Gerçekçilik
Gerçekçilik ya da Realizm, gerçeği olduğu gibi yansıtmayı amaçlayan bir edebiyat ve sanat akımıdır. Felsefe alanında ise varlığın kendini algılayan insan bilincinden bağımsız ve nesnel olarak var olduğunu ileri süren görüşe bu ad verilir. Gerçekçilik bu yönden İdealizm diye adlandırılan görüşün karşıtıdır.
Edebiyat ve Sanatta Gerçekçilik
Her çağda gerçeği olduğu gibi yansıtmayı amaçlayan sanatçılar olmakla birlikte 19. yüzyılın sonlarında bu amaçlarına bir sanat anlayışı niteliği kazandıran çeşitli dallardan sanatçılar Gerçekçilik Akım'nı oluşturdular. Sonradan Doğalcılık Akımı'nı da etkileyen Gerçekçilik’in Avrupa’da ortaya çıkışında deneysel bilimlerin gelişmesinin büyük etkisi oldu. Bilimin olayları gözlemleyerek, bu olaylara neden olan, onları oluşturan yasaları bulma yöntemi, edebiyat ve sanata da uyarlandı ve sanatta Gerçekçilik Akımı ortaya çıktı. Gerçekçilik, Romantizm Akımı’na karşıt bir yöntem öneriyordu; Romantizmin gerçeği süsleyip olduğundan başka türlü göstermesine ve duygusallığa bir tepkiyi içeriyordu. Gerçekçilik Akımı’nı benimseyen sanatçılar yaşamdaki olayları, olguları önyargısız bir biçimde, nasıllarsa öyle yansıtmayı amaçladılar.
Gerçekçilik Akımı’nın edebiyattaki öncüleri Honore de Balzac, Gustave Flaubert, Emile Zola, Stendhal gibi romancılardır. Bu yazarlardan önce de edebiyat adamları Gerçekçilik’in özlerini taşıyan örnekler vermişti. Örneğin Shakespeare’in bazı yapıtlarında günlük yaşamın ayrıntılı betimlemeleri vardır. Ama sanata bir yaklaşım yöntemi olarak ilk kez söz konusu sanaçılarla ortaya atıldı. Stendhal’in şu ünlü sözü Gerçekçilik’in ortaya çıktığı dönemdeki algılanışını çok güzel anlatmaktadır: “Roman dediğin, uzun bir yol üzerinde dolaştırılan bir aynadır. Bir bakarsın göklerin maviliğini, bir bakarsın yolun irili ufaklı çukurlarda birikmiş çamurunu görürsün”.
Gerçekçilik konusu, Gustave Flaubert’in Madame Bovary (1857) romanı yayımlandıktan sonra, yoğun tartışmalara yol açtı. Madame Bovary ahlaka aykırı bulunduğu için yargılandı. Yazarın ve öbür yazarların dava sürerken yazdığı yazılar, Gerçekçilik’in bir akım olarak oluşmasında önemli etken oldu. Flaubert romanını savunurken, olayları kendisine göründüğü gibi yazmanın bir yazarlık sorumluluğu olduğuna işaret etti.
Gerçekçilik öbür sanat dallarında da çok geçmeden yankısını buldu. Bu akımın resimdeki ilk temsilcisi Gustave Courbet’tir. Ressam, Taş Kıranlar (1849) ve Sanatçının Atölyesi (1855) adlı tablolarında seçtiği belirli görünüşleri bütün ayrıntılarıyla resmetti. Courbet 1854’te resknde Gerçekçilik Akımı’nı başlatan bir de bildirge kaleme aldı. Bildirgede, sanatın insanı zihinsel açıdan geliştirecek bir uyarıcı olması gerektiğini savundu.
19. yüzyılda Gerçekçiler, gözleme çok önem verdiler. Bazı yazarlar, yazacakları konularda araştırma yaptıktan sonra yazma yolunu benimsedi. Bu yöntem daha sonra Doğalcılık (Natüralizm) Akımı’nda da geçerliliğini korudu. Yazarlar, günlük gözlemlerini not ederler, gerektiğinde belgelere başvururlar, bilimsel bir yöntemle elde ettikleri bu bilgileri yapıtlarında kullanırlardı. Gerçekçiler, daha çok toplumsal olaylara ilgi duydular. İnsanın kişiliğinin oluşmasında çevrenin etkisinin çok önemli olduğunu düşünerek, çevre, doğa ve yaşam biçimlerinin betimlemelerine geniş yer verdiler. Romantizm’in tersine, bu betimlemeleri yapıtlarını süslemek için değil, gerçeği bütün yönleriyle yansıtmak için yapmaya özen gösterdiler. Gerçekçi yazarlar yapıtlarında kendi yargı ve yorumlarına yer vermemeye, anlattıkları olaylar ve kişilerle okuyucuyu baş başa bırakmaya dikkat ettiler.
Gerçekçilik 20. yüzyılda çeşitli yorumlarla yeni sanat akımlarının doğmasına da yol açtı. 1917 Ekim Devrimi’nin etkisiyle Gerçekçilik yeni bir yorum kazandı ve Toplumcu Gerçekçilik adını aldı. Toplumcu Gerçekçilik, çalışan, yoksul kitlelerin dünyalarını ve çıkarlarını ön planda tuttu. Bu düşünce güçlü bir akım olarak dünya yazarlarını etkiledi. SSCB’de bu akımın öncüsü ve başarılı yazarı Maksim Gorki oldu.
Türkiye’de Gerçekçilik Akımı Tanzimat edebiyatı ile başladı. Samipaşazade Sezai’nin romanı Sergüzeşt (1889), İstanbul konaklarında esir kadınların yaşamını yer yer gerçekçi bir yöntemle betimliyordu. Ama ilk gerçekçi yapıt Nabizade Nazım’ın Karabibik (1890) adlı uzun öyküsüdür. Karabibik'te köy gerçeğini o güne kadar alışılmamış bir açıklıkla anlatıyordu. Gerçekçilik’i bir düşün akımı olarak Beşir Fuad savundu. Daha sonra Türk edebiyatının en güçlü akımı olan Gerçekçilik’i ve Toplumcu Gerçekçilik’i çok sayıda yazar benimsedi. Nâzım Hikmet, Haşan İzzettin Dinamo, Rıfat İlgaz, A. Kadir, Ömer Faruk Toprak şiir alanında; Sabahattin Ali, Reşat Enis Aygen, Samim Kocagöz, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt öykü ve roman alanında bu görüşleri benimseyerek ürün veren yazarlardır.