CADILIK
Cadıların doğaüstü güçlerden yararlanarak insanlara ya da mala mülke zarar verdiğine inanılır. Oysa, cadı olarak adlandırılan kimseler, eski zamanlarda doğal bitkiler ve kökler kullanarak hastalıkları iyileştirmede başarılı, özel bilgi sahibi olan insanlardı. Bu, çağdaş tıp biliminin ve tedavi edici ilaçların yaygın olarak kullanılmasından çok daha önceydi. Çoğunluk kadın olan cadılar gizli bilgileri, genellikle anadan kıza olmak üzere, kuşaktan kuşağa aktarırlardı. Dünyada bugün de, binlerce yıllık bilgi birikiminden yararlanarak hasta insan ve hayvanları iyileştirmede “hünerli” kimseler vardır.
Ortaçağın ikinci yarısında, 14. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da “cadı” sözcüğünü anlamı epeyce değişti. O sırada Avrupa, nüfusun dörtte birinin ölümüne neden olan korkunç Kara Ölüm’ün (veba) sarsıntısı içindeydi. Dehşete kapılan insanlar Kutsal Kitap’ta (Tevrat-İncil) sözü edilen kıyamet gününün yaklaştığı kanısındaydı. Yoksullar kilise ve soyluların baskısından kurtularak, Hıristiyanlık ile daha eski gelenekleri kaynaştıracak yeni topluluklar oluşturmaya çalışıyorlardı. Devletlerin ve kilisenin bu girişimlere karşı tepkisi acımasız oldu. Kendilerine karşı gelen ya da kendilerinden farklı düşünenleri yakalayarak işkenceyle öldürdüler. Bu kişilere “kâfir” dendi.
Cadı Avcılığı
Kâfir olarak adlandırılan insanlar ortadan kaldırıldıktan sonra, kilise ve devlet gizli bilgi sahibi olduklarını varsaydığı cadıları baş düşman ilan etti. Cadılarla birlikte tüm kâfirleri ortadan kaldırmak amacıyla, Engizisyon adı verilen, kiliseye bağlı bir mahkeme kuruldu. Dönemin en bilgili kişileri sayılan bazı rahip ve din adamları cadıların işledikleri ileri sürülen suçları içeren korkunç bir liste hazırladılar. Bu listede cadıların, şeytanla anlaşma yaparak ruhlarını satmak pahasına doğaüstü güçler kazandıkları; şeytanın törenlerine katılmak için süpürgelerine binip uçtukları; şeytanın buyruğuyla bebekleri çiğ çiğ yedikleri gibi akıl almaz suçlamalar yer alıyordu.
Yakalanan cadılara acımasızca işkence yapılıyordu. Hepsi de kadın olan bu cadıların, din adamlarının ileri sürdüğü tüm kötülükleri üstlenmelerine ve şeytanla işbirliği içinde olduklarını itiraf etmelerine şaşmamak gerekir; çünkü itiraf acı çekmekten kurtulmanın tek yoluydu.
Cadıların yok edilmesi Roma Katolik Kilisesi’nce yönetilen bölgelerden Avrupa’nın orta ve kuzeybatısındaki Protestan ülkelere ve daha sonra Amerika kıtasına da yayıldı. İngiltere’de cadı avcılığı 17. yüzyılın ortalarında iyice yoğunlaştı. Bu dönemde Oliver Cromwell, Matthew Hopkins adında bir generali cadıları yakalamakla görevlendirdi. Yüzlerce talihsiz kadın cadılıkla suçlanarak öldürüldü. Cadıların yakalanıp öldürülmesi 18. yüzyıl ortalarına kadar İskoçya’da da sürdü. ABD’de de 1692’de, Massachussetts eyaletindeki Salem’de birçok kişi cadılık suçuyla yargılanarak asıldı.
Bu cadı avlama çılgınlığı zamanla azaldı. Bunun bir nedeni insanların cadılığa ilişkin inançlarını yıkan çağdaş bilimin gelişmesiydi.
Batı Dünyası Dışında Cadılık
Dünyada batı ülkeleri dışında yaşayan çok sayıda insan cadılar ve cadılığa ilişkin olarak yukarıdakilere benzer görüşlere sahiptir. Bu görüşler antropologlarca incelenmiştir. Bir İngiliz antropolog olan Sir Edward Evans-Pritchard 1930’larda, Orta Afrika’daki Azandeler’le birlikte yaşayarak onların cadılığa ilişkin inançlarını inceledi. Azandeler Evans-Pritchard’a bazı kişilerin çift kişiliğe sahip olduklarını, geceleri uyuyan insanlara, görünmeyen bu ikinci kişinin saldırdığını anlattılar. Evans-Pritchard bu kişileri cadı olarak niteledi, çünkü bunlar süpürgeye binip uçarak düşmanlarının hastalanıp ölmesine neden olan cadılarla ilgili eski öyküleri anımsatıyordu. Ayrıca Azandeler’in, cadılarla savaşmakta ustalık kazanmış, çoğunluğu erkek olan “uzmanları” vardı. EvansPritchard bunlara “büyücü doktor” adını verdi.
Orta Afrika’da yaşayan Pigmeler gibi bazı toplumlarda ise bu türden inançlara rastlanmaz. Antropologlar bunun nedenini, küçük kümeler halinde ve sürekli göçebe olarak yaşayan Pigmeler’in, içinde bulundukları grubun üyeleriyle anlaşamamaları durumunda o gruptan ayrılarak başka bir gruba katılabilmelerine bağlamaktadırlar. Yerleşik bir düzen kurmuş olan insanlar ise komşularını sevmeseler bile onlara dostça davranmak zorundadırlar. Böylelikle içten içe nefret ettikleri komşularını kolaylıkla cadı olarak düşünebilirler.
Antropologların çoğu Afrika ve başka ülkelerdeki cadı öykülerini hayal ürünü olarak kabul eder. Öte yandan bazıları da bu yaygın söylentilerin incelenmesi gerektiğini savunmaktadır.