Kemençe
Kemençe, Türkiye ’de ve Asya Türkleri arasında, az çok birbirinden farklı birçok yaylı çalgının ortak adıdır. Ama kemençe denince akla gelen iki çalgı, Karadeniz kemençesi ile klasik kemençedir. Farsça’da “küçük keman” anlamına gelen kemançe sözcüğü, ses uyumu gereğince değiştirilerek Türkçe’de kemençe olmuştur.
Karadeniz kemençesinin, Türkiye’ye hangi yoldan ve ne zaman geldiği kesin olarak bilinmiyor. Avrupa’ya doğudan gitmiş olabileceğini söyleyen tarihçiler de vardır. Dar, uzun gövdesinin uzantısı olan burguluğu yürek biçimindedir. Göğsünde, kemanınkini andıran iki uzun delik vardır. Üzerinden tellerin geçtiği eşik ya da köprü, bu göğüs deliklerinin arasına yerleştirilir. Burgularla sap arasında bir de dip eşik yer alır. Bu, çalgının üç telinin de aynı boyda olmasını sağlar. Sapın üzerine yapıştırılan, sert odunlu ağaçtan perdelik, tıpkı keman ailesinde olduğu gibi, göğse değmeksizin, deliklere doğru uzanır. Teller, gövdeye, kuyruk denen ahşap bir parçayla bağlanır. Göğüs ile gövde arasına içten sıkıştırılan ahşap candireği, çalgının ses gücünü önemli ölçüde artırır. Çoğu kez ayakta çalınan kemençe, sol elle tutulur ve bir yere dayanmaz. Sol elin parmakları, teller üzerinde belli yerlere basarak belli sesleri elde eder. Sağ elle tutulan yayın, gevşek olan kılları, sağ elin orta parmağıyla gerginleştirilir. Yay, komşu iki tele birden sürülür. Tellerden birinde melodi çalınır. Öbür tel açık olarak tınlar ve bir tür armonik çalış sağlar.
İstanbul'a, 19. yüzyılda Makedonyalı Çingeneler tarafından getirildiği sanılan klasik kemençe başlangıçta, Yugoslav halk çalgısı gusla gibi tek telliydi. Zamanla tel sayısı üçe ulaştı ve lavta ile eşleşerek, köçekçe takımlarının belli başlı çalgılarından biri durumuna geldi. Tanburdan sonra kemençeyi de büyük bir ustalıkla çalan Tanburi Cemil Bey’in etkisiyle, incesazın gözde çalgıları arasına giren kemençe, bugün, tanbur ve neyle birlikte, klasik Türk müziği topluluklarının üç temel çalgısından biridir.
Gövdesi yarım armut biçiminde olduğundan “armudi kemençe” de denen klasik kemençenin boyu 40 cm kadardır. Kafa denen burguluk, boyun adı verilen sapın ve aynı zamanda gövdenin uzantısıdır. Kafada, bir üçgenin köşelerini oluşturan, yaklaşık 13 cm boyunda üç burgu için üç delik açılmıştır. Teller re-sol-re (ince) sırasıyla akort edilir. Ortadaki telin burgusu, öbür ikisinden daha geridedir. Keman ve Karadeniz kemençesinde olduğu gibi bir dip eşik bulunmadığından, orta telin boyu daha uzundur. Bu nedenle, bu telde ayrı sol el pozisyonları kullanılır. Klasik kemençenin candireği, göğüsle gövde arasına değil, eşikle gövde arasına sıkıştırılır. Göğüste D biçiminde büyükçe iki delik açılmıştır. Klasik kemençe, keman, Karadeniz kemençesi ve başka birçok telli çalgının tersine, tellerin üzerine parmakla basılarak değil, teller tırnakla yandan hafifçe itilerek çalınır. Bu yüzden teller, perdelikten 0,5 cm kadar yüksektedir. Ses alanı, usta birinin elinde 2,5 oktava ulaşabilir. Günümüzde keman ya da viyola telleri kullanan kemençeciler varsa da çoğunluk, öteden beri kullanılan bağırsaktan yapılan telleri yeğlemektedir. Kemençe yayında, kılların bir ucu, çıtaya kirişle ya da naylon iplikle bağlanır, öbür uç ise, bir meşinle tutulan bölüme sabitleştirilir. Çalma sırasında, sağ elin orta parmağıyla kıllar gerilir.