratör. filmin kare atlamasını sağlayan düzenek ve vizördür.

Karanlık oda. En eski makinelerde karanlık oda, küp biçiminde bir kutuydu. Bu kutunun objektifi, fotoğraf camının (emülsiyonlu cam) ya da filmin yerleştirildiği yüzeyden değişmez bir uzaklıkta bulunurdu.

Daha yakın tarihlerde yapılan bazı makinelerde, karanlık oda, objektif ile fotoğraf camı arasındaki uzaklığı değiştirme olanağı veren bir körükten oluşuyordu. Teknik ilerledikçe, bu körüğün yerini, içiçe girerek objektif ile film arasındaki uzaklığı ayarlayan eşmerkezli iki halka aldı. Karanlık odanın içi, objektiften alınan görüntünün bozulmasına yol açabilecek ışık yansımalarını önlemek amacıyla, donuk siyaha boyanmıştır.

Objektif. Objektif, ışık ışınlarını toplamaya ve filmin üstüne bozulmamış net görüntüler düşürmeye yarayan bir ya da birkaç mercekten oluşur.

Net bir görüntü elde etmek için, objektif, nesneden çıkan bütün ışınları, her merceğin "odak" denilen sanal noktasından geçirir. Bunun için, objektif ile film arasındaki uzaklığın ayarlanmasına dayanan "netlik avarı"m yapmak gerekir. Görüntü bozukluklarını, yeni tek mercek kullanılmasından doğabilecek sakıncaları önlemek için, tek mercekli yalın objektif bir yana bırakılıp, birkaç mercekten oluşan objektifler yapılmış, böylece, her merceğin eksiği ötekiyle giderilerek görüntünün biçim değiştirmesi engellenmiştir.

Objektifler, görüş açılarının derecesine göre, üç tipe ayrılır. Görüş alanı çok geniş olan ve çok yakındaki nesnelerin fotoğrafını çekmekte kullanılanlara, "geniş açılı objektifler" denir. Uzaktaki nesnelerin fotoğrafını çekmekte kullanılan görüş açısı çok dar objektiflere, "teleobjektif adı verilir. Görüş açısı ne çok geniş, ne de çok dar olanlar "normal objektifler"dir: Amatörlerin kullandığı fotoğraf makinelerinin objektifi, genellikle bu türdendir.

Bu üç objektifin odak uzaklıkları farklıdır. Odak uzaklığı, merceğin ya da mercek takımının optik merkezi ile ışık ışınlarının toplaşarak kesiştikleri nokta (yani odak) arasındaki uzaklığı belirtir. Odak uzaklığının boyu, geniş açılı objektiflerde 35-45 mm, normal objektiflerde 50-75 mm, teleobjektiflerdeyse 130-900 mm arasında değişir; hattâ daha uzun olabilir.

Bir objektifin en önemli özelliklerinden biri de, ışık alma derecesidir; çok değişik aydınlatma koşullarında fotoğraf çekme olanağı verdiğinden, bu özellik büyük önem taşır. Bir diyaframla objektif açıklığı büyütülerek ya da küçültülerek, karanlık odaya giren ışık miktarı değiştirilebilir.

Diyafram. Eski tip karanlık odalarda ışık deliği sabitti ve iyi bir görüntü elde etmek için, bu deliğin elden geldiğince küçük olması gerekiyordu. Oysa mercek kullanımıyla, objektiften gelen ışık demetinin daha büyük bir delikten geçerek toplaşması sağlanmıştır. Objektif açık lığının çapı, "diyafram" denilen bir düzenekle ayarlanır. Diyaframların en yaygın tipi, irisli diyaframdır.

Her objektif, diyafram açıklığının farklı boyutlarıyla çok yakın ilişkisi olan belirli ayarlama olanakları sağlar: Buna "alan derinliği" denilir. Diyafram açıklığı ne kadar küçükse, alan derinliği o kadar büyüktür.

Obtüratör. Bu düzenek, önceden saptanmış belirli zaman aralıklarıyla objektifi açıp kapayarak, ışık ışınlarının belirli süreler içinde objektiften geçmesini sağlar. Başlıca zaman aralıkları 1 saniye, 1 /2 saniye, 1/4,1/8,1/15, 1/30, 1/60,1/125, 1/250, 1/500 ve 1/1 000 saniyedir.

Fotoğraf makinelerinde iki tip obtüratör kullanılır. "Yapraklı obtüratör" denilen ve en çok kullanılan birinci tip, objektifin 1/500 saniyeye kadar açık kalmasını sağlar. "Perdeli obtüratör" denilen ikinci tipse, objektifin önünden hızla kayan metal bir perdeden oluşur. Bu tip obtüratör, 1/1 000 ve 2/1 000 saniyelik açıklığa ayarlanabilir. Metal perdenin üstünde ince bir yarık vardır; perde, objektifin önünden kayarken, çok kısa zaman aralığı içinde ışık, bu yarıktan geçerek objektife ulaşır. Fotoğrafın bulanık olmaması için, obtüratör açık olduğu sürece makineyi kıpırdatmamak gerekir.

Vizör ve telemetre. Eskiden fotoğrafçı, görüntüleyeceği nesneleri çerçeveye oturtmak için, makinenin arkasına geçer ve emülsiyonlu camın (fotoğraf camı) yerine yer    leştirdiği buzlu bir camın üstüne düşen görüntülere bakarak düzenlemeyi yapardı. Çerçevelemenin iyi olduğu kanısına varınca, buzlu camı çıkarıp yerine emülsiyonlu camı yerleştirir ve fotoğrafı çekerdi.

Günümüzün fotoğraf makinelerinde, objektiften görülen bütün nesnelerin filmin çerçevesine sığıp sığmadığını anlamaya yarayan bir gözetleme camı, yani "vizör" vardır. Bu vizör, ya alidatlı ya da refleks (yansıtmalı) tiptedir. Alidatlı vizörde, vizörün çerçeve çizgileri, görüntülenecek nesneleri sınırlayacak fotoğraf çerçevesini verir. Refleks vizörde, objektiften gelen görüntüler, eğik açıyla yatıp kalkan bir aynanın üstüne düşer; bu aynadan vizöre yansıyan görüntüye bakılarak, alidatlı vizörde olduğu gibi yalnızca çerçeveleme değil, netlik ayarı da denetlenebilir.

Net (bulanık olmayan) bir fotoğraf çekmek için son derece önemli olan netlik ayarı, alidatlı vizörle donatılmış fotoğraf makinelerinde, nesne ile objektif arasındaki uzaklığı veren ve "telemetre" denilen bir düzenekle yapılır.

Fotoğraf filmi. Farklı tipte makinelerde kullanılmak için genellikle 8,12,20 ve 36 pozluk (karelik) makaralar halinde satılan fotoğraf filmleri, kolayca alev alabilen saydam bir maddeden yapılmış ve üstüne ince bir jelatin tabakası çökeltilmiştir. Siyah-beyaz bir filmin jelatininde, ışığa duyarlı gümüş tuzları bulunur. Renkli filmlerdeyse, üç temel renge duyarlı üç kat emülsiyon vardır.

Gümüş tuzları, nerdeyse çıplak gözle görülemeyecek ölçüde küçük tanecikler halindedir: Bu tanecikler filmin üstünde, fotoğrafçıların "gren" dedikleri ince kabartıları oluşturur. Çok duyarlı (yani ışıktan çok çabuk "etkilenen") filmlerde bu grenler daha iri, az duyarlı ya da fotoğrafçılık diliyle "yavaş" filmlerde daha incedir. Çok ince filmlerle, son derece net ve ayrıntılı fotoğraflar çekilebilir; bu fotoğraflar, 10 ya da 15 kez büyütülebilir.

Birfotoğraf filminin duyarlığı, DİN, ASA, Weston, vb. uzlaşmalı ölçü sistemlerine göre belirtilir. Türkiye'de satılan filmlerde, duyarlı derece olarak ASA ile DİN kullanılır; bunlar, çoğunlukla 64-400 ASA ya da 12/14 ile 40 DİN arasında değişen filmlerdir.

Fotoğraf makinesinin ayarlanması. Teknik yönden kusursuz fotoğraf çekebilmek için, diyafram açıklığını, poz süresini ve görüntü netliğini çok iyi ayarlamak gerekir. Diyafram açıklığı ile poz süresinin seçimi, birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Diyafram açıklığının küçük ya da büyük olmasına ve poz süresinin kısa ya da uzun olmasına göre, filmin üstündeki duyarlı tabaka, ışıktan az ya da çok etkilenecektir.

Bir banyo küveti musluğunun, yarım açıldığı zaman bir saatte, sonuna kadar açıldığı zaman yarım saatte dolması gibi, aynı ışıklandırma koşulları altında diyafram ne kadar açılırsa poz süresi o kadar kısa, diyafram ne kadar kısılırsa poz süresi o kadar uzun olmalıdır. Poz süresinin ve diyafram açıklığının seçimi, fotoğrafı çekilecek konunun türüne göre değişir. Sözgelimi, hareket halindeki bir otomobilin fotoğrafı çekilecekse, titrek bir görüntü elde etmemek için, çok kısa bir poz süresi seçmek gerekir. Filmin üstüne düşen ışığın duyarlı tabakayı etkileyebilmesi için de, diyafram yeterince açılmalıdır.

Ne var ki, diyafram açıldıkça, alan derinliğinin azalacağını unutmamak gerekir. Bu nedenle, poz süresinin ve diyafram açıklığının seçimi kadar, kullanılacak filmin seçimi de önemlidir. Gerçekten, çok "hızlı" bir filmle (sözgelimi 32 DİN'lik) hareket halindeki konuların fotoğrafının çekilebilmesine karşın, açık havada, yaz avlarında ve güneşin en parlak saatlerinde olmadıkça, aynı konuyu daha "yavaş" bir filmle çekmek olanaksızdır.

Işık şiddetini çıplak gözle değerlendirmek, çoğunlukla güç, hattâ olanaksızdır. Bu nedenle, fotoğraf makinelerinde fotoselli bir pozometre kullanılır. Bu aygıt fotoğrafı çekilecek nesnelerden yayılan ışık miktarın çok büyük bir duyarlıkla ölçelebir. Fotoğrafçı, pozometreye bakarak, koşullara en uygun objektif açıklığını, ve poz süresini kolayca anlayabilir. Pozometre bu bilgileri verirken, kullanılacak filmin etkilenme hızını da gösterir. Bu düzenek, ya fotoğraf makinesine yerleşrilir ya da bağımsız bir donanım parçası olarak satılır.

En yalın pozometre, selenyumlu bir fotoselden oluşur; selenyum madeni, üstüne bir ışık demeti düştüğümde elektrik akımı üretebilecek özelliktedir. Gelen ışığın şiddetiyle orantılı olan bu elektrik akımı, bir mikroampermetreyle ölçülür ve mikroampermetreye bağlı bir gösterge, bu ölçümün sonucunu dereceli bir kadran üstünde gösterir. Çok zayıf ışıkta (sözgelimi ay ışığında bile) çalışabilen, son derece duyarlı ve daha karmaşık yapılı pozometreler de vardır.

Amatörler için düşünülmüş fotoğraf makinelerinin çoğunda, pozometre, makinenin içine yerleştirilmiştir ve iyi bir fotoğraf çekmek için gerekli poz süresi ile diyafram açıklığını kendiliğinden ayarlar. Daha pahalı olan "refleks" makinelerdeyse, ışık direnci makinenin içine, objektifin hemen arkasına yerleştirilir; yani ışık ojektifin içinden geçerken ölçülür. Bu sistem hem daha kullanışlı, hem de daha sağlıklıdır; çünkü kullanılan ojektif ister normal, ister geniş açılı, isterse teleobjektif olsun, pozometre, objektiften alınan görüntünün gerçek ışıklılık derecesini ölçer.

Fotoğraf makinesinin yardımcı parçalarından biri olan filtre, objektifin önüne takmak ya da vidalamak için çerçevelenmiş, genellikle ince renkli ve yuvarlak bir cam parçasıdır. Siyah-beyaz fotoğrafçılıkta filtrelerin görevi, bazı renkleri koyulaştırıp, bazılarını açmaktır. Amatörler, genellikle sarı filtre (açık, orta ya da koyu sarı) kullanırlar. Çoğunlukla göğün maviliğini koyulaştırıp (fotoğrafta koyu grimsi bir renk alır), bulutlan daha belirginleştirmek için (böylece daha beyaz görünür) sarı filtreden yararlanılır. Filtre kullanırken dikkat edilecek genel kural şudur: Bir rengin tonunu açmak için aynı renkte bir filtre seçmek, koyulaştırmak içinse bütünleyici renkte bir filtre kullanmak gerekir.

Güneşlik (parasoley), fotoğraf çekildiği anda objektifin üstüne düşerek görüntüyü bozucu yansımalar yapabilecek yabancı ışıklardan korumak için objektifin önüne eklenen, kesik koni biçiminde bir düzenektir. Özellikle, Güneş'e karşı fotoğraf çekilirken, Güneş'ten doğrudan gelecek ışınlardan objektifi korumak için, kesinlikle güneşlik kullanmak gerekir.

Uzun poz süresiyle fotoğraf çekmek gerektiğinde, "üçayak" ya da "sehpa" denilen bir düzenek kullanılır. Bu düzenek, makineye hareketli bir destek sağlayarak, bulanık fotoğraflar çekme olasılığını ortadan kaldırır; uzayıp kısalabilen üç ayak ile, makineyi vidalamaya yarayan bir kafadan oluşur.

Kordonlu deklanşör, içinden metal bir tel geçen ince, küçük bir boru ya da kordondur. Bu kordunun bir ucu makinenin obtüratörüne vidalanır, öbür ucundaysa, fotoğraf çekileceği zaman üstüne basılan küçük bir buton bulunur. Kordonlu deklanşör kullanma, fotoğraf çekileceği anda makinenin üstüne doğrudan bir basınç uygulama ve onu kımıldatma sakıncasını ortadan kaldırır.

Özel koşullarda kullanılan öbür yardımcı donanım parçalan, otomatik deklanşör ve flaştır; otomatik deklanşör, makinelerin çoğunda bulunan ve obtüratörün açılmasını on saniye kadar geciktiren bir tür saat düzeneğidir. Flaş, fotoğraf makinesinin obtüratörüyle tam anlamıyla eşzamanlı olarak çalışır ve obtüratör açıldığı anda parlak bir ışık yayar.

Flaş, çevre ışığının filmi etkilemeye yeterli olmadığı yerlerde fotoğraf çekileceği zaman kullanılır. Kesin zorunluluk olmadıkça, flaş kullanmak öğütlenmez; çünkü, tam karşıdan gelen flaş ışığı, yüz kesiminin kararmasına ve basık çıkmasına yol açar.

Aydınlatma. Fotoğrafı çekilecek nesne üstünde eşdağı-

bir ışık elde etmek için, ışığın nesne üstüne doğrudan gelmemesine özen gösterilmeli ve ışık kaynağı ya da güneş, fotoğrafçının arkasında kalmalıdır. Nesneleri yeterince aydınlatamayan ve çizgileri gereğince belirleyemeyen zayıf bir ışık kaynağı, "basık ve yayvan" bir görüntü verir. Çok güçlü bir ışık kaynağıysa, aşırı gölge oyunlarına yol açacağından, yüzün bütün yapısal özelliklerini bozacak derecede çizgileri derinleştirir. Bu nedenle, fotoğrafa "yumuşak doğal" hava, görüntülere de "güzellik" kazandıran, orta şiddette yaygın ışık yeğ tutulur.

Amatör fotoğrafçı, gölgedeki bir nesne ile çok aydınlık bir nesnenin fotoğrafını aynı anda çekmekten kaçınmalıdır. Çünkü makinesinde yapacağı ayarlama, bu iki nesneden yalnızca birine uygun olacaktır.

Bu kuralın dışında kalan bir tek durum vardır; o da yalnızca uzmanlaşmış fotoğrafçıları ilgilendirir. "Işığa karşı çekim" denilen bu özel işlemde, konu, objektif ile ışık kaynağı arasına yerleştirilir; böylece objektif, kaynaktan yayılan ışığı doğrudan almaz ve fotoğrafı çekilecek konunun gölge konisi içinde kalır.

Çerçeveleme. Bir fotoğraf, objektifin odak uzaklığına bağlı olarak, geniş ya da dar bir görüş alanını alır. Çekilen fotoğrafın başarılı olması, her şeyden önce, görüş

alanının iyi kullanılmasına bağlıdır; fotoğraf makinesi, bu alanı, konuların yeralacağı bir çerçeveyle sınırlandırır.

Objektife yakın olan konulara, "ön plandaki konular" denir. Daha uzak olan konular "ikinci plan"ı, en uzakta kalanlarsa "arka planı" oluşturur.

Ne arka plansız bir ön plan, ne de ön planı olmayan engin görüşlü bir arka plan düşünülebilir. Çerçevelemede en çok yeğlenen konum, ön planın en alt bölüm de kalmasıdır. Ufuk çizgisi de, fotoğrafın toplam yüksekliğinin alttan başlayarak beşte ikisini aşmamalıdır.

Çerçevelemenin önemli sorunlarından biriyle de, hareket halindeki konuların fotoğrafı çekilirken karşılaşılır. Böyle bir fotoğrafta, nesnelerin önünde, yani hareket yönünde, daha geniş boş alanın bulunmasına özen göstermek gerekir. Sözgelimi, hareket halinde fotoğrafı çekilmiş bir otomobilin önünde, arkasındaki boşluktan daha büyük bir boşluk olmalıdır.

Bütün bunların yanında, objektifin görüntüye kesin bir derinlik kazandırdığını da unutmamak gerekir. Fotoğrafta, yakındaki nesneler, uzaktaki nesnelerden daha büyüktür. Bir kulenin fotoğrafı alttan çekildiğinde, yapının alt bölümü çok geniş, üst bölümüyse gerçekte olduğundan çok daha dar gözükecektir. Bu sakıncayı gidermek için, ya konudan yeterince uzaklaşmak ya da fotoğrafı çekilecek nesnenin uç noktalarından eşit uzaklıkta bulunmaya özen göstermek gerekir.

Renkli fotoğrafçılık. İki tür renkli film vardır: Negatif filmler, görüntüyü fotoğraf kartına geçirmede kullanılır; pozitif filmlerse, bir ekran üstüne yansıtılabilen ya da ışığa tutarak görülebilen saydam diyapozitifler verir.

Renkli fotoğraf, siyah-beyaz fotoğrafa oranla, poz verme açısından daha büyük bir titizlik, renklerin bağdaşması yönünden de daha özenli bir seçim ister.

Renkli fotoğrafta, pek çok rengi içeren çerçevelemeden kaçınmak gerekir. Çünkü, renkli filmlerin kaldırabileceği "poz sınırı", siyah-beyaz filmlere oranla daha dardır. Arkasına mavi gökyüzünü alıp gölgede durmuş birinin fotoğrafını çekilirse, en iyi koşullarda bile alınacak sonuç şu ikisinden biridir: Ön plandaki kişinin iyi bir görüntü vermesine karşılık, arkasındaki gökyüzü, çok ışık aldığından soluk ve ölgün çıkacaktır; gökyüzünün yeterince ışık almış, masmavi ve iyi olmasına karşılık, ön plandaki kişi, az ışık aldığından çok kararacak ve yüz çizgileri güç seçilebilecektir.

Renkli fotoğraf çekerken göz önünde bulundurulması gereken çok önemli bir nokta da, konuyu aydınlatan ışığın niteliğidir. Daha önce de söylendiği gibi, iki tür renkli film vardır: "Negatif filmler"; "diyapozitif filmler". Amatörler için yapılmış negatif filmler, hem gün ışığında, hem yapay ışıkta kullanılabilir.

Diyapozitifler içinse, gün ışığında ayrı, yapay ışıkta ayrı filmler kullanılır; daha doğrusu, bu tür filmler, ya gün ışığına göre ya da fotoğrafçılıkta kullanılan akkor lambaların kırmızımsı ışığına göre ayarlanmıştır.

Doğal renkler elde etmek için fotoğrafçılar, konuyu aydınlatan ışığın niteliğini ölçen bir termokalorimetre kullanırlar. Işık, kullanılan filmin gerektirdiği ışığa uymuyorsa, konuyu aydınlatan ışık ile film arasında renk dengesini sağlamak için, objektife renk düzeltici filtreler takılır.

Açık havada renkli fotoğraf çekmekle yetinecek bir amatörün, şu iki noktayı bilmesi gerekir: Gündoğumundan hemen sonra ve günbatımından hemen önce ışık, daha "sıcak" ve kırmızıya yakın olur; buna karşılık, gölgede ve kapalı havada, daha "soğuk"tur ve maviye çalar.

Ayrıca, çok geniş ve renkli alanlar, fotoğrafın renk yapısını etkileyebilir. Sözgelimi, yeşil boyalı bir duvarın önünde bir portre çekiliyorsa, duvarın rengi kişinin yüzüne yansıyabilir.

Fotoğraf çekildiği anda bütün bu sakıncaları sezilemez: Çünkü insan gözü, öznel bir görüşle bakar ve renk duyarlığını farklı aydınlatma koşullarına bir dereceye kadar uyarlayabilir. Sözgelimi, açıkhavada, gölgeli bir kesimin güneşli bir kesimden daha karanlık olduğu görülür; ama gölgeli kesimdeki ışığın daha mavimsi olduğu çok güç fark edilir: Oysa fotoğraf filmi, bu renk ve ışık değişikliklerini tam anlamıyla nesnel olarak kaydeder.

Açımlama (developman) ve baskı (tab). Fotoğraf çekildikten sonra görüntülerin çıplak gözle görülmesi için, filmin kimyasal bir işlemden geçmesi gerekir. Bu işlemde film, iki ayrı banyoda yıkanır. "Açımlama banyosu" ya da eski adıyla "izhar banyosu" denilen ilk banyoda, filmin ışık almış kesimlerinde gümüş tuzları kararır; renkli filmlerdeyse, emülsiyon tabakaları, etkilendikleri ışığın rengine göre değişik tonlara dönüşür.

Saptama (ya da eski deyimiyle tespit) banyosunda, görüntüler oluşur ve film, artık ışıktan etkilenmez. Açımlama (developman) işleminden sonra, film negatif fotoğraf haline dönüşür ve fotoğraf kâğıdına (kartına) baskı yapılarak, bu negatiften pozitif fotoğraf elde edilir.

Fotoğraf kâğıdı, yukarda belirtilen filmden pek farklı olmayan, son derece duyarlı bir yüzeydir. Yalnız, fotoğraf kâğıdında jelatin tabakasını taşıyan şey, destek filmde olduğu gibi saydam bir madde değil, kartondur. Negatiften kâğıda baskı ya da çoğaltma işlemi, ya kontak kopya yöntemiyle, ya da agrandisörle yapılır.

Kontak kopya yöntemiyle elde edilen fotoğraflar, negatiflerle aynı büyüklüktedir. İkinci yöntemdeyse, negatif, "agrandisör" denilen bir aygıta yerleştirilir ve görüntü, fotoğraf kâğıdına istenilen büyüklükte düşürülür. Gerek kontak kopyayla, gerek agrandisörle yapılan çoğaltmada, ışığa tutma süresi iyi ayarlanmalıdır. Bu işlemlerden sonra, görüntüyü taşıyan fotoğraf kâğıdı, özel açımlama (developman) ve saptama (tespit) banyolarında yıkanır.

Özel teknikler: Kızılaltı. İnsan gözünün algılayamadığı kızılaltı ışınlarına duyarlı, özel siyah-beyaz ve renkli filmler vardır. Fotoğrafçılık tekniğinde belli bir ustalık ve deneyim kazanmış kişi, hiç değilse bir kez bu filmler deneyebilir; bilimsel ya da özel amaçlı kullanımlar için düşünülmüş bu filmler, amatör fotoğrafçılıkta çok değişik ve gerçeküstü sonuçlar verir.

Yakın çekim fotoğraf. Bu teknikle, son derece ilgi çek d ve değişik yorumlara açık sonuçlar alınabilir. Böceklerin, çiçeklerin, çok küçük nesnelerin birkaç santimetre uzaktan fotoğrafları çekildiğinde, en küçük ayrıntılar göz önüne serilir. Ancak, böylesine yakından fotoğraf çekmek çok güçtür. Çünkü, netlik ayarının çok titizce yapılması gerekir ve "refleks" makine kullanılmıyorsa, onunun çerçevelenmesi büyük bir sorun olur.

Işığın yönünü ve poz süresini seçmek de ayrı bir sorundur. bu tür fotoğraflar çekmek için özel objektifler kullanılır; ama objektifin önüne takılan ek merceklede de aynı sonuç alınabilir.

Stereoskopik ya da kabartma fotoğraf. Bazı özel fotoğraf makinelerinde, iki göz arasındaki uzaklığa eşit aralıkla yerleştirilmiş iki objektif bulunur. Nesnelerin üç boyutlu görülmesine, iki gözün bunları farklı açılar altında algılaması yol açar. Stereoskopik fotoğraf maki neleri, iki objektifiyle, iki göz gibi, iki ayrı görüş noktasından aynı nesnenin aynı anda iki görüntüsünü alır. Böyle bir makineyle çekilen fotoğraf (genellikle diyapozitiftir), "stereoskop" denilen özel bir dürbüne takıldığında, sağ göz sağdaki objektifin çektiği fotoğrafı, sol göz de soldaki objektifin çektiği fotoğrafı görür. Böylece stereoskopik, yani kabartma görüntü elde edilir.

Polaroyit makineler. Çeşitli modelleri bulunan polaroyit makinelerle, siyah-beyaz fotoğraflar 60 saniyeden önce, renkli fotoğraflarsa birkaç dakikada basılmış olarak elde edilebilir. Bu makinelerde, film yerine fotoğraf kâğıdı kullanılır. Poz verildikten sonra açımlama (developman) işlemi, kâğıt makineden çıkarılırken kendiliğinden gerçekleşir: Kâğıt, iki silindirin arasından geçerken, bu silindirler açımlayıcı sıvı taşıyan küçük bir depoyu ezer ve sıvının, fotoğrafın her yanına yayılmasını sağlar. Kâğıdın üstündeki koruyucu kılıf çıkarıldığı anda, fotoğraf hazırdır. Ayrıca, mikroskoplara ya da teleskoplara takılabilen küçük boyutlu fotoğraf makineleri vardır; bunlar, yalnızca bilginlerin tanıdığı değişik bir dünyanın çok büyütülmüş görüntülerini elde etme olanağı verir.

Günden güne gelişen bir tekniğin ürünü olan fotoğrafçılık, bu tekniğin yanı sıra (hattâ ötesinde), büyük ustalarıyla gerçek bir sanat dalıdır.