Bilgi Diyarı

Aşağıdaki Kutu ile Sonsuz Bilgi Diyarı'nda İstediğinizi Arayabilirsiniz...

Din

  • Okunma : 1075

DinKişinin kutsalla ilişkilerini betimleyen inanç ve dogmalar bütünü. Aslında din, tanımlanması ya da özetlenmesi zor olan, karmaşık bir olgudur. Neredeyse bu konuda yazan kişiler kadar çok sayıda din tanımı ve kuramı vardır. En geniş anlamıyla dinin bilimsel incelenmesinde, genellikle üç yaklaşımdan yola çıkılır: Tarihsel yaklaşım, görüngü bilimsel (fenomenolojik) yaklaşım, davranışsal ya da toplumbilimsel yaklaşım.

DİNE BİLİMSEL YAKLAŞIMLAR

Tarihsel yaklaşım, zorunlu olarak metinleri ele alır. Bunlar öğretiye ilişkin, ibadete ilişkin, dinsel topluluğun kendisinden kaynaklanan törenlere ilişkin metinler ya da bir topluluğun tuttuğu istatistikler gibi din dışı belgeler olabilir. Tarihçiler, bir halkın yaşamında dinin işlerine ilişkin zengin anlamı bulup çıkarmak için, her iki türden belgeleri birbirine ekleyebilirler. Bu yaklaşımın ilgi çekici bir örneği, Emmanuel Le Roy Laudrie'nin Morıtaillou (1975) adlı yapıtıdır. Bu yapıtta, Orta Çağ'da küçük bir Fransız köyünün toplumsal ve ekonomik yaşamı, bir piskoposun sapkın mezhep üyesi Albilileri ortaya çıkarmak için tuttuğu kayıtlardaki bakışla ele alınmıştır.

Tarihçinin çoğunlukla, vardığı sonuçlardan yola çıkmasına karşılık, dinin görüngü bilimsel incelemesi, dinin doğasını (tarihte ortaya çıkış biçimlerinin arkasında yatan temel özelliklerini) bulup çıkarmayı amaç alır. Bu özel alanda Gerardus van der Leeuw'un Religion in Essence and Manifestation: A Study in Phenomenology1 si (Özü ve Belirimi Bakımından Din: Bir Görüngü bilim İncelemesi, 1933), günümüzde bile konunun klasik başvuru yapıtı olmayı sürdürmektedir. Birçok karşılaştırmalı din araştırmacısının, sözgelimi Mircea Eliade'nin yapıtlarının da, dinsel geleneklere ilişkin anlatımlarının çoğunlukla karmaşık olmasına karşın, bu kategoriye girdikleri söylenebilir. Görüngü bilimsel gelenek, hem tarihçiler, hem de toplum bilimcileri tarafından, aşırı genelleştirilmiş karşılaştırma ve spekülasyon içinde, özel dinlerin ayrıntılarını gözden kaçırmakla eleştirilmiştir; buna karşılık çağdaş araştırmacılar bu sorunları, bilim dalları arasındaki yapay sınırları ortadan kaldırarak yenme çabası içindedirler.

XIX. yy'da dine ilişkin toplum bilimleriyle ilgili incelemelerin doğması, söz konusu eğilimin açık bir örneğidir. Ruh bilim, toplum bilim, özellikle de antropoloji, dinsel olguların anlaşılmasına çok önemli katkılarda bulunmuşlardır. William James ile Sigmund Freud, din ruh biliminin en önemli temsilcileridir. James'in Varieties of Religious Experienced (Dinsel Deneyimin Çeşitleri, 1902), din ruhbilimiyle ilgili bazı ana konuları belirlemiş ve bu alanda daha sonraki çalışmaların birçoğunda ağır basan bakış açısını oluşturmuştur. James, dinsel deneyimin öncelikle bilinçli anlatımını ele alırken, Freud ve ondan kaynaklanan psikanaliz geleneği, çeşitli dinsel deneyim biçimlerini genel bilinçsizlik kuramının çerçevesi içine yerleştirmeye çaba göstermişlerdir. C. G. Jung, düşüncesi Freud düşüncesinin en gelişmiş seçeneği olduğundan, din yorumcuları arasında özellikle etkili olmuştur.

Ruh bilimsel yaklaşımla genellikle ilgili bir sorun da, dinsel topluluğun yapısına ve deneyimine, kişinin deneyiminden yola çıkarak ulaşmaktaki güçlüktür. 1920 yıllarından bu yana, toplumbilimsel ve antropolojik gelenekler bu sorunla karşı karşıya kalmışlardır. William Robertson Smith, İmile Durkheim ve Max Weber, din çözümlemesinde toplumbilimsel geleneğin yaratılmasında temel rol oynamışlardır.

1922 yılı bazı yazarlar tarafından, modern antropolojinin ve var olan kültürler ile bu kültürlerin dinlerine ilişkin karmaşık incelemelerin başlangıcını belirleyen yıl sayılır. Söz konusu incelemeler, dine ilişkin çağdaş düşünceyi aydınlatmakta büyük ölçüde etkili olmuşlardır. 1925'te Bronislaw Malinowski ve A. R. Radcliffe-Brown, yabancı kültürler konusunda derinlemesine alan çalışmasına dayanan incelemeler yayınlamışlar ve din çözümlemesine işlevci yaklaşımları, bir okul haline gelmiştir; bu okuldan kaynaklanan kültürel bağlam içinde din konusunu ayrıntılı biçimde inceleyen metinler, kesintisiz biçimde günümüze kadar süregelmiştir. Bu geleneğin seçkin temsilcilerinden biri olan Sir Edward Evans-Pritchard'ın etkili çalışmaları, din çözümleyicileri için bir hareket noktası oluşturmayı günümüzde de sürdürmektedir.

Bu arada, Durkheim okulunun dışında, bazı bakımlardan İngiliz okuluna benzer, bazı bakımlardan da ona karşıt bir Fransız geleneği gelmiştir. Bu okulda, yapı kuramı, işlevinkine yakın bir rol oynamış, Claude Lévi-Strauss, dinsel simge ve mithosun kendisini içinde bulduğu bir evren kültürüyle eklemlenmesi içinde değişikliğe uğrama biçimlerine ilişkin karmaşık bir kuram geliştirmiştir.

Bu kısa bakış, din incelemesine çeşitli yaklaşımları tam olarak aydınlatmasa bile, bir noktanın kesin olarak açıklığa kavuşturulması gerekir: Öbürlerinden kopuk bir biçimde alınan herhangi bir yaklaşım, çarpıtmalara ve önyargılara yol açar. Dünya dinlerinin temel niteliğini kavrayabilmek için, birçok geleneğin oluşturduğu birikimden kaynaklanan bazı kuramları bütünleştirme yolunda girişimde bulunmak gereklidir.

Not: Bazı buddhacı rahipler, inançları mal sahibi olmayı yasakladığından yalnızca rahipler sınıfı içinde yer almayan kimselerin bağışlarıyla geçinirler. Dünyanın en yaygın dinlerinden biri olan buddhacılığa göre, insanı selamete, varoluşun acısından kurtulmaya götüren yollardan biri, her türlü maddi varlığın reddedilmesidir.

Musevi ibadet törenlerinin temel bölümlerinden b,ri, Tora'nın (Tevrat) okunmasıdır. Tora, ya da hıristiyanların Kutsal Kitap'nın ilk beş kitabı, insanların önüne ahlâksal ve dinsel bir davranış sistemi koyar ve Musa'nın Sina Dağı'nda aldığı dinsel vahyin özüne uyulmasını şart koşar.

DİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Genel nitelemelerin tehlikelerini akıldan çıkarmayarak, dinin ayırıcı özellikleri belirtilmeye çalışılabilir. Ayrı ayrı alındıklarında gerekli ya da yeterli koşullar oluşturmasalar bile, bazı kavramlar bir arada, dinin "niteleyici özellikler bütünü" olarak düşünülebilir.

Kutsal: Dinsel inanç ya da deneyim, genellikle kutsalla dile getirilir. Kutsal, genellikle gündelik ve din dışı olana karşıt olan, kendisinde üstün bir değer ve son gerçeklik duygusu taşıyan bir şeydir. Bir kişi-tanrı,bir tanrılar ve ruhlar evreni, yaygın bir güç, kişisel olmayan bir düzen ya da başka bir şey olarak anlaşılabilir. Son çözümlemede kutsal, toplumsal düzen olsa da, dinde gene de, insan yaşamına dışardan gelen ve dışından etkileyen bir güç olarak yaşanır.

Dinler çoğunlukla başlangıçlarının, vahiylerde, yani insan yaşamına karışan kutsalın farklı deneyimlerinde olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu tür vahiyler görüntüler (çölde Musa), içten gelen sesler (Hira dağında Hazreti Muhammet) ya da olaylar (İsrail halkının Mısır'dan çıkışı; Japonya açıklarında Moğol donanmasını yok eden kutsal rüzgâr ya da kamikaze; İsa'nın ölümü ve ölümünden sonra dirilmesi) biçiminde olabilirler. Bütün bir din geleneğinin kaynaklanabileceği yaratıcı bir başlangıç gücü taşırlar.

Yanıt: Kutsala yanıt verme, dinsel bir topluluğun ya da bir iman bağlılığının geleneklerine ve dinsel törenlerine katılmak ya da bunları kabul etmek biçiminde olabilir. İman, yalnızca bir inanç değil, kişilerin kendilerini kutsala adadıkları ve onun kendileri üstündeki egemenliğini kabullendikleri bir davranış biçimidir. Derinlemesine dindar bir kişide, iman bağlılığı, o kişinin bütün yaşamını ve temel özelliklerini biçimlendirir.

İnançlar: Dinler geliştikçe, hem uygulama hem de öğreti bakımından inanç sistemleri ortaya çıkar. Bu sistemler, dine inananları çevrelerindeki dünyaya yerleştirmeye ve bu dünyayı kutsal olanla ilgisi içinde anlaşılabilir kılmaya yararlar. İlk ya da ilkel dinlerde bu uygulama ve öğreti, genellikle mithoslarda ya da dinsel tören yasasında dile gelir. Geniş bir okumuşlar sınıfının geliştirdiği dinlerde, tanrı bilim) genellikle inancı arıtma ve zenginleştirme aracı olarak mithosun yerini alır. İnanç doğruluğuna verilen önem dinden dine, dönemden döneme değişir.

Dinsel törenler ve ayin usulleri: Dinlerin aşağı yukarı tümü, inanç sistemlerinin yanı sıra, dinsel tören ve ayin usulleri içerirler. Bunlar kurban ya da kutsama ayini, dine giriş ayini, ya da tanrıya (ya da tanrılara) dua biçimlerinde olabilir. Birçok dinde dua etmek, oruç tutmak ve hac ziyareti de yerine getirilmekle birlikte, en önemli dinsel etkinlikler, çoğunlukla bütün topluluk tarafından ya da topluluğun önemli bir bölümü tarafından yerine getirilenlerdir. Bu tutum, dinsel törenler ile büyü törenleri arasında bir ayırım yapmayı sağlar. Büyü törenlerinde, kutsal güçleri insan etkinlikleriyle yönlendirmek girişimlerinde bulunulur. Dua ve kurban gibi gerçek dinsel etkinliklerde ağır basan tutumsa, bir tapınma ve şükran tutumudur.

Topluluğun dinsel törenlerine katılma, bir topluluğun üyesini, inançlar sistemi içinde birbirine eklemlenmiş topluluğun içinde yer alan, o bütünün bir parçası olan biri kılar. Birçok toplumda topluluğun hoşnutsuzluğunu, bir kimseyi önemli dinsel etkinliklerden dışlamakla dile getirmesi, şaşırtıcı değildir; çünkü bunlar, birey ile topluluğun, kutsal konusundaki doğru tutumlarını güven altına alan etkinliklerdir.

Ahlâk kuralları: Dinin inançlarla bağıntılı bir başka yönü de, topluluk üyelerinin, uymakla yükümlü kılındıkları bir ahlâk kuralları bütünü bulunmasıdır. İyice yapılanmış toplumlarda, sözgelimi kast sisteminin geleneksel hindu dininin bütünleyici bir parçası olduğu Hindistan'da bu son derece belirgindir. Eski Babil'de Marduk'un ve eski İsrail'de Yahve'nin (ya da Yahova), bu ulusların ahlâk yasalarını yazanlar olduklarına inanılır; bu yüzden söz konusu yasalara kutsallığın ağırlığı ve saygınlığı tanınırdı. İsrail peygamberleri, dinsel etkinliklerden çok, dürüst etkinliklerin dinin gerçek anlatımı olduğunu ileri süren birer toplumsal eleştirmendiler. Din geliştikçe, ahlâk alanına ağırlık verildi ve bazı yerlerde din, aşağı yukarı bütünüyle ahlâk kurallarıyla özdeşleşti.

Topluluk: Tek başına, dünyadan eletek çekerek yaşayan çilekeşlerin aşağı yukarı bütün dinlerde bulunmasına karşın, çoğunlukla dinin, kendisine bağlı olanları, az ya da çok sıkı bir biçimde örgütlenmiş bir topluluk oluşturmaya götüren toplumsal bir yanı vardır. Eski dönemlerde dinsel topluluk, genel topluluktan pek ayırt edilemeyecek durumdaydı; herkes aynı inanca bağlıydı ve hükümdar hem siyasal, hem de dinsel önderdi. Ama zaman geçtikçe, dinsel ve din dışı toplumlar ayrıldı; hattâ bazı yerlerde birbiriyle çarpıştı. Çağdaş laik toplumlarda, çok sayıda dinsel topluluk, tek bir siyasal birim içinde barış içinde bir arada yaşamaktadır. Her dinsel topluluğun kendi örgütlü yapısı vardır. Bu dinsel örgütlerin çoğunda ayrıca, imanı öğretmek ve iletmekle, ayin törenlerini yerine getirmekle görevli bir din adamları kurumu vardır.

DİNSEL DENEYİM BİÇİMLERİ

Yukarda tanımlanan karmaşık olgu, insanlığın "dinsel deneyimi" diye adlandırılabilecek şeyi oluşturur. Farklı dinlerde ve farklı bireylerde, belirtilen temel özelliklerin biri ya da daha çoğu ağır basıyor olabilir. Buna karşılık bazıları zayıf olabilir ya da hiç bulunmayabilir. Söz konusu farklılık, dinin neden en iyi çok biçimli bir kavram olarak ele alınabileceğini ve neden dinleri, bazı aile bağlarına benzer bağlarla birbirine bağlı görmenin daha iyi olacağını açıklar.

Temel biçimler: Dinsel deneyimin pek çok değişik biçimi bulunmasına karşın, iki temel özellik ayırt edilebilir. Birincisi, kutsallık duygusu, belirgin bir biçimde insanın sonluluğuyla (faniliğiyle) birliktedir. Bu birliktelik, Friedrich Schleiermacher'in dini "bir mutlak bağımlılık duygusu" biçimindeki nitelendirmesinde dile gelir; bu nitelendirme, dinsel deneyime "olumsuzlayıcı yaklaşım" diye adlandırılabilir. Kutsallık bilinci, sonluluk, günahkârlık ve anlamsızlık gizinin önüne koyulur. Bunun la birlikte, meslek yaşamının daha önceki bir aşamasında Schleiermacher, dini daha farklı bir biçimde, "sonsuzluk duygusu ve tadı" diye tanımlamıştır. Burada kutsallık bilinci insanoğlunun aşkınlık deneyimiyle, her türlü varlık evresinin ötesine, daha tam, insanoğlunu çeken bir varlığa geçiş deneyimiyle birliktedir. Bu nitelendirme "olumlayıcı yaklaşım" diye adlandırılabilir.

Bu yaklaşımlardan biri ya da öbürü ağır basabilirse de, her ikisi de tam anlamıyla dinsel deneyim kapsamı içinde yer alır.

Dinsel deneyimin geçerliliği: Dinsel deneyimin geçerliliğini de sorgulamak gerekir. Dindar insanlar ya da ibadet eden topluluklar, kendilerinin dışında olan ve doğal olandan başka bir şey olan kutsal bir gerçeklikle karşılaşırlar mı? Schleiermacher, dinsel deneyim kapasitesinin, insanda evrensel olduğu kanısındadır. Dolayısıyla, dinsel deneyimin kendini özgünleştirici olarak kabul edilebileceğini ve Tanrı'nın varlığı için sunulan geleneksel kanıtların yerini alabileceğini ileri sürer. Günümüzde Schleiermacher'in savını pek az az kimse kabul edecek, belki de yalnızca onun tanımladığı deneyim türlerine sahip olduklarını yadsımakla kalmayıp, kendilerinin bütünüyle farklı yorumlarını öne süreceklerdir. Bilim öncesi çağda tanrı mucizesi olduğuna inanılan, pek çok şey, günümüzde doğa olayları ya da çakışan rastlantılar olarak değerlendirilebilir. İçten gelen sesler ya da görülen özel görüntüler, ruh bilim açısından bilinçaltı zihinsel süreçler olarak açıklanabilir. Ludwig Feuerbach'tan Freud'a kadar Tanrı'ya inanç, insan zihninin bir yansıtımı olarak açıklanmıştır; Karl Marx, vb. toplumsal çözümleyicilerse, dinsel inancı toplumsal-ekonomik güçlerin ürünü olarak görmüşlerdir. Dinsel inancın bu doğalcı açıklamalarının her biri, bütünün içinde yer alan bir öğeye dikkat çekmektedir, ama bu gibi kuramların din olgusunu eksiksiz bir biçimde ele alıp almadığı sorulabilir. Dinsel deneyimin geçerliliği sorusu, Schleiermacher'in tersi yöndeki kanıtlarına karşın, eninde sonunda tanrıcılıktan yana ve tanrıcılığa karşı, ya da daha geniş olarak kutsal bir gerçekliğin var oluşundan yana ya da ona karşı mantık kanıtlarına dönülerek ele alınabilir.

Bir tiplendirme: Dinlerin sıralanmasını ele alan bir tiplendirme, nispeten kendini merkez alarak başkalarına bakan özel bir geleneğin ürünüdür. Sözgelimi, kutsalın hem aşkın, hem de içkin deneyimine ilişkin hıristiyan bakış açısından yola çıkmak, çeşitli geleneklerin birine ya da öbürüne ağırlık tanımaları bakımından Hıristiyanlıkla az ya da çok yakından ilgili bazı diziler kurmaya olanak sağlar. Yani, hıristiyan geleneği, musevilikten aldığı mirasın temel öğesi olan Tanrı'nın aşkınlığını vurgular; ama cisimleşme ve kutsama ayinlerinde, Tanrı'nın içkinliği konusunu da aynı derecede vurgular. Kabaca söylenirse, musevilik ve İslâm dini aşkınlık yanında, hindu dini ve buddhacılık daha çok içkinlik yanında yer alırlar. Bu çizgilerin, Hıristiyanlık içinde çeşitli gelenekleri göz önünde bulunduran ayrıntılı bir çözümlemesi, sözgelimi calvincilik ile İslâm arasında ve çeşitli gizemci gelenekler arasında, aydınlatıcı yakınlıklar ortaya çıkarır. Dolayısıyla, belli bir bakış açısının sınırlılıklarına karşın, bir tiplendirme çalışması, dinlerin hem birliğine, hem de farklılığına dikkati çeker.

Sonuç: Dinin günümüzdeki durumunun ve geleceğinin birçok bakımdan böylesine belirsiz olduğu bir dünyada, dinsel kavramlara ilişkin bir anlayışa, bu görüşler ister kişinin kendi imanının üstünlüğüne ilişkin dogmatik ve öbürlerini dışlayıcı bir savunma biçimini alsın, ister gelenekler arasında gerçek farkları belirsiz hale getirerek bulandırsın, aşırı görüşlerle varılması olanaksızdır. Dinler arasındaki hem anlaşmaları, hem de anlaşmazlıkları ortaya çıkarmak ve bir orta yol bulmak gerekir.