Sembolizm ya da Simgecilik
Sembolizm ya da Simgecilik, 19. Yüzyılın sonlarında Fransız edebiyatında ortaya çıkan ve Gerçekçilik Akımı’nın etkisiyle oluşan Parnasse (Parnas) hareketine tepki olarak gelişen bir akımdır. Önceleri şiir alanında görülen bu akım daha sonra edebiyatın öteki dallarını etkilediği gibi, edebiyat dışında kalan sanat alanlarını, özellikle de resmi etkiledi. Bu akımı benimseyen sanatçıları ve bu akım içinde verilen ürünleri nitelemek için “Sembolist” ya da “Simgeci” sözcüğü kullanılır.
Bir şairler topluluğunun başlattığı bu edebiyat akımını tanımlamak için “symbolisme” sözcüğünü ilk kez Yunan asıllı Fransız şair Jean Moreas 1886’da, Le Figaro gazetesinin edebiyat ekinde yayımladığı bildirgede kullandı. Adı konmamakla birlikte Sembolizm bir sanat anlayışı olarak 19. yüzyılın ortalarından beri edebiyat yapıtlarında kendini belli ediyordu. Toplumsal düzenin dışına çıkmak, gelenekselleşmiş sanat kurallarını hiçe saymak isteyen sanatçılar bu doğrultuda ürün veriyorlardı. Özellikle Paul Verlaine’nin şiirlerinde kendini belli eden bu anlayış gene Verlaine’nin deyişiyle “çöküş” (decadence) olarak nitelendi. Böylece Sembolizm Akımı’na öncülük eden ve “Dekandanlar” diye adlandırılan bir şairler topluluğu oluştu. Bu şairler daha sonra Sembolizm Akımı’nın içinde yer aldılar.
Şiirin gerçeği değil, gerçeğin insanda bıraktığı etkileri anlatması gerektiğini savunan Sembolistler, bireyin duygusal yaşamının doğrudan bir anlatımla dile getirilmesine karşıydılar. Jean Moreas bildirgesinde Sembolist şiirin öğreticiliğe, sahte duyarlılığa, ağdalı anlatıma, gerçeği olduğu gibi yansıtmaya düşman olduğunu yazıyordu.
Sembolistler sanat ve edebiyatta her türlü gerçekçiliğe ve bilimsel düşünceye de karşıydılar. Onlar, insanın dış evreni olduğu gibi değil duyumsadığı gibi yansıttığını, bu duyuş ve yansıtışın ise sanatçıdan sanatçıya farklılıklar gösterdiğini öne sürüyorlardı. Evrenin, görüntülerin ya da görünenin ötesinde bir anlamı olduğundan, evrende her şeyin duyarlı olduğunu bilen ozanın bu görüntüleri aşmak, gerçeğe ulaşmak istemesinden yola çıkıyorlardı. Bu düşüncelerini “dış evrenin insan prizmasından geçerek yansıması” biçiminde dile getiriyorlardı.
Fransız şiirinde Sembolizm Akımı hem teknik, hem de tema açısından belirleyici olan kurallara bir tepki olarak doğmuştur. Şiirin kalıplaşmış biçimlerden arındırılmasını, işlev yönünden açıklayıcılık yüklenmemesini isteyen Sembolistler, insanın yaşantısındaki anlık ve geçici duyguları betimlemeyi amaçladılar. Sembolist şairler sözcükleri, sözlük anlamları yerine simge değerleriyle yaşatmaya çalıştılar. Anlam yönünden açıklık şiirin değil, düzyazının işiydi. Şiir düşünceyi, duyulara seslenen bir biçim içinde anlatmalıydı. Bu da ancak, gerçeği değil gerçeğin insanda bıraktığı etkileri, izlenimi anlatmakla sağlanabilirdi.
Sembolistler’e göre şiirin teması, tıpkı bir müzik parçasında olduğu gibi, özenle ve en uyumlu ses etkileriyle iletilmelidir. Bunun için de sözcükler özenle seçilmeliydi. Dış dünyanın nesnel ve görünen yönünün ardında başka bir gerçeklik olduğunu düşünen Sembolistler bunun ancak şiirle anlatılabileceği kanısındaydılar. Bu nedenle şiiri öbür anlatım biçimlerinden daha üstün kabul ediyorlardı. Şiirin doğasına ve özüne ilişkin öğelere verdikleri önemin nedeni de buydu.
Sembolizm Akımı’nın doğmasında, sözcük dağarının zenginliği ve konularının çarpıcılığıyla Charles Baudelaire’in şiir ve düşüncelerinin önemli bir yeri vardır. Özellikle Kötülük Çiçekleri (les Fleurs du mal; 1857) adlı şiir kitabı Sembolizm Akımı’na öncülük eden Paul Verlaine ve Arthur Rimbaud gibi şairleri büyük ölçüde etkilemiştir. Verlaine’in Romances sans paroles (1874; “Sözsüz Şarkılar”) adlı şiir kitabı, Stephane Mallarme’nin “l’Apresmidi d’un faune” (“Bir Faun’un Öğleden Sonrası”) adlı uzun şiiri o yıllarda egemen olan Parnasçı şiir anlayışından ayrı bir havadaydı ve yeni bir sanat anlayışından yana olan Fransız şairlerin başlattıkları akım giderek büyüyen bir ilgi topluyordu. Sembolizm’i savunan birçok dergi çıkmaya başladı ve öbür edebiyat akımlarıyla aralarında yoğun bir tartışma ortamı doğdu.
Sembolizm Akımı’nın önderliğini yapan Stephane Mallarme (1842-98) nesnenin ancak duyumlar aracılığıyla kavrandığını, şiir dilinin nesneyi değil, o nesnenin yarattığı etkiyi anlatması gerektiğini savunuyordu. Bu nedenle şiiri oluşturacak sözcüklerin özenle seçilmesi gerekiyordu. Bu sözcükler çoğunlukla anlamı çok belirgin olmayan, değişik yorumlara açık, bilmecemsi, çoğu kez de düşünsel alanda çağrışımlar yaratan sözcüklerdir. Mallerme şiirlerinde kendi acılarını, sonsuzluk arayışını, maddeden sıyrılıp kurtulmayı işlemiştir. Mallerme ayrıca, kendisinden önce her şeyden üstün tutulan biçime önem vermedi; şiir kurallarıyla cümle kuruluşlarından oluştuğu varsayılan biçime karşı çıktı. “Sone” adı verilen koşuk (nazım) biçiminin 16. yüzyıldan beri süregelen uyak düzenini bozdu. Yalnızca sözcüğün gücüne önem verdi; şiiri, özüne uygun düşmeyen her şeyin elinden kurtarmak gerektiğini öne sürdü. Ne duygu, ne düşünce ve ruhsal yapı, ne insan ve doğa betimlemesi, ne de öykü önemliydi. Önemli olan şiiri, şiirsellikle dolu sözcüklerin sıralandığı bir anlatım biçimi olmaktan çıkarmaktı. Divagations (1897; “Sayıklamalar”) Mallerme’nin edebiyat anlayışını en iyi dile getiren yapıtıydı.
Fransız şiirinde Sembolizm Akımı hızla yayıldı. Birçok şair bu akımla başlayan serbest koşuk türünde şiirler yazmaya başladı. 1890’larda en parlak dönemini yaşayan bu akım 1898’de Mallerme’nin ölümüyle etkisini yitirmeye başladı. Guillaume Apollinaire, Paul Claudel gibi şairlerin Sembolizm ile olan bağlarını sürdürmeleri akımın ayakta kalması için yeterli olmadı. Paul Valery ise bu akımın içinden yetişmiş bir şair olarak kaldı. İngiltere’de Oscar Wilde bu akımın temsilcisi sayılır. Sembolizm daha sonra öteki Avrupa ülkelerinin, ardından Amerika ülkelerinin edebiyatlarını da etkiledi. İngiltere’de William Butler Yeats ve T. S. Eliot şiirde, James Joyce ve Virginia Woolf düzyazıda bu akımdan etkilendiler.
Türk edebiyatında ise Sembolizm Akımı’nın etkileri 19. yüzyılın sonlarında görülür. Batı edebiyatından etkilenen Edebiyat-ı Cedide yazarları dilde ve edebiyat anlayışında yenilik peşindeydiler. Servet-i Fünun dergisi çevresinde toplanan bu yenilikçi yazarlar çeşitli tepkilerle karşılaştılar. Ahmed Midhat Efendi de bu konuda tepki gösterenlerden biriydi. Edebiyat-ı Cedide yazarlarını eleştiren ve 1897’de yayımlanan “Dekadanlar” adlı bir yazı yazdı. Edebiyat-ı Cedide yazarlarını etkileyen bu akımın izleri Cenab Şahabeddin’in şiirlerinde açıkça görülür. Fecr-i Ati şairlerinden Ahmed Haşim ise Türkiye’de Sembolizm’in temsilcisi sayılır. Sembolizm bu akımın şairlerinden çoğunu etkilemiştir. Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dıranas gibi şairlerde de Sembolizm’in etkisi görülür.
Pozivitizm (Olguculuk), Gerçekçilik ve İzlenimcilik akımlarının yarattığı resim anlayışına karşı 19. yüzyılın sonlarına doğru resim sanatında da Sembolizm ortaya çıktı. Ama resimde Sembolizm anlayışı Almanya, İngiltere, Belçika, İsviçre gibi ülkelerde bazı sanatçıların yapıtlarında 19. yüzyılın başından beri kendini gösteriyordu. Fransa’da Geç İzlenimcilik Akımı içinde yer alan Paul Gauguin aynı zamanda Sembolizm Akımı’nın önderi kabul edilir. Pierre Puvis de Chavannes ile Gustave Moreau bu akımın en dikkate değer ressamlarıdır. Sembolist ressamlar düş gücüne dayalı bir anlatımdan yanaydılar. İnsanın içsel yaşantısını resme dökmeyi, buna görsel bir anlatım kazandırmayı amaçlıyorlardı.