Savaş ve Savaş Araçları
Daha öldürücü silahlar bulunup kullanıldıkça savaş yöntemleri çağlar boyunca sürekli olarak değişmiştir. Günümüzdeki savaşlar eskiçağlardaki savaşlardan, bir güdümlü füzenin mızraktan farklı olduğu kadar farklıdır. Bu değişikliğin yanı sıra, insanların savaş konusundaki görüşleri de değişmektedir. Eskiden bir yaşam biçimi ya da bir zorunluluk olarak görülen savaş, günümüzde uygar dünyada, kaçınılması gerekli büyük bir kötülük olarak kabul edilir.
14. yüzyılda barutun ve ateşli silahların bulunup kullanılması savaş tarihinin en önemli kilometre taşıdır. Ateşli silahların ortaya çıkışıyla savaş yöntemleri ve yönetimi tümüyle değişmiştir. Eskiden ordular en az bir ok atışı uzaklığı kadar birbirlerine yaklaşmak zorundayken artık genellikle daha uzaktan savaşılıyor ve en gelişmiş silahları kullanan uluslar savaşı kazanıyordu. Daha gelişmiş silah sistemlerinin bulunmasıyla, kullanılan silahın savaşın sonucunu belirlemekteki etkisi de arttı. II. Dünya Savaşı’nda ABD’nin atom bombasını geliştirip kullanması sonucu Japonya hemen teslim olmak zorunda kaldı.
Silah Çeşitleri
Silahlar başlıca üç ana gruba ayrılabilir. İlk ve en eski silah grubu, karşı karşıya gelen askerlerin kullandığı, vurarak, delerek ya da keserek düşmanın vücudunu yaralayan bıçak, mızrak ve kılıç gibi silahlardır. İkinci silah grubu, sapan taşı, ok, tabanca mermisi gibi bir maddeyi düşmana uzaktan fırlatan silahlardan oluşur. İlk örnekleri sapan, yay ve mancınık olan bu silahların binlerce çeşidi barutun bulunmasından sonra geliştirilmiştir. Tabanca, tüfek, makineli tüfek, top, güdümlü füze gibi tüm ateşli silahlar bu gruba girer. Üçüncü silah grubu, düşmana zarar vermek için yolunun üzerine konan tuzak türü silahlardır. Bunların en eski örneklerinden biri, içine ucu sivri kazıklar yerleştirilip üzeri ince dallar ve otlarla kaplanan bir çukurdan oluşan basit tuzaktır. Bubi tuzağı ve mayın bu tür silahların günümüzde kullanılan örnekleridir.
Eskidünya'da Savaşlar
Örgütlü savaşlarla ilgili ilk tarihsel bilgilere Eski Mısır’da rastlıyoruz. Askerlerin özel bir kast, bir toplumsal grup oluşturduğu Eski Mısır’da önceleri savaş yalnızca yaya olarak yapılırdı. Kullanılan silahlar tunç kılıç, tunç uçlu mızrak ve tüm vücudu koruyabilecek büyüklükte ahşap bir kalkandı. Sonraları metal kaplamalı kalkanlar yapıldı. Sapan ya da ok kullanan hafif piyadelerin kalkanları ve başka silahları yoktu.
Asurlular, Eski Mısırlılar’a karşı ağır piyade ve süvari askerleriyle savaştılar. Asurlular’ın kullandığı savaş arabaları iki türdü: İki atla çekilen iki kişilik hafif savaş arabaları ve üç atla çekilen, dört kişi alabilen ağır savaş arabaları. Zırhın yaygın olarak kullanılması ve okçu süvari birlikleri de askerliğe Asurlular’ın getirdiği yeniliklerdendir. Asurlu piyadeler kılıç kullanmaz, kısa bir mızrak ve yuvarlak bir kalkan taşır, tunç miğfer giyerlerdi. Asurlu okçular ise miğfer ve zırh giyer, sazdan örülmüş uzun bir kalkan taşırlardı.
Sonradan Mısırlılar’ın da savaş arabası kullanmaya başladığı bu en eski savaşlarda savaşa hazır olan ordu düz bir alanda geniş bir cepheye dizilir, düşman ordusunun gelmesini beklerdi. Daha uygun bir konumda savaşa girmek ya da düşmanı savaşa zorlamak için bir çaba harcanmaz, yedek birlikler bulundurulmazdı.
Eski Yunan Savaşçıları
Yunan kent devletlerinin sürekli olarak birbirleriyle savaş durumunda olduğu İÖ 500-300 döneminde sağlıklı erkeklerin tümü bu savaşların birinde ya da birkaçında savaşırdı. Askerliğe en fazla önem veren Yunan kenti Sparta’da her erkek çocuk yedi yaşından başlayarak savaş için eğitilir, 20 yaşına geldiğinde tam bir asker olur ve sağlığı elverdiği sürece askerlik yapardı. Sparta’da sıradan işleri helot denen köleler yapardı.
Atina’da ise 16-60 yaş arasındaki sağlıklı erkeklerin tümü gerekli olduğu zaman savaşa katılırdı. Öbür Yunan kentlerinde de benzer yasalar vardı.
Önceleri Yunan ordularında atlara çok seyrek rastlanırken İÖ 5. yüzyıldan sonra süvari birlikleri yaygınlaştı. Ama bu dönemde eyer ve üzengi daha bulunmamıştı. Yaya askerler, ağır piyade (hoplites) ve hafif piyade (psiloi) olmak üzere ikiye ayrılırdı. Toplumun üst sınıflarından gelen ağır piyadeler miğfer ve zırh giyer, kalkan taşırlardı. Zırh giymeyen hafif piyadeler sapan ve okla silahlanmıştı. Ağır piyadeler genellikle savaşa phalanks denen bir savaş düzeniyle girerdi. Her phalanksta, omuz omza duran ağır piyadelerden oluşan sekiz sıra vardı. Hafif piyadeler phalanksların önünde ve yanında yer alırdı. İÖ 4. yüzyılda Makedonya Kralı II. Philippos ve oğlu Büyük İskender döneminde phalanks düzeni yetkinleştirildi. Bu düzende en küçük piyade birliği 16 ağır piyadeden oluşuyordu. Bunlardan 16’sı arka arkaya dizilerek 256 kişilik kare biçiminde bir blok oluşturuyordu. Bunların dördü bir araya gelerek 1.024 kişilik bir blok oluşturuyor, onların dördü de bir araya gelince 4.096 kişilik bir phalanks oluyordu. Her phalanksın çevresinde belirli sayıda hafif piyade ve süvari bulunurdu. Büyük İskender’in ordularında, özellikle ordunun kanatlarında çok sayıda süvari de yer alırdı. Ağır piyadelerin silahları, uzunluğu 2,5-7,5 metre arasında değişen bir mızrak, iki ağızlı bir kılıç ve yuvarlak bir kalkandı. Phalanksın ilk beş sırası mızraklarını ileri doğru uzatarak düşmanı mızrak uçlarından oluşan bir duvarla karşı karşıya bırakırdı.
Roma Lejyonları
Romalılar, Makedonya phalankslarına benzeyen, lejyon adı verdikleri bir askeri örgütlenme biçimi geliştirdiler ve Roma lejyonları İÖ 197’de Kynoskephalai Savaşı’nda Makedonya phalankslarını yenilgiye uğrattı.
Cumhuriyet döneminde Roma ordusu Romalı yurttaşlardan oluşurdu. Orduya katılmak büyük bir onurdu ve bir yurttaşın bundan yoksun bırakılması bir utanç nedeniydi. Yurttaşlar zenginliklerine göre ordunun farklı sınıflarına katılırdı. En zengin yurttaşlar, beş sınıftan oluşan piyadelerin en üst sınıfına ve süvari birliklerine alınırdı. 17 yaşından büyük erkek çocuklar askerlik hizmetine çağrılır, 47 yaşma gelen askerler yedeğe ayrılırdı.
Savaşta, mızrak uçlarından bir duvar oluşturmak yerine kılıç ve mızrakların tek tek kullanımına öncelik veren Roma lejyonu, phalanksa göre daha esnek bir savaş düzeni oluşturuyordu. Lejyonun bu hareketliliği sonunda phalanksa karşı zafer kazanmasını sağladı.
Romalılar’ın başlıca silahı, gladius denen çift ağızlı, 50 cm uzunluğunda düz bir kılıçtı.İlk iki sıradaki askerler ayrıca kısa ve ağır bir mızrak (pilum) ile hafif bir mızrak (hasta) taşırdı. Üçüncü sıradaki askerler ise 3-4,5 metre boyunda uzun bir mızrak ve fırlatılarak kullanılan küçük mızraklar taşırdı. Hafif piyadelerin silahlan ise hafif uzun bir mızrak ile yedi küçük mızraktı. Birinci ve ikinci sıralar demirle desteklenmiş deri miğferler, deri ve metal göğüs zırhları ile demir baldır zırhları giyer, deriyle kaplanmış ve demirle desteklenmiş uzun, dikdörtgen biçimli, kıvrık yüzeyli ahşap kalkanlar taşırlardı.
Ortaçağ
Roma İmparatorluğumun çöküşünden sonra İS 7. yüzyıldan 13. yüzyıl sonlarına kadar tüm Avrupa’ya feodal sistem egemen oldu. Serf ya da toprak kölesi adı verilen, şatolarda yaşayan soyluların (senyör) egemenliği altında, işledikleri toprağa bağlı olarak yaşayan insanlar yılda 40 gün soylu şövalyeler yönetiminde askerlik yaparlardı. Soylu çocukları yedi yaşındayken senyörün yanında hizmete girer at uşaklığı, silahtarlık gibi görevler üstlenir ve yeterince eğitildikten sonra şövalye olurdu.
Ortaçağda atlı şövalyeler önceleri zincirden yapılan zırhlar giyerdi; daha sonra metal levhalardan yapılan zırhlar da kullanıldı. Serfler ata binmez ve zırh kullanmazdı. Bir serfin zırhlı bir şövalye karşısında kullanabileceği tek silah uzun yaylardı. Bu yaylarla atılan 1 metre boyundaki oklar genellikle zırhı delerdi. Ama okçu, bu okları kullanmak için gerekli güç ve becerinin yanı sıra, saldıran bir şövalyenin karşısında durarak ok menziline girmesini bekleyebilmek için büyük bir cesarete de sahip olmalıydı. Bazen de okçular, kendilerini koruyacak bir dizi sivri uçlu kazığın gerisinde durarak ok atarlardı.
Barutun ve Ateşli Silahların Ortaya Çıkışı
14. yüzyıl başlarında barutun bulunması, daha öldürücü silahların geliştirilmesine yol açtı. Baruttan yararlanılarak yapılan ateşli silahların temel ilkesi, küçük okları bir boruya koyup üfleyerek atmak için kullanılan üfleme borusuyla aynıdır. Ama ateşli silahlarda, barutun yanmasıyla oluşan yüksek basınçlı sıcak gazlar silahın namlusu içindeki mermiyi büyük bir hızla fırlatır.
Ateşli silahların gelişmesiyle savaş yöntemleri kökünden değişti. Top ateşiyle yıkılabilen şatolar önemini yitirdi. Tüfek ateşiyle kolayca delinebilen şövalye zırhları ortadan kalktı.
Bu yeni dönemin savaş yöntemlerinin İsveç Kralı Gustaf Adolf (1594-1632) döneminde geliştiği söylenebilir. Süvari saldırısının vurucu etkisini anlayan ve bundan yararlanan Gustaf, gerçek anlamda bir sahra topçusu da kurmuştur. Savaş düzeninde yedek piyade birlikleri bulundurmak da Gustafın savaş yöntemlerindendir.
19. Yüzyıl
Savaş tarihine damgasını vuran komutanlardan biri de 20 yıl süren savaşlarla Avrupa’yı sarsan Napolyon Bonapart’tır. Piyade savaşında açık bir savaş düzenini benimseyen Napolyon’un piyadeleri üç sıradan, süvarileri ise iki sıradan oluşuyordu. Napolyon’un küçük gruplarla yapılan şaşırtıcı manevra ve saldırılara geniş yer veren yeni savaş yöntemleri çok etkili oldu. Ama bu yöntemleri uygulayabilmek çok iyi eğitilmiş deneyimli askerler gerektiriyordu. Acemi askerler kullanmak zorunda kaldığı zaman Napolyon, askerlerin yığın halinde hareket ettiği eski savaş yöntemlerini kullanıyor, ama onları çok güçlü bir topçu ateşiyle destekliyordu.
Başlangıçta ilkel yöntemlerle yapılan ve kullanımı birçok soruna yol açan ateşli silahlar, çeliğin geliştirilmesi ve yapım yöntemlerinin iyileştirilmesiyle daha etkili ve güvenilir oldu. Şarjör, top kaması, yiv, tapa gibi buluşların uygulanmasıyla, daha hızlı kullanılan, daha uzağa ve daha etkili atış yapabilen ateşli silahlar geliştirildi. Dakikada binlerce mermi atan makineli tüfekler, 120 km uzaklığa ateş edebilen toplar yapıldı.
Çoğu, 19. yüzyılın ikinci yansında ortaya çıkan bu yenilikler savaş yöntemlerine büyük etki yaptı. Savaşan ordular artık birbirlerinden çok uzakta durabiliyordu. Eskiden cephenin en önünde yer alan toplar artık cephe gerisinden kullanılıyordu.
I. Dünya Savaşı
19. yüzyılın sonlarındaki teknik gelişmelerin sonuçları I. Dünya Savaşı’nda (1914-18) ortaya çıktı. Basitleştirilen ve büyük ölçüde geliştirilen makineli tüfekler büyük bir önem kazandı. Daha fazla makineli tüfeği olan taraf genellikle savaşı kazanıyordu. Ateş gücünün böylesine çok artması sonucunda açık savaş düzeni, yerini siper savaşı denen yeni bir savaş düzenine bıraktı. Artık her iki taraf da cephe boyunca kazılan yüzlerce kilometre uzunluğundaki siperlerin içinde korunarak savaşıyordu. Piyade saldırıları yoğun bir topçu ateşi sonrasında yapılıyordu.
İlk kez bu savaşta uçaklar önemli bir rol oynamaya başladı. İlkin keşif amacıyla kullanılan uçaklar kısa sürede bir saldırı silahına dönüştü. Uçaktan atılan bombalar çok etkili oldu. Önceleri yalnızca cephedeki askeri hedeflere karşı kullanılan uçak bombardımanı sonra sivil hedeflere de yöneldi, kentler de bombalandı. Daha büyük ve güçlü uçaklar yapılarak, daha büyük ve çok bomba uzak yerlere atılabildi.
Bu savaşta Almanlar yeni ve çok korkunç bir silah olan zehirli gazı ilk kez kullandı. Top mermileri içinde düşman siperlerine atılan bu öldürücü gazlardan korunmak için kısa sürede gaz maskeleri geliştirildi ve kullanıldı.
Engel tanımadan ilerleyen, zırhlı ve silahlı bir taşıt aracı olan tank da ilk kez bu savaşta görüldü. Paletler üzerinde giden, hafif bir top ve makineli tüfeklerle donatılmış olan tank çok güçlü bir silahtı. Çok geçmeden tanka karşı kullanılabilen özel küçük bir top, tanksavar topu yapıldı. Uzun kalın namlusundan alev saçan alev makineleri de I. Dünya Savaşı’nda kullanılan yeni piyade silahları arasında sayılabilir.
I. Dünya Savaşı sona erince ordular ve donanmalar azaltıldı; ama savaşta yenilmiş olan ve yeni bir savaşa hazırlanan Almanya başta olmak üzere bazı devletler daha gelişmiş silahlar yapmak için çalışmaları sürdürdü. Ağırlığı 70 tona ulaşan ve zırhı top ateşine dayanıklı olan büyük tanklar, saatte 650 kilometreden daha hızlı uçan uçaklar yapıldı. Askeri amaçla kullanılabilecek paraşütler yapılarak, düşman hatlarının gerisine indirilebilecek paraşütçü birlikleri kuruldu. Savaş araçlarındaki bütün bu gelişmeler II. Dünya Savaşı (1939-45) çıktığında kullanılmaya hazırdı.
II. Dünya Savaşı
Düşman kuvvetlerince kuşatılmamak için, düşman hatları içinde derinlemesine ilerlememeyi öngören eski savaş kuralı bu savaşta bozuldu. Hızla hareket eden tanklar, motorlu topçu birlikleri ve bindirilmiş piyade birlikleriyle, düşmanlarının savunma hatlarını yaran Almanlar, hızla ilerleyerek karşılarındaki direnişi çökerttiler. Artık savaş alanlarında insanlardan çok makineler egemendi. Bu gelişme karşısında I. Dünya Savaşının tipik savaş biçimi olan siper savaşı ortadan kalktı. Öte yandan Almanlar’ın Stalingrad’da yaptığı gibi, eski kuşatma yöntemlerinin kullanılması bazen gerekli oldu. Hızla gelişen savaşın yönetimi her yeni duruma uygun kararların büyük bir esneklikle anında alınmasını gerektiriyordu. Bu savaşta, ortak hareket eden kara, hava ve deniz kuvvetlerinin oluşturduğu, görülmemiş büyüklükte dev askeri güçler ortaya çıktı.
Çok sayıda bomba taşıyabilen çok büyük bombardıman uçaklarının yapılması ve yangın bombası gibi yeni ve çok etkili bombaların kullanılmasıyla, hava saldırılarının yol açtığı yıkım çok büyük oldu. Almanlar’ın geliştirip İngiltere’ye karşı kullandığı V1 ve V2 roketleri büyük zarara ve korkuya neden oldu. V2 roketleri 1 ton ağırlığındaki bombayı 320 km uzaklığa taşıyabiliyordu. Kentlere yapılan hava akınlarında, düşmanın savaş gücünü kırmak amacıyla fabrikalar ve öbür sivil hedefler de bombalandı. Stratejik bombardıman denen bu savaş yöntemini her iki taraf da kullandı.
Piyade birlikleri yarı otomatik tüfekleri, geliştirilmiş makineli tüfekleri, havan topları ve alev makineleriyle çok etkili bir güç oluşturmuştu. Çok hareketli yeni bir düzen içindeki piyade birlikleri, tankları ve öbür zırhlı araçları izleyerek, savunması tanklarla çökertilen bölgeleri ele geçiriyordu. Tam donanımlı piyade birlikleri düşman hatlarının gerisine indirilerek ikmal yollarını kesiyordu. Uçaksavar topları ve obüsler kullanan hareketli topçu birlikleri piyadeleri destekliyordu.
Deniz kuvvetlerinde de özellikle denizaltı ve uçak gemilerinin kullanımında önemli gelişmeler oldu. Haziran 1944’teki Normandiya Çıkarmasında Müttefiklerin savaş gemilerinin topları Alman hatlarını döverken kıyıya yanaşan çıkarma gemileri tankları, topları ve piyade birliklerini karaya çıkarıyordu.
ABD, Almanya teslim olduktan sonra savaşı sürdüren Japonya’ya karşı bilinen en büyük yıkıcı güç olan atom bombasını kullandı. 6 Ağustos 1945’te Hiroşima kenti bir atom bombasıyla yok edildi. Üç gün sonra ikinci bir atom bombası Nagasaki’ye atılınca Japonya teslim oldu.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra önde gelen ülkelerin tümü, radyo dalgalarıyla hedefe yöneltilen güdümlü füzeler geliştirmek için araştırmalarını hızlandırdı. Karadan, havadan, yeraltından ve sualtından atılabilen birçok güdümlü füze geliştirildi. Nükleer savaş başlıklarını 8.000 km uzaktaki hedefine taşıyabilen kıtalar arası balistik füzeler yapıldı. Bu son derece güçlü silahların geliştirilmesi önceki silahların önemini azalttı ve geleneksel kara, hava ve deniz kuvvetleri küçüldü.
Ama geleneksel silahların geliştirilmesine de devam edildi. II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan Kore Savaşı, Vietnam Savaşı gibi bölgesel savaşlarda çok geliştirilmiş geleneksel silahlar kullanıldı. Bunlar arasında jet uçakları, zırhlı helikopterler, dev Pershing tankları, güçlü bazukalar, 75 milimetrelik geri tepmesiz toplar, napalm bombaları, otomatik tüfekler ve makineli tüfekler sayılabilir.
İç Savaş, Bağımsızlık Savaşı ve Gerilla Savaşı
Savaşlar genellikle devletler arasındaki silahlı mücadelelerdir ve düzenli ordularla yapılır. Ama bazen bir ülke içindeki iki ya da daha fazla grup birbiriyle silahlı mücadeleye girişebilir. İç savaş denen bu silahlı mücadele, ya bir silahlı grup ile devlet arasında ya da iki silahlı grup arasında olur. Bu savaşlar düzenli ordularla değil, gerilla savaşı denen özel savaş yöntemleriyle yapılır. Devletin kendi yurttaşını, babanın oğulu, kardeşin kardeşi öldürdüğü iç savaşlar, savaşların en korkuncudur.
İngiltere’de 17. yüzyılda Kral I. Charles’ı destekleyenler ile parlamentoyu destekleyenler arasında çıkan iç savaşın sonunda kral asılmış, parlamento orduları zafer kazanmıştı. Bu iç savaş kralın mutlak yetkilerinin sınırlandırılmasını hızlandırmıştır.
ABD’de, güneydeki köleci eyaletler ile köleliği kaldırmak isteyen kuzey eyaletleri arasındaki Amerikan İç Savaşı (1861-65); İspanya’da cumhuriyet yönetimine karşı ayaklanan faşist generaller ile Halk Cephesi hükümeti arasındaki İspanya İç Savaşı (1936-39); Yunanistan’da II. Dünya Savaşı sonrasında krallık yönetimi ile komünistler arasındaki Yunan İç Savaşı (1947-49); Çin’de milliyetçiler ile komünistler arasında yapılan ve 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sonuçlanan Çin İç Savaşı tarihin en kanlı iç savaşlarındandır. Lübnan’da 10 yıldan uzun bir süredir devam eden iç savaş, bu tür savaşların günümüzdeki bir örneğidir.
I. Dünya Savaşı sonrasında sömürge imparatorluklarının çökmeye başlamasıyla bu imparatorlukların içindeki farklı uluslar bağımsızlık için silaha sarıldı ve bağımsızlık savaşları denen savaşlar ortaya çıktı. 1918-23 arasındaki Türk Kurtuluş Savaşı; 1954-62 arasında Fransa’ya karşı yürütülen Cezayir Bağımsızlık Savaşı bu savaşların en önemlilerindendir.
I. Dünya Savaşı sonrasında Vietnam’da Fransız egemenliğine karşı başlayan direniş de 1946’da, uzun sürecek bir bağımsızlık savaşma dönüştü. Fransızlar 1954’te Dien Bien Phu’da yenilince Cenevre Anlaşmaları uyarınca ülkeyi terk ettiler. Ama bu anlaşmaların hükümleri uygulanmadı ve ülkede farklı gruplar arasında silahlı iktidar mücadelesi sürdü. ABD’nin kendi yandaşlarını desteklemek için 1961’de Vietnam’a asker göndermesiyle hızlanan savaş, 1975’te ABD’nin yenilgisiyle sonuçlandı ve Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti ülke topraklarının bütününe egemen oldu.
İç savaşlarda ve kurtuluş savaşlarında genellikle düzenli ordular ve onların savaş yöntemleri yerine, küçük silahlı gruplar ve onların uyguladığı gerilla savaşı yöntemleri kullanılır. Büyük, düzenli ordulara karşı daha küçük güçlerle mücadele edebilmek için başvurulan gerilla savaşında, küçük baskınlar ve sınırlı saldırılar yapıp geri çekilerek düzenli orduyu yıpratmak, tuzak ve sabotajlarla düşmanın savaş gücünü kırmak gibi yöntemler kullanılır. Çete savaşı da denen gerilla savaşı bir düzenli ordunun savaşını desteklemek için de kullanılabilir.