Japonya
Büyük Okyanus’un kuzeyinde, bir adalar ülkesidir. Asya kıyısından, Japon Denizi ile ayrılır. Japonya’yı oluşturan adalar zincirinin güneybatı ucu, Kore’den yaklaşık 175 km, Çin’den de yaklaşık 800 km uzaklıktadır. En kuzeydeki Japon adasının, SSCB’nin Sibirya kıyılarına uzaklığı 300 kilometreden azdır.
Japonya, dört büyük ve yüzlerce küçük adadan oluşmuştur. Bunlardan en büyük ve en önemli olanı Honşu (Hondo) Adası’dır. Japonya’nın Tokyo, Yokohama, Nagoya, Osaka, Kyoto ve Kobe gibi başlıca önemli kentleri Honşu’nun güneyinde yer alır.
Honşu’dan, Japon İç Denizi ile ayrılan Şikoku Adası, başlıca pirinç üretim bölgelerinden biridir. Honşu’nun güneybatısında, dar bir boğazın karşı yakasında, Japonlar’ın ilk yerleştikleri ada olan, Kiyuşiyu Adası uzanır. Honşu’nun kuzeyinde, iklimi çok daha soğuk ve nüfusu az olan Hokkaido Adası yer alır.
Japonya bir dağlar ve kıyılar ülkesidir. Dar vadilerden yükselen sarp dağları vardır. Bu dağların, en yüksek ve en güzel olanı, Tokyo’nun batısında yer alan ve yüksekliği 3.776 metreyi bulan Fujiyama’dır. Kıyılarda, birkaç küçük düzlük bulunur; toprağın beşte birinden azı ekilebilir durumdadır ve dağların çoğu, ağaçlar dışında hiçbir şey yetişmeyecek kadar sarptır. Kısa, ama hızla akan ırmak ve derelerden elektrik üretimi için yararlanılır.
Kuzeye doğru akarak, Honşu kıyılarından geçen Kuro Şiyo Akıntısı’nın ılık suları adada kışların fazla soğuk ya da uzun olmasını engeller. Ama, Kuzey Kutup Bölgesi’nden gelen soğuk akıntının etkisindeki Hokkaido Adası’nda, kışlar uzun ve sert geçer. Japonya’nın güneyinde, sıcak ve nemli, neredeyse, tropik yazlar görülür. Yağmur, haziran ve temmuz aylarında yaklaşık altı hafta boyunca sürekli yağar.
Japonya, etkin yanardağları ve çok sayıda sıcak su kaynakları olan volkanik bir ülkedir. Depremler zaman zaman büyük yıkımlara neden olur. 1923’te, Tokyo’nun ve Yokoham a’nın büyük bölümünü yerlebir eden ve 100 binden fazla insanın ölümüne yol açan deprem bilinen en büyük depremdir. Çoğunlukla tahtadan yapılan hafif Japon evleri, depremlerin daha dayanıklı yapıları yıkabildiği bu bölge için çok elverişlidir, ama bunlar da kolayca yanabilir. Kentlerdeki, büyük modern yapılar, depremlere dayanabilecek biçimde, özel olarak tasarlanmış; çelik ve betondan yapılmıştır. Ne var ki, dar sokaklar boyunca uzanan eski yapıların, sıkışık olarak bulunduğu bölgeler, depremler sırasında çok tehlikeli olmaktadır. Sonbaharda, tayfun denen zorlu fırtınalar görülür.
Kırsal Bölgeler ve Yabanıl Yaşam
Kiraz, erik ve şeftali ağaçlarının çiçek açtığı ilkbahar, Japonya’nın en güzel mevsimidir. Dağların yamaçları, çam, servi, ladin, sedir, köknar, kayın, meşe, huşağacı ve bambulardan oluşan, sık bir bitki örtüsü ile kaplıdır. Güneydeki alçak düzlüklerde, yaprağını dökmeyen ağaçlar ve palmiyeler yetişir.
Japon adaları, kuzey güney doğrultusunda, çok uzun bir dizi biçiminde uzandığı için, ülkede çok değişik hayvan ve bitkiler bulunur. Çok sayıda tilki, porsuk, susamuru, sansar, gelincik ve mink vardır. Ormanlarda, şebek denen pembe yüzlü küçük maymunlar ve dağlardaki ırmaklarda, dev semenderler yaşar. Günümüzde büyük yabanıl hayvanlar oldukça azalmıştır, ama adalarda hâlâ ayı ve kurta rastlanır. Çevredeki okyanus akıntıları kıyılara çok sayıda balık getirir ve götürür. Japonya’nın denizleri kabuklu deniz hayvanları açısından da zengindir. Batı kıyısında kolları arasındaki uzaklığın 3 metreye ulaştığı dev yengeçler yaşar. Ayrıca, balina, fok ve mors da vardır.
Dört büyük adadaki 450 tür kuşun üçte birini su kuşları oluşturur. Bu kuşların arasında pek çok eski Japon resminde görülen zarif ve ender rastlanır beyaz boyunlu Japon turnası da vardır. Ilık bir kış geçirmek için kuzeyde SSCB’den ve yazı geçirmek için güneyde Çin ve Asya’dan akın eden kuşlar yıl boyunca Japonya’ya gelirler.
Japonya’da, böcekler de çok çeşitlidir. Kelebekler ve kınkanatlılar çok boldur. Yazın ateşböceği, sonbaharda da kızböceği görülür. Ayrıca cırcırböceği, çekirge, kene gibi çeşitli böceklere rastlanır. Zehirli yılanlar ile tehlikeli böcekler oldukça azdır.
Japonya, çiçekli krallık diye de anılır. Doğayı çok seven Japonlar, çiçek düzenleme sanatı olan ikebana’yı geliştirme ve öğretmenin yanı sıra yüzlerce çiçekli çalı ve ağacı da dünyaya tanıtmışlardır. İlkbaharda en çok rastlanan çiçekler, morsalkım, açalya, süsengiller ve şakayıktır. Yazın göllerde, kırmızı ve beyaz lotüsler açar. Sonbaharda kırları kaplayan kasımpatılar, Japonya’nın ulusal çiçeğidir.
Halk ve Yaşam Biçimi
Düz siyah ya da koyu kahverengi saçlı, sarı ya da açık kahverengi tenli, çekik kahverengi gözlü ve yuvarlak yüzlü olan Japonlar, Moğol ırkındandır. Kuzeydoğu Asya’daki komşuları Çinliler ve Koreliler ile yakın benzerlikleri vardır ama, tüm öteki halklar gibi, Japonlar da başka ırklarla karışmışlardır.
Japonlar’ın, anakaradan adalara yaklaşık 3.000 yıl önce geldiklerine inanılır. Gelenler, burada, adaların Yerliler’i olan Aynular’la karşılaştı. Beyaz ırktan olan Aynular, açık tenli ve oldukça tüylü insanlardı. Erkeklerin, sık sakalları vardı ve kadınlar evlendiklerinde, ağızlarının üstüne, bıyığa benzer bir dövme yaparlardı. Aynular, göç eden Asyalılar tarafından yavaş yavaş kuzeye, Hokkaido’ya sürüldüler ve daha sonra çoğu, yeni Japon toplumu içinde eridi. Günümüzde yalnızca, 15 bin kadar Aynu bulunmaktadır.
Japonlar, güzelliğe ve sanata çok düşkündür. Yaşamlarını toplum içindeki davranışlarını belirleyen katı kurallar düzenler; insanın kendi kendini denetlemesine çok önem verilir. Görev her şeyden önce gelir. Son yıllarda, Japonlar’ın birçoğu için işverene bağlılık, ulusal bağlılık kadar önemli sayılmaktadır.
Yakın bir döneme kadar Japonya’da gençlerin hangi mesleği seçeceklerine ve kiminle evleneceklerine, geniş bir akraba topluluğu biçimindeki aileler karar verirdi. Japon evliliklerinin yarısından çoğu hâlâ, anne ve babaların kararıyla olur. Çocukların çok sevildiği ve toplum içinde çok ender olarak azarlandığı Japonya’da evlerde katı bir düzen egemendir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra batı etkisiyle katı davranış kuralları gevşemeye başlamış ve günümüzde yaşam, Japon erkekleri için olduğu kadar, Japon kadınları için de daha özgürleşmiştir.
Japonya’da “bağlılık” en çok ödüllendirilen erdemdir. Gerek eski, gerek çağdaş oyunlarda kahramanlar, bağlılığı, her şeyin üstünde tutar. Japonlar, II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar, imparatorlarını bir tür tanrı sayarlardı. Hiç kimse imparatordan daha yüksek bir yerde durarak ona yukarıdan bakamazdı. Evlerin üst katları imparator geçmeden önce boşaltılırdı. İmparatorları için ölmeye hazır olan Japonlar, II. Dünya Savaşı’nda imparator, Japonya’nın teslim olduğunu açıklayıncaya kadar, kahramanca savaştılar. Savaştan sonra imparatorluk, anayasal krallık oldu ve kral oldukça sıradan bir insan gibi yaşamaya başladı.
Japonya’da kentlerin çoğunda batıya benzeyen bir yaşam biçimi görülür, ama kırsal bölgelerde halk hâlâ geleneksel Japon yaşam biçimine sıkı sıkıya bağlıdır. Kırsal yaşam, yüzyıllardır çok az değişmiştir. Küçük ahşap evlerin, güneş alan yanları boyunca, odaların açıldığı dar bir veranda bulunur. Odaları birbirinden, ahşap çerçevelere kâğıt kaplanarak yapılan sürmeli paravanalar ayırır. Evlerin büyük odasında her zaman, bir vazo içinde çiçek ya da bodur bir ağaç ve resimlerle süslenmiş özel bir bölüm bulunur.
Japonlar, bahçeleri severler ve hemen her evde küçük de olsa bir bahçe bulunur. Yaprağını dökmeyen minyatür ağaçlar, çiçekli çalılar, havuzlar, akarsular ve köprüler kullanılarak düzenlenen bahçeler, yapay dağları ve gölleriyle, tam bir kır görüntüsü verir ve evin bir parçasıymış gibi görünür.
Evlerde mobilya azdır. Oturmak ve uyumak için minderler ve katlanan büyük şilteler kullanılır. Yorgan ve yastıklar, gündüzleri dolaplara kaldırılır. Döşemeler, samandan yapılmış, kalın ve yumuşak hasırlarla kaplıdır. Evdeki güzel tahta işlerini korumak ve yerdeki hasırları temiz tutmak için herkes ayakkabılarını kapının dışında çıkarır. Evlerde ocak yeri ve baca yoktur. Kışın odalar taşınabilen gaz sobalarıyla ısıtılır.
Kentlerde yaşayan Japonlar, işlerine giderken, Avrupalı gibi giyinir ve öğle yemeklerini, çoğu zaman batı türü lokantalarda yerler. Kentlerde konutlar, yüksek apartmanların bir dairesi ya da şirketlere ait lojmanlardır. Bazı Japonlar, evde giysilerini değiştirerek kimono giyer. Kimono, büyük ve süslü bir kemerle belden bağlanan bol bir giysidir. Bu geleneksel giyim biçiminde, düz tahta ayakkabılar kullanılır. Ama gençlerin çoğu ve çocuklar gün boyu, pantolon, gömlek ve elbise giyerler. Özellikle giyim konusunda giderek batılılaşan Japonlar’ın arasından, günümüzün en önde gelen modacıları çıkmıştır.
Televizyon, mobilya ve modern gereçlerle döşenmiş, çağdaş Japon oturma odası ve mutfağı, daha çok herhangi bir batı evine benzer. Ama yatak odasında, tatami adı verilen döşeme vardır ve yatak yoktur. Japon ailesi akşam yemeğinde, kotatsu denen elektrikle ısıtılan bir masanın çevresinde toplanır. Sıcak tutan bir kumaşla kaplı olan bu masanın altında aile bireyleri ayaklarını ısıtır.
Japon yemeklerinde çok az et, tereyağı ve peynir vardır. En önemli yemekleri bir kâse içinde sunulan ve çubuklarla yenen pirinçtir. Balık, çok fazla ve bazen de çiğ olarak yenir. Öbür yemekleri arasında salamura sebzeler, bambu filizi, fasulye çorbası, tatlıpatates ve meyve sayılabilir.
Japonlar süt ve şeker katılmadan içilen yeşil çay, kahve ve hafif içkiler içerler. Bir başka yerel içki de pirinçten yapılan saki'dir. Alkollü bir içki olan saki genellikle sıcak olarak içilir. Özellikle sıcak yaz günlerinde bira çok yaygın bir içecektir.
Japonlar her gün, ya evlerindeki geniş, derin küvetlerde ya da genel hamamlarda banyo yaparlar. Çiftçi aileleri için hamamlar, çoğu kez toplumsal yaşamlarının merkezidir. Komşularıyla bir araya toplanır, konuşur ve buharlar çıkan sıcak suda dinlenirler. Kükürtlü, sıcak kaynak sularında banyo yapmanın, sağlık için yararlı olduğuna inanılır.
Spor ve Şenlikler
Kayak ve bovlingin yanı sıra, masatenisi, tenis, golf, beyzbol, futbol ve yüzme sporları çok yaygındır. Bir tür güreş olan sum o, özel olarak eğitilmiş çok şişman ve güçlü adamların, birbirlerini ringden atmaya çalıştıkları bir spordur. Bir başka güreş türü olan judo'yu profesyonellerin yanı sıra amatörler de yapar. Okçuluk da sevilen bir spordur.
Japonya’da pek çok şenlik vardır. Bunların en önemlisi olan yeni yıl şenliklerinde, evlerin dışı, bambu ve çam dallarıyla süslenir; insanlar birbirine konuk olur, armağanlar ve kartlar verirler. Özel yiyecekler ve tören içecekleri sunulur. Yeni yıl herkesin doğum günü olarak kabul edilir. 3 Mart kızlar şenliğinde imparator ve çevresindekileri gösteren özel bebekler yapılır ve bunlara büyük saygı gösterilir. Bebek ya da Şeftali Çiçeği Şenliği, küçük kızlara, şeftali çiçekleri kadar huzurlu ve zarif olmaları gerektiğini anımsatır.
Erkek çocukların şenliği olan 5 Mayıs’ta çocuklar, eski Japon savaşçılarını temsil eden oyuncaklar taşırlar ve evlerinin üstüne, turnabalığı resimleriyle süslü kâğıt bayraklar çekerler. Akıntıya karşı, ırmağın yukarısına doğru yüzen turnabalığı, erkek çocukların gelecekte zorluklarla karşılaştıkları zaman göstermeleri gereken kararlılığı anlatır. Bugün bu şenlik Bayraklar Şenliği olarak bilinir.
Din
Japonya’daki başlıca dinler olan Şinto dini ve Budacılık kendi maddelerinde ayrıntılı biçimde anlatılmıştır. Japonlar, Çin filozofu Konfüçyüs’ün öğretisinden de çok etkilenmişlerdir. Bir Japon atasözüne göre genç bir Japon, önce Şinto dinine bağlanır, biraz yaşlanınca Konfüçyüsçü, yaşamının sonuna yaklaştığı zaman da Budacı olur. Japonlar’ın özgün dinleri olan Şinto dini insanlara doğayı sevmeyi ve atalarına saygılı olmayı öğütler. 1868’de devlet dini olarak kabul edilen Şinto dini II. Dünya Savaşı’ndan sonra, devlet dini olmaktan çıkarıldı. İÖ yaklaşık 6. yüzyılda, Çin’den alınmış olan Budacılık ise bugün Japonya’nın önde gelen dinidir. Japonya’da, 700 bin kadar da Hıristiyan Japon yaşar. Genellikle her Japon evinde, kutsal günlerdeki törenler için minyatür Şinto ve Buda tapınakları vardır. Kırsal bölgelerde, bazıları yüzlerce yıllık olan çok sayıda Şinto ve ünlü Buda tapınakları bulunur. Her dinden insanlar, bu tarihi anıtları görmeye gelirler.
Sanat, Kültür ve Dil
Japon sanatı, Çin sanatına çok şey borçlu olmakla birlikte bu sanatın bir kopyası değildir. Avrupa’da en iyi bilinen Japon sanatı renkli ağaçbaskılardır. 18. ve 19. yüzyıllarda çok yaygın olan bu sanat, sanatı sıradan insanlara ulaştırmıştır. Ağaçbaskının büyük ustaları arasında, 18. yüzılda Suziki Harunobu ve Kitagava Utamaro ile 19. yüzyılda Katsuşika Hokusai sayılabilir. Japon ağaçbaskıları batılı sanatçıları özellikle de İzlenimcilik Akımı’na bağlı Fransız ressamlarını büyük ölçüde etkilemiştir.
Japon çanakları, fildişi oymaları, tunç, pirinç ve lake işleri yüzyıllardan beri ünlüdür. Japon mimarları yalın ve doğal güzelliğe tutkundurlar. Geleneksel yapılar ve evler kırsal alanla uyum sağlayacak biçimde tasarlanmıştır. Japonya’nın geleneksel mimarisi çoğunlukla Çin tasarımlarına göre yapılmış Buda tapınaklarından etkilenmiştir. Şinto tapınaklarının torii denen girişlerinde ise geleneksel Japon mimarisi görülür. Japonya’da, modern yapılarda batı tarzı izlenir ve Japon mimarları çalışmaları ile Japonya’da olduğu kadar yurtdışında da ün kazanmışlardır.
Modern oyunların sahnelendiği tiyatroların ve kentlerdeki, pek çok sinema salonunun yanı sıra, iki tür geleneksel Japon tiyatrosu vardır. Kabuki tiyatrolarında, eski Japon savaşçılarıyla ilgili efsane ve öykülere dayalı oyunlar oynanır. Japonya’nın derebeylik döneminde, soylular ve savaşçı sınıflar için bir eğlence olan No oyunları 14. yüzyıldan kalmadır. Bu oyunlardaki tüm roller, maskeli oyuncularca oynanır. Sembolik dansların ve müziğin konuşmalara eşlik ettiği No oyunları oldukça kısadır ve bir temsilde, birden fazla No oyunu sergilenir. Çin kökenli kukla tiyatrosunda, Japon müziği ve dramatik baladlar büyük kuklalarla oynanan oyuna eşlik eder.
Geleneksel Japon müziği, batı müziğinden çok farklıdır. Bu müzik, klasik danslar ve tiyatro oyunlarıyla şenliklerde sürdürülmektedir. Japon çalgılarının çoğu, Çin, Kore ve Hindistan’dan gelmiştir. En yaygını gitara benzer üç telli bir çalgı olan samisen’dir. Japonya’da, caz, dans müziği ve popüler müzik de sevilir; büyük kentlerin, senfoni orkestraları ve opera toplulukları vardır. Saçlarına özenle biçim verilmiş geyşa kızlarının, ipekli kimonolar içinde dans ettiği, samisen çaldığı, şarkı söylediği, şiirler okuduğu ve konuklarla sohbet ettiği çayevleri hâlâ zengin Japon erkeklerinin gittiği eğlence yerlerindendir.
Japon dili, yabancılar için zor bir dildir. Sözcükler kolay söylenebilmekte ama Çince’den alman yazı karakterleri kullanıldığı için, karmaşık bir biçimde yazılmaktadır. Sıradan bir kitabı okuyabilmek için, sesleri ya da kavramları gösteren bu karakterlerden birkaç bin tanesini bilmek gerekir. Ama ustalaşıldığında Japonca, çok hızlı okunabilen bir dildir. Japonya’da el yazısı, bir sanat dalı olarak kabul edilir ve genellikle fırça kullanılarak yazılır. Güzel yazıların sergilendiği parşömenler, evlerin özel bölümlerine asılır.
6-15 yaşları arasında eğitimin parasız olduğu okullarda, tüm Japon çocukları İngilizce öğrenir. Ortaöğretimin paralı olmasına karşın, çocukların büyük çoğunluğu, çok sayıda lise, teknikokul ve üniversiteye hazırlık okullarına gider. Yaklaşık 1 milyon Japon öğrenci, 300’den fazla yüksekokul ve üniversitede okumaktadır.
Çiftçilik ve Balıkçılık
Toprak kıt olduğundan, Japon çiftçileri küçük topraklarını işlemek için çok çalışmak zorundadır. Çiftliklerin çoğu çok küçüktür. Yaygın olarak sulama yapılır. Sıcak ve yağışlı yazlar ile ılık kışlar, çok ürün yetiştirmeye olanak sağlar ve bazı yörelerde, bir mevsimde dört kez ürün elde edilir. Tarımın modern yöntemlerle yapılmasına ve iyi hasat elde edilmesine karşın, Japonya kendi yiyecek gereksiniminin ancak yüzde 80’ini üretebilmektedir. Tarım işçileri, kentlere gitmek için çiftlikleri terk etmekte ve günümüzde, Japonlar’ın yüzde 10’undan azı toprakta çalışmaktadır.
Toprakların yarısından çoğunda pirinç ekilir, Ekimde uygulanan çağdaş yöntemlerle Japonya’da herhangi bir Asya ülkesinden çok daha fazla pirinç üretilebilmektedir. Buğday, arpa, patates, darı, sebze ve meyveler, yüksek düzlüklerde, çay ise Honşu’nun güneyinde yetiştirilir. Daha önceleri Japonlar’ın et ve süt ürünleri tüketimi oldukça azdı. Bu nedenle Hokkaido dışında, çok az sığır ve koyun bulunurdu. Japonya’da günümüzde, hayvancılık daha yaygın olarak yapılmaktadır.
Bazı Japon çiftçileri, ipekböceği yetiştirir. İpekböceği, verimsiz toprakta ve sarp yamaçlarda yetişebilen dut ağacının yapraklarıyla beslenir. Bir zamanlar, Japonlar’ın en değerli ürünlerinden biri, ham ipekti, ama, yapay ipliklerin bulunmasından bu yana önemi azaldı.
Japonya dünyanın en büyük ve en gelişmiş balıkçılık sanayilerinden birine sahiptir. Konserve edilmiş ve dondurulmuş balık ile kabuklu deniz ürünleri, değerli dışsatım ürünleriıidendir. Kıyı sularından sardalye, ringa, mürekkepbalığı, sombalığı gibi balıklar avlanır. Deniz yosunundan besin, gübre ve yem olarak yararlanılır. Derin deniz balıkçı filoları, morina, palamut, köpekbalığı, uskumru ve orkinos avlamak için uzun seferlere çıkar. İstiridye çiftliklerinde yemek ve inci elde etmek için istiridye üretilir.
Sanayi ve Ulaştırma
Japonya dünyanın en büyük sanayi güçlerinden biridir. Birçok hammaddenin eksikliğine karşın, sanayi şaşırtıcı bir gelişme göstermiştir. Özellikle 19. yüzyılda devlet desteğiyle sanayileşmede önemli adımlar atılmıştır.
Bugünkü Japon sanayisi ağır ve hafif makineler, elektrikli araçlar, dokuma ve çelik üretir. Japon tersaneleri ve fabrikaları, en büyük gemileri ve gemi motorlarını yapar. Japonya ayrıca, lokomotif, otomobil, motosiklet, dikiş makinesi, fotoğraf makinesi, televizyon, video, müzik seti, saat, oyuncak ve çanak çömlek üretir. İşçiler ile yöneticilerin, bir ekip anlayışı içinde istekle çalışmaları üzerine kurulmuş olan Japon işletmecilik yöntemleri başarılı olmuştur.
Japonya’da elektrik, su gücünden elde edilir. Bakır, çinko ve altın madenleri vardır; ama Japonya, demiri, alüminyum cevherlerini ve kullandığı petrolün çoğunu dışarıdan almak zorundadır. Bunlara ek olarak kömür, pamuk, yün ve kauçuk da dışarıdan satın alınır.
Japonlar sanayi mallarını, öbür sanayileşmiş ülkelerden daha ucuza ürettikleri için dünya ticaretindeki paylarını artırmayı başardılar. Metal, kimyasal maddeler, mühendislik, elektronik, bilgisayar ve öbür yüksek teknoloji gerektiren sanayiler de çok hızlı bir gelişme gösterdi. Sanayileşmiş öbür uluslar gibi Japonya’da da, duman, kirlilik ve aşırı nüfus yoğunluğu gibi sanayileşmenin yarattığı sıkıntılar yaşanmaktadır. Yönetim artık, toplumun huzuru ve sanayi artıklarının temizlenmesi gibi konulara daha dikkatle eğilmektedir.
Dört büyük Japon adası, gelişmiş demiryollarına sahiptir. Honşu ve Kiyuşiyu’daki demiryolları, denizaltından geçen bir tünelle birbirine bağlanmıştır. Tokyo-Osaka arasında çalışan trenler, dünyanın en hızlı trenlerindendir. Hatların çoğu elektriklidir ve bazılarında, güvenlik için otomatik denetim sistemleri bulunur. Honşu ve Kiyuşiyu adaları arasında, bir karayolu tüneli de vardır. Honşu ve Şikoku arasına iki katlı bir karayolu ve demiryolu köprüsü yapılmaktadır. Bu köprü tamamlandığında, dünyanın en uzun asma köprüsü olacaktır.
Kentlerde ulaşım otobüs, taksi ve metroyla sağlanır; özel otomobil sayısı da sürekli artmaktadır. Japonya, dünyanın en büyük ticaret gemisi filosuna sahiptir ve dünyadaki denizyoluyla yük taşımacılığının, yaklaşık dörtte birini yürütmektedir. Başlıca limanları Kobe, Tokyo, Yokohama ve Osaka’dır. Hava yolculuğu da önemlidir ve Uluslararası Tokyo Havalimanı, dünyanın en işlek havalimanlarından biridir.
Tarih
İÖ 7. yüzyıldan önce Japonlar bir kabile yaşamı sürüyorlardı. Bu dönemde Güneş tanrıçasının soyundan geldiğine inanılan imparator ailesi ile önemli başka soylu aileler arasında sürekli bir iktidar çekişmesinin olduğu bilinmektedir. Çin yazı karakterleri ile birlikte Budacılık ve Çin düşünce biçimi yavaş yavaş Japonya’ya girdi. O dönemin en zengin ve güçlü ülkesi olan Çin’in etkisiyle bütün ülke topraklarının tek bir hükümdara bağlı, m erkezi bir hükümet tarafından yönetilmesi gerektiğine inanılmıştı. Japon imparatorlarının güçlü merkezi bir yönetim kurabilmek için çıkardıkları yasalara çoğu zaman eyaletlerdeki soylular karşı çıktı ve uymadı. Özellikle 10. yüzyıldan sonra soylu ailelerin gücü arttı. Kamu mülkiyetindeki topraklar yavaş yavaş-devletteki yüksek görevlilerin ve soylu ailelerin eline geçti. Küçük soylular, ele geçirdikleri mülkleri korumak için silahlı birlikler oluşturdular. Bu küçük soylulara samur ay (savaşçı) dendi. 12. yüzyılda iktidar, şogun diye adlandırılan ve ülkeyi imparator adına yöneten askeri yöneticilerin eline geçti. Böylece imparatorlar yüzyıllar boyunca saray soyluları ile birlikte, Nara’dan sonra ikinci başkent olan Kyoto’da silik ve güçsüz simgeler olarak yaşadılar.
Avrupa’da ortaçağda feodal dönem hüküm sürerken Japonya’da sık sık rakip soylular ve onlara bağlı samuraylar arasında savaşlar oldu. Şogun unvanı, bir aileden, öbürüne geçiyordu. 16. yüzyılın ikinci yarısında, birbiri ardı sıra gelen üç büyük önder ülkeyi birleştirmeyi başardı. 17. yüzyılın başında, bunların üçüncüsü, Tokugava Ailesi’nden gelen Ieyasu şogun oldu ve onun yönetimi, ülkeye uzun bir barış dönemi getirdi. Daimyo ya da feodal beyler, kendi topraklarını yönetmeyi sürdürdüler. Ama tümü de Tokugava Ailesi’nden gelen şogunu önder olarak tanıdı. Şogun, feodal beylerin kendisine olan bağlılıklarını denetlemek için, onların her iki yıldan birini, başkent Edo’da (bugünkü Tokyo) geçirmelerini emretti.
17. yüzyılın başlarında, Hıristiyanlık’ın yayılmasını önlemek ve dış ticareti denetlemek isteyen Japon yöneticiler, ülkelerinin kapılarını dış dünyaya kapadılar. Japon yurttaşlarının yurtdışına çıkmasına izin verilmedi, hatta okyanusu geçecek büyüklükte gemi yapımı yasaklandı. HollandalIlar dışındaki yabancıların, Japonya’ya yerleşmeleri ya da Japon halkı ile herhangi bir ilişki kurmaları yasaktı. 17. yüzyılın ortalarına doğru Hıristiyanların çıkardığı ayaklanmanın ardından, Japonya’ya 16. yüzyılda giren bu din hemen hemen tümüyle yasaklandı. Şogunluk 18. yüzyıldan sonra giderek zayıflamaya başladı.
Bu sisteminin çökmekte olduğu 19. yüzyılın ortalarında Japonlar kapılarını bir kez daha dünyaya açmak zorunda kaldılar. 1853’te Matthew Perry komutasındaki ABD savaş gemileri şoguna dış ticaretin serbestleştirilmesini kabul ettirmek için Japonya’ya geldi. Ardından öbür uluslar da bu örneği izleyerek baskı yaptılar ve zayıflayan Japon yönetimi bu baskılara karşı koyamadı.
1867’de imparator, ülkenin yöneticisi olarak konumunu yeniden güçlendirdi. Hemen ardından, tahta yeni bir imparator geçti ve 1868-1912 arasındaki Meiji döneminde anayasal krallık kuruldu. Feodal baskılara ek olarak merkezi yönetim de köylüleri ağır bir biçimde vergilendirdi. Devlet gelirlerinin yüzde 80’ini oluşturan bu vergilerle sanayi yatırımlarına girişildi. Tüccarların sanayiye yatırım yapmalarını özendirmek amacıyla devlet yeni kurulacak sanayilerin ürünlerini satın alacağına söz verdi. Çağdaş bir yönetim sistemi benimsendi; başkent Kyoto’dan, Edo’ya taşındı. Batılı ülkeler örnek alınarak, bir kara ve deniz kuvvetleri kuruldu. Batı teknolojisi temel alınarak sanayi ve ulaşım alanlarında büyük işyerleri açıldı. Avrupalı ve ABD’li danışmanlar çağrıldı; yurtdışına gezi ve ticaret özendirildi. Yeni bir eğitim sistemi benimsendi ve siyasal partiler kuruldu.
1894’te, Asya’nın Japonya’ya en yakın bölümü olan Kore’nin yönetimi konusunda çıkan anlaşmazlık, Çin ile Japonya arasında bir savaşa yol açtı. Japonlar karada ve denizde, önemli zaferler kazandılar ve Çin, Tayvan Adası’nı Japonya’ya bıraktı. Kore, kısa bir süre için bağımsız oldu. Ardından, Rusya’nın Çin’in kuzeyindeki Mançurya’yı işgal etmesiyle başlayan anlaşmazlık, yeni bir savaşa yol açtı. Japonya, kazandığı zafer ve 1905’te yapılan barış antlaşması ile Kore ve Güney Mançurya ile ilgili isteklerini kabul ettirdi. 1910’da Kore, Japon yönetimine girdi.
I. Dünya Savaşı süresince Japonya, Almanya’ya karşı İngiltere’nin yanında yer aldı ve bunun sonucu olarak, önceleri Alman sömürgesi olan Büyük Okyanus’taki bazı adaları elde etti.
I. Dünya Savaşı’ndan sonra, hemen tüm Japon erkeklerine oy hakkı verildi ve parlamentonun gücü artırıldı.
1929 Dünya Bunalımı sırasında Japon sanayisi Ve tarımı da büyük zarar gördü. Ülkede, bunalımı aşmak için askeri fetihlere girişmek gerektiği yolundaki aşırı milliyetçi düşünceler güç kazandı. Ordu komutanları da Japonya’nın, Asya anakarası üzerindeki gücünü artırmak istiyorlardı. 1931’de ordu, hükümetin buyruklarına karşı gelerek, Mançurya’daki Çin askerlerine saldırdı ve kısa sürede, bu ülkenin tümünü ele geçirerek burada kukla bir devlet kurdu. Tayvan’da ve Kore’de olduğu gibi, Japonlar sanayi malları karşılığında, Mançurya’dan elde edilen hammaddeleri ülkelerine gönderirken, kendi sanayi mallarını da buralarda sattılar. 1932’de askerler yönetimi ele geçirdi ve 1933’te Japonya, Milletler Cemiyeti’nden ayrıldı.
1937’de Japonya, Çin’e saldırdı ve Çinliler, direnmelerine karşın, hemen hemen her yerde yenildiler. 1938 sonlarında Japonlar, Çin’ deki büyük kent ve limanların çoğunu ele geçirmişti. Japonya, Çin’e saldırmadan önce, Almanya ve İtalya ile bir antlaşma imzalayarak eski düşmanı ve komşusu SSCB’ye karşı, bu ülkeler ile birleşmişti. 1939’da, II. Dünya Savaşı çıktığında Japonya’nın, İngiltere ve ABD ile ilişkisi giderek gerginleşmişti.
7 Aralık 1941’de, Japon uçak gemilerinden havalanan uçaklar ABD’nin Honolulu’daki, Pearl Harbor deniz üssüne saldırdı. ABD donanması önemli kayıplara uğradı. Japonya aynı zamanda, Filipin Adaları’na, Hollanda Doğu Hint Adaları’na (bugün Endonezya) ve o zaman, tümü İngiliz yönetimi altında olan Hong Kong, Birmanya ve Malaya’ya da saldırdı. Bu toprakların tümü bir yıl içinde işgal edildi; Japonlar kısa bir süre için gereksindikleri petrol, kömür, yiyecek ve hammaddelere kavuştular. Ama durum yavaş yavaş değişti ve Almanya’nın teslim olduğu 1945 Mayıs’ında Japonlar’ın gücü artık kırılmıştı.
Ağustos 1945’te ABD uçakları, Honşu’nun güneybatısındaki Hiroşima’ya ve Kiyuşiyu’ daki Nagasaki’ye atom bombası attı. İki kentin hemen hemen tümüyle yok olmasından ve 100 binden fazla insanın ölmesinden sonra Japonya koşulsuz teslim oldu.
Birkaç yıl boyunca Japonya, General Douglas M acArthur yönetimindeki işgal kuvvetlerince yönetildi. Bu dönemde kadınlara oy hakkı verildi, düşünce ve tartışma özgürlüğü desteklendi. Soyluluk unvanları kaldırıldı ve feodalizmin kalıntıları temizlendi. İmparatora ve atalarına tapınmayı özendiren Şinto dini yasaklandı ve halkın, Japon ulusal kahramanlarının savaşçılıklarını yüceltmesini önlemeye yönelik çalışmalar yapıldı. Japonya, tüm denizaşırı topraklarını yitirdi ve ülke, dört ana Japon adası ile sınırlandırıldı.
1951’de 48 Müttefik devlet Japonya ile bir barış antlaşması imzaladı. Ülke bir yıldan daha kısa sürede, yeniden tam egemenliğini kazandı. 1954’ten sonra yabancı sermaye ve banka kredileriyle Japonya’nın çelik ve ağır sanayi üretimi hızla gelişti ve sonraki 10 yıl içinde tüm öbür ülkelerden daha çok gemi yaptı. 1956’da Birleşmiş Milletler’e kabul edildi.
1960’ta, ABD ile imzalanan bir güvenlik antlaşmasının koruyuculuğunda, Japonya kendisini sanayileşmiş ülkeler arasında ABD ve SSCB’den sonra üçüncü ülke durumuna getiren bir gelişme programını başlattı ve 1970’lerde Asya’nın ekonomik olarak en güçlü devleti oldu. Japon malları, dünyanın her yerinde satıldı ve bunun yarattığı zenginlik, ülkede ve Japon halkının yaşam biçiminde hızlı değişikliklere yol açtı. 1980’lerde de Japonya, dünya pazarlarında en güçlü sanayi ülkeleri arasında olmayı sürdürdü. Tanınmış Japon şirketleri, yalnızca bütün dünya ülkelerine mal satmakla kalmadı, ayrıca bu ülkelerin çoğunda yatırımlar yaparak fabrikalar kurdular.