BİLİMKURGU
BİLİMKURGU, bilimsel buluşların sağladığı yeni olanakları düşsel bir biçimde yorumlayan bir edebiyat türüdür. Böylece, yeni buluşların nelere yol açabileceğini ve bizi nasıl bir geleceğe götürebileceğini düşündürür.
Ay’a ilk düşsel gezi öyküsünü İS 2. yüzyılda Eski Yunan yazarı Lukianos yazmıştır. Ama, bizim anladığımız anlamda bilimkurgu, teknolojik açıdan gelişmiş çağların ürünüdür. 18. yüzyıldan beri, bilim ve teknoloji insanların dünyaya bakışını ve yaşam biçimlerini artan bir hızla değiştirmiştir. Bilimkurgu türünün bu hızlı değişimlere bir yanıt olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Buna örnek, Daniel Defoe'nun Dünya ile Ay arasında bağlantı kurabilecek bir aracı düşleyerek yazdığı Consolidator or Transactions from the World to the Moon (1705; “Birleştirici ya da Dünya’dan Ay’a İletişim”) adlı yapıtıdır. Jonathan Swift’in Güliver’in Gezileri (Gullivers Travels; 1726), Mary Shelley’nin Frankeştayn (Frankenstein; 1818) adlı yapıtları ile Nathaniel Hawthorne ve Edgar Allan Poe gibi yazarlar, bilimkurgunun öncüleri olarak bilinirler (bak. Defoe, daniel; Swift, Jonathan; Poe, Edgar Allan).
İlk Klasikler
1864’te, Jules Verne’in Dünyanın Merkezine Seyahat (Voyage au centre de la Terre) adlı yapıtı Fransa’da yayımlandı. Bu roman, bilimsel buluşlar ve ilerlemelerden esinlenen bir dizi öykü içinde, dünyada yankı uyandıran başarılı örneklerdendir. 1865’te, dev bir toptan fırlatılan bir uzay taşıtının öyküsü, Ay’a Seyahat (De la Terre â la Lune) yayımlandı. 1870’te yayımlanan Deniz Altında Yirmi Bin Fersah’ta (Vingt Mille Lieues sous les mers) okyanus dibinin olağanüstü görüntüleri, bir denizaltıdan izleniyormuş gibi anlatılıyordu (bak. VERNE, JULES).
Etkisi bugün de süren en önemli bilimkurgu yazarlarından biri H. G. Wells’dir (bak. WELLS, H. G.). Wells, toplumsal eşitsizliklerin ortadan kalktığı, barış içinde bir dünyadan yanaydı. Bilimkurgu türündeki yapıtlarında da toplumsal sorunlara ağırlık verdi. Zaman Makinesi (The Time Machine; 1895) zaman içinde yapılan bir yolculuğun öyküsü olmanın ötesinde, toplumda var olan sınıfları ve bu sınıfların evrimini simgesel bir anlatımla dile getirir. Dünyalar Savaşı (The War of the Worlds; 1898) ise Mars gezegeninden dünyamıza gelen istilacıların öyküsüdür. Wells bu kitabı, imparatorluklar kurmuş Avrupa’nın, ezici teknolojik donanıma sahip bir düşmanın saldırısı karşısında düşeceği durumu göstermek için yazmıştı. H. G. Wells yapıtlarında, bilimkurgunun çok geniş bir alanı kapsayabileceğini göstermiştir. Doktor Moro’nun Adası (The Island of Dr. Moreau; 1896), hayvan zekâsını neredeyse insan düzeyine çıkartabilen bir bilim adamının öyküsüdür. Ama, hayvan-insanlar bir süre sonra insan niteliklerini yitirerek yeniden hayvanlaşırlar. Bunun üzerine adadan kaçıp uygarlığa geri dönen doktor, oradaki insanların da hayvanlaştığını dehşetle görür. Roman Wells’in, insanoğlunun doğasındaki hayvansılığa karşı duyduğu üzüntü ve kaygıyı dile getirdiği bir karabasan gibidir. Bilimkurguyu güçlü kılan da, bu hem mantıklı, hem de düşsel olabilme özelliğidir.
20. Yüzyıl
Çek romancı ve oyun yazarı Karel Capek’in 1920’de yazdığı R.U.R. adlı oyunda, insanlar kendilerine benzeyen ama çok daha yetkin bir makine yaparlar. Zamanla bu makineler insana egemen olur; insanlar yaşamlarına göz diken bu makinelerden son anda kurtulmayı başarırlar. Oyunda makine adam olarak kullanılan robot sözcüğü bugün bütün dillere yerleşmiştir. İngilizce’deki science (bilim) ve fiction (kurgu) sözcüklerinden scientifiction sözcüğünü uyduran Hugo Gernsback’tır. Gernsback, 1926’da ABD’de Amazing Stories (“Şaşırtıcı Öyküler”) adıyla ilk bilimkurgu dergisini yayımladı. Çok ucuza satılan bu dergi, kötü kâğıda basılmış, okurları heyecanlandırmayı amaçlayan ve edebiyat değeri olmayan bir yayındı. Ne var ki, okurların ilgisini çekerek bilimkurgunun yaygınlaşmasını sağladı. Daha sonra yayımlanan Astounding Stories (“Başdöndürücü Öyküler”) dergisinin 1938-50 yılları arasında yazı işleri müdürlüğünü üstlenen John W. Campbell, yazıların niteliğini ve öykülerin kurgusunu iyileştirme konusunda titizlik gösterdi. Robert A. Heinlein ve Isaac Asimov gibi bugün hâlâ bu türün önde gelen yazarlarını yüreklendirdi ve dergide öykülerine yer verdi. Bu dönemde, teknoloji ağırlıklı bilimkurgunun en önemli örnekleri yayımlandı ve bilimkurgu bir edebiyat türü olarak saygınlık kazandı (bak. ASİMOV, Isaac).
Bilimkurgu günümüzün verilerinden kalkarak, geleceğe ilişkin mantığa aykırı gelmeyen düşsel öngörülerde bulunur. Bu yüzden çoğu zaman geleceği değil de içinde bulunduğumuz durumu zorlayan bir edebiyat türü olarak algılanır ve bizi gezegenimize farklı bir biçimde bakmaya yöneltir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra irdelenen belli başlı konular arasında, SSCB ile ABD ve Batı Avrupa ülkeleri arasındaki soğuk savaş, atom bombası, reklamcılığın ve ticaretin etkileri, uzaydaki yeni buluşlar vardı. İnsanlığı yakından ilgilendiren bu gibi konulann işlenmesi, bilimkurguya olan ilginin artmasına yol açtı. Bu dönemin önemli yapıtları arasında Alfred Bester’in, Tiger! Tiger! (1952; “Kaplan! Kaplan!”), Theodore Sturgeon’un More Than Human (1953; “İnsandan Öte”), Arthur C. Clarke’ın Son Nesil (Childhood’s End; 1953) ve Frede-rik Pohl ile C. M. Kornbluth’un The Space Merchants (1952; “Uzay Tüccarları”) adlı ortak yapıtları sayılabilir.
Deneysel Bilimkurgu
Bilimkurgu yazarları 1960’larda yeni biçem arayışlarına giriştiler. İngiltere’de yayımlanan, önce Edward Carnell’in sonra da Michael Moorcock’un yayın yönetmenliğini yaptığı New Worlds (“Yeni Dünyalar”) dergisinde, Yeni Dalga adı verilen bu akımın örneklerini görebiliriz. Bu derginin yazarları arasında, bir atom bombası deneme üssündeki gizlerin araştırıldığı “The Terminal Beach” (“Son Kumsal”) öyküsünün yazarı J. G. Ballard ile Hothouse (1962; “Limonluk”) ve Reports on Probability A (1967; “A Olasılığı Raporları”) romanlarının yazarı Brian Aldiss de vardı. ABD’de ise, önemli bir yazar olan Harlan Ellison’un derlediği Dangerous Visions (1967; “Tehlikeli İmgelemler”) adlı kitap, bilimkurguda içerik ve biçem değişikliğini gösteren örnekleri içerir.
1970’lerde, Arthur C. Clarke’ın Rama ile Randevu (Rendezvous with Rama; 1973) ve Gregory Benford’un Timescape (1980; “Zaman Görünümü”) gibi yapıtlarıyla bilime dayalı “geleneksel” bilimkurguya yeniden dönüldü. 1970 ve 1980’lerde kadınların yazdığı bilimkurgu türündeki öykü ve romanlarla, kadın sorunları ve geleceğe yönelik yeni toplumsal öngörüler gündeme geldi. Ursula K. LeGuin’in The Left Hand of Darkness (1969; “Karanlığın Sol Eli”) yapıtı, genetik mühendisliğinin etkilediği bir dünyada, hem kadın, hem erkek olabilen insanları anlatır. Kalıplaşmış kadın ve erkek tiplerine ve cins ayrımına karşı bir deneme niteliğinde olan bu romanıyla LeGuin, bilimkurgu alanında en önemli ödüller olan Hugo ve Nebula’yı kazandı (bak. GENETİK MÜHENDİSLİĞİ).
Bilimkurgu ABD ve İngiltere dışında, özellikle SSCB ve Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkelerde 1950’lerin sonuna doğru önemli bir gelişme gösterdi. Bu alanda ürün veren SSCB’li yazarlar arasında Yevgeni İvanoviç Zamyatin’in 1924’te yayımlanan ve Türkçe’ye çevrilen Biz adlı kitabını, İvan Yefremov, Arkadi ve Boris Strugatski kardeşlerin yapıtlarını sayabiliriz. Bilimkurgu türünün başyapıtları arasında yer alan Solaris'i (1961) ise ünlü PolonyalI yazar Stanislaw Lem yazmıştır. Brian Aldiss ve David Wingrove 1986’da, Trillion Year Spree (“Trilyon Yıllık Cümbüş”) adında kapsamlı bir bilimkurgu tarihi yayımladılar.
1980’lerde “cybopunk” adı ile adi suçlar ve bilgisayarları konu alan yeni bir bilimkurgu türü gelişmiştir.
Sinema ve Televizyonda Bilimkurgu
Radyo, sinema ve televizyonun yaygınlaşması bilimkurguya ilgiyi artırdı. Georges Melies 1902’de Jules Verne’in Ay’a Seyahat’ın sinemeya uyarladı. Bu bir başlangıçtı; ardından Frankeştayn ve Robert Louis Stevenson’un 1886’da yayımlanan ünlü romanı Dr. Jekyll ile Mr. Hyde (Strange Case of Dr. Jekyll and Mr. Hyde) sinemalaştırıldı. Fritz Lang 1926’da sinema klasikleri arasında yer alan Metropolis'i gerçekleştirdi.
1950’lerde bilimkurgu sinemasında yeni bir canlılık gözlendi. Ray Bradbury’nin, kitapları yakılan ve televizyon ekranlarından yönlendirilen bir toplumda, bir avuç kitap severin kültür birikiminin yok edilmesine karşı, belleklerinde tuttukları kitapları gizli gizli birbirlerine aktarışlarını anlattığı romanı, Değişen Dünyanın İnsanları (Fahrenheit 451; 1966) François Truffaut tarafından özgün adıyla sinemaya uyarlandı.
Maymunlar Cehennemi (Planet of the Apes, 1968) türünden dizi filmler, 2001: Uzay Yolu Macerası (2001: A Space Odyssey; 1968), Andrey Tarkovski’nin sinemalaştırdığı ünlü bilimkurgu yazarı Stanislaw Lem’in Solaris’i (1972) başarılı bilimkurgu filmleridir. Sinema tekniğindeki gelişmeler, bilimkurgunun düş evreninin ufuklarını genişletti. George Lucas’ın Yıldız Savaşları (Star Wars; 1977), Robert Wise’in Uzay Yolu adlı televizyon dizisi, Spielberg’in uzaydan gelen sevecen bir yaratıkla küçük bir çocuğun dostluğunu dile getiren E. T.'si, dünyanın her yanında milyonlarca izleyici buldu.