Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

AĞIT

  • Okunma : 406

Bir ölünün ya da acı bir olayın ardından söylenen ezgili şiirlere ağıt denir. Anadolu’da çok yaygın olan ağıt geleneğinin kökleri Orta Asya’ya kadar uzanır. Türkler ölülerinin ardından yuğ adını verdikleri törenler düzenler ve bugünkü ağıtların ilk örnekleri sayılan sagular söylerlerdi. Bilinen en eski sagu, İÖ 7. yüzyılda yaşamış Türk Hakanı Alp Er Tunga’nın ölümü üzerinedir.

    Anadolu’da, ölünün ardından düzenlenen yas törenlerinde genellikle kadınlar ağıt söyler. Ağıt söylemenin ya da yaygın terimiyle ağıt yakmanın bölgeden bölgeye değişen belli gelenek ve görenekleri vardır. Örneğin Çukurova’daki ağıt törenlerinde kadınlar sırayla ağıt yakarlar. Ağıt söyleyecek olan kadının önüne ölünün çamaşır bohçası konur. Ağıtçı bohçadan çıkardığı bir çamaşırı ağıt boyunca elinde tutar ve ağıtı bittikten sonra bohçayı yandaki ağıtçının önüne bırakır.

    Belli bir şiir düzenine uygun olan ağıtlar dilden dile dolaşarak yaygınlaşır. Yüzyıllar boyu söylenerek, zengin bir sözlü edebiyat geleneği yaratacak kadar çok sayıda ağıt örneği günümüze ulaşmıştır. Ağıtta ölen kişinin yaşamından, anılarından, yiğitliğinden ve cömertliğinden söz edilir:

    Odasında terzi işler

    Küheylanı yeri dişler

    Ünü büyük Kozanoğlum

    Kürk giydirip at bağışlar.

                                       (Kozanoğlu Ağıtı)

    Gelinin baba evinden ayrılmasını, deprem, kıtlık, sel baskını gibi doğa felaketlerini ya da savaşın acılarını ve yıkımlarını konu alan ağıtlar da vardır. Bu ağıtlarda ölenlerin kişiliğinden çok geride kalanların acılan ve felaketler karşısındaki çaresiz başkaldm lan dile gelir. I. Dünya Savaşı’nda Sarıkamış’ta binlerce askerin donarak ölmesini anlatan “Sarıkamış Ağıtı” bu türe örnektir:

    Çadırlar dağa kuruldu

    Hücum borusu çalındı

    Bir Sankamış uğruna

    Doksan bin fidan kınldı.

    Türk halk edebiyatında ağıtlar, genellikle önceden hazırlanmaksızın (doğaçlama) söylenen ve ozanı bilinmeyen (anonim) sözlü şiirlerdir. Bununla birlikte edebiyatımızda ozanı belli olan ve bir ezgi eşliğinde doğaçlama söylenmeyen yazılı ağıtlar da vardır. Recaizade Mahmud Ekrem ’in, oğlu Nijad’ın ölümü üzerine yazdığı şiir bu tür bir ağıttır:

    Bu aynlık bana yaman geldi pek

    Ruhum hasta, kırık kolum kanadım

    Ya gel bana, ya oraya beni çek 

    Gözüm nuru oğulcuğum, Nijad’ım.

    Ağıtlar genellikle dörder dizelik, sekizli ya da on birli hece düzeniyle söylenir. Mani, türkü, koşma, semai gibi şiir türlerinin biçim ve söyleyiş özelliklerini yansıtan ağıtlann Divan edebiyatındaki karşılığı mersiye denen şiir türüdür.

    Batı edebiyatında ağıt yazılı edebiyat ürünleri arasındadır. Eski Yunan ve Roma çağında belirli nazım kalıplarıyla, ama hemen her konuda ağıt yazılabiliyordu. Batıda ağıtın, ölenin ardından söylenen bir yas şiirine dönüşmesi 15. ve 16. yüzyıllardaki Rönesans Çağı’na rastlar.