Seçim
İnsanlar topluluklar biçiminde yaşadıkları, birlikte hareket ettikleri ya da çalıştıkları zaman genellikle içlerinden bazılarının tüm topluluk adına kuralları belirlemesi ve işleri yürütmesi gerekmiştir. Yani yasa ya da kuralları yapacak ve yürütmeyi ya da yönetimi üstlenecek kişilere gerek duyulmuştur. Bu topluluk bir işyeri, bir okul ya da bir ulus olabilir.
Bireylerin yasa yapma ve uygulamasını denetleme gücünü elde etmelerinin çeşitli yolları vardır. Hükümdarlar bu gücü genellikle atalarından kendilerine geçen bir hak olarak kazanırlardı. Bazen iktidara el koyan askeri ya da başka bazı güçler zor kullanarak ya da korku salarak halkın kendilerine baş eğmesini sağlarlar. Bu tür yönetimlere “diktatörlük” denir. Demokratik bir ülkede ise iktidarın ve sorumluluğun kime verileceğini ulusun bireyleri belirler. İki ya da daha fazla adaydan birini “seçme” işlemine “seçim” denmektedir.
Demokrasi, seçilen yasa koyucuların halkı temsil etmelerini gerektirir. Bu da ancak adil seçimlerle gerçekleştirilebilir. Seçimler dürüst ve yarışmalı, yani birden çok partinin ve adayın katılımıyla yapılmalı; sonunda kazananlar, halkın çoğunluğunun seçmek istediği kişiler olmalıdır. Seçimlerde kimlerin oy verebileceğini, kimlerin aday olabileceğini, seçimlerin nasıl yapılacağını ve kimin kazandığının nasıl belirleneceğini gösteren kurallar anayasa ve seçim yasalarında belirtilmiştir.
Oy Hakkı
Bir seçimde kimlerin oy kullanabileceğinin yanıtı hiçbir zaman kolay olmamıştır. Bugün demokratik ülkelerde “genel oy hakkı” vardır. Buna göre belirli bir yaşın üzerinde (genellikle 18 ya da 21 yaş) olan her yurttaş oy kullanma hakkına sahiptir. 19. yüzyılda ise yalnızca mülk sahibi ya da belli bir miktarın üzerinde vergi ödeyen erkeklerin oy kullanmasına izin veren “sınırlı oy sistemi” yaygındı. Çeşitli ülkelerde ve zamanlarda yoksul erkekler, zengin ya da yoksul bütün kadınlar, farklı ırkı ya da dinsel inancı olan kişiler oy verme hakkından yararlandırılmazlardı. Bu durum bazı ülkelerde 20. yüzyıl başlarına kadar sürdü. Oy kullanma yaşına ek olarak, seçmenler genellikle, seçimin yapıldığı ülkenin yurttaşı olmak ve bir seçim bölgesinde belirli bir süre oturmak zorundadır. Seçimlerde oy verme hakkı olan herkesin oy verebilmesini sağlamak için düzenli kayıtlar tutulur. Oy kullanma hakkı olanlar “seçmen” olarak adlandırılır. Çoğu ülkede halkın oy vermesi zorunlu değildir; bu ülkelerde oy verme bir görev değil, bir haktır. Ama Avustralya ve İsviçre gibi bazılarında ise oy kullanma yasal bir görev olarak kabul edilir ve oyunu kullanmayanlar para cezasına çarptırılabilir. 1983’ten sonra Türkiye’de de böyle bir uygulama başlatılmıştır.
Adayların Seçimi
Seçilmek için başvuran kişilere “aday” denir. Adaylarda da yaş ve yurttaşlık koşulları aranır. Seçilmek için ciddi olarak çalışacak adayların başvurmasını sağlamak amacıyla bazen belirli bir miktar para da istenir. Bu para, aday seçimi kazanır ya da oyların belirli bir bölümünü alırsa kendisine geri ödenir. Günümüzde adaylık daha çok bir siyasal partinin listesinde yer almak biçiminde ortaya çıkar. Bağımsız adayların oranı oldukça düşüktür. Bir partiden aday olmak isteyenler genellikle parti içi bir ön elemeden geçirilirler. İlke olarak, bu elemeyi siyasal partilerin yerel örgütleri yapar. Adaylık için çok kişinin başvurması durumunda parti içinde bir önseçim yapılması gerekebilir. Partilerin genel merkezleri de çoğu kez merkez kontenjanından aday gösterme olanağına sahiptir. Siyasal partilerin katılmadığı bazı seçimler de vardır. Örneğin Türkiye’de muhtar seçimlerinde partiler aday gösteremez.
Seçim Kampanyası
Oyların kullanılmasından kısa bir süre önce her aday ya da siyasal parti, halkı kendisine oy vermeye ikna etmek için bir kampanya yürütür. Seçimler genellikle, yasayla saptanan bir takvime göre yapılır. Bazı ülkelerde kampanya sırasında harcanabilecek para miktarını sınırlayan, adayların seçmenlere oyları karşılığında rüşvet vermesini ya da çıkar sağlamasını engelleyen yasa hükümleri de vardır. Genellikle, adaylar seçimde kendisine yardımcı olacak ve bağlı bulunduğu siyasal partinin öbür üyelerinin desteğini sağlayacak bir seçim bürosu ya da komitesi kurar. Adayların propaganda yöntemlerinin başlıcaları radyo ve televizyon konuşmaları, miting ve toplantılar, afiş ve el ilanları ile ev ve mahalle ziyaretleridir. Bayraklar, toplu yürüyüşler, şarkılar ve bandolar bir seçim kampanyasında önemli rol oynar. Ama günümüzde asıl etkili propaganda alanı adayların kendi kişiliklerini ve görüşlerini seçmenlere yansıttıkları radyo ve televizyon yayınlarıdır. Çoğu ülkede, radyo ve televizyon yayınlarında adaylara eşit süreler verilmesini öngören kurallar vardır. Kampanya sırasında harcanacak paranın yasalarla sınırlandırılmadığı ülkelerde, gazete ve televizyon reklamları için çok büyük miktarlarda para harcanır.
Oy Pusulası
Oy vermek için kullanılan kâğıt parçasına oy pusulası denir. Daha önceleri oylar açıkta kullanılır, böylece kimin kime oy verdiği açıkça bilinirdi. Seçimlerin gizli oyla yapılmasının amacı, herkesin özgürce ve hiçbir baskı altında kalmadan kişisel seçimini yapabilmesini sağlamaktır. Günümüzde ülkelerin çoğunda, oy pusulaları yerel ya da ulusal yönetim tarafından ve seçim yapılacak bölgedeki kayıtlı seçmen sayısı kadar bastırılır. Oy pusulası üzerinde her aday ya da partiye ayrılan yerin rengi, büyüklüğü, biçimi ve tasarımı aynıdır.
Oy pusulaları değişik biçimlerde düzenlenebilir. Bazı oy pusulalarında çeşitli partilerden adaylar görev yerlerine göre aynı liste içinde sıralanır ve adayların bağlı olduğu parti, adayın adından sonra yazılır. Bazısında ise her parti için ayrı bir sütun vardır ve adayların adları kendi partilerinin altına liste olarak yazılır.
Bazı ülkelerde oy pusulasının üzerinde adayların adı bulunmaz ve seçmen istediği partiyi işaretler. “Tercihli oy” pusulası ise seçmene her görev yeri için birinci, ikinci ve üçüncü tercihini belirleme olanağı verir. Bu tür oy pusulası Avrupa ve Avustralya’da çok kullanılır.
Hangi oy pusulası türünün kullanılacağı çoğunlukla o ülkedeki parti sistemine bağlıdır. Partiler arasındaki farkların çok büyük olmadığı ABD’de, adayların kimliği önemlidir ve seçmenler genellikle partiden çok kişileri seçmeye yöneldiği için oy pusulaları da buna uygun olarak düzenlenir. Birçok Avrupa ülkesinde ise her partinin farklı programı vardır. Seçmenler de adayın kimliğinden çok, programını beğendikleri parti için oy kullanırlar.
Seçim gününün sonunda bütün oylar görevliler tarafından ve isteyen herkesin izleyebileceği bir biçimde sayılır. Dolayısıyla oy vermede gizlilik, oyların döküm ve sayımında ise açıklık ilkesi geçerlidir.
ABD’de oy kullanma makinelerinden yaygın olarak yararlanılmaktadır. Bu makineler, hızları ve hatasız çalışmaları nedeniyle başka ülkelerde de, özellikle çok fazla oy kullanılan büyük kentlerde giderek yaygınlaşmaktadır. Oy kullanma makineleri oyun gizliliğini korur ve birden fazla oy kullanmayı olanaksızlaştırır.
Seçim Sistemleri
Seçmenlerin kullandıkları oylarla kimlerin seçileceği ve oyların nasıl değerlendirileceğine ilişkin kurallar seçim sistemini oluşturur. Seçim sistemleri ilk olarak şu soruya yanıt getirir: Bir seçim bölgesinde bir tek temsilci mi, yoksa birden çok temsilci mi seçilecektir? Birinci yol seçildiğinde “tek adlı seçim yöntemi” ortaya çıkar. Dar bölge sistemi de denen bu sistemde ülke, her biri birer temsilci çıkaracak biçimde seçim bölgelerine ayrılır. Böylece çok sayıda küçük seçim bölgesi yaratılır. Bu sistemin en tipik uygulama yeri ABD ve İngiltere’dir. Öbür ülkelerde ise genellikle liste sistemi uygulanır ve seçim bölgeleri nüfuslarına göre değişen sayıda temsilci çıkarır.
Verilen oylarla kimin seçilmiş sayılacağı konusu seçim sistemlerinin yanıtlayacağı ikinci ana sorudur. Burada, biri “çoğunluk”, öbürü de “nispi temsil” olmak üzere başlıca iki sistem vardır. Çoğunluk sisteminde, o bölgede oyların çoğunu alan liste bütün temsilcilikleri kazanmış olur. Örneğin bir seçim bölgesinde yarışan üç partiden birincisi yüzde 34, İkincisi yüzde 30, üçüncüsü de yüzde 36 oy almışsa, bütün milletvekilliklerini sonuncu parti kazanmış sayılır. Yüzde 30 ve yüzde 34 oy alan öbür iki parti ise hiç temsilci çıkaramaz. Görüldüğü gibi bu sistem adil değildir. Nispi temsil sistemi ise, partilerin aldıkları oy oranında temsilci çıkarabilmeleri kuralına dayanır. Daha adil sonuçlar yaratan bu sistemde halk iradesi gerçeğe daha yakın bir biçimde parlamentoya yansır. Ne var ki, çoğunluk sisteminin uygulandığı ülkelerde partilerden birinin tek başına iktidar olma şansı daha fazladır. Nispi sistemi uygulayanlarda ise oyların değişik partiler arasında bölünmesi yüzünden tek partinin mecliste çoğunluğu kazanması daha zordur. Böylece tek parti yönetimi yerine, birden çok partinin katıldığı koalisyon hükümetleri kurmak gerekmektedir.
Ayrıca, seçimler “tek dereceli” ya da “iki dereceli” olarak yapılabilir. Tek dereceli seçimlerde, seçmenler temsilcilerini doğrudan kendi oylarıyla seçerler. İki dereceli seçimde ise, önce “ikinci seçmen” denen delegeler için oy kullanılır. Seçilen bu delegeler asıl temsilcileri seçerler. Tek dereceli seçim daha demokratik bir uygulamadır. İki dereceli seçimlerin en iyi bilinen örneği ABD’de başkanlık seçimidir. Başkan her eyaletten seçilmiş olan delegelerin oylarıyla belirlenir. Türkiye’de de 1946’ya kadar iki dereceli seçim sistemi uygulanmıştır.
Türkiye'de Seçimler
Osmanlılar’da daha önce yerel yönetimler için yapılan seçimler dışında, ilk siyasal seçim 1876 Anayasası’nın kabul edilmesinden bir yıl sonra gerçekleşti. İlk Osmanlı parlamentosu için iki kez seçime gidildikten sonra (1877-78) II. Abdülhamid’in baskıcı yönetimi altında meclis dağıtıldı ve II. Meşrutiyet’in ilanına (1908) kadar bir daha toplanmadı. II. Meşrutiyetken sonra seçimlere siyasal partiler de katılmaya başladı. İki dereceli seçim yönteminin uygulandığı Osmanlı seçim sisteminde, seçmen olabilmek için mülk sahibi olmak ya da belli bir miktar vergi ödemek gerekiyordu. Kadınların oy verme ve seçilme hakkı yoktu.
Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara’da açılan Büyük Millet Meclisi (23 Nisan 1920) için yapılan seçimler yeni bir devletin kuruluşuna da hizmet etti. Cumhuriyet dönemindeki ilk seçim 1923’te yapıldı. Bundan sonra, 1924-45 arasındaki tek partili dönemde iki dereceli olarak yapılan seçimler (1927, 1931, 1935, 1939, 1943) yarışmalı olmadığı için serbest ve demokratik değildi. Bununla birlikte kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınması gibi (1934) çok önemli bir demokratikleşme adımı bu dönemde atıldı. Çok partili yaşam başladıktan sonra yapılan ilk seçimlere (1946) bir muhalefet partisinin (Demokrat Parti) de katılması ve tek dereceli seçim usulüne geçilmesi demokratikleşme sürecinin önemli adımlarıdır. Ne var ki, bu seçimde oylar açık verilmiş, sayım ise gizli yapılmıştı. Gizli oy ve açık sayıma dayalı ilk seçim 1950’de yeni seçim yasasının onaylanmasından sonra gerçekleşti. Sonuçta eskiden tek parti olan Cumhuriyet Halk Partisi muhalefete düştü ve iktidar Demokrat Parti’ye geçti.
Demokrat Parti iktidarı döneminde muhalefet üzerindeki baskılar arttı. Hak ve özgürlükler giderek kısıldı. Bu koşullarda yapılan 1954 ve 1957 seçimleri de oldukça tartışmalı bir ortamda geçti. 1954’te Yüksek Seçim Kurulu oluşturuldu. 1957 seçimlerinin ardından, muhalefetin üzerinde baskılar yoğunlaştı, radyo iktidar partisinin emrinde bir yayın organı gibi çalışmaya başladı. Gerçekten özgür bir seçim ortamının yaratılamamış olması da 27 Mayıs 1960’ta silahlı kuvvetlerden bir grup subayca gerçekleştirilen askeri müdahaleyi hazırlayan nedenler arasındadır.
Türkiye’de seçimlerin demokratik bir yapıya kavuşması 27 Mayıs müdahalesinden sonra yapılan 1961 Anayasası’yla sağlandı. 1961 milletvekili seçimlerinden başlayarak uygulanan nispi temsil sistemi Türkiye için önemli bir yenilikti. 1961, 1965, 1969, 1973, 1977 genel seçimleri, bazen nispi sistemin de etkisiyle oyların ve meclisteki sandalyelerin çok sayıda parti arasında dağılmasına ve koalisyon hükümetlerine yol açtı. Ama, seçmen oylarının meclise daha doğru bir biçimde yansımasını da sağladı.
12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra yapılan ilk genel seçimlere (1983) Milli Güvenlik Konseyi’nin izin verdiği parti ve adayların katılabilmesi seçimlerin demokratikliği ve serbestliği ilkesini sarstı. Bu durum ancak 1987 genel seçimlerinde bir ölçüde giderilebildi. 1983-87 arasında iktidar partisinin seçim yasalarında yaptığı değişiklikler yeni tartışma ve eleştirilere neden oldu.
Artık Türkiye’de ilk olarak 1961 Anayasasıyla oluşturulan demokratik bir seçim sisteminin temel kuralları yerleşmiştir. Milletvekili ve yerel yönetim seçimleri serbest, eşit ve tek derecelidir; genel oy ilkesi benimsenmiştir; oy vermede gizlilik, oyların döküm ve sayımında ise açıklık kuralı geçerlidir. Daha da önemlisi seçimlerin dürüstlüğü yargı organının güvencesi altındadır.
20 yaşından gün alan her Türk yurttaşı oy verme hakkına sahiptir. Askeri öğrenciler, erler, kamu hizmetinden yasaklılar, tutuklu ve hükümlüler oy kullanamazlar. Seçmen kütükleri oy verme hakkına sahip kişileri belirleyen listelerdir ve belli süreler içinde bunlara itiraz edilebilir.
Milletvekili seçilebilmek için, 30 yaşını doldurmuş olmak, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmak, en az ilkokulu bitirmek, kamu hizmetinden yasaklanmamış ya da belli suçlardan dolayı hüküm giymemiş olmak gibi koşullar aranmaktadır. Seçimlerde propaganda, yasaların gösterdiği süreler ve koşullar içinde serbesttir. Seçim günü sandık kurulları oy verme ve sayım işlemlerini tarafsızlık ve dürüstlük kuralları içinde yürütürler. Bunların üstünde ilçe ve il seçim kurulları görev yapar. Ülke çapındaki en üst yetkili organ ise Yüksek Seçim Kurulu’dur.
Bugün Türkiye’de uygulanan nispi temsil sistemi çift barajlıdır. Birincisi, ülke düzeyinde geçerli oyların yüzde 10’unu alamayan partiler hiçbir yerde milletvekili çıkaramaz. Ayrıca, ilk barajı aşan partiler seçime girdikleri bölgedeki “yerel baraj ”ı da aşmak zorundadır. “Yerel baraj ”ın altında oy alırlarsa gene milletvekili çıkaramazlar. Bu “yerel baraj”, bir seçim bölgesinde verilen geçerli oyların seçilecek milletvekili sayısına bölünmesiyle elde edilen sayıdır.