Kurgubilim
Kurgubilim, Çoğunlukla gelecek zamanlarda yeralan dünyalar, toplumlar ve canlılar yaratan edebiyat türü. Aslında, kurgubilim (bilimkurgu da denir), ikili bir soruyu akla getirir: Bir bilim nasıl kurgusal olabilir ya da tersine, bir kurgu nasıl bilimsel nitelik taşıyabilir? Oysa bilindiği gibi, düşgücü kavramı, bilimsel araştırmanın temelini oluşturur; çünkü gerçek araştırmacı, değişmez temellere dayanmaz; bir buluş yapmak için düşsel kurgulamaya gereksinim duyar. Bu açıdan bakıldığında, Leonardo da Vinci bir bakıma kurgubilimin kurucuları arasında yeralır; öte yandan Norbert Wiener ve Julian Huxley gibi çağdaş bilim adamları, kurgubilim öyküleri yazarak, resmen benimsenmesi güç olan gözüpek düşünceler ortaya atmışlardır.
Gerçekte "kurgubilim", XIX. yy'da görülen bilimsel olgunun bilinçle ele alınması ve düşünürlerin düzenlediği kategorilerin yeniden değerlendirilmesi sonucu doğmuştur ve sanayileşme ile makineleşmenin yarattığı yeni bir olgudur.
Bilimin tarih boyunca hızlı gelişmesi sonucu yarattığı korku ve kaygıyı yapıtlarına ilk olarak konu edinen yazarlar arasında Edgar Allan Poe ile Villiers de l'İsle Adam sayılabilir. Jules Verne, Yeraltında 20 000 Fersah, Aya Yolculuk, vb. romanlarıyla, bilinen dünyanın dışında geçen ilk örnekleri vermiştir. Herbert Georges Wel-les'se, romanlarında insan ve toplumun, yüz yıl geçmeden nasıl yeni ölçütlere uyarak dönüşüm geçirdiğini anlatmıştır. Dünyalar Savaşı, Ayda İlk İnsanlar, Zaman Makinesi gibi birçok roman, düş gücünü zenginleştiren yapıtlar olmuşlardır.
Kurgubilim tarihinin dönüm noktasını, Hugo Gernsback oluşturur. 1911 'de Ralph 124 C 41 adlı bir kitap, 1929'da da Amazing dergisini yayınlayan Gernsback, bilimselliği yayma tutkusu nedeniyle, kurgubilimin edebiyat sınırları dışına çıkmasına yol açmıştır.
Bu dönemde yetişen Edmond Hamilton, Jack Williamson, Kathleen Moore, Abraham Merritt gibi yazarlar kuşağından sonra, 1950 yıllarında kurgubilimin altın çağı başladı ve yeni bir yazarlar kuşağı oluştu. Korku öğesinden uzaklaşarak metafiziğe yönelen bu yeni yazarlardan hiçbirinin kendine özgü bir üslubu yoktu; ama Dos Passos'tan Hemingway'e, hattâ Faulkner'a kadar birçok yazarın anlatım tekniğinden esinlendiler. Kendilerinden önceki kuşağın şöyle bir değinip geçtiği bütün konuları derinlemesine işlediler. Bu konuların başında, büyüleyici bir tema olan zaman konusu gelir; zamanın bir kalınlığı, bir uzunluğu ve bir genişliği bulunduğu tasarlanılırsa, üstünde yaşadığımız gezegenin yanı sıra, başka insanların yaşadığı başka gezegenlerin de var olacağı (F. Brown'un Deli Evren'i), başka dünyalarda yaşayan yaratıkların gezegenimizi istila etmeye hazırlandıkları (R. Heilein'ın İnsan Kuklaları) ya da tersine bu yaratıkların insanların egemenliğine girdikleri (A. E. Van Vogt'un Uzayın Hayvanları) kolayca tasarlanabilir. Bir başka konuysa, insanın bütün yeteneklerinden henüz yeterince yararlanamadığıdır; insan beyninin telepati ve telekinezi gibi yeteneklerle donanmış olduğu bilinmektedir; T. Sturgeon Düş Gören Billur adlı kitabında söz konusu yeteneklerin hem günümüz toplumunu, hem de gelecekteki toplumu nasıl etkileyebileceği" sorarken, İ. Asimov, Robot adlı yapıtında, aynı yeteneklerin kaygı verici bir hızla gelişen elektronik çağındaki yerini araştırmıştır. Öte yandan, bazı kurgubilim romanlarında, kentler kadar büyük dev bilgisayarlardan söz edilirken (G. Rayer'in Makinenin Geleceği), bazılarında da bu makinelerin her şeyden sorumlu olmaya başladığı an deliliğin pusuda beklediği anlatılmıştır (Robert Sheckley'in Evren'i).
Buna karşılık Howard Philips Lovecraft'ın yapıtlarının mantıksal temeli, Dünya'nın daha önceleri insandışı yaratıklarla kaplı olduğu ve günümüzde bile bunların izlerine, hattâ canlı örneklerine rastlardığı savına dayanır.
Yeni kurgubilim yazarları, düşlerine konum olarak uzayı değil yeryüzünü seçmektedirler. Bu yazarlara göre aşırı nüfus artışı, çevre kirlenmesi, enerji sıkıntısı ve ideolojik çatışmalar, geleneksel ahlâk değerlerinin çöktüğünü haber verirken, yeni iktisat ve felsefe sistemler yaratmakta, yeni inançların doğmasına yol açmaktadır. Çok garip bir çatışma sonucu, belki de bütün insanlığın yok olacağını düşünen bu felaketlerden kurtulmanın son umudunun, insanı biyolojik açıdan dönüştürmek olduğunu ileri süren bu yazarların başlıcaları Philipp K. Dick, Ursula Le Guin, Raphael Lafferty, John Brunner, Thomas Dish, İan Watson, Harlan Ellison, Norman Spinrad, Samuel R. Delany, Robert Silverberg, James Tiptreo, Joanna Russ, C. J. Cherryh, Dorin Lessing, William Gibson, Stanislaw Lem, vb. sayılabilir.