Rus Edebiyatı
Rus Edebiyatı, 11. yüzyılda Ruslar’ın Hıristiyanlık’ı benimsemesinden sonra yazılan yapıtlarla başlar. Doğu Slav toplulukları ilk kez 10. yüzyılın hemen başında Kiev’de merkezi bir yönetim altında bir araya gelmişlerdi. Aynı yüzyılın sonlarında Kiev prensi tarafından benimsenen Hıristiyanlık’ın halkın arasında yayılmasıyla okuryazarlık gelişebilme olanağı buldu. Bu yeni dinle birlikte Rusya’ya Yunanca ya da Slavca dinsel yapıtlar girdi. Yunanca’dan çeviriler yapılmaya
başlandı.
Rus edebiyatı 11. yüzyıldan 13. yüzyıl sonlarına kadar uzanan bu ilk döneminde dinin ve dinsel konuların etkisi altında kaldı ve sınırları dince belirlendi. Bu dönemde Hıristiyan dünyasının Bizans ve Roma merkezleri arasında ikiye ayrılması ve Rusya’nın Katolik batıya karşı Ortodoks Bizans’ın yanında yer alması da onu Latin dünyasından ve kültüründen kopardı.
11. ve 12. yüzyıllarda dinsel yapıtların yanı sıra başka konuları işleyen yapıtlar da yazılmaya başlandı. Bu tür yapıtlara “İskendername”ler, bir Yahudi tarihçinin “Kudüs’ün Yıkım Tarihi” adlı yapıtı ile “Kahraman Diogenes’in Yaptıkları” adlı Bizans romanının çevirisi örnek olarak gösterilebilir.
11. yüzyılın ortalarında çeviri ya da uyarlamaların yanında özgün Rus edebiyatının da ilk ürünleri ortaya çıkmaya başladı. Rus manastır başrahiplerinin yaşamöyküleri bu alandaki ilk önemli adımlardı. Mağaralar Manastırı’nın başrahibi Feodosius’un yaşamıyla, öldürülen kardeş prensler “Boris ve Gleb’in Yaşamı” bunların ilk örnekleridir. Ayrıca aynı yüzyılın ilk yıllarında yazılmaya başlanan vakayinameler bu dönemin önemli yapıtlarıdır. 12. yüzyılda rahip Nestor tarafından derlendiği varsayılan “Geçmiş Yılların Öyküsü” adlı vakayiname bu türün en ilginç örneğidir.
O dönemlerde gelişmekte olan bu yazılı edebiyatın yanında sözlü edebiyat da oldukça zengindi. Köylü ozanlarca söylenen kahramanlık destanları çok yaygındı. Bu destanlardan yazıya aktarılan “İgor Alayı Destanı” günümüze kadar ulaşmıştır. Destanda Novgorod-Severski Prensi İgor Svyatoslaviç’in Kıpçaklar’a karşı düzenlediği ve yenilgiyle biten seferi anlatılır.
13. yüzyılda Tatar istilasından sonra bölgesel konuları işleyen yapıtlar yazılmaya başlandı. Bunlardan, Moğollar’ı 14. yüzyılda yenilgiye uğratan Prens Dimitri Donskoy’u öven Zadonşeina adlı yapıt sürmekte olan destan geleneğinin örneklerindendir. Ayrıca, 14. yüzyılda dönemin savaşlarını ve merkezi yönetim kurma çabalarını anlatan “Mamay Bozgunu” ile Konstantinopolis’in (bugün İstanbul) Osmanlılar’ca alınması ve Bizans’ın yıkılması nedeniyle kaleme alınmış olan “Çargrad'ın Alınışı” dönemin ilgi çeken yapıtlarıdır.
15. yüzyılın sonlarında Rusya’nın Tatar istilasından kurtulmasıyla başlayan dönemde Moskova siyasal ve kültürel yaşamın merkezi durumuna geldi ve kültürel yaşamda yeniden bir canlanma başladı. 16. yüzyılda ilk matbaa kuruldu ve ilk olarak Apostol adlı kitap basıldı. Bu dönemde Moskova Prensliği’nin siyasal varlığını öne çıkartan yazılar ile dinsel propaganda kitapçıkları egemen durumdaydı. 15. yüzyılın sonunda yazılmış olan, İran ve Hindistan’ı gezen bir tüccarın anlattıklarından oluşan “Üç Denizde Yolculuk” adlı gezi kitabı Rus edebiyatında siyasal ve dinsel çevrelerin etkisinden uzak ilk yapıtlarından biridir.
17. yüzyılın başında bu kez de İsveç ve Polonya ordularının işgaline uğrayan Rusya yeniden bir kültürel gerileme sürecine girdi. Ama bu dönemin ardından dindışı öğelerle sözlü halk geleneği öğeleri edebiyata girmeye başladı. Artık dinsel konuların yanı sıra gülmece ve yergi yapıtları da yazılıyordu. 17. yüzyılın ortalarında başpapaz Avvakum Petroviç’in kaleme aldığı ve Rus edebiyatının ilk düzyazı yapıtlarından biri olan Hayatım basıldı. Bu sıralarda Moskova’da ilk tiyatro denemeleri de başlamıştı.
Batı Avrupa'nın Etkisi
Çar I. Petro’nun 18. yüzyılda gerçekleştirdiği reformlar eskinin dışa kapalı, dindar Rusya’sında köklü değişimlere yol açtı. Bu reformlar sonucu kültür üzerindeki dinsel baskılar önemli ölçüde kalktı. Rus soylular ve aydınlar kendilerine tümüyle yabancı Batı Avrupa kültürüyle tanışma olanağı buldular. Modern Rus edebiyatı da bu reformlardan sonra 18. yüzyılda Klasikçilik ile birlikte başladı. Rus yergi edebiyatının kurucusu ve dindışı şiirin ilk örneklerini veren Antioh Dmitriyeviç Kantemir; ilk büyük dil reformcusu, şair ve bilim adamı Mihail Vasilyeviç Lomonosov; masallar ve yergiler yazan ve yazarlığı meslek olarak seçen ilk Rus soylusu olan, ilk Rus trajedisi Horev’in yazarı Aleksandr Petroviç Sumarokov; geliştirdiği vurgulu hece dizisiyle Rus şiirini yeniden biçimlendiren şair ve filozof Vasili Kirilloviç Trediakovski edebiyattaki bu gelişmenin öncüleri oldular. Rus Klasikçiliği’nin önde gelen bu adları batı edebiyatının büyük ölçüde etkisi altındaydılar. Ayrıcaözellikle 18. yüzyılın en dikkate değer ve özgün Rus şairi Gavrila Romanoviç Derjavin; soyluların kültür alanındaki özenticiliğini alaylı bir dille yeren oyun yazarı Deniş İvanoviç Fonvizin dönemin önemli yazarlarıydılar.
18. yüzyılın sonlarında Rusya’da köylü ayaklanmaları Rus edebiyatında siyasal ve duygusal temaları öne çıkardı. Yazarlar yoksulluk içindeki köylülerin yaşamına, Rusya’da yaygın olan toprak köleliğine ve yarattığı toplumsal ilişkilere ilgi duymaya başladılar. Bunlardan, toprak sahiplerinin köylüleri ezmesine karşı çıkan ve toplumsal yergileriyle adını duyuran Nikolay İvanoviç Novikov ile Rus edebiyatında devrimci geleneği başlatan Aleksandr Nikolayeviç Radişçev yazdıklarından ötürü II. Katerina tarafından Sibirya’ya sürülmüşlerdi. Radişçev “Petersburg’dan Moskova’ya Bir Seyahat” (1790) adlı yapıtında düşsel bir yolculuk çerçevesinde toplumsal adaletsizlik, yoksulluk ve vahşet örneklerini yansıtmıştı.
18. yüzyılın sonlarında Klasikçilik’in aşılmakta olduğunun ilk işaretlerini duygulu tarihsel destanlarıyla ünlenen Mihail M. Keraskov verdi. Avrupa’nın Romantizm öncesi dönemiyle çakışan bu yeni duygusal edebiyatın önde gelen temsilcisi olan tarihçi ve yazar Nikolay M. Karamzin, kilise Slavca’sını yazı dilinden çıkararak konuşma diline dayanan daha yalın bir edebi üslup yarattı. Şiiri duygunun anlatımı olarak kabul ederek Klasikçilik’in aklı ve kuralı öne çıkarmasını eleştirdi. Karamzin’in ünlü “Zavallı Liza” (1792) adlı öyküsü duygusal yaklaşımın ilk örneklerindendir. Bu akımın bir başka ünlü adı da şair ve çevirmen Vasili Jukovski’ydi. Eski Yunan, İran ve Hint destanlarından Rusça’ya başarılı çeviriler yapan Jukovski, Alman ve İngiliz edebi akımlarının etkisinde çok güzel yapıtlar kaleme almıştır. Jukovski, ağıt türünde duygulu ve ezgili şiirler yazan şair Konstantin Nikolayeviç Batyuşkov’la birlikte Puşkin’in öncülü sayılır.
Puşkin ve Sonrası
19. yüzyılda Rus edebiyatı en parlak dönemini yaşamıştır. Bu dönemin en büyük adı, Rus ve dünya edebiyatının önemli kilometre taşlarından biri ve tam anlamıyla ilk klasik Rus yazarı olan Aleksandr Sergeyeviç Puşkin’dir. Avrupa’daki Romantizm hareketinin Rus edebiyatına girmesini sağlayarak özgün bir Rus Romantizmi yaratan Puşkin, Yevgerıi Onegirı (1833) adlı romanıyla Rus Gerçekçilik Akımı’nı da başlatmıştır. Puşkin’in ölümü üzerine yazdığı şiirle tanınan ve gene onun gibi genç yaşta bir düelloda ölen bir başka Romantik Rus şairi de Mihail Lermontov’dur. Puşkin’in ardılı ve Rus edebiyatının en önemli şairlerinden biri olan Lermontov, Zamanımızın Bir Kahramanı (1840) adlı romanı ile kendinden sonraki Rus yazarlar üzerinde derin bir etki yaratmıştır. Rus edebiyatında felsefi şiirleriyle ünlü Yevgeni Abramoviç Baratinski ve köy yaşamını betimleyen şiirleriyle tanınan Aleksey Vasiliyeviç Koltsov bu dönemin şiir alanında son temsilcileridir.
19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Rus edebiyatında Gogol’dan başlayarak roman birincil yeri almaya başladı. Rus edebiyatı dünya ölçeğinde en önemli yapıtlarını roman türünde vermiştir. Romanın böylesi bir gelişme göstermesinde 1825’te çara karşı girişilen başarısız ayaklanmanın ardından gelen baskı ve teröre dayanan yönetimin de etkisi vardır. Sansür toplumsal sorunların açıkça tartışılmasına izin vermiyordu. Bu nedenle de reform sorunları, zararsız kabul edilen ve denetimden kolayca geçebilen edebi yapıtlarda yer alabiliyordu. Böylece tüm düşünsel etkinlik roman türünde yoğunlaştı.
Rus edebiyatında toplumsal konular başlangıcından beri önemli bir yer tutmuştur. Rus romanında ele alınan siyasal reform sorunu da bu geleneğe bağlı olarak toplumsal bir içerik taşır. Yazarlar yapıtlarında küçük insanları, yoksulları, acı çekenleri, ezilenleri, binbir güçlük içinde yaşama mücadelesi verenleri ele almışlardır. Rus romanındaki bir başka önemli konu da dinsel sorunlardır. Birçok yazarın yapıtında dinsel ve toplumsal sorunları birbirinden ayırmak hemen hemen olanaksızdır.
Nikolay Gogol 1836’da sahnelenen Müfettiş adlı oyunuyla adını duyurdu. Gogol’un yaşadığı dönemin yaşam tarzını, yönetimi ve yöneticileri, soyluları sergileyen yapıtları yalnızca Rus edebiyatını
değil aynı zamanda Doğu Avrupa edebiyatındaki kara gülmece anlayışını da etkiledi. Başyapıtı sayılan Ölü Canlar’da. (1842) Gogol Rusya’daki serflik düzeninin ve toplumdaki adaletsizliğin doğurduğu acı gerçekleri yer yer gülünç bir anlatımla dile getirdi. Kendinden sonra gelen yazarları büyük ölçüde etkileyen Gogol, Rus Gerçekçiliği’nin öncülerindendir.
Gogol’un ardılı ve gerçek mirasçısı Fyodor Dostoyevski salt Rus edebiyatının değil dünyanın en önemli yazarlarından biridir. Rus toplumundaki sıradan insanı ele alan Dostoyevski sonraları toplumsal sorunlara yönelmiştir. Dostoyevski yapıtlarında insanın iç dünyasının gizli kalmış yönlerini büyük bir ustalıkla yansıtmıştır. 19. yüzyılın ortalarına doğru Rus aydınlar, Batıcılar ve Slavcılar olarak iki ana akım çevresinde kümelenmişti. Avrupa’nın ilerici düşüncelerini Rusya’ya getirmeyi amaçlayan Batıcılar’a karşı Dostoyevski’nin de içinde olduğu Slavcılar Rus Ortodoks dinini, su katılmamış Rus yaşamını ve kültürünü yüceltiyorlardı. Dostoyevski’ye göre çağdaş insan eski insanlardan daha mutsuzdu, çünkü inancını yitirmişti. Yazar Budala (1868-69), Suç ve Ceza (1866) ve Karamazov Kardeşler (1879-80) adlı yapıtlarında bu görüşlerini yansıtır.
19. yüzyılın ortalarında Rusya’da edebiyat siyasal düşüncelerin egemen olduğu bir alana dönüşmüştü. Dostoyevski gibi kilise ve çarlık yönetimi yandaşı yazarların karşısında aydınlanmayı ve siyasal devrimi savunan yazarlar da vardı. Bunlardan, çağdaş Rus edebiyat eleştirisinin temellerini atan Vissarion Gregoryeviç Belinski edebiyatın, henüz oluşma aşamasında bulunan Rus ulusunun gelişmiş bir uygar toplum durumuna gelmesine adım adım katkıda bulunması gerektiğini savunuyordu. İlerici düşüncelerin en güçlü savaşçılarından Aleksandr İvanoviç Herzen ise köylülüğü
siyasal yaşamda birincil yere koyan, Rusya’ya özgü bir sosyalizm geliştirmeye çalışmaktaydı. Herzen Rus düzyazısının en büyük yapıtlarından sayılan “Geçmişim ve Düşüncelerim” de (1861-67) yaşamını anlatmıştır. Genç Rus aydınlan üzerinde Nasıl Yapmalı (1863) adlı yapıtıyla son derece etkili olan Nikolay Çernişevski de batılılaşmayı savunan sosyalist yazarlardandı. Bu akımın içinde yer alan Nikolay Dobrolyubov ile Dimitri Pisarev etkileri daha sonraki kuşaklara ulaşan eleştirmenlerdi.
Rus aydınlan içinde Batıcılık’ın önde gelen temsilcisi İvan Sergeyeviç Turgenyev’dir. Rus edebiyatında Gerçekçilik Akımı’nın İvan Gonçarov ile birlikte en önemli temsilcilerinden olan Turgenyev, kuşaklar arasındaki çatışmalan ele aldığı Babalar ve Oğullar'da. (1862) babalarının duyarlılığından uzaklaşan, şiir yerine doğa bilimlerini seçen, uyanık, nesnel, devrimci oğullan ya da bir başka deyişle yeni insanı betimlemiştir. Ama Turgenyev’in romanında yarattığı bu tip Rus aydınlarınca kendilerinin kötü bir kopyası olarak kabul edilmiş ve yazar büyük bir tepkiyle karşılaşmıştır. Rus Gerçekçiliği’nin öbür büyük temsilcisi Gonçarov ise Oblomov (1859) adlı romanındaki kahramanıyla yalnızca Rus edebiyatında değil, dünya edebiyatında da en başanlı tipleme örneklerinden birini yaratmıştır. Oblomov adındaki bu genç ve cömert soylu, kararsızlığın ve aylaklığın örneğidir. 19. yüzyıl Rus toplumunun gericiliğini, uyuşukluğunu ve boşluğunu dile getirdiği kadar, bütün dünyada bu tür insanı simgeleyen “Oblomovluk” terimi bu karakterden türetilmiştir. Fırtına (1829) adlı oyunuyla geniş bir ilgi gören gerçekçi oyun yazarı Aleksandr Nikolayeviç Ostrovski ise oyunlannda, romanlarda ele alınmayan toplumsal tabakaları, tüccarları ve kentlileri betimlemiştir. Bu dönemde yoksul köy çevrelerinin şairi Nikolay Alekseyeviç Nekrasov, halkçı İvan Saviç Nikitin ile ince ve duyarlı Fyodor İvanoviç Tyutçev gibi şairler de yetişmiştir.
19. yüzyıl Rus edebiyatının en büyük isimlerinden biri de Lev Tolstoy’dur. Soylu bir aileden gelen
kont Tolstoy başyapıtı Savaş ve Barış'ta (1865-69) Napolyon Savaşları sırasında Rusya’nın genel bir görünümünü verirken insanın, zamanın, ölümsüz sanılan her şeyin küçüklüğünü, gelip geçiciliğini de anlatır. Anna Karenina (1875-77) Tolstoy’un yaşama daha karamsar baktığı bir başka başyapıtıdır. Yazar yaşlılığında yazdığı Diriliş'te (1899) ise din ve ahlak görüşlerini sergiler.
19. yüzyılın sonuna gelindiğinde Rus edebiyatı dünya edebiyatı içinde özgün yerini almıştı. 20. yüzyılın başlarını da kapsayan bu yıllarda Rusya’daki baskıcı çarlık yönetiminin doğurduğu karamsar hava edebiyata da yansıdı. Bu dönemin iki büyük yazarı, ün kazandığı oyunları kadar öykü gibi güç bir edebi türün de en büyük ustalarından olan Anton Pavloviç Çehov ile 1917 Ekim Devrimi’nin hazırlanmasına yapıtlarıyla katkıda bulunan Maksim Gorki’dir. Çehov yapıtlarında, içinde yaşadığı ortamın karamsarlığını yansıtır. Yapıtlarında, beklenmedik büyük olaylar geçmez. Doğalcılık ve Gerçekçilik akımlarının Rus edebiyatında en önemli temsilcilerinden olan Gorki ise yapıtlarında toplumun en yoksul kesimlerini ele almıştır. 20. yüzyılın başlarında Rusya’da gelişmeye başlayan sosyalist hareket içinde de yer alan Gorki öykü ve romanların yanı sıra oyunlar da yazdı.
20. yüzyılın başlarında Rus şiiri uzun süren durgunluğundan sıyrılarak en parlak dönemini yaşadı. Sembolist (Simgeci) anlayışın egemen olduğu bu dönemin şiirinde Vladimir Solovyov, Andrey Beli, Valeri Bryusov ve şiirinde Toplumsal Gerçekçilik’e de yer veren Aleksandr Blok önde gelen adlardı. Sembolist anlayışa karşı olan bir başka şairler topluluğu da somutluğu ve kesinliği savunuyordu. Nikolay Gumilyov, Anna Ahmatova da bu akımın anılmaya değer şairleriydi.
1917 Sonrası Rus Edebiyatı
Rus toplumunda siyasal, ekonomik, toplumsal değişimi ve yepyeni bir toplum biçimlenmesini beraberinde getiren 1917 Ekim Devrimi edebiyatı da derinden etkiledi. Devrimin ilk yıllarında edebiyat alanında kendini duyuran akım Gelecekçilikti. Vladimir Mayakovski ve Velimir Hlebnikov geçmişin tüm edebiyat değerlerini reddediyorlardı. Bu iki şair edebiyat tekniklerinde devrimcilikle siyasal yaşamda devrimciliği uzlaştırmaya çalışıyorlardı.
Devrimin ilk yıllarında işçi sınıfı kültürünün gelişmesine olanak sağlayacak bir sanatın yaratılması amaçlandı. Bu yıllarda o güne kadar görülmemiş bir sanatsal hareketlilik yaşanmaktaydı. SSCB’nin değişik yörelerinden ve toplumsal kesimlerinden gelen çok sayıda yeni şair ve yazar edebiyat dünyasına girdi. Yapıtlarında ağırlıklı konu devrimden sonra çıkan iç savaştı. İsaak Babel’in Kızıl Süvarilerdi (1926), Aleksandr Fadeyev’in Partizanlardı (1927) bu tür yapıtların önde gelenlerindendir. Bu dönemde devrimci gelişmeye yakınlık duyan, ama onunla düşünsel olarak bütünleşmeyen Konstantin Fedin, Vsevolod İvanov, Boris Pilnyak, Leonid Leonov ve Aleksey Tolstoy gibi yazarlar devrimin en şaşırtıcı ve özgün yönlerini yakalayıp betimlemeye çalıştılar. Nikolay Kuzmin, Mihail Rozanov, Leonid Andreyev, Dimitri Merejkovski gibi yazarlarsa devrimin kitleselliğine ve maddeciliğine karşı bireyi önemseyen bir edebiyatı savunmaktaydılar.
Lenin’in ölümünün ardından SSCB’de yönetimi Stalin’in ele almasıyla birlikte öbür kültür alanlarında olduğu gibi edebiyatta da baskı ve denetim duyulmaya başlandı. Yazarlar ve bağımsız edebiyat çevreleri önce Rus Proleter Yazarlar Birliği, daha sonra Sovyet Yazarlar Birliği içinde toplandılar. Bu dönemde edebiyata Sosyalist Gerçekçilik ya da Toplumcu Gerçekçilik adıyla anılan akım egemendi. Nikolay Ostrovski’nin Ve Çeliğe Su Verildi (1932-34), Fyodor Vasiliyeviç Gladkov’un Çimento (1925) adlı romanları bu akımın en tipik örnekleridir. Mihail Şolohov’un iç savaşı konu alan Ve Durgun Akardı Don (1928-40) adlı romanı ise ülkede oluşturulan bürokratik yönetimi örtük bir biçimde eleştirmekteydi. Bu dönemin öbür yazarları ise, İlya Ehrenburg, Konstantin Simonov, Olga Berggolts ve Vera İnber’di.
II. Dünya Savaşı (1939-45) sırasında propaganda amacı güden savaş edebiyatının yanında, ulusal direnişte kişisel çabaların katkısını vurgulayan yapıtlar da kaleme alındı. Simonov’un Günler ve Geceler (1944), Silah Arkadaşları (1952), İnsan Asker Doğmaz (1964) adlı romanları savaşı gerçekçi bir üslupla anlatan yapıtlardı. Ayrıca Ahmatova, Nikolay Thinov, Aleksandr Tvardovski gibi şairler de savaş yıllarının kişisel ve ulusal acılarını dile getirdiler.
Stalin’in ölümünden sonra edebiyatın üzerindeki baskılar da hafiflemeye başladı. Vera Panova’nın “Mevsimler” (1953), Ehrenburg’un Buzların Çözülüşü (1954) adlı romanları Rus edebiyatındaki yön değişikliğinin ilk belirtileriydi. Bu arada daha önce suçlanan Babel gibi yazarlara onurları geri verilmiş, Anna Ahmatova gibi yazarlara yapıtlarını yayımlama hakkı yeniden tanınmıştı. Vera Panova, Viktor Platonoviç Nekrasov, Yuri Pavloviç Kazakov gibi yazarlar ise kuşak çatışmalarını, ahlaksal sorunları konu edinen yapıtlar vermeye başladılar. Ama 1958’de Doktor Jivago (1957) adlı romanıyla Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Boris Pasternak SSCB’de tepkiyle karşılanınca ödülü reddetmek zorunda kaldı. 1962’de Aleksandr Soljenitsin’in İvan Denisoviç’in Hayatında Bir Gün (1962) adını taşıyan ve Stalin dönemi toplama kamplarını anlatan romanı ülke dışında yayımlanınca edebiyata yönetimce gösterilen hoşgörü de sona erdi. Bu dönemde SSCB’nin şiir alanındaki önemli adlan Yevgeni Yevtuşenko, Arşeni Tarkovski, İosif Brodski, Andrey Voznesenski ve Bella Ahmadulina’ydı.