İrlanda Tarihi
İrlanda Tarihi, Avrupa'nın batı ucu açığında yer alan İrlanda adasına ilkolarak İ.Ö. 6000 dolaylarında yerleşilmeye başlandı.
GAELLER İRLANDASI
İ.Ö. 600-İ.Ö. 150 yılları arasında, Batı Avrupa'daki Keltlerden Gaeller, İrlanda'yı istila edip, adada yaşayan topluluklara egemenliklerini kabul ettirdiler. Gael toplumunun temel birimi olan yaklaşık 150 küçük krallık ("tuatha"), birbirlerinden bağımsız yaşıyor; ama ortak Gaelce'yi konuşuyorlardı. Tümünde, brehonlar adı verilen, geleneklere dayalı hukuku iyi bilen ve İrlanda'nın her yanında geleneksel toplum sisteminin korunmasına yardımcı olan bir sınıf vardı. İrlanda toplumunun türdeşliğinin nedenlerinden biri de, Britanya adasındaki Kelt toplumlarını ve kıta Avrupa'sındaki öbür toplumları orduları, yolları, yönetim sistemleri ve kentleriyle büyük ölçüde değiştiren Romalıların, hiçbir zaman İrlanda'yı fethetme girişiminde bulunmamış olmalarıdır.
ORTAÇAĞ'DA İRLANDA
İrlanda'nın romalılaştırılmış Avrupa'nın dışında kalmasının bir başka sonucu da, Kelt tipi farklı bir hıristiyanlığın gelişmesi oldu. Aziz Patrick'in İ.S. V. yy'da ülkede hıristiyanlığı yaymasına karşın, başka yerlerde Roma İmparatorluğu'nun yönetim sistemine göre yapılandırılmış dinsel bölgeleri yöneten piskoposlar sistemi, İrlanda'da yerleşmedi. Özerk krallıklar, dünyasal toplumun temel birimi olmayı sürdürürken, özerk manastırlar da Kelt hıristiyanlığının temel birimi haline geldi. VI. ve VII. yy'larda büyük öğretim merkezlerine dönüşen İrlanda manastırlarından, Avrupa'nın öbür kesimlerine Aziz Columba, vb. misyonerler yollandı. Avrupa'nın büyük bölümü için "Karanlık Çağ" diye adlandırılan dönem, İrlanda açısından gerçek bir "altın çağ" oldu. Ardagh kupası, Kells Kitabı, vb. sanat ye edebiyat yapıtları geliştirilirken, Tara broşu ve büyük İrlanda destanı Tain Bo Cuailgne (Cooley'in Sığırlara Saldırısı) gibi din dışı, hattâ hıristiyanlık öncesi esinli sanat ve edebiyat yapıtları da ortaya kondu.
Viking istilaları. V. yy'ın sonlarında, İskandinavya'dan yola çıkan Vikingler, İrlanda'ya akınlar düzenlemeye başladılar. O sıralarda Avrupa'nın geri kalan kesimlerinde bu tür baskılara feodalizmin geliştirilmesiyle yanıt verilirken, Gael toplumunda bu tür bir gelişme olmadı. Bunun başlıca nedenlerinden birinin, başka yerlerde feodal kurumların çerçevesini sağlayan Roma hukukunun İrlanda'da hiç uygulanmaması olduğu söylenebilir. Ayrıca brehon hukuku gereğince mülkiyet hakkının ve yöneticilik görevlerinin kan bağları yoluyla sağlanmasının, feodal sistemin temelini oluşturan askerî hizmet karşılığında toprak verilmesini önlemiş olduğu da düşünülebilir Dolayısıyla, Gael toplumu, istilacılara Avrupa'nın öbür ülkelerinden farklı biçimde örgütlenerek yanıt verdi: 1014'de kral Brian Boru'nun yönetimi altında toplanan İrlandalılar, Clontarf Savaşı'nda Vikingleri kesin bir yenilgiye uğratmayı başardılar.
Brian'a onursal olarak "İrlanda yüce kralı" unvanı verilmiş olması, yanlış anlamalara yol açıp, o dönemde İrlanda'da ulusal bir monarşinin kurulduğunu düşündürebilir. Aslında, "yüce kral"ın yetkisi, İrlanda'nın büyük bölümünde geçerli değildi. Feodalitenin altyapısı olmadıkça, Brian gibi güçlü bir önder bile, simgesel bir krallıktan, Avrupa'nın öbür kesimlerinde başlamakta olan gerçek bir monarşiye geçişi sağlayamazdı. Bu arada, Vikingler de, ülkenin denetimini ellerinden kaçırmış olmakla birlikte, İrlanda'nın ilk kentleri olan Dublin, Limerick, Waterford, vb. kentleri kurarak adada kalıcı bir iz bıraktılar.
İngiliz-Norman istilası. İrlanda'nın karşı karşıya kaldığı bir başka sarsıntıyı, Brian'ın bir ölçüde sağladığı birlik bile karşılayamadı. 1066'da Normandiya bölgesinden (Fransa) gelip Büyük Britanya adasını istila eden Fatih William (I), son derece güçlü, feodal temellere dayanan bir monarşi kurmuştu. William'ın soyundan gelen Henry II, papa Adrianus IV'ün yazmış olduğu, kendisine İrlanda kilisesini Roma ölçülerine daha iyi uydurması için yetki veren mektubu kullanarak 1171 'de kendini "İrlanda başlordu" ilan etti. Sonra bir orduyla İrlanda adasına geçerek, zaten İrlanda'da geniş topraklar ele geçirmiş olan İngiliz-Norman baronlarına ve İrlanda krallarının çoğuna, egemenliğini onaylatmayı başardı.
İngiliz-Norman baronları, yerleşip Gael soylu sınıfının yerini aldıkları topraklarda, atalarının Normandiya'dan İngiltere'ye getirdiklerine benzeyen tipte bir feodal sistem kurdular. Ama bunun sonucunda, İngiltere'de Norman feodalitesinin yol açtığı gibi güçlü, merkezden yönetilen bir monarşi ortaya çıkmadı. İngiliz monarşisi Yüzyıl Savaşları (1338-1453) gibi daha önemli sorunlarla uğraştığı için, İrlanda'nın sorunlarıyla yakından ilgilenemedi; bu nedenle de adadaki İngiliz-Norman topluluklarını, krallık yetkisine tam olarak bağlayamadı: Ortaçağ sonunda İrlanda, bir merkez çevresine toplanmış üç bölge görünümü almıştı: 1) İngiliz yönetiminin gerçekten yönettiği tek bölge olan Dublin ve çevresi (daha sonra Pale adı verildi); 2)İngiliz-Norman, büyük soylularının aşağı yukarı bağımsız yaşadıkları, Pale'in ötesinde kalan yay biçimindeki topraklar; 3) İrlanda'nın batı kıyılarındaki, daha dışta kalan, İrlanda göreneklerinin korunduğu ve İngiliz egemenliğinin bütünüyle dışında kalan yay biçiminde topraklar.
İrlanda'daki İngiliz topluluğu, en güçlü dönemini XIV. yy'da yaşadı; o tarihten sonra, bir ölçüde sömürgecilerden toprakların geri alınmasıyla, ama özellikle de, İngiliz-Normanların "İngiliz-İrlanda" soylu sınıfına dönüşmeleriyle, Gael toplumu önemli ölçüde yeniden canlandı. İngiliz- Normanlar, Gael kadınlarıyla evlenerek, Gael dilini ve geleneklerini benimseyerek, yavaş yavaş "İrlandalılardan daha İrlandalı" oldular. İngiltere'nin İngiliz yönetimindeki bölgeyi belirlemek ve bu süreci durdurmak için çıkardığı Kilkenny Yasaları, önemli bir sonuç vermedi.
Adanın İngiliz-Normanlar tarafından i istila edilmesiyle, İrlanda kilisesini Roma ölçülerine yakınlaştıran reformlar da hızlanmış, ülkeye İngiliz yasaları ve sivil yönetimi getirilmiş ve yalnızca İngiliz-İrlandalıların işine yaramakla birlikte, XIII. yy'ın sonunda, İngiliz Parlamentosu örnek alınarak bir İrlanda Parlamentosu kurulmuştu. İrlanda'daki İngiliz topluluğun İki Gül Sava-şı'nda (1455-85) York ailesinden yana eğilim göstermesi üstüne, İngiltere kralı Henry VIII, 1494-95-'te İrlanda Parlamentosu'na, İngiliz Devlet Konseyi'ne gelecekteki İrlanda parlamentolarının çıkaracakları yasaları veto etme hakkını veren Poyning Yasası'nı zorla kabul ettirdi.
Ne var ki, Ortaçağ'ın sonlarında, adanın İngiliz-Normanlar tarafından istilasının başarısızlıkla sonuçlandığı açıkça ortaya çıktı. XVI. yy'da İngiltere hükümdarları Henry VIII, Mary I ve Elizabeth I, askerî seferlerle, İngiltere'den göçmen gönderip yeni yerleşme merkezleri kurdurarak, İrlanda'yı geri almak için büyük çaba harcadılar. Ama Henry Vlll'in İngiltere kilisesi ile papalık arasındaki bağları koparması, adanın geri alınmasını iyice güçleştirdi: İrlanda'da, İngiltere'nin tersine, Gael-İrlandalılar da, İngiliz-İrlandalılar da, protestanlığı benimsemeye yanaşmadılar ve yasa zoruyla protestan kilisesine dönüştürülen İrlanda kilisesine, halkın ezici çoğunluğu bağlanmayı reddetti.
YENİÇAĞ'DA İRLANDA
Adanın yeniden fethedilmesine en kararlı direniş, Elizabeth I dönemi sonlarında, İkinci Tyrone kontu Hugh O’NeiIl'in yönetimindeki Ulsterli (adanın kuzeydoğu dörtte biri; günümüzdeki Kuzey İrlanda) Gael reislerinden geldi. İngilizler 1595-1603 arasında bölgeyi yakıp yıkarak reislere sonunda boyun eğdilerse de, İngiltere kralı James l'in eski Gael toplumsal sistemindeki küçük krallar gibi değil, atalarından kalma topraklarında İngiliz soyluları gibi yaşamaları isteğinden hoşnut kalmayan reisler, 1607'de kıta Avrupa'sına göçtüler. Yerel soyluların bu kaçışını bahane eden İngiltere kralı da, onların geniş topraklarına el koyarak, Ulster'in batı ve orta kesimlerinde, İngiliz protestanlarının İngiliz birlikleri koruması altında yaşadıkları yerleşme merkezleri kurdurdu. İngiltere hükümdarının bu girişiminin dolaylı olarak teşvik ettiği birçok İskoç da adaya göçüp, koruyucu herhangi bir güç olmaksızın, Down ve Antrim yönetim bölümlerine yerleştiler (günümüzde Ulster'de her türlü toplumsal sınıftan çok sayıda protestan, özellikle de presbiteryen bulunmasında, bu yerleşmelerin de payı vardır).
İrlanda'nın geri kalan kesimlerindeyse, protestanlar küçük ve varlıklı bir seçkin sınıf olarak kaldılar. Bunların yeni topraklara el koymaları, Ulster'deki Gael kökenli İrlandalıların 1641 'de bir kez daha İngiliz yerleşmecilere karşı ayaklanmaları bahane edilerek gerçekleştirildi. Bu ayaklanmanın yol açtığı İngiliz İç Savaşı,kral Charles l'in mutlakıyetçi bir devlet kurma girişimine son verdi. Püritenlerin Charles l'i yenilgiye uğratmalarından hemen sonra, önderleri Oliver Cromwell, İrlanda'ya da İngiliz yönetimini zorla kabul ettirdi (1649-50). Askerlerine ve yatırımcılarına, savaşta gösterdikleri çabalar karşılığında, İrlanda'nın iç kesimlerindeki İngiliz-İrlandalı katoliklerin el koyulan topraklarını dağıttı.
Protestan üstünlüğü. Topraklarını ve İrlanda'daki siyasal egemenliklerini geri almayı uman katolikler, İngiltere'deki 1688 Devrimi'nde katolik kral James ll'yi desteklediler; onun 1690'da Boyne çarpışmasında William lll'e yenilmesiyle de, büyük zararlara uğradılar. İrlanda'da seçkin bir tabaka oluşturan protestanlar, katolik seçkin sınıfın elinden toprak mülkiyetini ve iktidarı alma amaçlı bir dizi Cezalandırma Yasası çıkarılmasıyla, zaferlerini pekiştirdiler. Bununla birlikte, İngiltere'deki büyük toprak sahibi soyluların kazanmış oldukları yetkileri, kendi parlamentoları için elde edemediler. Üstelik İngiltere'nin ticaret siyasetleriyle İrlanda'ya ayırım uygulandı ve Ulster'deki pek çok presbiteryen İskoç, Amerika'ya göçmeye başladı. 1782'de Henry Grattan'ın öncülüğündeki, bir protestan gönüllüler ordusunun desteklediği "Yurtseverler", İngiliz hükümetine, İrlanda'nın kendi gümrük siyasetini oluşturma hakkını da içeren yasama bağımsızlığını İrlanda Parlamentosu'na bıraktırmayı başardılar.
Devrim dönemi. 1782 reformları, Wolfe Tone gibi aydınları ve Fransız Devrimi'nden esinlenerek "Birleşik İrlandalIlar Toplumu"nu kurmak isteyen presbiteryen tüccarlar ile kuzeyli çiftçilerin çoğunu tatmin etmemişti. "Birleşik İrlanda" yanlıları, Armagh yönetim bölümündeki mezhep çatışmalarından kaynaklanan ve güneye yayılmış bulunan katolik "savunmacı hücreleri"yle ittifak yaptılar. 1798'deki bir ayaklanma hızla bastırıldıysa da, İngiltere'nin İrlanda'nın ayrı siyasal kurumlarını ortadan kaldırmamasına yeterli oldu: İrlanda Parlamentosu üyelerinin dalkavukluk ve rüşvet yoluyla, bütün Britanya adaları için tek bir parlamento öngören Birlik Kararnamesi'ni (1800) onaylamaları sağlandı. 1793'te oy kullanma hakkını kazanmış olan katolikler, birleşik parlamentoda yer alabileceklerini düşünseler de bu hakkı ancak1829'da Daniel O'Connell yönetimindeki "Katoliklerin Kurtuluşu" örgütünün eylemleri sonucunda elde edebildiler.
İrlanda ulusçuluğunun gelişmesi. XIX. yy'da devlet iki din arasında yansız bir tutuma yönelirken, İrlanda toplumundaki mezhep ayrılığı da, "ulus" farklılığı biçiminde yeni bir görünüm almaya başladı. O'Connell 1830 yıllarında Birlik Kararnamesi'nin iptali için yeni bir hareket başlattıysa da, "Birleşik İrlandalılar"ın çocukları olan kuzeyli presbiteryenlerin desteğini sağlayamadı. Sanayileşmekte olan İngiltere'nin ileri karakolu durumundaki Belfast kentinin zenginleşmesi, bu kenti İngiltere'yle yasal birliğe gün geçtikçe daha yatkın duruma getirdi. İrlanda'nın İngiltere'ye ve kuzeydoğu Ulster'e oranla ekonomik bakımdan çok daha geri kalmış olan, çoğunlukla katoliklerin yaşadığı kesimlerindeyse, 1840 yıllarında patates hasadının birkaç yıl üst üste çok kötü gitmesi, korkunç bir açlığa yol açtı: 1841-1851 arasında İrlanda'nın nüfusu açlıktan ölmeler, hastalıklar ve göç (özellikle ABD'ye) nedeniyle, 8,2 milyondan 6,6 milyona düştü.
Açlık, katolikler arasında ulusçuluğun gelişmesini geçici olarak durdurduysa (1848'de O'Connell hareketinin eski üyeleri tarafından başlatılan bir ayaklanma komediye dönüştü) da, uzun erimde, İrlanda ulusçuluğunu güçlendirici etki yaptı. İrlanda'nın kırsal kesiminde, açlıktan sonra büyüyen kuşak, bölgenin ekonomik koşullarında pek büyük bir gelişme olmazken, sanayileşmeden yararlanan İngilizlerin (ve Ulster protestanlarının) zenginliğinin hızla arttığının farkına vardı. Bu elverişli koşullarda halk arasında hızla gelişen "ulusal özyönetim hakkı" isteği, ABD'ye yerleşmiş İrlandalIlar ve Fe-nian adlı gizli devrimci derneğin onların arasındaki üyeleri tarafından coşkuyla desteklendi,
Özerklik hareketi. 1870 yıllarının sonunda tarımda görülen çöküntü, refahın artmasını engellerken, bunun yol açtığı toprak mülkiyeti konusundaki hoşnutsuzluklar, Charles Stewart Parnell tarafından ulusçu akımın güçlendirilmesinde kullanıldı: Parnell'ın yönetiminde, özerklik (birliğin içinde ayrı bir İrlanda Parlamentosu) ve toprak reformu isteyen İrlanda ulusçu partisi, katoliklerin çoğunlukta olduğu parlamentoda bütün milletvekilliklerini elde etmeyi başardı. Bu oy kitlesi, İngiltere'de Avam Kamarası'nda hiçbir partinin açık bir çoğunluğu elde edemediği her seçim döneminde, Parnell'a ve ondan sonra partinin başına geçen John Redmond'a İngiltere siyasetinde büyük bir güç sağladı: İrlandalIlar, 1910-14 arasında böyle bir durumdan yararlanarak Özerklik Yasa Tasarısı'nı sonunda oylatmayı başardılar. Ne var ki, bu tasarı aynı zamanda da, kuzeyli Protestanların, özerkliğe şiddet kullanarak karşı çıktıkları Ulster Birliği'nde toplanmalara yol açtı. Her iki yan da silahlı güçler kurdular. Öyle ki, Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, iç savaş kaçınılmaz gibi görünüyordu. Özerklik 1914'te kabul edilmişti ama, Ulster'in özel bir biçimde yönetileceğinin anlaşılması üstüne, savaş bitinceye kadar askıya alındı.
1890 yıllarından başlayarak ulusçuluk İrlanda Edebiyat Rönesansı'nda da kendini göstermiş, şair William Butler Yeats, tiyatro yazarları Sean O'Casey ile John Millington Sypge, vb. edebiyatçılar, dikkatlerini yalnızca İrlanda konuları ve gelenekleri üstünde yoğunlaştırmışlardı. Arthur Griffth tarafından kurulmuş siyasal bir hareket olan Sinn Fein'in yörüngesinde kalma eğilimi gösteren bu kültür canlanmasına, yazarların yanı sıra, öğrenciler ve Gael dili yanlıları da katılmışlardı.
İrlanda'nın bölünmesi. Özerkliğin ertelenmesinin yol açtığı düş kırıklığı, 1916'da Dublin'de Paskalya Ayaklanmasına yol açtı. Ayaklanma, askerî açıdan başarısızlıkla sonuçlanmasına karşılık, kamuoyunun dikkatini yeni kuşaktan siyasal önder adayları üstünde topladı. Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Sinn Fein adayları, ılımlı İrlanda Partisi'nin elindeki milletvekilliklerinin tümünü (katoliklerin 6 milletvekilliği dışında) almayı başardılar ve Dublin'de Dail Eireann adlı devrimci bir parlamento oluşturduklarını açıkladılar. İrlanda Cumhuriyet Ordusu'nun (İRA) İrlanda'da yürüttüğü gerilla savaşı ve krallık güçlerinin buna verdikleri yanıtlar sürerken, İngiliz hükümeti Özerklik Kararnamesi'ne bir seçenek getirmeye çalışarak, 1920'de İrlanda Hükümeti Kararnamesi'ni çıkardı. Güney İrlanda ve Kuzey İrlanda'da ayrı ayrı parlamentolar kurulmasını öngören bu kararname, gerçekte yalnızca Kuzey İrlanda'da yürürlüğe girebildi. Dail Eireann, yeni yasama organını kabul etmediğini açıkladı ve 1921 'deki ateşkesten sonra temsilcileri, İrlanda Özgür Devleti'ni İngiliz Commonwealthü içinde içişlerinde özerk bir dominyon haline getirecek, kuzeydeki altı yönetim bölümünü bu dominyonun dışında tutma olanağı tanıyacak bir antlaşma için görüşmelerde bulundular. Bazı Dail Eireann ve İRA üyelerinin İngiliz Commonwealthü'ne "dışarıdan katılan" bir cumhuriyeti kabul etmeyi onurlarına yedirememeleri, antlaşma yanlıları (önderleri Michael Collins'ti) ile antlaşma karşıtları (önderleri Eamon de Valera'ydı) arasında bir iç savaşa yol açtı. Sonunda, antlaşma karşıtları yenilgiye uğradılar.
İRLANDA ÖZGÜR DEVLETİ, EİRE, İRLANDA CUMHURİYETİ
İrlanda adasındaki 32 yönetim bölümünün güneydeki 26 sını içeren yeni devletin üç ayrı adı oldu. Bu adlar, yenilgiye uğrayan antlaşma karşıtlarının görüşlerinin, iç savaştan sonraki kuşak tarafından, adım adım amaçlarına ulaştırılmasını yansıtır.
İrlanda Özgür Devleti. Çerçevesi antlaşma yanlıları tarafından çizilen 1922 Anayasası uyarınca, ülkenin ilk başbakanlığına William T. Cosgrave getirilirken De Valera'nın Cumhuriyetçi Partisi, İngiliz tahtına bağımlılık andı içmeyi reddettiği için, parlamentoya katılmadı. Yasallığı ana muhalefet partisi tarafından reddedilen bir devleti yönetmenin getirdiği güçlüklere karşın, Cosgrave, iyi işleyen bir yönetim kurmayı ve bazı reformlar yapmayı başardı. 1927'de De Valera'nın ant içmeyi kabul etmesinden sonra, 1932 seçimlerinde De Valera'nın Fianna Fail partisi, İşçi Partisi'nin de desteğiyle hükümet kuracak duruma geldi ve De Valera önce 1948'e kadar, sonra da 1951-54 ve 1957-59 arasında başbakanlık yaptı.
Eire. De Valera tarafından hazırlanan yeni bir Anayasa. 1937'de kabul edildi. Cumhuriyet olmakla adından başka hiçbir ilgisi olmayan yeni devlet, Eire adıyla, resmen İngiliz Commonwealthü içinde kalmayı sürdürdü. De Valera, İkinci Dünya Savaşı sırasında güney halkının çoğunluğunun desteğiyle, bir yansızlık siyaseti yürüttü. İrlanda Cumhuriyeti. Bir koalisyon hükümetinde De Valera'nın yerine başbakan olan Fine Gael önderlerinden John A. Costello, 1948'de ülkenin İngiliz Commonwealthü dışında tam bağımsız bir cumhuriyet olmasını sağlayan yasaların çıkarılmasını sağladı. Adı artık İrlanda Cumhuriyeti olan ülkede, 1950 yıllarında anayasa tartışmaları bir kenara bırakılıp, ekonomik kalkınma sorunlarıyla uğraşılmaya başlandı. Fianna Fail partisinden başbakan (1959-1966) Sean Lemass İngiltere'yle bir serbest ticaret anlaşması imzaladı. Sonraki başbakan John Lynch'se, ülkenin Avrupa Ekonomik Topluluğu'na üye olmasını sağladı (1973). 1977-1981 arasında yeniden iktidara gelen Fianna Fail, 1979'a kadar yeniden başbakanlık yapan Lynch, 1979'dan başlayarak da Charles J. Haughey tarafından yönetildi. Fine Gael'in başkanı Garret Fitzgerald, 1982-1987 arasında bir koalisyon hükümetinin başbakanlığını yaptı. 1987'de başbakanlığı devralan Haughey'in ülkeyi 1992'ye kadar yönetmesinin ardından, Kasım 1992'de yapılan seçimlerde iki büyük parti de önemli ölçüde oy yitirdi ve Fianna Fail ile İşçi Partisi'nin oluşturduğu koalisyonda, başbakanlığı Fianna Fail'den Albert Reynolds üstlendi.