AMERİKAN EDEBİYATI
Amerikan Edebiyatı ABD yazarlarının düzyazı ve şiir alanındaki yapıtlarını kapsar.
17. yüzyılın başlangıcında Amerika’ya ilk göçler sırasında yazılanlar gerçek Amerikan edebiyatı sayılmamakla birlikte, Amerikan edebiyat tarihi genellikle bu dönemi başlangıç alır. Bir İngiliz kolonisi (İngiltere’ye bağlı yerleşim yeri) olarak varlığını sürdüren bu toplum, daha sonraki yıllarda Avrupa’nın başka ülkelerinden gelen yeni göçmenler ve Afrika’dan köle olarak getirilen Siyahlar ile oldukça karmaşık bir nitelik kazandı (bak. AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ).
Amerikan toplumunun İngiliz kültürünün etkilerinden kurtulup kendi ulusal ve yerel değerlerini yaratması için belli bir sürenin geçmesi gerekiyordu. Yeni ve durmadan değişen koşullara uymak, herkesin anlayabileceği yaygın bir edebiyat dilini geliştirmek kolay değildi. İlk aşamada, İngiliz egemenliğinden kurtulmak için 18. yüzyılın sonuna doğru başlatılan Bağımsızlık Savaşı, daha sonra 19. yüzyılın ikinci yarısında Siyah kölelerin özgürlüğe kavuşmaları için başlatılan İç Savaş, Amerikan toplumunun kendine özgü değerlerinin belirginleşmesini de kolaylaştırdı. Bu değerlerin kaynağında demokrasi düşüncesinin ve eşitlik ilkesinin yattığı söylenebilir.
Ulusal kişiliğine kavuşmak isteyen Amerikan edebiyatı bir yandan geçmişi simgeleyen Avrupa değerlerinden yararlanıyor, bir yandan da bolluğu, zenginliği ve özgürlüğü simgeleyen geleceğin Amerikan toplumundan esinleniyordu.
İlk dönemde Kuzey Amerika’da yaşayan İngilizler Yenidünya’nın olanaklarını İngiltere’ye tanıtmak için çok sayıda ayrıntılı rapor yazdılar. Ayrıca kolonilerin yöneticileri bu kuruluş döneminin tarihini yansıtan günlükler tuttular.
1776’da bağımsızlığın ilanıyla Amerikan edebiyatında yeni bir dönem başladı. Bu dönemin başlıca ürünleri, edebi değer taşımamakla birlikte Amerikan edebiyatına yön verme açısından önemli olan bağımsızlık bildirileridir. Bağımsızlık Savaşı’nın sözcülerinden Thomas Paine 1776’da Common Sense’i (“Sağduyu”) yayımladı (bak. PAINE, THOMAS).
19. Yüzyılın Başı
Amerikan edebiyatı ulusal kimliğine 19. yüzyılın başında kavuştu. Bu dönemin ilk edebiyatçısı olarak anılan Washington Irving’in 1809’da yayımlanan A History o f New York’u (“New York Tarihi”) bu kente yerleşen Hollandalılar’ın yaşamını anlatır. 1819-20 arasında yayımlanan The Sketch Book’ta (“Not Defteri”) Irving’in “Rip Van Winkle” gibi ünlü öyküleri yer aldı. Ülkenin ilk gerçek romancısı ise James Fenimore Cooper’dır. Romanlarında Amerika Yerlileri’ni romantik kahramanlar olarak ele alır. Leather-Stocking Tales (“Meşin Çorap Öyküleri”) kitabında yer alan Mohikanlar’ın Sonuncusu (The Last of the Mohicans\ 1826), The Pathfinder (1840; “İz Sürücü”) ve Geyik Avcısı (The Deerslayer;1841) romanlarının kahramanları bu türdendir. Cooper’ın yapıtları, Avrupa’daki Romantizm Akımı’nın önde gelen temsilcilerince ilgiyle karşılanmıştır.
Edgar Allan Poe ise yapıtlarında insan zihninin kuytu ve karanlık köşelerine sokuldu. En ünlü öyküleri “The Fail of the House of Usher” (1839; “Usher Malikânesi’nin Çöküşü”), Morg Sokağı Cinayeti (The Murders in the Rue Morgue; 1841) ile “Kuyu ve Sarkaç” (The Pit and the Pendulum) doğaüstü güçlerin rol oynadığı dehşet öyküleridir. Şiirlerinde ölüme sevgi duyduğu gözlenir. “The Sleeper” (“Uyuyan”), “Ulalume” ve “To One in Paradise”da (“Cennetteki Birine”) hep ölüm teması işlenir. “The Raven” (“Kuzgun”), “The Bells” (“Çanlar”) ve Melih Cevdet Anday’ın Türkçeleştirdiği “Annabel Lee” en güzel şiirlerindendir. Kısa öykülerinden “The Gold Bug” (“Altın Böcek”) ve “The Purloined Letter” (“Çalman Mektup”) çağdaş dedektif öykülerinin ilk örnekleri sayılır (bak. POE, EDGAR ALLAN).
Concord ve Deneyüstücülük
Massachusetts’deki Concord, Amerikan Rönesansı’nın doğum yeridir. Henry David Thoreau da Concord’luydu. Concord düşünürlerinin en ünlüsü Ralph Waldo Emerson, bir şeyin özünü kavramakta mantığı ve deneyi aşan sezgilerin üstünlüğüne inanarak Deneyüstücü oldu. Emerson’un en çarpıcı özelliği iyimserliğiydi. Harvard Üniversitesinde din öğrenimi görmesine karşın, daha sonra papazlığı bırakarak, yaşamının geri kalanını yazı yazmak ve konferanslar vermekle geçirdi.
Emerson’un dostu olan Thoreau insanların, sahip oldukları mal ve mülk ile hükümetlerin ve gereksiz bağlantıların kölesi olduklarını kanıtlamaya çalıştı. İzlenimlerini Walden (1854) ve A Week on the Concord and Merrimac Rivers’da (1849; “Concord ve Merrimac Irmakları’nda Bir Hafta”) anlattı. Deneyüstücüler Dial (Kadran) adında bir de dergi çıkardılar.
Bu dönemde roman ve öykü alanının en önemli adı, günah konusunu işleyen Nathaniel Havvthorne’dur. Hawthorne’un Yedi Çatılı Ev (The House o f the Seven Gables\ 1851) adlı yapıtında, yaşamın nimetlerinden zevk alan kişiliği öne çıkar. Oysa yazarın öbür yapıtlarında insanlar sert bir eleştiri süzgecinden geçirilir. Başyapıtı olan Kızıl Damga (The Scarlet Letter\ 1850) Püritenler’in (bak. HIRİSTİYANLIK) ahlaksal dürüstlüğünü ve insanın mutluluğa erişme çabasını anlatır.
New York’lu Herman Melville de 20. yüzyıl okurlarının en gözde yazarlarından biridir. Büyük yapıtı, filmi de yapılan Beyaz Balina, Moby Dick (Moby Dick\ 1851) ile ilgili çok sayıda yorum yazılmıştır. Roman balina avına çıkan bir teknenin tayfalarının, büyük beyaz balinayı bulup öldürme mücadelesini anlatır. Bu öykü gün ışığı, iyilik ve çalışkanlık evreninde, kötülüğün aykırılığını simgeler (bak. MELVILLE, HERMAN).
New York’lu Walt Whitman ise, sonradan edebiyat alanında Amerikan edebiyatının belirgin özelliği olarak nitelenecek canlılığın doğmasına ön ayak oldu. Şiirleri Çimen Yaprakları (Leaves o f Grass; 1855) adlı kitabında yayımlandı. Whitman, okurların bu kitabı heyacanla kapışacağını sanıyordu; oysa pek farkına varan olmadı. İkinci basımda eklediği yeni 20 şiirle kitaptaki şiirlerin sayısını 32’ye çıkardı. Whitman yaşamı boyunca eklemeler ve düzeltmeler yaparak, yerine göre şiirlerin sırasını değiştirerek bu kitapla uğraştı. Askeri hastanelerde yaptığı gönüllü hastabakıcılık hizmetinden sonra Drum Taps (1865; “Davul Darbeleri”) ve Democratic Vistas'ı (1873; “Demokratik Özlemler”) yayımladı.
Whitman geleneksel İngiliz koşuk türlerini kullanmayarak daha özgür bir ritim arayışına yöneldi. En güzel şiirlerinde biçimi, içerik belirlemektedir. Amerikan şairleri, Walt Whitman’ın, Amerika’nın özgür sesini arayış çabalarına çok şey borçludurlar (bak. WHITMAN, WALT).
New England Şairleri
19. yüzyılın New England’lı şairlerinden Henry Wadsworth Longfellovv, Oliver Wendell Holmes ve James Russell Lowell, kamuoyunu yönlendiren kişiler arasındaydılar. Ülkemizde bir tiyatro oyunu olarak sahnelenen Hiawatha (Hiawatha’s Song; 1855) gibi birçok şiirin yanı sıra, Dante’nin İlahi Komedyası'nın (La divina commedia; 1310-21) İngilizce’ye çevirisi de Longfellow’un imzasını taşır. Holmes’un denemeleri ile “The Chambered Nautilus” (“Tutsak Edilmiş Nautilus”) ve “The Deacon’s Masterpiece” (“Diyakoz’un Başyapıtı”) adlı şiirleri The Autocrat of the Breakfast Table'da (1858; “Kahvaltı Sofrasının Zorbası”) yayımlandı. Lovvell ise köleliğin kaldırılması için kalemiyle savaş verdi. 1848-67 arasında Biglow Papers (“Biglow Yazıları”) da dahil olmak üzere pek çok şiir yazdı. Etkili bir yayın organı olan Atlantic Monthly'nin ilk yayın yönetmeniydi.
19. yüzyılın sonlarında Ne w England’da Emily Dickinson da şiirler yazıyordu. Bugün Amerikalı şairler arasında, yaşadığı yüzyılın en önemli şairi sayılan Emily Dickinson, yazdığı binlerce şiirden yaşamında pek azını yayımlamıştı. İlk kitabı ise ölümünden sonra basıldı (bak. DİCKİNSON, EMILY).
İç Savaş ile I. Dünya Savaşı Arası
Amerikan İç Savaşı’ndan önceki on yıllık dönemde Amerikan yazarlarının birçoğu köleliğin kaldırılması için savaşıyordu. İçlerinde en etkilisi Tom Amcanın Kulübesi'nin (Uncle Tom s Cabin\ 1852) yazarı, New England’lı Harriet Beecher Stowe idi. Kitabın edebi değeri olmamakla birlikte, Siyah Amerikalı’ nın durumunu olanca acılığıyla ortaya koymasının, savaşın çıkmasını hızlandırdığı bile söylenebilir.
Mark Tvvain takma adıyla yazan Samuel L. Clemens, İç Savaş yıllarından sonra büyük ün kazandı. Kitaplarında ABD’nin ortabatısını ve Mississippi Irmağı kıyısındaki insanların yaşantılarını konu edindiği için özgün bir Amerikan yazarı olarak bilinir. Mark Twain abartılmış halk öykülerinden esinlendi ve yerel lehçe kullandı. Hakılberi Fin’in Maceraları (Adventures o f Huckleberry Finn\ 1884) dünyanın en önemli kitapları arasında sayılırsa da, Mark Twain roman ve öykü dışındaki edebiyat alanında daha başarılıydı. En sevilen kitapları arasında Tom Sawyer’in Maceraları ( The Adventures of Tom Sawyer\ 1876), Kral Arthur’un Sarayında Bir Amerikalı (A Connecticut Yankee in King Arthur’s Court; 1889) ve Mississippi’de Yaşam (Life on the Mississippi; 1883) sayılabilir. Mark Twain’in roman ve öyküleri Romantizm’den Gerçekçilik’e geçişi sağladı. Bir mizah ustası olan Mark Twain’in son yapıtlarında mizahın altındaki gizli acı duyumsanır (bak. GERÇEKÇİLİK; ROMANTİZM; TWAIN, MARK).
Düşünür George Santayana, 1911’de ABD’nin 20. yüzyılın eşiğinde eski kafalı genç bir ülke olduğunu ileri süren “The Genteel Tradition in American Philosophy” (Amerikan Felsefesinde Soylu Gelenek) adlı bir makale yazdı. Ona göre ABD, yeni bir ülke olmasına karşın, duyguları, edebiyatı ve felsefesiyle hâlâ Püritenler’in ve Deneyüstücüler’in geleneğini sürdürmeye çalışıyordu.
20. yüzyıla girerken Doğalcılık (Natüralizm) Akımı Amerikan edebiyatında önemli değişimlere neden oldu. İnsanın kendi dışındaki güçlerden ve kalıtım yoluyla geçen dürtülerden dolayı güçsüzlüğünü vurgulayan bu öğreti Fransa’da doğmuştu ve ünlü temsilcisi Emile Zola’ydı. Fransa’da öğrenciliği sırasında Zola’dan etkilenen Amerikalı Frank Norris McTeague (1899), The Octopus (1901; “Ahtapot”) ve The Pit'i (1903; “Çukur”) yazdı. Stephen Crane yetenekli bir Doğalcı yazar olduğunu kısa yaşamında verdiği Maggie: a Girl o f the Streets (1893; “Sokak Kızı Maggie”) ve Cesaret Madalyası (The Red Badge of Courage; 1895) gibi yapıtlarıyla kanıtladı. Doğalcı yazarlardan Jack London ise Vahşetin Çağrısı (The Cali o f the Wild; 1903) ve Deniz Kurdu'nu (The Sea-Wolf; 1904) yazdı (bak. Doğalcilik; London, Jack).
Doğalcı edebiyat türünü daha sonra Theodore Dreiser ve James T. Farrel de benimsedi. Dreiser geçmişle bağını koparan gerçekçi romanlar da yazdı. Kız Kardeşim Carrie (Sister Carrie; 1900), Jennie Gerhardt (1911) ve en ünlü yapıtı olan Bir Amerikan Faciası'nda (An American Tragedy, 1925) rastlantılar ve çevre etkin bir rol oynar.
Henry James de çağdaş Gerçekçilik’e geçişin en önemli yazarlarındandır. Gençliğinde Avrupa’da yaşayan Henry James, Eskidünya’ nın sanatını ve edebiyatını tanıma olanağı buldu. Avrupa’da yaşayan Amerikalılar’ı gözleyerek ve inceleyerek, onların kişiliklerini yansıtan romanlar yazdı. En önemlileri The American (1877; “Amerikalı”), The Portrait o f a Lady (1881; “Bir Lady’nin Portresi”), What Maisie Knew (1897; “Maisie’nin Bildiği”) ve The Ambassadors'dur (1903; “Elçiler”). Ayrıca kısa öyküleriyle de ün kazandı. Bunlardan bir hayalet öyküsü olan Yürek Burgusu (The Turn of the Screw; 1898) en güzellerindendir (bak. JAMES, HENRY).
Kimi yazarlar ise Amerika’nın dar ve sınırlı kırsal yaşamını eleştiriyorlardı. İçlerinde en ünlüsü, Kasabamız (Winesburg, Ohio, 1919) adlı kısa öykü derlemesinin yazan olan Sherwood Anderson’dur.
Şiirin Yeniden Canlanması
20. yüzyılın başında ABD’de düzyazı edebiyatında belli bir durgunluk yaşanırken, özellikle şiir türünde, kültür yaşamına yeni bir canlılık getirme çabaları göze çarpıyordu. Harriet Monroe 1912’de Chicago’da Poetry: a Magazine o f Verse'i (Şiir Sanatı: Bir Koşuk Dergisi) yayımlayarak yeni arayışlar içinde olan şairlerin şiirlerini bastı. Poetry dergisi Cari Sandburg’un, Vachel Lindsay’in ve Edgar Lee Masters’ın tanınmasını sağladı. Gene aynı tarihlerde New England’dan Edwin Arlington Robinson ve Robert Frost, bulundukları yöreden esinlenerek şiirler yazıyorlardı. Edna St. Vincent Millay de geleneksel soneler yazdı. Üç Siyah şair, James Weldon Johnson, Langston Hughes ve Countee Cullen geleneksel biçimleri kullanarak Siyah Amerikalı’nm durumunu dile getiren şiirler yazdılar.
Şairlerin tümü, sözbirliği etmişçesine 20. yüzyıl şiirinin az ve öz sözle yazılmasından yanaydılar. Bu anlayış Sembolizm Akımı’nın doğmasına yol açtı (bak. SEMBOLİZM). Sembolizm, Poetry dergisine Avrupa’dan katkıda bulunan Ezra Pound’un başlattığı bir akımdır. Dönemin öbür önemli ozanları Hart Crane, Wallace Stevens, e.e.cummings, Marianne Moore, Robinson Jeffers ve. Archibald MacLeish’dir.
1920’lerin herkesçe değeri onaylanan şairi ise kuşkusuz T. S. Eliot’tur. Harvard’da eğitim gören Eliot daha sonra eğitimini sürdürmek için İngiltere’ye gitti ve orada kaldı. 1915’te Poetry'de çıkan “The Love Song of J. Alfred Prufrock” (Mr. Prufrock’tan Aşk Şarkısı) yayımlanmış ilk şiiridir. Başlıca yapıtları The Waste Land (1922; “Çorak Ülke”), Ash Wednesday (1930; “Oruç Çarşambası”) ve Four Quartets'dir (1943; “Dört Dörtlü”). Koşuk türünde yazılmış oyunları arasında en önemlisi Murder in the CathedraVdır (1935; “Katedral’de Cinayet”). Eliot yaptığı yenilikler ve denemelerinde ileri sürdüğü görüşlerle pek çok çağdaş şairi etkilemiştir (bak. Eliot , T.S).
İki Dünya Savaşı Arasında
1930 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Amerikalı Sinclair Lewis bir yergi ustasıydı. Main Street'te (1920; “Ana Cadde”) Amerikan küçük kasaba yaşamını alaya alır. Yarattığı kahramanlardan Babbit geveze, ama kendine güvensiz bir tiptir. Levvis’in yapıtları, Amerikalılar’ın kendi kültürleri üstüne düşünmelerine yardımcı oldu.
1920’lerde roman ve öykü alanında ortaya çıkan nitelikli yapıtların başlıca esin kaynağı I. Dünya Savaşı’ydı. Örneğin, savaşa katılmış olan John Dos Passos’un Üç Savaşçı (Three Soldiers; 1921) adlı romanı, ordunun duyarlı bir genci nasıl etkilediğine ilişkindir. Dos Passos sanayicileri, kamu düşüncesini yönlendirenleri ve siyaset adamlarını ele alan yapıtlarıyla ABD yaşamının bir tür tarihçisi durumundaydı. Başyapıtı bir üçleme olan U.S.A.’dır (1930-36).
F. Scott Fitzgerald T his Side o f Paradise'da (1920; “Cennetin Bu Yakası”), genç kuşağın umutlarını ve korkularını dile getirdi. Muhteşem Gatsby (The Great Gatsby; 1925) Fitzgerald’ın katı gerçekçi yanı ile başarı umudu taşıyan saf, çocuksu yanını yansıtır. Geceler Güzeldir (Tender is the Night; 1934) ise sözcükleri kullanmaktaki ustalığını ve derin karakter anlayışını gösterir.
Ernest Hemingvvay başarıya hızla ulaşmış bir yazardır. İlk büyük savaş romanı olan Güneş de Doğar (The Sun Also Rises; 1926) genç kuşağın ruh halini çok iyi yansıtır. Dünya sanki hep savaştadır ya da savaş sonrası sıkıntıları çekmektedir. Hemingvvay, olaylardan gözü açılmış, gene de beceri ve cesaretle yaşamaya kararlı olan bu kuşağın sesi oldu. Bir 20. yüzyıl Romeo-Jülyet’i sayılan Silahlara Veda (A Farewell to Arms\ 1929) ve İspanyol İç Savaşı ortamında geçen olay örgüsüyle Çanlar Kimin İçin Çalıyor (For Whom the Bell Tolls; 1940) çok beğenildi. Hemingvvay’in öyküleri edebi açıdan romanlarından daha değerlidir. Kadınsız Erkekler'de (Men Without Women; 1927) birbirinden güzel öyküler yer alır. Uzun öyküsü İhtiyar Adam ve Deniz (The Old Man and the Sea\ 1952) ise bir başyapıttır. Hemingvvay 1954 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Roman ve öykülerinin birçoğu sinemaya uyarlandı (bak. Hemingnvay, Ernest ).
John Steinbeck edebiyat yaşamına Doğalcılık Akımı’nın etkisi altındayken başladı. 1930 Büyük Dünya Bunalımı sırasında kendi yazar kişiliğini buldu. Fareler ve İnsanlar (O f Mice and Men; 1937) ve Gazap Üzümleri (The Grapes ofWrath; 1939) onun duyarlı bir gözlemci ve yaşamda yenik düşmüş insanlara karşı anlayışla yaklaşan bir yazar olduğunun kanıtlarıdır (bak. Steinbeck, John). James T. Farrell’in Doğalcı türdeki Studs Lonigan (1932-35) üçlemesi de toplumsal eşitsizlikleri vurgular.
Güney Edebiyatında Rönesans
1920’lerde Amerikan edebiyatında ortabatı bölgesi yazarlarının adı geçiyordu. Chicago’ da yayımlanan Poetry dergisi şiirde devrimin öncüsü oldu. Dreiser, Anderson, Lewis ve öteki ortabatılılar da düzyazı alanında yenilikçiliğe öncülük ettiler. Giderek edebiyat etkinlikleri güneye doğru kaydı. William Faulkner, işlemesi gereken konuların, ilk romanlarından Sartoris'te (1929) yansıttığı romantik güney değil de, Siyah Amerikalı’nın acıları ve yoksul ortakçılar ile yanık tenli çiftçilerin çileli ve ezik yaşamları olduğuna karar verdi. Ses ve Öfke (The Sound and the Fury; 1928), Döşeğimde Ölürken (./İs I Lay Dying; 1930) ve Absalom, Absalom! (1936) Siyahlar’ın içinde bulunduğu kötü durumu ve hakça davranmak isteyen beyaz adamın açmazını dile getirir (bak. Faulkner, William).
Thomas Wolfe, Kuzey Carolina’da baskıcı bir anneden kurtularak özgürce yaşamak isteyen genç bir sanatçının serüvenlerini yazdı. Bu Melek Satılık Değil (Look Homeward, Angel; 1929), O f Time and the River (1935; “Zaman ve Irmak Üzerine”), The Web and the Rock (1939; “Örümcek Ağı ve Kaya”), You Can’t Go Home Again (1940; “Artık Eve Dönemezsin”) yazarın özyaşamöyküsü niteliğinde dört romanıdır.
1920’lerde, Tennessee eyaletinin Nashville kentindeki Vanderbilt Üniversitesi’nde John Crowe Ransom’un öncülüğünde, kendilerini “Kaçaklar” diye adlandıran bir grup genç şair ortaya çıktı: Ailen Tate, Robert Penn Warren ve Donald Davidson. Sonraları bu şairlerin her biri şiir, eleştiri, roman ve öykü alanında ürünler verdi, dergiler ve antolojiler yayımladı. Grup olarak, ABD’de kendilerinden sonra gelen iki kuşağın edebiyat yaşamını etkilediler.
Katherine Anne Porter’ın da güneydeki grupla ilişkisi vardır. Pale Horse, Pale Rider (1939; “Solgun At, Solgun Binici”) adlı öykü kitabı bir üslup ustasının ürünüdür.
II. Dünya Savaşı'ndan Günümüze Roman ve Öykü
II. Dünya Savaşı Amerikan toplumunun yerleşmiş değerlerinin yeniden gözden geçirilmesine yol açtı. Özellikle savaşın anlamsızlığı ve yol açtığı bunalımlar yeni yazarlar için esin kaynağı oldu. Yayımlanmış savaş romanları arasında Norman Mailer’in Çıplak ve Ölü (The Naked and the Dead; 1948) ve James Jones’un İnsanlar Yaşadıkça (From Here to Eternity; 1951) adlı yapıtları, adı geçen yazarların ününü pekiştirdi. Joseph Heller’in Şike’ si (Catch 22; 1961) askeri bürokrasinin anlamsızlığına dikkati çeker. Ken Kesey’nin Guguk Kuşu (One Flew Över the Cuckoo’s Nest", 1962) toplumun akıl hastalarına karşı tutumunu eleştirir. J. D. Salinger ise Gönülçelen'de (The Catcher in the Rye; 1951) eğitim sistemini ve toplumu alaya alır. Norman Mailer sonraları romana yeni bir yön verme arayışı içinde Armies o f the Night'ı (1968; “Gece Orduları”) ve gerçek bir olaydan kaynaklanan Celladın Şarkısı'nı (The Executioner’s Song\ 1980) yazdı.
Truman Capote ürküntü veren, tiyatro oyunu gibi öyküler ve romanlar yazdı. Belgesel roman olarak nitelediği Soğukkanlılar’da (In Cold Blood; 1966) Kansas’lı bir ailenin öldürülmesini ve cinayeti işleyenlerin yaşamlarını anlatır.
1950’lerin ve 1960’ların Amerikan edebiyatı içinde Yahudi kültüründen ve mizahından kaynaklanan çok sayıda kitap göze çarpar. Bunlardan en beğenilenleri Saul Bellovv’un Nefret'i (Herzog\ 1964); Bernard Malamud’ un The Assistanfı (1957; “Yardımcı”) ve The Fixer'\ (1966; “Tamirci”); Philip Roth’un Goodbye, Columb us'udm (1959; “Elveda, Columbus”). Saul Bellow 1976’da, Isaac Bashevis Singer ise 1978’de Nobel Edebiyat Ödülü’ nü kazandılar. John Updike’ın The Centaur'u (1963) ve William Styron’un romanları, özellikle de Lie Down in Darkness (1951; “Karanlıkta Yat”) ve Sophie’nin Seçimi (Sophie’s Choice; 1979) büyük ilgi gördü.
Eleştirmenlerin ilgisini çeken başka yapıtlar Ralph Ellison’un, insanlık onuruna verdiği önemi vurgulayan Invisible Man (1952; “Görünmeyen Adam”); John Barth’ın Giles GoatBoy (1966; “Keçi Çocuk Giles”) ve Letters (1979; “Mektuplar”); James Baldvvin’in insan hakları hareketini destekleyen Go Teli İt on the Mountain (1953; “Git Onu Dağda Söyle”) ve The Fire Next Time (1963; “Bundan Sonra Ateş”) adlı yapıtları ile Beat Kuşağı’nın babası Jack Kerouac’ın, yoksulluk ve özgürlüğü kutsadığı On the Road (1957; “Yolda”) romanı; çağdaş kent yaşamını anlatan Nelson Algren’in Altın Kollu Adam'ı (The Man with Golden Arm\ 1956), Kurt Vonnegut Jr.’ın Mezbaha No: Beş'i (Slaughterhouse-Five; 1969) gibi taşlama türünde romanları; romanlarında kadınlan konu alan Joyce Carol Oatesm Wonderland (1971; “Harikalar Ülkesi”) adlı yapıdandır. Donald Barthelme, John Gardner, William Gass, John Hawkes, Thomas Pynchon ve Ishmael Reed de bu dönemin başanlı yazarlar.
Çağdaş Şiir
II. Dünya Şavaşı’ndan sonra Amerikan şiirinde gerek biçim, gerek içerik açısından büyük bir çeşitlilik göze çarpar. John Berryman, Randall Jarrell, Robert Lovvell, Theodore Roethke, Richard Wilbur savaş sonrası kuşağın, yeteneklerini kabul ettirmiş şairleridir. Şiirlerindeki duyarlık ve yetkinlik ile kadın sorunlanna verdikleri önem bakımından Sylvia Plath ve Anne Sexton geniş okur kitlelerince sevilmiş ve beğenilmiştir. Siyah şairlerden Gwendolyn Brooks, Nikki Giovanni ve Don L. Lee’nin Siyahlar’a özgü bir edebiyatın doğmasına önemli katkıları olmuştur.
Amerikan Tiyatrosu
Tiyatro 18. ve 19. yüzyıllarda ABD’de hızla değişen ulusal yaşamdan kesitleri yansıtmıştır. Amerikalılar bu sanat türünde Avrupalılar’dan, özellikle de İngilizler’den ne bakımdan değişik olduklarını göstermeye çalıştılar. Yenilik oyunların konulanna da girmekte gecikmedi. İlk dönemde Amerikan Bağımsızlık Savaşı ele alman başlıca konulardan biri oldu.
Tiyatro giderek Gerçekçilik’e yöneldi. ABD’ nin yenilikçi ve deneysel tiyatrosu üzerinde etkili olan yazarlann en önemlisi Eugene O’Neill’dir. O ’Neill’in genellikle trajik ilişkileri ve duyguları içeren oyunları arasında İmparator Jones (The Emperor Jones; 1920), Karaağaçlar Altında (Desire Under the Elms; 1924), Araya Giren Garip Oyun (Strange Interlude; 1928) ve Elektra’ya Yas Yaraşır (Mourning Becomes Electra; 1931) vardır. O’Neill, ailesindeki kişileri gözleyerek, onların zayıflıklannı oyunlanndaki karakterlere mal etti. 1956’da sahnelenen A Long Day’s Journey into Night (“Günden Geceye”) buna iyi bir örnektir (bak. O ’NEILL, Eugene).
O’Neill ile karşılaştırılabilecek bir başka oyun yazan da Thornton Wilder’dır. Bizim Şehir (Our Town; 1938) ve Ramak Kaldı (The Skin o f Our Teeth; İ942) sık sık sahnelenen oyunlanndandır. 1930’larm ünlü oyun yazarları arasında Philip Barry, Robert Sherwood, Clifford Odets, Lillian Hellman ve Maxwell Anderson sayılabilir.
1940’larda ve 1950’lerde Tennessee Williams ve Arthur Miller klasik düzeyde oyunlar yazdılar. Tennessee Williams, deneysel oyunu Sırça Kümes'te (The Glass Menagerie\ 1944) bir anlatıcıya, şiirsel diyaloglara ve olağandışı bir sahne düzenine yer verdi. Öbür oyunları İhtiras Tramvayı (A Streetcar Named Desire\ 1947) ve Cat on a Hot Tin R oof dur (1955; “Kızgın Damdaki Kedi”). Millerin ünlü oyunu ise Satıcının Ölümü'dür (Death of a Salesman-, 1949). Yeni oyun yazarları arasında Who is Afraid of Virginia Wollf? (1962; “Kim Korkar Hain Kurttan”) ile ünlenen Edward Albee sayılabilir. Imamu Amiri Baraka (Leroi Jones) ve Ed Bullins ise gerek eleştirmenlerin, gerek izleyicilerin büyük ilgi gösterdikleri Siyah yazarlardır.
Ayrıca bak. DÜZYAZI; ŞİİR SANATI; TİYATRO SANATI