Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Milli Edebiyat

  • Okunma : 360

Milli Edebiyat, Türk edebiyatında toplum sorunlarına yer veren bir edebiyat akımı olarak ortaya çıktı (1911-23). 19. yüzyılın ikinci yansında, batıdaki ekonomik, siyasal, teknolojik gelişmelere ayak uyduramadığı için gerileme, daha sonra da çökme sürecine giren Osmanlı Devleti’ni ayakta tutabilmek, birliğini koruyabilmek için önce Osmanlıcılık, ardından da İslamcılık ideolojileri ortaya atıldı, ama istenilen amaca ulaşılamadı. Bunun üzerine bazı aydınlarca Türkçülük Akımı gündeme getirildi. 19. yüzyıla özgü bir milliyetçilik niteliği gösteren Türkçülük kısa bir süre içinde “Türk Derneği” , “Türk Yurdu” gibi dernekler aracılığıyla örgütlendi. Türkçülük Akımı’nın dayandığı temel düşünce, Türk ulusunun, ulus olma bilincine eriştiğinde Osmanlı Devleti’nin çöküntüden kurtulacağıydı. Bu akımın gelişmesinde özellikle Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura’nın büyük payı vardır. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları (1923) adlı yapıtında bu akımın içeriğini sistemli bir biçimde ortaya koymuştur. Türkçülük Akımı’nın yerleşmesinde o dönemde iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Partisi’nin desteği de önemli bir etken olmuştur.

    Selanik’te Ömer Seyfettin ve arkadaşlarınca çıkarılmaya başlanan Genç Kalemler (1911) dergisinde ilk kez “milli edebiyat” kavramı gündeme getirildi. Bu dergi milli edebiyatın oluşturulması görevini üstlendi. O zamana kadar yazılı edebiyat geleneği, özellikle saray ve çevresinde diliyle, genel yaklaşımıyla halka kapalı ve halkı dışlayan bir anlayışı yansıtıyordu. Bazı Tanzimat dönemi aydınları Osmanlıca adı verilen Türkçe, Arapça, Farsça karışımı bir dille oluşturulmuş bu yazılı geleneğe karşı çıktı, ama onlar da o gelenekle yoğruldukları için pek fazla etkili olamadılar; her şeyden önce dillerini yalınlaştıramadılar. Milli Edebiyat’ın kurucuları bu nedenle ilkin dilin yalınlaştırılmasının gerektiğine inanıyorlardı. “Yeni lisan” (yeni dil) adını verdikleri girişimi başarıya ulaştırabilmek için özellikle yazarlarca kabul görecek bazı ilkeler geliştirmek zorundaydılar. Bu ilkelerin başlıcaları Arapça ve Farsça tamlamaların Türkçeleştirilmesi, Arapça ve Farsça sözcüklerin yerine Türkçe sözcüklerin kullanılması, Arapça ve Farsça sözcüklerin Türkçe söylenişleriyle yazılması, konuşma ve yazı dilinin İstanbul ağzına dayandırılmasıydı. Onlara göre “milli bir edebiyat ancak dilin milli olması koşuluyla gerçekleştirilebilirdi” . Gerçekten de Genç Kalemler kurucularının bu görüşleri, eski geleneği savunanların şiddetli karşı koymalarına karşın kısa sürede benimsendi. O kadar ki, karşıtları dahi, bir süre sonra Milli Edebiyat yanlılarının diliyle yazmak zorunluluğunu duydu. Edebiyatçıların Türk halkının kendine özgü yaşamına eğilmeleri, yapıtlarında bu hayatın ilginç olay ve kişilerini işlemeleri de Türkçülük Akımı’nın gereklerindendi. Genç Kalemler dergisi Eylül 1912’de kapandıktan sonra Milli Edebiyat kurucularının bir bölümü İstanbul’a gelerek Türk Yurdu gibi çeşitli dergilerde yazmaya başladı.

    Milli Edebiyat dönemi şiiri, Tevfik Fikret, Mehmet Akif Ersoy, Cenab Şahabeddin gibi eski geleneğin temsilcilerinin edebiyat dünyasında ön sırada bulunmaları, Fecr-i Aticiler’den sanat görüşü yönünden pek ayrılamamaları; Milli Edebiyat Akımı’na bağlı olanların da büyük atılımlar yapabilecek sanatsal bilgi ve birikimden yoksun olmaları nedeniyle fazla etkili olamadı. Ama gene de sözgelimi yalın bir dille ve hece ölçüsüyle toplumsal acılar, Türklük konularında yazdığı şiirlerle “Milli Şair” sanını kazanan Mehmed Emin Yurdakul’dan (1869-1944) ve özellikle Beş Hececiler'den söz etmeliyiz. Beş şairden oluştuğu için edebiyatımızda Beş Hececiler ya da Hececiler denen bu topluluğa Hecenin Beş Şairi de denir. Halit Fahri Ozansoy, Enis Behiç Koryürek, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel’den oluşan bu topluluk, derin izler bırakan, belirli nitelikler taşıyan bir yapıya kavuşamamakla birlikte özellikle şiir dilinin yalınlaşmasında ve hece ölçüsünün yaygınlaşmasında etkili oldu. Öte yandan bu dönemin önde gelen şairlerinden Ahmed Haşim Simgecilik (Sembolizm) Akımı’ndan etkilenmiş; Yahya Kemal Beyatlı Paris’te bulunduğu sırada öğrenip etkilendiği Romantizm Akımı’nın Türk şiirinde yeni denemelerini yapmaya yönelmiş; Neyzen Tevfik ise özellikle toplumsal siyasal eleştiri ve yergileriyle ilgi çekmişti.

    Milli Edebiyat dönemi öykü ve romancıları da özellikle İstanbul dışındaki yörelerde yaşayan insanların anlatılmaya başlanması, Cumhuriyet döneminde “Memleket Edebiyatı” diye adlandırılan yeni bir akımın doğmasında etkili oldu. Köy ve taşra yaşamını konu edinen yapıtlar arasında Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu (1922), Refik Halit Karay’ın Memleket Hikâyeleri (1919), Ebubekir Hazım Tepeyran’ın Küçük Paşa (1910) adlı yapıtları sayılabilir. Türkçülük, milliyetçilik gibi konuları ise Halide Edip Adıvar Yeni Turan (1920), Ahmed Hikmet Müftüoğlu Gönül Hanım (1920) adlı yapıtlarında romanlaştırırken, Kurtuluş Savaşı’nın çeşitli görünümleri de yavaş yavaş edebiyat dünyasında yansımasını buluyordu. Buna en iyi örnek Halide Edip’in Ateşten Gömlek (1922) adlı romanıdır. Cumhuriyet döneminde bu konu daha sık işlenmiştir. Aşk ve tarihsel konular da bazı romanlara konu oldu. Özellikle Ömer Seyfettin, günlük yaşamından aldığı konulan bir gözlem ürünü olarak sunarken, yer yer yergiye ve eleştiriye de yönelmiştir. Bu dönem romancı ve öykücülerinin Ömer Seyfettin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Memduh Şevket Esendal gibi bir bölümü Gerçekçilik Akımı’nı; Bekir Fahri, Selahattin Enis, F. Celalettin, Osman Cemal Kaygılı gibi bir bölümü de Doğalcılık Akımı’nı benimsemiştir.

    Milli Edebiyat döneminin tiyatro alanında sözü edilebilecek en önemli olayı Darülbedayi’nin kurulmasıdır (1914). İstanbul Belediye Başkanı Cemil Topuzlu’nun girişimiyle ve Paris’teki Odeon Tiyatrosu müdürü Pierre Antoine’nın çağrılmasıyla kurulan Darülbedayi-i Osmani’de hafif güldürü, vodvil, manzum dram türünde oyunlar sahneye konuyor; yerli yazarların yapıtlanna da yer veriliyordu. Darülbedayi’nin edebiyat ve tiyatro yaşamımıza iki önemli katkısını özellikle belirtmek
gerekir. Bunlardan biri yerli yazarlann tiyatro türünde de yapıtlar ortaya koymalanna olanak vermesi, öteki usta tiyatro adamlarının yanı sıra yetenekli gençlerin tiyatro oyuncusu olarak yetişmelerini sağlamasıdır. Aynca Darülbedayi bugünkü Şehir Tiyatrolarının da çekirdeğini oluşturmuştur. Darülbedayi’ye verilen oyunların pek çoğu tiyatro sanatı açısından zayıf olmakla birlikte bu oyunlarda “yeni dil”in başarılı bir biçimde kullanıldığı dikkati çeker. Musahipzade Celal (1868- 1959), Reşat Nuri (1889-1956), İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci (1874-1935) Milli Edebiyat dönemi tiyatro yazarları arasında belirli bir başarı düzeyini tutturmuş olanlardandır.

    Milli Edebiyat döneminde, edebiyat tarihi ve eleştiri çalışmaları da batılı bilimsel yöntemlerle yapılmaya başlandı. Bu geleneğin kurucusu olarak da Fuad Köprülü’yü görmekteyiz: İki ciltlik Türk Edebiyatı Tarihi (1920-21) adlı çalışmasında Türk edebiyatını, ilk kez destanlar çağından o güne kadarki dönemini, kültür değişmelerini de göz önüne alarak, “İslamlık’tan önceki Türk edebiyatı, İslam uygarlığının etkisindeki Türk edebiyatı, batı uygarlığının etkisindeki Türk edebiyatı” diye sınıflandırdı, edebiyat tarihi çalışmalarında yepyeni bir çığır açtı. Ali Canip Yöntem’in, Mithat Cemal Kuntay’ın, İbrahim Alaaddin Gövsa’nın edebiyat tarihi ve monografi türündeki çalışmaları ise daha çok eğitim kurumlarınm gereksinmelerini karşılamak amacını taşıyordu. Edebiyat tarihi ve eleştiri çalışmaları Cumhuriyet döneminde daha geniş bir açılım kazandı.