Hollanda sanatı ve mimarlığı
Hollanda sanatı ve mimarlığı, Hollanda'da İspanya'dan bağımsızlığını kazanmasından (1581) sonraki dönemde üretilen sanat yapıtlarını belirten terim. 1560 yıllarının ortalarından, Hollanda ayaklanmasının başlangıcına kadar, Felemenk'in kuzey eyaletlerinin (günümüzdeki Hollanda) sanatı, güneydeki Flaman (Flandre) ve Wallon eyaletleri (günümüzdeki Belçika) sanatından büyük ölçüde etkilenmiş, tam anlamıyla Hollanda'ya özgü bir sanat geleneği, ancak
XVI. ve XVII. yy larda ortaya çıkmıştır. Hollanda sanatı ve mimarlığının altın çağı olarak kabul edilen XVI. yy.- XVII. yy. arasındaysa, Frans Hals, Rembrandt ve Jan Vermeer gibi HollandalI sanatçılar Avrupa sanatının başyapıtlarını üretmişlerdir.
XV. YÜZYIL SONU VE XVI. YÜZYIL
Bütünüyle Hollanda'ya özgü bir resim üslubunun ilk belirtileri XV. yy. sonu ile XVI. yy. başında ortaya çıktı. Dirk Bouts ve Gerard David gibi önde gelen Hollandalı ustaların, Flandre sanatının etkilerini hâlâ büyük ölçüde yansıtmalarına karşın, Haarlem, Utrecht ve Amsterdam gibi kuzey eyaletlerinin sanat okullarında özgün, yerli bir sanat kişiliğinin belirtileri görülmeye başlandı. Haarlemli sanatçıların en önemlilerinden Geertgen Tot Sint Jans'ın üslubu da Flandre geleneğinden Rogier van der Weyden ve Hugo van der Goes gibi sanatçıların etkisini taşımakla birlikte, kompozisyona getirdiği yeni bir soluk ve yüceliğin, görkemin yanı sıra, portrelerindeki ayrıntı bolluğu ve özgünlüğü, Hollanda sanatının temel özelliklerini başlattı. Gene başlangıç dönemi ustalarından Hieronymus Bosch'un, cehennemde insan acılarını yoğun biçimde yansıtan resimleri, derin dinsel etkiler taşımalarına karşın, fanteziye ve düşgücüne ağırlık vermeleriyle, birçok XVI. yy. Flaman sanatçısına, özellikle de "Yaşlı" Pieter Bruegel'e esin kaynağı oldu.
İtalyan sanatı da Hollanda sanatını derinlemesine ve kalıcı biçimde etkiledi; bu etki yalnızca eski Roma döneminden kalma anıtlarla değil, Roma kentindeki çeşitli uluslardan sanatçıların oluşturduğu öncü sanat üslupları sayesinde de gerçekleşti. İkinci kuşak HollandalI sanatçıların çoğu, 1520 ve 1530 yıllarında Roma'ya yolculuklar yaparak, ülkelerine klasik motiflerden ve Italyan manierismo üslubunun dinamik, esnek biçimlerinden etkilenerek döndüler. İtalyan sanatına duyulan bu yeni hayranlığı başlatan sanatçılar Jan van Scorel ve Maerten van Heemskerck'ti. Ayrıca, Roma etkisinin yanı sıra, gelişen dokuma sanayisiyle ön plana çıkan Leiden sanatı da, Cornelis Engelbrechtsz (1468-1533), özellikle de Lucas van Leyden gibi birçok yetenekli sanatçıyı etkiledi. Lucas, önemli bir ressam olmakla birlikte, gerçek yeteneğini, olağanüstü güzellikteki taşbasmalarında, ofortlarında (yedirmebaskı), ağaçbasmalarında gösterdi: Gravür kalemini kullanmada gösterdiği rahatlık ve ustalığa onun dışında ancak Alman sanatçısı Albrecht Dürer'in gravürlerinde rastlanır.
XVI. yy. sonu Hollanda manierismocu resminin başlıca merkezleri Haarlem ve Utrecht'ti. Haarlemli üç sanatçı (üretken gravür sanatçısı Hendrik Goltzius, Carel van Mander ve Cornelis van Haarlem), Hollanda'daki ilk sanat akademisini kurdular. Utrecht'te Abraham Bloemaert (1564-1651), birçok öğrencisiyle manierismo üslubunun sınırsız, görkemli bir biçimini yarattı ve aşırı ilgi uyandıran bu yeni üslup, XVII. yy. başına kadar ülke sanatçılarının çoğunu etkiledi.
XVII. YÜZYIL ALTIN ÇAĞI
Hollanda, ekonomi, siyaset ve kültür açısından altın çağını XVII. yy'da yaşadı. Dönemin başında Kuzey Avrupa'nın büyük bölümü Otuzyıl Savaşları (1618-48) sonucunda yerle bir olduysa da, Felemenk (özellikle de etkin ili Hollanda ve merkezi Amsterdam) güçlü donanmasıyla, savaşın getirdiği yıkımdan kendini korumayı başardı. Batı Avrupa'nın birçok ülkesi için Amsterdam, bir finans, deniz taşımacılığı ve hizmet merkezi haline geldi; sanatçılar da, zenginleşen sınıfların siparişlerini karşılamak için kente aktılar. Bu arada, mimarlıkta da büyük bir gelişme oldu; Amsterdam'da ve öbür Hollanda kentlerinde zarif kamu yapıları, burjuva konakları yükseldi. Buna paralel olarak, din ve düşünce alanında büyük bir hoşgörü ortamı yaratılması, sanatta bir özgürlleşmeye ve deneysel akımların ortaya çıkmasına yol açtı. Önce ülke çapında, daha sonra ayrı ayrı kentlerin içinde bir sanat okulu ve üslup çeşitliliği doğdu. Kilise ve soylu sınıfın yanı sıra, tüccarlar sanatçılara yoğun siparişler vermeye başladılar. Böylece, burjuva sınıfının, bildiği gündelik yaşamı ve yeni elde ettiği zenginliğin ele geçirme olanağı verdiği nesneleri, eşyaları yansıtan resimler istemesiyle, natürmortlardan, tüccar portrelerine, aile resimlerinden, siyaset ve din önderlerinin resimlerine, kent görünümlerinden manzara resimlerine, meyhaneleri, ahırları, gündelik ev içi sahnelerini yansıtan resimlere kadar büyük bir konu çeşitliliği yaşandı. Resim. XVII. yy'ın ilk yıllarında Haarlem'de Frans Hals, erken dönem Hollanda sanatında ikincil bir tür sayılan insan resmini (gece devriye birliklerinin, ticaret şirketleri ve esnaf loncaları yöneticilerinin resimleri), birincil bir tür haline getirdi. Bir düzineden çok insanın, sözgelimi bir masa çevresinde, belirli bir dinamiğin içinde yansıtıldığı, birçok kişiden oluşan büyük topluluk resimlerinde (Düşkünlerevi Yöneticileri, vb.) genellikle güçlü, sağlıklı taşra eşrafından kişileri bütün canlılığıyla yansıttı. Olağanüstü özgünlükte etkileyici üslubunun dolaysızlığı ve barok tazeliği, Hollanda'da manierismocu resmin sonunu vurgularken, kardeşi Direk Hals, Adriaen van Ostade ve Flaman köy ressamı Adriaen Brouwer gibi kendisinden sonraki ressamları da önemli ölçüde etkiledi.
Grup portreleriyle aynı zaman dilimi içinde, Haarlem, Leiden ve Lahey'de yeni ve son derece başarılı bir manzara resmi üslubu doğdu; sanatçılar olağanüstü bir duyarlılıkla Hollanda görünümlerini canlandırdılar. Esaias van de Velde (1590-1630), Salomon van Ruisdael, özellikle de Jan van Goyen, 1620 yıllarında Hollanda'nın engebesiz topraklarını, dümdüz kanallarını ilk bakışta bir büyük ustanın elinden çıktığı anlaşılacak bir üslupla işlediler; resimleri yalnızca tanıdık, bildik manzaraları aktarmakla kalmıyor, yüksek bulutları, güneşin değişken ışığının etkilerini, Hollanda kırlarının tipik özelliği olan puslu havayı yansıtıyordu. Manzara resmine paralel olarak gelişen ikinci bir tür de, 1645-75'te doruğuna ulaşan deniz manzaralarıydı. Başlıca deniz ressamları arasında, ışığa boğulmuş manzaralarıyla tanınan Aelbert Cuyp, Hendrick Dubbels (1620-76); Villem van de Velde (1611-93) ve Simon de Vilieger (1600-53) sayılabilir.
Utrecht okulunun önde gelen sanatçıları, özellikle de Gerrit van Honthorst ve Hendrick Terbrugghen, kendilerinden önceki ressamlar gibi Roma'ya çeşitli yolculuklar yapmışlar ve Michelangelo, Merisi da Cara-vaggio, vb. sanatçıların ruhsal öğelerle içli dışlı gerçekçiliklerinin yanı sıra, etkileyici ışık ve gölge oyunlarından da önemli ölçüde etkilenmişlerdi. Aynı gelenek, XVII. yy'ın üçte biri süresince Hollanda resmine egemen olan ve gelmiş geçmiş en büyük ressamlardan biri sayılan Rembrandt'ı bile etkiledi. Bu büyük dehadan günümüze kalan 2 000-3 000 kadar yağlıboya, baskı ve desen, sanatçının kendi portresinden aile üyelerinin, siyahların, yahudilerin portrelerine, develer, filler, aslanlar, vb. hayvanlardan mimarlık yapılarına, kent görüntülerine ve manzara resimlerine kadar, gözlemlediği gündelik yaşamdaki her şeyin resmini yapma eğilimini yansıtmaktadır.
Rembrandt'ın 1620 -1630 arasında gerçekleştirdiği erken dönem resimlerinde, Caravaggio ile onu izleyen öbür Romalı sanatçılardan etkilenen HollandalI sanatçılar aracılığıyla tanıyarak benimsediği, olağanüstü bir barok dinamizm, enerji, şiddet vardır. Sanatçının barok dönemin son bölümü yapıtlarının havasını en iyi canlandıran yapıtı, Gece Devriyesi (1642; Rijksmuseum, Amsterdam) adıyla tanınan Amsterdam'daki devriyeleri yansıtan grup portresidir.
Olgunluk dönemi olan 1640 yılları sonlarında Rembrandt, İtalyan Rönesansı'nın büyük ilk örneklerinden esinlendiği düşünülen daha sakin, daha klasik bir üslup geliştirmiştir. Yapıtlarında yeni ortaya çıkan bu rahatlık ve içgözlemi en iyi yansıtan ürünlerden biri, İsa'nın cüzamlı bir hastayı iyileştirmesini konu alan ve Yüzüncü Lonca Baskısı (y. 1650) adıyla tanınan ünlü gravürüdür. Sanatçının yaşlılık dönemi olan 1660 yıllarından kalma yapıtlarındaysa, biçimde ve anlatımda anıtsal bir yalınlaşma eğilimi ağır basar; figürlerdeki hareket artık daha denetimlidir; hareket halindeki kişiler sanki gölgeler denizinde yüzer gibidir; bu dönemin en güzel örneği, Yahudi Nişanlı (y. 1668; Rijksmuseum, Hollanda) adlı yapıtıdır.
Rembrandt birçok öğrenci yetiştirmiştir; bunların en seçkinleri, ustalarının etkisini kişisel üslupları içinde eritmeyi başaran Gerard Douu, Nicolaes Maes, Ferdinand Bol (1616-80), Carel Fabritius (1622-54), Govert Flinck (1615-60) ve Aert de Gelder'dir (1645-1727).
Hollanda sanatının "altın çağı"nm son dönemi olan 1660 yıllarındaki en önemli gelişme, Jacob van Ruisdael'in usta işi tuvallerinde iyice belirginleşen, manzara betimlemelerindeki yeni bir anıtsallığın yanı sıra, şık hanımlar ve eşlerinin görkemli malikânelerin avlularında, salonlarında yatak odalarında görüntülendiği, küçük boyutlu günlük yaşam resimleridir. Ev içi sahnelerinin bu ağırbaşlı, görkemli görüntüleri, Hollanda'nın giderek zenginleşmesini (dönemin Hollanda'sı, Yeni Dünya'dan Batı Afrika'ya, günümüzdeki Endonezya'ya kadar uzanan geniş bir ticaret imparatorluğuydu) de yansıtır. Bu türün büyük ustaları arasında, Pieter de Hooch, Gerard Ter Borch, özellikle de Jan Vermeer sayılabilir. Delft okulunun başlıca temsilcisi olan Vermeer, sanatını kadınlar dünyasında yoğunlaştırarak olağanüstü bir incelik ve bir ayrıntı işçiliği sergilemiş, gündelik işlerinin başında görüntülediği genç, şık giyimli kadın resimleriyle gündelik, olağan işleri ölümsüzleştirmiş, bedensel ile ruhsalı, kalıcı ile gelip geçici olanı kusursuz bir denge içinde bütünleştirmeyi başarmıştır.
Hollandalı sanatçıların ev içi yaşamına karşı ilgilerini, görkemli natürmortlar, özellikle de bütün güzelliğiyle betimlenen çiçek demetleri, çeşitli meyveler, sofra ve sofra takımları, kitap ve kitaplık betimlemeleri de yansıtır. Çiçek temalı natürmort geleneği, bağımsız bir tür olarak XVI. yy. ortasında doğmuş, bununla birlikte en güzel Hollanda natürmortları ancak, XVII. yy'ın ikinci yarısında yapılmıştır. Bu dönemin önde gelen natürmort ustaları Willem Kalff, Abraham van Beyeren (1620-90) ve Jan Davidsz de Heem'dir (1606-83). Doğa yaşamı sahnelerinin başlıca ressamıysa Melchior d'Hondecoeter'dir.
Mimarlık. XVII. yy. öncesi Hollanda mimarlığının en temel özelliğinin kent planlamacılığı olduğu söylenebilir. Ren ırmağı deltasının bir parçası olan Batı Hollanda'nın büyük bölümü, deniz düzeyinin altında bataklık bir arazi olduğundan, su kıyılarında, doldurulmuş topraklar üstünde çeşitli boyutlarda birçok yapı yükselmiştir. En eski Hollanda kentlerinden biri olan Utrecht'in çekirdeği aslında, Ren'in kollarından biri üstünde kurulmuş bir Roma kalesidir. Amsterdam, Amstel ırmağının tahkim edilmiş kıyılarında XIII. yy'da küçük bir yerleşme merkezi olarak kurulmuş, eklenen bentler ve yığma toprak bölümlerle ırmak içlerine doğru genişletilmiştir. Doldurulmuş topraklar üstünde kurulan yerleşme merkezlerinin yanı sıra, Leiden gibi bazı kentler, başlangıçta arazinin yüksekçe bir noktasında yapılmış bir hisar çevresinde kurulmuşken, sonraki evrelerde, burcht denen bu tahkim edilmiş noktadan başlayarak doldurulan topraklar üstünde genişlemişlerdir. Ülkede, Utrecht katedrali gibi geç gotik dönem mimarlığının zarif örnekleri bulunmakla birlikte, Hollanda'ya özgü bir mimarlık üslubu, ancak XVI. yy. sonlarında ortaya çıkmıştır. XVII. yy'ın ilk döneminin başlıca mimarı Lieven de Key'dir (1560-1627). Haarlem'de yaptığı mezbaha ve et ürünleri hali (1602-03), Fransız manierismoculuğundan esinlendiği sanılan alçak kuleler, çıkıntılar biçiminde boğa başları gibi süsleme öğelerinin renkli bir karışımıdır. Yüzyılın ilk çeyreğinde mimar Hendrik de Keyser, heybetli, çok cepheli kilise kuleleriyle Amsterdam kentinin görünümünü değiştirmiş ve sonraki yıllarda İngiliz mimarı SirChristopherWren'in Londra'da gerçekleştirdiği yapıları etkilemiştir.
XVII. yy. ortasında Hollanda mimarlığında bir klasik tepki dönemi başlamış, bu akımın başlıca örneklerinden biri, Jacob van Campen'in Orange prensi için gerçekleştirdiği, geniş cepheli, üçgen başlıklı zarif sütunlarıyla Mauritshuis konağı (1633, Lahey) olmuştur. Gene van Campen'in günümüzde Krallık sarayı olarak kullanılan Amsterdam (Belediye sarayıysa (yapımına 1648'de başlandı), XVII. yy. Hollanda sanatının en önemli yapıtıdır. İtalyan mimarı Palladio etkisindeki yeni eğilimleriyse, Justus Vingboons (1621'e d.-98), Amsterdamlı Trippenhuis tüccar ailesinin konağında (1662) yansıtmıştır.
Heykelcilik ve el sanatları. Ülke balkının akaçlama ve toprak kazanma çalışmaları öncesinde Batı Hollanda'nın büyük ölçüde bataklık ve kumluk olması, sanatçıların taş ve ağaç kullanımını geciktirmiş, bunun sonucunda heykelcilik, resim ya da gravür kadar gelişmemiştir. Hollanda heykelciliği ancak XVII. yy'da, özellikle mimar Hendrik de Keyser'in yapıtlarıyla gelişmeye başlamıştır. De Keyser'in başlıca heykelcilik yapıtı, Sessiz Willem'in (Willem I) anıtmezarıdır.(1618'e d., Yeni Kilise, Delft); öldürülen prensin kabartmasının yer aldığı lahit, tunç ve mermer figürlerle süslenmiştir.
Gümüş ve altın işçiliği gibi el sanatları, heykelcilerin başka bir anlatım aracı olmuş, Utrechtli Adam (van Vianen (1569'a d.-1627) ve Paulus van Vianen'in (1565'e d.-l 613) manierismocu süslerle bezeli levhalarını ve arabesklerle süslü armaların yer aldığı ibriklerini, yüzyılın ortasında Rembrandt'ın Amsterdamlı dostu barok dönem gümüşçü ustası Johannes Lutma'nın (1587'ye d.-1669)|doğal biçimleri izlemiştir.|XVI.,XVII. yy.sonları boyunca, Delft'te ve Hollanda'nın başka yörelerinde, çiçek, vb. doğal motiflerle süslü zarif çiniler, porselenler üretimi büyük ölçüde gelişmiştir.
XVIII. YÜZYILDAN GÜNÜMÜZE
Hollanda'nın siyasal gücü XVIII. yy'da İngiltere ve Fransa tarafından gölgelenince, ülke ekonomisi de bir durgunluk dönemine girmiş, bu dönemin sanatına da, Fransız sanatı damgasını vurmuştur. Gündelik yaşam ressamı Cornelis Troost'un (1697-1750) dönemin tiyatrolarından, tiyatro kulislerinden sahneleri, Jacob de Wit'in (1695-1754) olağanüstü güzellikte rokoko üslubunda tavan ve duvar süsleri, hem esin kaynakları, hem de üslupları açısından, Hollandalı olmaktan çok, Fransız yapıtlarıdır.
XVIII. yy. Hollanda mimarlığı da dönemin Fransız mimarlık üslubundan kaynaklanır. Yüzyıl başında Hollanda mimarlık ve süslemeciliğinin en incelikli sanatçısı, bir Fransız olan Daniel Marot'dur; Marot'nun cephe ve iç süslemeleri, Hollandalı sanatçıları büyük ölçüde etkilemiştir.
Hollandalı ressamların, özellikle de Amsterdam ve Lahey okulları ressamlarının XVII. yy'a özgü sanatsal güç ve özgürlüğe yeniden kavuşmaları, ancak XIX. yy 'ın ikinci yarısında gerçekleşmiştir. Bu dönemin günlük yaşam sahnelerini işleyen ressamları arasında, baskı altındaki köylülerin dehşetli yoksulluğunu yansıtan Josef İsraels ile Amsterdam sokaklarındaki ve kanallarındaki günlük yaşamdan güçlü kesitler yansıtan G.H. Breitner(1857-1923) sayılabilir. Hollanda'da izlenimciliğin öncüsü sayılan Johann Barthold Jongkind'in doğanın, gizemli güzelliğini yansıtan üslubu, Fransız Barbizon okulunun izlerini taşır. XIX. yy. sonunun en büyük sanatçısıysa kuşkusuz Vincent van Gogh'tur. Van Gogh'un izlenimciliğin ve izlenimcilik sonrası dönemin izlerini taşıyan üslubu, Hollandalı olmaktan çok Fransız olmakla birlikte, ağırlıklı olarak köylüleri konu alan Patates Yiyenler (1885, Vincent van Gogh müzesi, Amsterdam), vb. gençlik resimleri, bir naifliğin yanı sıra, olağanüstü dışavurumcu bir özellik taşır ve kuzey mirasının etkisini yansıtır.
Büyük ölçüde Hollanda kökenli olan XX. yy. sanat akımlarının en ilgi çekicilerinden De Stijl, yüzyılın ilk yirmi-otuz yılı içinde en parlak dönemini yaşamıştır. Açık, belirgin düz çizgileri, hacimleri ve iç dokusuyla bu üslubun mimarlık, heykel ve resme yansıması, Ludwig Mies van der Rohe, Le Corbusier ve Bauhaus'un 1920 yıllarında geliştirdikleri makinesel estetikle yakından bağıntılıdır. Dönemin önde gelen ressamı ve De Stijl hareketinin Theo van Doesburg'la birlikte kurucusu, Piet Mondrian'dır. Sanatçının bir siyah çerçeve içinde, beyaz dikdörtgenler arasına serpiştirilmiş dengeli küçük renk lekelerinden oluşan ve klasik bir yalınlığı yansıtan soyutlamaları, çağdaş sanatın en başarılı yapıtlarından sayılmaktadır. J. J. P. Oud ve Gerrit Rietveld gibi De Stijl mimarlarıysa, düz süssüz mekânları ve yalın biçimlerin yapmacıksız bir biçimde bütünleşmesine dayanan çağdaş yapı tasarımlarıyla, uluslararası ün kazanmışlardır.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Hollanda'da soyut dışavurumculuktan büyük ölçüde etkilenen çok farklı bir sanatçı topluluğu ortaya çıkmıştır. Cobra akımının öncü ressamlarından Karel Appel, çarpıtılmış biçimleri, çarpıcı renkleri ve güçlü fırça darbeleriyle, savaşın acılarını ve dehşetini büyük bir başarıyla yansıtmıştır. Hollanda'da Maurits Corneille Escher, dönüştürülmüş biçimlerin ustalıklı yan yana getirilmesiyle gerçekleştirdiği gravürleriyle ün salmıştır. 1960-1980 yıllarının öbür önemli Hollandalı sanatçıları arasında| Jan Dibbets, P ter Struycken, Ger Van Elk ve Carel Visser sayılabilir.