Papa
Papa, Katolik Kilisesi’nin önderi ve Vatikan Devleti’nin başkamdir. Katolikler, papayı Hz. İsa’nın dünyadaki temsilcisi sayar ve ahlak ile din konularında yanılmaz olduğuna inanırlar.
Roma’nın ilk piskoposu Aziz Petrus’un ardılı olarak düşünülen papalar, günümüze kadar, yani 1.900 yılı aşkın süredir varlıklarını korumuşlardır. Baba anlamına gelen papa sözcüğü Latince kökenlidir. İS 313’te Roma İmparatoru I. Constantinus’un tüm dinlere eşit haklar tanımasına değin, Hıristiyanlık rahatça gelişebileceği bir ortam bulamadı ve bu zaman içinde birçok papa öldürüldü.
Roma İmparatorluğu’nun Germen saldırıları sonunda çökmesinden sonra bölgede başlıca örgütlü güç olarak kalan kilise ortaçağ boyunca etkisini artırdı. 5. yüzyılda papalıkça çıkarılan kararların yasa gücünde olduğu kabul edildi. 7. yüzyılın başında krallık yetkilerinin bir bölümünü de elde eden papalar, kendilerini Tanrı adına tüm kiliselerin yöneticisi ilan ettiler.
İS 756’da Frank Kralı III. Pepin (Kısa), Papa III. Stephanus’a Kuzey İtalya’da toprak verdi. Böylece kendi topraklarına sahip olan papalar, bu toprakları bir kral ya da imparator gibi yönetmeye başladılar. 9. ve 10. yüzyıllarda papaların yönettiği topraklardaki Papalık Devletleri iç sorunlar ve çekişmeler yüzünden yıkılma tehlikesi geçirdi, ama Kutsal Roma-Germen imparatorlarının desteğiyle ayakta kaldı. 11. yüzyılda batıdaki Hıristiyanlar ile doğudakiler arasındaki çekişmeler doruğa çıktı. 1054’te doğu kilisesi, Ortodoks Kilisesi olarak Roma ile tüm ilişkilerini kesti.
11. yüzyılda Katolik Kilisesi içinde yapılan reform niteliğindeki düzenlemeler ve ardından başlayan Haçlı Seferleri papalığın etki ve gücünü artırdı. Siyasetle gittikçe daha çok ilgilenen papalar, krallar üzerinde otorite kurmaya çalıştılar ve dönem dönem başarılı da oldular. Böylece papalık gerek siyasal, gerek dinsel alanda Avrupa’nın en önemli gücü durumuna geldi.
Papalığın siyasal etkinliğinin artması ve parasal kaynak yaratmak amacıyla dünya işlerine aşırı ilgi göstermesi, kilise içinde gittikçe artan bir hoşnutsuzluğa yol açtı. 16. yüzyılda, bir din adamı olan Martin Luther kilisenin görevlerini kötüye kullandığını ileri sürerek, Reform hareketini başlattı. Reform’un Protestanların Katolik Kilisesi’nden ayrılmasıyla sonuçlanması üzerine, papalık kendi içinde bir yenileşme hareketi başlatmak zorunda kaldı. 1545-63 arasında toplanan Trent Konsili, Katolik Kilisesi’nde Karşı-Reform olarak bilinen ve 20. yüzyılın ortalarına değin geçerliliğini koruyan
düzenlemeler gerçekleştirdi.
17. ve 18. yüzyıllarda Katolik Kilisesi’nin Avrupa’da eski saygınlığını yeniden kazanması için çalışan papalar, gönderdikleri misyonerlerle Katolik inancını dünyanın çeşitli bölgelerine yaydılar.
Fransız İmparatoru Napolyon 1808’de Roma’yı ele geçirdi ve papaya bağlı toprakları ülkesine kattı. 1870’te bu topraklar İtalyan hükümetinin eline geçti. Böylece 19. yüzyılda papaların siyasal gücü kırılmış oldu.
1929’da İtalyan hükümeti adına Benito Mussolini, papalık adına da Kardinal Pietro Gasparri, Laterano Antlaşması’m imzaladılar. Bu antlaşmaya göre, başkenti Roma olan İtalyan Devleti, İtalya’da, Vatikan Devleti’nin kendine ait 44 hektarlık alandaki egemenliğini tanıdı. Roma’ya “Katolik dünyasının merkezi ve haç yeri” olarak özel bir konum verildi. Devlet Katolik nikâhının kilise yasalarına göre düzenlenmesini ve boşanmanın yasaklanmasını kabul etti. İlk ve ortaokullarda zorunlu din dersleri verilmesi onaylandı. 1962’ye değin süren bu uygulamalar, bu tarihte toplanan II. Vatikan Konsili’nin, kilisenin inanç ve öğretilerini çağdaşlaştırmaya yönelik tutumuyla büyük ölçüde değişikliğe uğradı.