Jeofizik
Dünya’ yı, okyanusları ve atmosferi etkileyen fiziksel kuvvetleri inceleyen bilim dalıdır.
Jeofizik birkaç dala ayrılır. Bunlardan her biri Dünya’nın belirli bir özelliğini ele alır ve özel yöntemlerle inceler.
Sismoloji, depremlerin incelenmesini konu edinen jeofizik dalıdır. Özellikle deprem dalgaları üzerinde ölçümler yapılarak yerkürenin iç kesimlerine ilişkin bilgi edinilmeye çalışılır.
Volkarıoloji ve jeotermometri, yanardağların ve Dünya’nın iç ısı kaynaklarının incelenmesidir.
Jeomagnetizma, Dünya’mn magnetik alanlarının incelenmesidir.
Fiziksel okyanus bilim’de, okyanus akıntıları, gelgitler ve dalgalar ele alınır.
Hidroloji, akarsu, göl, buzul ve yeraltı sularının incelenmesidir.
Meteoroloji, Dünya atmosferini inceleyen bilim dalıdır.
Aeronomi, atmosferin üst kesimleri ile bunun yakınlarındaki uzay bölgesini incelemeye yöneliktir. Kutup ışıkları bu ksimlerde oluşur, ayrıca Dünya'dan yayınlanan radyo sinyalleri gene bu bölgeden aşağı yansıyarak uzak mesafeler arasındaki radyo iletişimini olanaklı kılar.
Uygulamalı jeofizikte ise, bütün bu yöntemlerden yararlanılarak, petrol ve maden yatakları ile yeraltı su kaynaklarının yeri belirlenmeye çalışılır.
İlk jeofizik çalışmalarının İS 200’de başladığı söylenebilir. Bu tarihlerde Çinliler deprem dalgalarının merkezini ve hareket yönünü belirlemeyi başardılar. Sismoloji, bu çalışmalarla gelişmeye başladı.
19. yüzyılın sonlarında, depremlerle oluşan sismik dalgaların süre ve genlik gibi özelliklerini kaydeden sismograf aygıtları yapıldı. Bu aygıtların sayesinde, büyük depremlerin sonucunda oluşan dalgaların Dünya’yı içinden boydan boya kat ettiği anlaşıldı. En hızlı dalga, Dünya’nın bir ucundan öbür ucuna içerden 23 dakikada ulaşır. Nasıl X ışınlarıyla insan vücudunun röntgen filmi çekilirse, sismik dalgaların yardımıyla da Dünya’nm iç kesimleri öyle incelenebilir. Zamanla dünyanın pek çok yerinde kurulan 1.000 kadar sismografi istasyonundan oluşan bir deprem inceleme ağı ortaya çıktı. Bu istasyonların kayıtları ABD ve Avrupa’da toplanarak incelenir. Bu kayıtlardan yararlanılarak, Dünya’ nın iç kesimlerinin resmi çıkarılmaktadır.
Dünya’nın çekirdek denilen iç kesimi çok sıcaktır. Örneğin, çok derin maden ocaklarında sıcaklık 37°C’nin üzerindedir. Ayrıca, yanardağlardan akkor kızgınlığında, erimiş lavlar püskürür. Bu ısının, doğal radyoaktif elementlerin çok uzun zaman içinde parçalanması sonucunda oluştuğu ve biriktiği sanılmaktadır. Hawaii’deki yanardağ püskürmelerinden önce hafif yer sarsıntıları kaydedilmiştir; bu durum erimiş lavların 65 km ya da daha derinlerden yukarı doğru yükseldiğini gösterir.
Son yıllarda sismik gözlemler daha duyarlı duruma gelmiş ve bunun sonucunda, yerkabuğunun altında 50 ile 500 km arasındaki derinliklerde, deprem dalgalarının oldukça yavaş ilerlediği bir katmanın bulunduğu belirlenmiştir. Akkor durumda olması gereken bu katmanın sıcaklığı erime noktasının civarındadır; bu bölge, Dünya’nın kabuğu ile çekirdeği arasındaki manto bölümünde öbür bölümlerdekinden daha yumuşak ve plastik haldedir. Bu katmanın bulunmuş olması çok önemlidir, çünkü lavlar burada erir ve buradan yüzeye doğru yükselir. Bu bölgenin yumuşak oluşu, kabuk katmanı ile manto katmanının üst kesiminin düşey ve yatay doğrultularda hareket etmesine olanak sağlar; kıtaların hareket etmesine ve dağların oluşmasına yol açan da bu hareketlerdir.
Sismoloji alanında sağlanan gelişmeler sonucunda, depremlerin yeri daha kesin olarak belirlenebilir. En etkin deprem kuşağı, Büyük Okyanus’u çevreleyen “genç” dağlar ile Alp ve Himalaya dağ zincirlerinin altında uzanır. Başka bir önemli deprem kuşağı, okyanuslardaki sırt sistemi boyunca uzanır. Bu iki etkin kuşak üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda “levha tektoniği” kuramı geliştirilmiştir. Bu kurama göre Dünya’nın yüzeyi, sürekli olarak hareket eden ve üzerlerindeki kara parçalarını da beraberlerinde taşıyan 10 kadar levhadan oluşmaktadır. Bu konu DÜNYA maddesinde ayrıntılı olarak anlatılmıştır.
Mantonun üst kesiminde levhaların hareket etmesine yol açan bu ağır hareketlerin yanı sıra, Dünya’nm iç kesimlerindeki sıvı çekirdek katmanında çok daha etkili kuvvetler vardır. Çekirdek katmanı demir içerdiğinden Dünya’nın çevresinde bir magnetik alan oluşur; bu da magnetik pusulalardaki ibreleri yönlendirir. Magnetik alan ayrıca, atmosferin en üst ucunda, Güneş’ten salınan parçacıklardan oluşan Güneş rüzgârıyla etkileşime girer. Bu etkileşim sonucunda kutup ışığı ile ekvatorun birkaç yüz kilometre üstünde yer alan yüklü parçacık katmanları olan Van Ailen ışınım kuşakları oluşur. Dünya’nın magnetik alanı ise magnetik fırtınalardan etkilenir.
Dünya’nın bir magnetik alanının bulunması ve demir bileşikleri içeren minerallerin çok küçük mıknatıslar gibi davranması nedeniyle, bazı kayaçlar daha oluşurken mıknatıslanır. Bu mıknatıslanmanın yönü enleme bağlı olarak değişir. Mıknatıslanma kutuplarda düşey, ekvatorda ise yatay doğrultudadır. Bazı kayaçlar bir kez mıknatıslandığında, yer değiştirseler bile mıknatıslanma yönünü korur; böylece bu kayaçların oluşum anında bulundukları yerin enlemi belirlenebilir. Bu tür karşılaştırmalar sonucunda, kıtaların yavaş biçimde hareket ettikleri, yani sürüklendikleri anlaşıldı. Mıknatıslanmış kayaçların yaşı belirlenerek, kıtaların çok eski jeolojik tarihlerdeki yerlerini gösteren haritalar hazırlanır.
Dünya’nın yerçekimi alanı, yeryüzünün her yerinde ölçülmüştür. Ayrıca bu alanın uydu yörüngeleri üzerindeki etkileri de incelenmiştir. Bunların sonucunda da, yüksek dağların derinlere inen “köklerinin” bulunduğu ve ancak bu köklerinin yukarı kaldırma kuvvetiyle dengede kaldıkları anlaşılmıştır. Buzdağlarının denizde yüzmesine benzer biçimde, dağlar da daha yoğun olan mantonun içinde yüzer ve hafif maddelerden oluşan çok derin dip bölümlerinin dengeleme kuvvetiyle ayakta durur.
Atmosfer, okyanuslar ve karalardaki yüzey ve yeraltı suları, büyük bir dolaşım sistemi oluşturur. Bu dolaşım sırasında denizlerden ve okyanuslardan buharlaşarak atmosfere yükselen sular, yağmur ve kar olarak tekrar yeryüzüne düşer. Bu dolaşımın pek çok etkisi vardır. Karalardaki canlıların gereksinim duyduğu suyu sağlar, yeryüzünün aşınmasına yol açar, tortulların ovalara ve deltalara taşınmasına neden olur. Bu su çevriminin her aşaması ayrı incelenir.
Meteoroloji büyük ölçüde hava durumu tahminlerinin yapılmasına yöneliktir. Çok eskilerden beri denizciler, gelgit dönemlerini tahmin etmeye çalışmışlardır. Herhangi bir yerde gelgit dönemleri belirlendiğinde iş kolaylaşır, çünkü bu dönemler düzenli biçimde tekrarlanır. Gulf Stream gibi büyük akıntılar, okyanusları boydan boya geçer ve birbirlerinin üstünden değişik derinliklerde akar. Bu akış düzenlerinde ortaya çıkan değişiklikler, hava durumunu ve balıkçılığı da etkiler.
Günümüzde ırmaklar ve göller ciddi biçimde kirlenmektedir. Bu da tatlı suya olan gereksinimin artmasına yol açmaktadır. Bu nedenle jeofizikçiler, yeryüzündeki su dolanımı konusuna eğilerek, bu dolanımı denetlemeye ve kirlenmeyi önlemeye çalışmaktadırlar. Ayrıca günümüzde yeraltı su kaynaklarının araştırılmasına önem verilmektedir.
Bugün jeofizik çalışmalarında, örneğin yerçekimi ve magnetik alan ölçümlerinde, atmosferin ve okyanusların incelenmesinde uydulardan yararlanılmaktadır. Ayrıca, uçaklara takılan çeşitli aygıtların yardımıyla da gözlemler yapılmaktadır. Ama jeofizikçiler çalışmalarının büyük bölümünü gene de yerde, açık alanlarda sürdürürler. Pek çok çalışma, güç ve tehlikeli koşullarda gerçekleştirilir.
ABD ve SSCB 1957-58 Uluslararası Jeofizik Yılı’nda uzaya araştırma uyduları göndereceklerini açıkladılar. Uluslararası Jeofizik Yılı’nda 70 ülkenin bilim adamları görüş ve bilgi alışverişinde bulundu; uzaya Sputnik ve Explorer araştırma uyduları fırlatıldı.